Plastik Geri Dönüşümü Konusu Büyük Bir Yalandan mı İbaret?

Geri dönüşüm kutusuna attığımız her plastik gerçekten yeniden doğuyor mu, yoksa sadece vicdanımızı mı rahatlatıyor?
Plastik Geri Dönüşümü Konusu Büyük Bir Yalandan mı İbaret?

plastik, hayatımızın her alanına girmiş durumda. su içtiğimiz pet şişelerden (pet: polyethylene terephthalate adlı bir plastik türü), market poşetlerine ve ambalaj atıklarına kadar her yerde plastik var. şirketler yıllardır ürünlerini ucuza mal etmek ve dayanaklı ambalajlarda sunmak için petrokimya ürünü plastiklere yöneldi. peki bu pet nedir, gerçekten geri dönüştürülebiliyor mu, yoksa geri dönüşüm söylemi büyük bir aldatmaca mı? bu yazıda plastik atıkların geri dönüşüm oranlarına, şirketlerin sorumluluktan kaçınarak suçu tüketiciye yani bize atmasına ve bu durumun doğaya ve özellikle gelişmekte olan ülkelere verdiği zararın boyutlarına değineceğiz.

pet nedir? nasıl bir plastik?

pet, yani polietilen tereftalat, en yaygın kullanılan tüketici plastiği türlerinden biridir. genellikle içecek şişeleri, gıda kapları, deterjan şişeleri, kozmetik ambalajları gibi ürünlerin yapımında kullanılır. dayanıklı, hafif ve şeffaf olması nedeniyle tercih edilir. pet ambalajlar teoride geri dönüştürülebilir özelliktedir; her pet ürününün altında geri dönüşüm sembolü içinde "1" numarası bulunur ve uygun tesislerde yeniden işlenebilir.

ancak pet plastiklerin doğada çözünmesi son derece uzun sürer. doğru koşullarda toplanıp geri dönüştürülmezse, atılan bir pet plastik şişe çevrede yüzyıllar boyunca kalabilir. örneğin, bir pet plastik su şişesinin doğada tamamen parçalanması yaklaşık 450 yıl alabilir. bu da demek oluyor ki bugün kullandığımız plastik ambalajlar, eğer toplanıp geri dönüştürülmezse, torunlarımızın torunları bile aynı plastiğin kalıntılarını doğada görebilir. dolayısıyla pet ve benzeri plastikler, uygun şekilde geri kazanılmazsa gezegenimiz için kalıcı bir yük haline geliyor.


plastik atıkların geri dönüşüm oranları: gerçekler ne söylüyor?

plastik üreticileri ve bazı yetkililer bizi yıllardır "plastikleri geri dönüştürerek sorunu çözebileceğimize" inandırmaya çalıştı. çoğumuz evlerimizde plastik atıkları ayrıştırıp geri dönüşüme yollarken içimiz rahat ediyor. ne de olsa bu plastikler yeniden kullanılacak ve doğayı kirletmeyecek, öyle değil mi? maalesef gerçek hiç de böyle değil. küresel veriler, plastik atıkların geri dönüşümü konusunda durumun vahim olduğunu ortaya koyuyor.

dünya genelinde üretilen devasa miktarda plastiğin sadece çok küçük bir kısmı gerçekten geri dönüştürülüyor. oecd’nin 2022 yılında yayınladığı kapsamlı bir rapora göre, dünya genelinde plastik atıkların yalnızca %9’u başarılı şekilde geri dönüştürülüyor. geri kalan plastiklerin ne olduğuna bakarsak tablo daha da endişe verici: plastik atıkların %19’u yakılıyor (yani enerji için yakıt gibi kullanılıyor), %50’si düzenli depolama sahalarına (çöplüklere) gömülüyor ve %22’si ise atık yönetim sistemlerine hiç girmeden kontrolsüz biçimde doğaya sızıyor. yani her 10 plastik atıktan sadece biri geri dönüşerek yeni bir ürüne kazandırılırken, 9’u çevreyi kirletmeye devam ediyor. bu oran inanılmaz derecede düşük; kısacası plastiğin geri dönüşümü bir istisna, atık olup kalması ise kural haline gelmiş durumda.

dahası, geri dönüşüme gönderildiğini sandığımız plastiklerin bir kısmı da aslında geri dönüştürülemiyor. oecd verileri, geri dönüşüm için toplanan plastiklerin bile yaklaşık %40’ının işlem esnasında ayrıştırılıp atık olarak elendiğini söylüyor. bu da demek oluyor ki geri dönüşüm kutusuna attığımız plastiğin kayda değer bir bölümü en sonunda çöp veya kirletici olarak doğaya dönüyor.

neden plastiklerin geri dönüşüm oranı bu kadar düşük? bunun birkaç temel nedeni var:

- teknik ve ekonomik zorluklar: plastik atıkların toplanması, ayrıştırılması ve dönüştürülmesi oldukça masraflı ve zahmetli bir süreç. farklı plastik türlerinin ayrılması, kirli veya karışık atıkların temizlenmesi gerekiyor. plastikleri toplamak ve yeniden işlemek, çoğu zaman yeni plastik üretmekten daha maliyetli olabiliyor. üstelik plastik her geri dönüşümünde kalite kaybına uğruyor; aynı plastik malzeme sonsuza dek dönüştürülerek kullanılamıyor, en fazla bir-iki kez mekanik olarak geri dönüştürülebiliyor. yeni üretilen (birincil) plastik ise petrolden yapıldığı için hâlâ çok ucuz ve genellikle geri dönüştürülmüş plastikten daha yüksek kalitede. bu ekonomik gerçekler, şirketlerin ve piyasaların geri dönüşüme gerçek anlamda yatırım yapmasının önünde engel oluşturuyor.

- yetersiz altyapı: birçok ülkede yeterli geri dönüşüm tesisi yok veya kapasite sınırlı. özellikle gelişmekte olan ülkelerde atık yönetimi altyapısı eksik olduğu için toplanan plastikler bile verimli bir şekilde dönüştürülemiyor. gelişmiş ülkelerde bile plastiklerin büyük kısmı mekanik olarak geri dönüştürülmeye uygun değil; örneğin çok katmanlı ambalajlar, karışık plastikler ya da kirlenmiş plastikler pratikte dönüştürülemiyor.

- tek seferlik plastik kültürü: kullan-at kültürü o kadar yaygın ki, tüketilen muazzam miktardaki tek kullanımlık plastiğin hepsini geri dönüştürmek fiziksel olarak da mümkün değil. 2020 yılında dünya çapında 353 milyon ton plastik atık üretilmiş. bunun %40 gibi büyük bir kısmı, ömrü birkaç dakika veya saat süren ambalaj malzemelerinden kaynaklanıyor. yani en büyük plastik atık kaynağı, şirketlerin paketlemek için kullandığı ve hemen çöpe giden ambalajlar. bu kadar kısa ömürlü ama uzun vadede yok olmayan bir materyali bu ölçekte tükettiğimiz sürece, geri dönüşüm tesisleri ne yapsın?

- kısacası sayılar yalan söylemiyor: plastik geri dönüşüm oranları çok düşük ve bu yöntem tek başına plastik krizini çözmekten çok uzak. peki, nasıl oldu da yıllarca bize “geri dönüşüm” sihirli bir çözüm gibi sunuldu? burada işin içine endüstrinin pazarlama oyunları giriyor.


geri dönüşüm miti: plastik endüstrisinin büyük yalanı

devasa yığınlar halinde birikmiş plastik atıklar, geri dönüşümün yetersiz kaldığı gerçeğini gözler önüne seriyor. dünyada üretilen plastiklerin yalnızca küçük bir kısmı gerçekten tekrar kullanıma kazandırılabiliyor.

plastik üreticileri ve büyük şirketler yıllardır bize geri dönüşümün önemini anlatıyor. teorik olarak kulağa harika geliyor: “plastik atma, geri dönüştür, doğayı koru.” herkes üzerine düşeni yaparsa sorun çözülür, değil mi? ne yazık ki bu söylem büyük ölçüde bir aldatmaca.

ortaya çıkmış belgeler ve itiraflar gösteriyor ki plastik ve petrol endüstrisi, geri dönüşümün kapsamlı bir çözüm olmayacağını en başından beri biliyordu ama yine de bunu halka parlak bir çözüm gibi sundu. 1970’lerden itibaren, plastik üreticileri iç toplantılarda plastik geri dönüşümünün ekonomik olarak asla sürdürülebilir olmayacağına dair ciddi şüpheler dile getirmişler. 1974 yılında endüstriden bir yetkili yaptığı konuşmada plastiklerin geri dönüşümüne dair "ekonomik olarak viable (uygulanabilir) olmayabileceği" yönünde uyarılar yapmış. yani daha o zaman bile, üretilen onca plastiğin gerçekte geri dönmeyeceği öngörülüyordu.

peki madem öyleydi, neden hala her yerde geri dönüşüm propagandası gördük? çünkü geri dönüşüm fikrini satmak, plastiği satmak demekti. endüstri, geri dönüşümün reklamını yaparak insanların gözündeki “plastik suçluluğunu” azaltmayı başardı. bize “plastiği gönül rahatlığıyla al, kullan, sonra geri dönüşüme at, vicdanen rahat ol” mesajı verildi. bu sayede tek kullanımlık plastik ambalajların üretimi yıllarca hiçbir kısıtlamayla karşılaşmadan arttı. şirketler ürünlerini plastiğe sarıp satmaya devam ederken, ortaya çıkan çöp yığınları için suçu tüketicilere ve belediyelere attı.

aslında geri dönüşüm miti, plastik üreticilerinin ve büyük petrol şirketlerinin bir pr (halkla ilişkiler) taktiğiydi. geri dönüşüm kampanyaları, "çevreci" reklamlar, okullarda bilinçlendirme programları... tüm bunlar, plastik sorununu bireylerin omuzlarına yükleyip şirketlerin sorumluluktan kaçınmasına yaradı. örneğin abd’de 1970’lerde “keep america beautiful” (amerika’yı güzel tut) gibi kampanyalar halka çöp atmamayı ve geri dönüşümü öğütlerken, bu kampanyaların sponsoru büyük içecek ve ambalaj şirketleriydi. böylece mesele, şirketlerin daha az plastik üretmesi veya farklı ambalaja geçmesi değil; vatandaşın çöpü doğru yere atıp atmaması meselesine indirgeniyordu.

halbuki bugün biliyoruz ki: plastiğin büyük kısmı asla geri dönüştürülmüyor. tarihte üretilmiş tüm plastik atığın %90’ından fazlası ya çöp sahalarında, ya yakıldı, ya da çevreye sızdı. yani geri dönüşüm, plastik selinin önünde küçük ve etkisiz bir set gibi kalıyor. bizzat plastik endüstrisinin kendi eski yöneticileri bile sonradan itiraf ettiler ki, geri dönüşüm reklamları aslında insanların kafasını rahatlatıp daha fazla plastik tüketmelerini sağlamaktan başka bir işe yaramadı.

şirketlerin sorumluluktan kaçması: suçlu kim?

plastik atık krizine baktığımızda, sorumluluğun büyük kısmı bu materyali piyasaya süren, ürünlerini yüzyıllarca doğada kalacak ambalajlara saran şirketlerde. ancak bu şirketler ne yapıyor? büyük bir kısmı sorumluluğu tüketicilere veya belediyelere yüklüyor. "biz çevreciyiz, ürünlerimizin ambalajı %100 geri dönüştürülebilir, tüketiciye düşen bunu geri dönüşüme atmaktır" diyorlar. böylece topu kendilerinden uzaklaştırıp sistemin eksiklerine (örneğin geri dönüşüm altyapısına veya tüketici bilincine) atıyorlar.

oysa gerçek sorumluluk, plastik kirliliğini en başta yaratmayacak tasarımlar ve sistemler geliştirmekte. şirketler daha sürdürülebilir, tekrar kullanılabilir ambalajlara yatırım yapmak yerine hala tek kullanımlık plastiğe bel bağlamış durumda. örneğin birçok içecek firması cam şişe depozito sistemlerini terk edip pet şişeye geçti; sonra da "şişeyi geri dönüştürün" diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar.

bazı büyük markalar, göstermelik çevrecilik adımları atsa da arka planda etkin çözümleri engelleyen lobi faaliyetleri yürütüyor. mesela dünya çapında en çok plastik ambalaj üreten şirketlerin, atıkların geri toplanması için etkili bir yöntem olan depozito iade sistemlerine bile bazen karşı lobicilik yaptığı ortaya çıktı. yani kamuoyuna "biz de sorunun çözümünün parçasıyız" derken, kapalı kapılar ardında plastik kullanımını azaltacak düzenlemelere taş koyabiliyorlar. bu çifte standart, kâr uğruna çevre sorumluluğundan kaçmanın bir örneği.

özetle, şirketler uzun süre plastik krizinde parmakla gösterilmekten kaçtı. çünkü geri dönüşüm mitini ve tüketici sorumluluğu söylemini başarıyla kullanarak kendilerini gizlediler. fakat artık bu aldatmaca giderek daha görünür hale geliyor. dünyanın dört bir yanında çevre örgütleri "kirleten öder" ilkesini gündeme getiriyor ve üretici sorumluluğu (epr - extended producer responsibility) yasalarının çıkması için baskı yapıyor. yani ambalajı üreten, onun atığından da sorumlu olsun deniliyor. bazı ülkeler plastik poşet veya ambalaj vergileri, depozito sistemleri, yasaklar getirerek şirketleri sorumlu tutmaya çalışıyor. yine de küresel ölçekte bakıldığında şirketlerin gönüllü taahhütleri genelde yetersiz kaldı; verilen sözler tutulmadı veya rakamlarla oynandı.

şirketler, ürünlerini satarken elde ettikleri muazzam kârın bir kısmını bu atıkların yönetimine veya alternatiflere harcamamak için direniyor gibiler. bunun yerine pazarlama ile sorumluluğu dağıtma yoluna gidiyorlar. ama gelin, rakamlar şirketlerin bu işteki payını nasıl ortaya koyuyor bir bakalım.

doğaya verilen zararın boyutu

plastik atıkların geri dönüşmemesi demek, sonunda doğaya karışması demek. nitekim her yıl milyonlarca ton plastik okyanuslara, nehirlere, toprağa karışıyor. bir kere çevreye saçıldı mı, bu plastikler uzun süre orada kalıp ekosisteme zarar veriyor.

bugün okyanuslarda yüzen devasa plastik adacıklarını duymayan kalmadı. bilim insanları halihazırda denizlerde 30 milyon ton kadar plastik atığın birikmiş olabileceğini, nehirlerde ve göllerde ise 109 milyon ton civarında plastik yığılmış olabileceğini tahmin ediyor. her yıl da yaklaşık 11 milyon ton civarında ek plastik atık denizlere karışmaya devam ediyor. balıkların midesinden tutun, kutup ayılarının kanına kadar her yerde mikroplastik parçacıkları tespit ediliyor. bu kirlilik yalnızca doğayı değil insan sağlığını da tehdit ediyor; içme sularımıza, tuzumuza kadar plastik bulaşıyor.

plastik ambalaj atıkları, yaban hayatı için de ölümcül bir tuzak. deniz kaplumbağaları poşetleri denizanası sanıp yiyor, kuşlar kapakları yem zannedip besliyor. sayısız hayvan plastik kirliliği yüzünden yaralanıyor veya ölüyor. üstelik plastik atıklar güneş ve dalga etkisiyle ufalanıp mikroplastik boyutuna geliyor, bu parçacıklar toprağa ve suya karışarak gıda zincirine dahil oluyor.

ayrıca plastiğin fosil yakıtlardan üretildiğini unutmayalım. plastik üretimi ve imhası da ciddi bir sera gazı emisyonu kaynağı. küresel plastik endüstrisinin, sera gazı emisyonlarının yaklaşık %3.4’ünden sorumlu olduğu belirtiliyor. yani plastik sadece katı atık sorunu değil, aynı zamanda iklim değişikliğine de katkıda bulunan bir sektör.

plastiğin doğada kalıcılığı da çevresel zararı katmerliyor. yukarıda bahsettiğimiz gibi pet gibi plastikler 450 yıla kadar bozulmadan kalabiliyor. doğada güneş ışığı, tuzlu su gibi etkenlerle parçalanıyorlar ama tamamen yok olmuyorlar; sadece daha küçük parçalar haline geliyorlar. bu da geleceğe ciddi bir ekolojik yük bırakıyor. bugün çöpe veya doğaya atılmış bir plastik şişe, 2425 yılında bile bir yerlerde mikroplastik olarak varlığını sürdürecek!

böylesine uzun ömürlü bir materyali tek kullanımlık ürünler için kullanmak, gelecek nesillere bırakılan bir çevresel borç aslında. bilim insanları ve çevre örgütleri, "geri dönüşüm tek başına bu sorunu çözemez, plastiğin üretimini kaynağında azaltmamız şart" diye uyarıyor. aksi takdirde, plastik üretimi ve tüketimi mevcut hızla artmaya devam ederse 2060 yılında dünya genelinde yıllık 1,014 milyon ton plastik atık üretilmesi bekleniyor (şu anki seviyenin yaklaşık üç katı) ve bunun büyük kısmı yine doğaya sızabilir.

dünyanın en büyük plastik kirleticileri hangileri?

gelelim sorunun baş faillerine: hangi şirketler, markalar bu tek kullanımlık plastik ambalajların çoğunu piyasaya sürerek kirliliğe en çok katkı yapıyor? küresel ölçekte yapılan bağımsız marka denetimleri (brand audit) bize bu sorunun cevabını veriyor. break free from plastic hareketinin dünyanın dört bir yanında binlerce gönüllüyle yaptığı atık marka taramaları, en çok hangi şirketlerin logolarının çöplüklerde göründüğünü sayıyor. yıllardır sonuç pek değişmiyor.

son 5-6 yılın verilerine göre, dünyanın en büyük plastik kirleticisi şirket hep coca-cola oldu. onu diğer dev gıda-içecek şirketleri takip ediyor. 2023 yılı küresel marka denetimi sonuçlarına göre en çok plastik kirliliğine yol açan ilk 10 şirket şöyle sıralanmış:

1. the coca-cola company – (dünyanın en büyük plastik kirleticisi, 6 yıldır üst üste birinci)
2. nestlé
3. unilever
4. pepsico
5. mondelez ınternational
6. mars, ınc.
7. procter & gamble
8. danone
9. altria
10. british american tobacco

görüldüğü gibi listede başı çekenler, çoğunlukla gazlı içecek üreticileri, abur cubur gıda devleri, kişisel bakım ve hızlı tüketim ürünleri firmaları. bu şirketlerin ortak özelliği, ürünlerini büyük oranda tek kullanımlık plastik ambalajlarda satmaları. örneğin coca-cola yılda yaklaşık 2.9 milyon ton plastik ambalaj üretmektedir – bu saniyede binlerce, dakikada 200 bin adet plastik şişe demektir! coca-cola, dünyanın tek başına en büyük plastik atık üreticisi konumunda. benzer şekilde pepsi, nestlé, unilever gibi şirketler de gezegenin dört bir yanında milyarlarca plastik ambalaj dolaşıma sokuyor.

bu dev şirketler, plastik kirliliğinde isimlerinin kötü anılmasından rahatsız olsalar da henüz faaliyetlerini kökten değiştirmiş değiller. örneğin coca-cola, 2023’te yapılan atık denetiminde tam 33.820 parça atık ambalaj ile kirliliğe en çok ismi karışan marka oldu – bu, önceki yıllardan da yüksek bir rakam ve şirket için olumsuz bir rekor. pepsico ve diğerleri de benzer biçimde on binlerce atıkla listede yer alıyor. üstelik bu rakamlar sadece gönüllülerin topladığı örneklerden; toplam kirlilikteki payları bunun çok daha üzerinde olmalı.

bu noktada şunu vurgulamak gerek: bu şirketler, yıllardır sorunu çözmek için bazı adımlar attıklarını iddia ediyorlar (örneğin coca-cola "2030’a kadar tüm ambalajlarımızı topluyor olacağız" gibi bir taahhüt vermişti). fakat pratikte görüyoruz ki bu vaatler ya tutulmuyor ya da hedefler çok düşük seviyede kalıyor. bazı şirketler geri dönüştürülmüş plastik kullanma oranlarını arttırmaya çalışıyor, ama bu da sorunu çözmek yerine bazen yeşil aklama (greenwashing) eleştirilerine konu oluyor. çünkü neticede toplam plastik üretimini azaltmaya yanaşmıyorlar.

yine de bu şirketlerin üzerindeki baskı artıyor. örneğin 2023’te avrupa’da coca-cola, nestlé, danone gibi firmalara karşı çevre kirliliğine yol açtıkları için hukuki davalar açılmaya başlandı. yani plastik atıklar nedeniyle şirketleri doğrudan sorumlu tutma çabaları hız kazanıyor. umut edilir ki önümüzdeki dönemde üreticiler, gerçekten tekrar kullanılabilir ambalaj sistemlerine, doldurulabilir şişe gibi eski ama etkili çözümlere yönelmeye zorlanır.

atık ihracı ve "çöplüğe" dönen ülkeler

plastik kirliliğinin bir de küresel adaletsizlik boyutu var. zengin ülkeler kendi topraklarında biriken plastik dağlarından kurtulmak için yıllardır bu atıkları tonlarca gemilere yükleyip gelişmekte olan ülkelere gönderdiler. bir nevi "atık sömürgeciliği" diyebileceğimiz bu uygulama sayesinde, zengin ülkeler kendi çöplerini uzak coğrafyalara yollayarak sorunu göz önünden kaldırıyor, fakat o çöpler gittikleri yerlerde çevre felaketine yol açıyor.

örneğin uzun yıllar avrupa ülkeleri ve abd, plastik atıklarını çin’e satıyor veya gönderiyordu. 2018’de çin bu kapıyı kapatınca, yeni adresler bulunmaya başlandı: türkiye, malezya, endonezya, vietnam, tayland ve bazı afrika ülkeleri gibi atık yönetim altyapısı zayıf ülkelere sevkiyat arttı. 2022 yılında sadece avrupa birliği’nin günde 3 milyon kilogram plastik atığı yurtdışına ihraç ettiği kaydedildi. bu ihracatın %31’i türkiye’ye, %16’sı malezya’ya, %13’ü endonezya’ya gidiyordu. benzer şekilde ingiltere, japonya, abd, almanya gibi ülkeler de tonlarca atığı kendi sınırları dışına yolluyor. örneğin almanya yılda ortalama 1 milyon ton ile avrupa’da en fazla plastik atık ihraç eden ülke konumunda; birleşik krallık ise kendi plastik atığının %60’ından fazlasını yurtdışına gönderiyor. birleşik krallık’tan bir çevre aktivisti bu durumu “kendi kirimizi başkasına yıkmamız utanç verici” diyerek eleştiriyor.

bu atıklar kağıt üstünde "geri dönüşüm" için gönderiliyor olabilir, ancak gerçek genellikle farklı. gidilen ülkelerde atıkların önemli bir kısmı tesislere bile ulaşmadan açıkta yakılıyor, boş arazilere dökülüyor veya deniz kenarlarına yığılıyor. çevre örgütleri, örneğin türkiye’nin adana ilinde veya malezya’da orman kenarlarında ingiltere ve almanya’dan gelmiş plastik ambalaj atıklarının düzensiz bir şekilde biriktirildiğini, yakılarak imha edilmeye çalışıldığını belgeledi. türkiye’de yapılan analizlerde, avrupa’dan gelen plastiklerin yasa dışı yakılması sonucu toprağa ve suya dioksinler ve ağır metaller gibi zehirli maddelerin sızdığı tespit edildi. bu hem çevreye hem de o bölgede yaşayan insanların sağlığına ciddi zarar veriyor.

afrika kıtasına da benzer bir yük bindirilmiş durumda. örneğin kenya'ya batı ülkelerinden büyük miktarda plastik atık gönderiliyor; kenya’daki plastik atıkların büyük bölümü aslında yurtdışından ithal edilmiş çöp. gana gibi ülkeler ise yalnızca plastik değil, tekstil atığı (hızlı modanın plastik içerikli giysileri) veya elektronik atık gibi diğer zengin ülke çöpleriyle de boğuşuyor. gana’nın başkenti akra’daki agbogbloshie gibi devasa çöplükler, elektronik atıkların yanı sıra plastik yığınlarıyla dolu ve “dünyanın çöplüğü” tabirini haklı çıkarırcasına büyüyor.

bir yardım kuruluşu olan tearfund’ın analizine göre, şu anki gidişatla sahra-altı afrika’da her dakika bir futbol sahasını kaplayacak kadar plastik atık açıkta yakılıyor veya vahşi depolara terk ediliyor. bu korkunç bir oran ve atık yönetimi yetersiz ülkelerin nasıl bir kriz yaşadığını gözler önüne seriyor. altyapı olmadığı için çöpler sokaklarda, nehirlerde birikiyor veya kontrollü olmayan şekilde yakılıyor; sonuçta zehirli gazlar çıkıyor, toprak verimsizleşiyor, halk sağlığı tehdit altında kalıyor.

bu duruma uluslararası çevre hukukçuları ve aktivistler artık açıkça "atık sömürgeciliği" (waste colonialism) demeye başladı. yani zenginlerin çöpünü fakir ülkelerin sırtına yükleme düzeni. bu düzenin adaletsizliği giderek daha fazla kabul görüyor ve basel sözleşmesi gibi uluslararası anlaşmalarla plastik atık ticaretine kısıtlamalar getirilmek isteniyor. nitekim 2021’den itibaren ab, karışık plastik atıkların oecd dışı ülkelere ihracatını yasaklama yönünde adımlar attı. türkiye de 2021’de belirli plastik atık ithalatını yasakladı, ancak denetimler zayıf olduğundan yasa dışı yollarla giriş devam edebiliyor.

sonuçta, plastik kirliliği küresel bir kriz ve ne yazık ki yükü en çok omuzlayanlar, soruna en az katkısı olan yoksul kesimler oluyor. gelişmiş ülkeler yıllarca kendi atıklarını "arka bahçe" olarak gördükleri asya ve afrika ülkelerine yığdı. bu ülkelerde ekosistemler zarar gördü, halk sağlığı tehlikeye atıldı. örneğin malezya'da köylerin yakınında dev plastik çöplükler oluştu; afrika'da sahiller batının çöpleriyle doldu. bu, küresel ölçekte bir çevre adaleti meselesi haline geldi. neyse ki son yıllarda bu konuda farkındalık artıyor ve birçok ülke "kendi çöpüne sahip çık" politikasına yöneliyor.

sonuç: geri dönüşüm yetmez, kökten çözüm şart

gelinen noktada açıkça görülüyor ki, geri dönüşüm kendi başına plastik sorununu çözmeye yetmiyor. elbette geri dönüşüm faydalı ve yapılmalı; mevcut plastik atıkların mümkün olduğunca azının doğaya karışması için çaba göstermek zorundayız. ancak bu bir yanaşma bandı tedavisi. musluk sonsuz miktarda plastik akıtırken, biz sadece yere döküleni paspaslamaya çalışıyoruz.

asıl çözüm, musluğu kısmakta. yani plastik üretimini, özellikle tek kullanımlık plastik üretimini ciddi biçimde azaltmak gerekiyor. şirketler ürünlerini satarken daha sürdürülebilir alternatiflere geçmeli, yeniden doldurulabilir ambalajlar, cam, metal, kağıt gibi geri dönüşümü daha pratik malzemeler ya da paketsiz satış modelleri yaygınlaşmalı. tüketiciler de tek kullanımlık plastik tüketimini reddederek talep tarafında baskı oluşturabilir. devletlerin ise hem üreticileri sorumlu tutan yasal düzenlemeleri getirmesi (örneğin depozito sistemleri, plastik vergileri, yasaklar) hem de geri dönüşüm/yönetim altyapısını iyileştirmesi şart.

en önemlisi, plastik kirliliği konusunda dürüst bir yüzleşme gerekiyor. on yıllardır bize anlatılan “at ve unut, nasılsa geri dönüştürülür” hikâyesinin bir masal olduğunu kabul etmek zorundayız. geri dönüşüm bir vicdan aklama mekanizması değil, en son çare olarak başvurulacak bir yöntem olmalı. asıl amaç atığı en başta oluşturmamak olmalı.

şirketler yıllarca kazanç uğruna sorumluluktan kaçtılar, ama artık tüketiciler de dünya kamuoyu da uyanıyor. coca-cola, pepsi, nestlé gibi devler her yıl milyarlarca plastik ambalajı piyasaya sürüp sonra “geri dönüşüm yapın” diyerek işin içinden sıyrılamaz. bu şirketlerin de hesap verme vakti geldi.

küresel boyutta bakarsak, ümit verici gelişmeler de yok değil: birleşmiş milletler öncülüğünde bir plastik anlaşması (global plastik antlaşması) için müzakereler yapılıyor, ülkeler sınırötesi plastik ticaretini kontrol altına almaya çalışıyor, yeni teknolojiler ve alternatif malzemeler geliştiriliyor. ancak bunların somut sonuçlara dönüşmesi zaman alacak. bu arada her bir dakikada bir futbol sahası büyüklüğünde plastik atığın yakıldığı bir dünyada yaşadığımızı unutmadan, kendi üzerimize düşeni yapmalı ve büyük kirleticilerden hesap sormayı sürdürmeliyiz.

sonuç olarak, plastik geri dönüşümü elbette önemli ama asla yeterli değil. “büyük plastik yalanı” görüp, asıl yapılması gerekenin plastik tüketimini ve üretimini azaltmak olduğunu yüksek sesle dile getirmeliyiz. aksi halde, bugünün plastik dağlarını çocuklarımıza miras bırakmaya devam edeceğiz. doğa bu yükü daha ne kadar kaldırabilir ki? artık gerçek çözümlere yönelmenin ve plastik çağını kapatmanın zamanı geldi de geçiyor...

kaynaklar