Polonyalı Biriyle Evlenmiş Bir Sözlük Yazarından: Polonya ve Lehler Hakkında Bilmeniz Gerekenler
2 bucuk yil bizzat yasadigim ulke. bir polonyaliya evlenmis ve yari polonyali bir kizim ve polonyali zilyon tane es dost kaynim akrabam oldugu icin cok detaya girebilirim, ve dahi ilerleyen zamanlarda girecegim. ancak simdilik vakt-i zamaninda listelist'te yazdigim kisa bir kilavuzu ekleyeyim. polonya'ya girince ilk goze carpan seyler genelde bunlardir zaten:
leh tarihi
türk ulusu tarihinde hiç esir olmamıştır derler. olmaya en yaklaştığımız 1919 senesinde de durumu lehine çevirebilmiş bir millet olarak polonya tarihine dönüp bir göz atmak, “ya çeviremeseydik?” sorusuna bir yanıt verebilir gibi görünüyor. zira polonyalılar da az buz imparatorluk kurmamışlar. 1600’lü yılların parmakla sayılacak güçlerinden birisiyken ülkeleri üç kere parçalanıp tarih sahnesinden 123 yıl gibi bir süre silinmiş, tamamen esarete düşmüşler. ancak milli kimliklerini, dillerini, tarihlerini unutmayıp polonya olarak tekrar tarih sahnesine dönebilmişler. üzerlerinden ikinci dünya savaşı’nda hem almanlar hem ruslar geçmiş. ancak her şeye rağmen hâlâ oradalar. dayanıklı millet ne diyelim. ikinci dünya savaşı konusunda yaraları henüz çok taze ve derin. almanlar’a karşı tüm o soykırıma rağmen seviyeli olmayı becerseler de ruslar’dan apaçık nefret ediyor gibi görünüyorlar. adamların eski yaralarını kaşırken dikkatli olmakta fayda var.
yaşam standardı ve ucuzluğu
polonya yaşamak için en ucuz ab ülkelerinden biri. her ne kadar ab’ye kıyasla çok ucuz da olsa türkiye’yle hemen hemen aynı seviyede bir fiyat endeksi var. araç almak, ev sahibi olmak türkiye’ye oranla daha ucuz, benzin bizdekinin yarı fiyatı, dışarıda yemesi içmesi bize fark atacak kadar ucuz. kimi vergiler yüksek (şirket kurma vs.), kimileri düşük (kdv) bazıları ise yok (çöp). çok daha yerleşik ve düzenli altyapısı 100 senedir hazır olan polonya’da aynı fiyat endeksiyle geçinmek ise türkiye’ye kıyasla daha kolay oluyor. eğitim üniversite sonuna kadar bedava olduğundan aile bütçesine yardım ediyor. sağlık sistemi çalışmayan kimseleri acil servis haricinde karşılamasa da hastane doluluk/atanmış uzman doktor oranlarıyla kıyaslayınca türkiye’den daha efektif bir sağlık sistemi ortaya çıkıyor. şehir içi ulaşım sudan ucuz, ancak şehirler arası kötü bir demiryolu işletmesinin olduğunu da hatırlatmak gerek.
leh bürokrasisi
aşırı kırtasiyecilik veya bürokrasi polonya’dan ziyade tüm eski demir perde ülkelerine ithaf olunabilir ancak polonya hakkında konuşurken de bunu es geçmek olmuyor. polonya’da şekil işlemlerine bağlılık yüzünden devlet dairesinde iş yaptırmak cidden zorlaşıyor. ehliyet, nüfus, doğum, ölüm gibi mevzular oranın yerlisiyseniz nispeten kolay da olsa, bir polonyalının başka bir polonya şehrinden misal nüfus kağıdı alması falan çok zor. nüfus kütüğünde bir köye kayıtlıysanız o köyün usg’sine (nüfus dairesi) başvurup sekiz sayfa form doldurduktan sonra altı gün bekleyip yeni kimliğinizi elden alabiliyorsunuz. bunun üzerine kimlik kartlarındaki resimlere kadar inen bir şekilcilikleri var. örneğin nüfus kâğıdınızdaki resminizde sol kulağın görüneceği bir profil vereceksiniz ancak bu ehliyet için geçmiyor. pasaport için bambaşka grafik oranlar istiyorlar. hal böyleyken ev almak, ev satmak gibi bizde bile karın ağrısı olan işlemler iyice içinden çıkılmaz oluyor.
lehçenin zorluğu
öğrenilmesi en zor diller sıralamasında sürekli ilk üçe oynayan lehçe, polonya’ya gidecek herkesin önünde bir abide gibi yükseliyor. zorluğun kompleks nedenleri var. alfabesindeki gereksiz harf enflasyonunun (üç farklı “ş” , üç farklı “j”, iki farklı “ç”) yanı sıra tekil ve çoğul belirteçlerin yanında dual (ikilik belirten) kalıpların bulunması, ismin yönelme, suçlama, uzaklaşma gibi hallerinin uygulandığı her ismi alfabetik olarak değiştirmesi, alfabesinde yuvarlamalı harflerin bulunması, var olan her şeye gerekçesi kendilerince makul sebeplerle birer kız erkek cinsiyeti atamaları ve bunun nihayetinde isim fiil çekimlerini arapsaçına çevirmesi yüzünden lehçeyi anlamak ile tamamen hakim olmak arasında uzun yıllar geçebiliyor. okullarda lehçenin düzgün kullanımı 16 yaş öğrencilerde görülmeye başlanıyor deniyor. eğitim sistemlerinin yalancısıyız.
gramerde cinsiyet takıntısı
yukarıda dil konusunda girmişken açmak gerek. polonya’da her şeyin bir cinsiyeti vardır. fesleğen bitkisi kendi gramer anlayışlarında mesela bir bayandır. zira sonu “a” harfi ile biter. bu yüzden ona dişil hitap yaparlar. okul (szkola), kitap (ksiazka) isimleri de sanki kız arkadaşınızdan bahsediyormuşcasına muhabbete konu olur. müzisyen (muzyk) her zaman erkektir. buna karşın sandalye (krzeslo), elma (jablko) gibi “o” ile biten harfler nötrdür. cinsiyeti belirsiz olarak konuşmaya dahil olur ve olduğu sürece cümlenizdeki bütün kelimelerin çekimlerini kelimelerin kendileriyle beraber değiştirir. “bu nasıl bir elma?” diye soracağınıza onu “bu nasılie bir elma, nasıli bir müzisyen, nasıla bir fesleğen” gibi sormak zorunda kalırsınız. harflerin nasıl bittiğini takip etmek kolay diye düşünüyorsunuz ama bu sefer de bir araba dolusu istisna veriyorlar. mesela kaz (ges) “a” ile bitmese de bir bayan olabiliyor.
isim formalitesi
yabancıların en çok düştükleri ve yerli halkı en çok rahatsız ettikleri hataların başında bu geliyor. ingilizce veya fransızcadan direkt olarak sözlük çevirisi yaparak insanlara soru sorarken ikinci tekil şahısla “sen” diye hitap etmek polonya’da yedi kusurlu hareketten bir tanesi. lehçe çok formal bir dil olduğundan hitap aşırı önem taşıyor. 40 yıllık ahbaplar bile birbirlerine “sen” diye hitap etmeden önce oturup düşünüyorlar. polonya’da bu yüzden en çok duyacağınız şeylerden bir tanesi pan ve pani (bay ve bayan) kalıpları oluyor. büyük kavgada size küfreden bir polonyalının dahi bu kalıbı kullanacağını hesaba katın. orada bile size sen demezler. o kadar alçalamazlar. türkçedeki ikinci çoğul kişiliğin nezaket unsuru olarak kullanılmasına benziyor ama işte aynı şey değil. birilerine, özellikle de bir kıza lehçe olarak “ingilizce konuşabiliyor musun?” diye sormadan önce ne dediğinizin farkında olun, yoksa etrafınızda bir anda bir south park sessizliği olabilir.
leh mutfağı
leh mutfağı diye de bir gerçek var. et, patates ve lahanayı mutfağın özellikle güçlü isimleri arasında gösterebiliriz. basit tariflerle patatese yeni bir kimlik kazandıracak kadar konuya hakim bir kültür var. patatesten yapılan mücver, placki ziemnieczanie, nişasta ve püreyle yapılıp kaynatılan kluski slaskie çok güzel lezzetler. ancak domuz eti yemiyorsanız yenebilecek türlü opsiyonlar bulmakta zorlanacağınız bir mutfak olduğunu da belirtmek gerek. patates dışındaki lezzetlere kuru erikle yapılan lahana yemeği bigos, bizim mantıya çok benzeyen ancak mantarlısı makbul olan pierogi, tatlılarından da bizim ponçik olarak bildiğimiz paczek örnek verilebilir.
yemek saatleri
mutfakları güzel de yemeği hangi saatte yiyebileceğinizi biliyor musunuz? saat konusuna öğle yemeği diye bir öğün olduğunu unutarak girebiliriz. yok öyle bir şey. polonyalılar kahvaltı (sniedanie) akşam yemeği (obiad) ve son öğün (kolacja) olarak bir günü geçirdiklerinden güneş batınca “oh akşam geldi yiyelim” diyerek sofraya oturamıyorsunuz. oldukça et yüklü bir kahvaltıdan sonra akşam yemeği en geç öğleden sonra 3 gibi verilir. yatmadan önce yiyeceğiniz kolacja öğününü de bir sandviç veya kekle geçiştiren çoktur. ne kadar sağlıklı olduğunu söylemek zor ancak şişman bir polonyalı görmek de o denli zor olduğundan konuya nötr kalıyoruz. ha bir de unutmadan polonya’da 9 dedin mi yatıp uyuyan çoktur. öğünler yüzünden mi böyle, bu böyle olduğundan mı öğünler değişik bilen yok.
et reyonları
polonya’da etin kültürdeki yeri ekmeğin bizdeki yerinden daha yukarıda olabilir. et diyorsak et yemeği falan değil, kurutulmuş işlenmiş etten bahsediyoruz. çoğunluğu domuz olan bu ürünlerin boy incelik ve yapılışlarına göre tasnifleri o kadar değişik ve detaylı ki bizim sosis diyip geçeceğimiz ürünün dokuz farklı ismi çıkabiliyor. polonyalılar da o nedir hemen anlıyorlar. bunun üzerine her yörenin kendine has (nitekim çok da değişik olmayan) lezzetlerini de ekleyince ortaya devasa bir kurutulmuş et kültürü çıkıyor. ortasına kuru erik monte edilip dumanlanmış hindi, ağzına kuru kayısı verilip öldürülmüş kaz, iyi huylu hayvandan pastırma, kızılcıklı tavşan ezmesi gibi akla gelmeyecek her şeyi tek reyonda bulmak mümkün. niye bu reyonları listede tam bir madde yaptınız diyorsunuz, süpermarkete gittiğinizde marketin yarısının et reyonu, yarısının da diğer reyonlar olduğunu görünce şaşırmayın diye öyle yaptık. eti yağ gibi ekmeğe sürmek isteyip yoğun ar-ge sonucunda pasztet isimli ürünü piyasaya süren adamların memleketinde reyonlar ya başka nasıl olacaktı.
derslere rahiplerin girmesi
bu yöntemi uygulayan başka ülkeler de var tabii. ancak türkiye gibi laik, seküler bir anlayışta yetişince insanın kafasına dank eden şeylerden bir tanesi de bu. şimdi anlatmak gerekirse polonya %93 oranında katolik hıristiyan bir ülke. bizdeki gibi nüfus kâğıdının din hanesinde islam yazan herkesi mü’min belleyip “%99 müslüman türkiye” sonucuna ulaşmak yerine istatistiki bir araştırmaya gitmişler. 20 yaşın üzerindeki polonyalıların %93’ü imzaladıkları formda bir tanrının var olduğunu ve katolik kilisesi’nin de kendisini temsil ettiğini belirtmiş. ateş olmayan yerden de duman çıkmaz derler. bunda ilkokuldan itibaren derslere bizzat rahiplerin iştirak etmesi, ilkokul çocuklarını şeytan’a karşı uyarıp hıristiyan teolojisi’ni kafalarına yerleştirmesindeki etkisi de büyük olsa gerek. rahip denilen kişi de bir devlet görevlisi değil de direkt vatikan’dan atanan biri olduğundan işler daha da garip bir hal alıyor. çocuklara pazarları neden kiliseye gelmedikleri tek tek herkesin içinde soruluyor, din karşıtlığının da kökü ağaç henüz yaşken eziliyor. kısacası kilise toplum baskısını kendi lehine çok güzel kullanmayı biliyor.
isim günleri
doğum günü kutlamak lehlere pek yetmediğinden ve ülke oldukça yobaz katolik sayıldığından doğum günlerinin yanı sıra isim günlerinin kutlanması burada daha çok rağbet görüyor. polonya’da doğduysanız size elbette kilise tarafından onaylanmış bir isim veriyorlar (pagan isimlerine sahip çocuklar vaftiz edilmiyor). bir yıldaki her gün de 4-5 azize adanmış olduğundan doğum gününüzden sonraki hangi gün isminizi taşıyan azizin “venere edildiği” güne denk geliyorsa o sizin isim gününüz oluyor. akrabalarınız sizi arayıp buna doğum gününüzden daha çok özen gösteriyorlar, daha güzel hediyeler alıyorsunuz. otobüslerde bile bazen durak yerine tabelada o gün hangi ismin günü olduğu falan geçiyor. o derece.
leh votkası
kısaca söylemek gerekirse yüzlerce marka var. polonyalılar akla gelebilecek her ortamda votka içebildiği için fiyatlar akla gelmeyecek kadar ucuz. ancak istatistiki olarak bu yüzlerce markadan yirmi kadarı baş ağrısına değecek kadar iyi. içinde yeşil ot bulunan zubrowka bison, altın parçaları içeren gdansk goldwasser en ünlü markalar. doğumda, düğünde, ölümde, her zaman ve her yerde shot bardağına sek votka konur, nefes alınır, votka shot’lanır ve nefes verilir. nereye gitseniz bu böyledir.
leh birası
polonya avrupa’nın 70 markayla en büyük üçüncü bira üreticisi. hatta bazı markalar 13. yüzyıldan beri üretimi hiç kesmeden sürdürüyor. alkol oranı %4.0 ile %8.7 arasında değişen yüzlerce değişik tür sudan daha fazla içiliyor gibi görünüyor. dolaylı olarak da bunun sebebini fiyat olarak da bir şişe biranın bir şişe sudan daha ucuza satılmasını gösterebiliriz. her yerinden gürül gürül nehirler dereler geçmeyen doğu avrupa’nın biraya olan bağlılığını tarihi sebeplerde aramak mümkün. ortaçağ’da ya fıçıda 20 gün beklemiş mikrop yuvası suyu içip hasta oluyordunuz ya da alkol yüzünden içinde mikrop barınamayan bira içip hayatınıza devam ediyordunuz. bira bu yüzden avrupa kültürünün hep bir parçası olmuştur. içki bütün kötülüklerin anası olsa da polonya’da anaya hürmet bu gibi bazı sebeplerden dolayı büyük. tyskie, zywiec, lech ve zubr ülkenin en bilindik bira markaları.
yaygın alkolizm
alkolü övdük geldik biraz da yermeye. sudan ucuz bira satışının olduğu, votkanın her alanda nehir gibi aktığı, alkolden alınan verginin %4’lerde gezdiği bir kültürde ne olur? tabii alkolikler artar. polonya’nın özellikle büyük şehirlerinde adım başı göreceğiniz bu arkadaşlar günde dört büyük devirerek sokaklarda yaşar. her birinin ayrı bir hikayesi olsa da lafı dolandırmaktan sonunu getiremezler. yüzleri şişip tanınmayacak hale gelmiştir. sürekli altlarına işediklerinden 5 metre yakınlarına yaklaşmak midesi olana zordur. sadece yaşını başını almış adamlar değil, 20’li yaşlarında bile alkolün artık geri dönülemeyecek tarzda esiri olmuş kişileri sokakta yatar görmek çok olasıdır. devlet kendilerine bedava kalacak yer, rehabilitasyon merkezleri de tahsis eder ancak oradaki yurtlardan kaçarak iki fırt almaya yine sokaklara dönerler. polonya iki liraya sıcak akşam yemeği bulmanın kolay olması yüzünden böyle bir yaşam tarzını da bir anlamda destekleyen bir ülkedir. buna rağmen polisin sokaklarda içme, taşkınlık yapmaya karşı olan tavrı oldukça kötüdür deniyor.
leh düğünleri
zurnanın zırt dediği yer bir anlamda düğün oluyor. leh evlilik adetleri kurallara çok bağlı bir yapı. düğünler de eğlenceden ziyade yemek odaklı. evlenince sizden açık açık düğün bekleyen akrabalarınız ortaya çıkıyor. herkesin bir numaralı düşüncesi ve endişesi de yemek. ne kadar güzel yemek verilecek, ne çıkacak diye bir ziyafet beklentisi var. mekân sahibi size salonu göstermeden menüyü gösteriyor. abartısız gece boyunca 70 çeşide kadar sıcak soğuk yemek servis ediyorlar. gece saat 12 buçukta hâlâ yahniler geliyor. gelin ve damat mekânı terk ettikten sonra düğünün ilk günü sona eriyor ve herkes odalarına çekiliyor. ilk gün yenilmeyen her şey düğünün ikinci gününde (poprawiny) kahvaltı sonrası tekrar masaya geliyor, tekrar bütün gün yenilip içiliyor. yemekler bitene kadar da o düğün bitmiyor.
bunun da yanında düğüne girerken ekmek ve tuz yemek (o ailede ekmek ve tuz hiç eksilmesin diye), kadeh kırmak (bardağın parçası kadar yıl birlikte olunsun diye) ve her beş dakikada bir söylenmesi farz olan sto lat şarkısını düğün ritüelinin parçaları olarak verebiliriz.