Primat ile Modern İnsan Arasındaki Ara Tür Tam Olarak Nedir ve Nerede Yaşamıştır?
evrim teorisi doğru ise primat ile insan arasındaki 'ara tür' nerededir?
evrim teorisi'ne göre; insanın yakın dönem evrimi, insan ve şempanzelerin ortak ataları olan popülasyonların birbirinden ayrılmasından sonra başlamıştır. bu iki popülasyondan insanın ortaya çıktığı grup ile bu grubun tüm nesli tükenen soylarına hominini der.
çoğu kez hominini (insansı) türleri şu şekilde belirlenmiştir: insandan önce insana yakın türleri içeren ve "ön insan" denilen australopithecine'ler; "ilk insanlar" olarak tanımlanan homo habilis ve homo rudolfensis; "erken insanlar" olarak daha sonra ortaya çıkan ve homo cinsine dahil olan tüm türler (homo sapiens, yani günümüz insanı hariç) neandertal insanının yanı sıra günümüzden 40.000 yıl önce orta asya'da altay dağları'nda neandertallerin akrabası olan ve denisova insanı olarak bilinen yeni bir insansı tür ortaya çıktı. bu insanlardan kalma şimdiye kadar bir azı dişi ile birer el ve ayak parmak kemikleri bulunmuş olup bu kalıntılar bilimsel olarak incelenerek tanımlanmıştır. bu kalıntılardan elde edilen mtdna ile nükleit-dna'larının analizleri sonucu denisova insanların hominini grubu içinde en çok neandertaller ile yakın akraba oldukları ve bazı melanezya yerlilerinin denisova insanı ile ortak genlere sahip olduğunu ve güneydoğu asya'da sınırlı bir gen alışverişi olduğunu da göstermektedir.
buna göre yaklaşık 40.000 yıl önce altay dağları'nda homo sapiens ve neandertaldan başka oraya göç eden üçüncü bir insansı tür daha yaşıyordu. bunun yanında aynı zaman diliminde, endonezya'da flores adasında saptanan ve cüce insan diye bilinen homo floresiensis türü de yaşamıştı. cava adası gibi daha uzak ve tenha bir bölgede 50.000 yıl öncesine ait homo erectus kalıntılarının bulunmuş olduğu da göz önüne alınırsa homo cinsine dahil olan bu dört farklı insan türü, -homo erectus, neandertaller, homo floresiensis, modern insan ve denisova insanı belirli bir zaman dilimi içinde aynı anlarda avrasya'ya yayılmışlardır.
40 bin yıl önce son buzul çağında avustralya'dan tazmanya'ya yerleşen ve buzların erimesiyle burada izole kalan tazmanya aborijinleri'nin de kökenleri buraya dayanmaktadır. onbinlerce yıl başka hiçbir türle karışmadan burada kalan bu topluluğun avrupalı sömürgecilerle ilk karşılaşma tarihi 1642'dir.
ada'ya daha sonraları adını da vermiş olan hollandalı kaşif abel jansen tasman ve tayfası ada'ya 1642 aralık ayında ulaşmıştır. 1777 ocak ayı'nda ise ilk ingiliz sömürgeciler gelmiş ve 1803 yılında burayı kraliçe'nin büyük britanya imparatorluğu'na resmen bağlamışlardır.
1803 yılındaki yerli nüfusu kimilerine göre 4.000-9.000, kimilerine göre ise 25.000'di.
tasmanya'daki britanyalıların nüfus artışı ise 1817-1830 yılları arasında 2.000 kişiden 23.000 kişiye ulaşmıştır. tasmanya'ya geldikten sonra 75 yıl boyunca uygulanan britanya politikası, tasmanya yerlilerinin tamamıyla imhasına yol açmıştır. colonial times gazetesi bu dönemde, yerli erkekleri «vahşi hayvanlar» gibi avlamanın övgüye değer bulunduğunu ve yerli kadınların da «tecavüzve işkence amaçlı kullanılmaya uygun» olduğunu vurgulayan yazılar yazmıştır.
1835 yılında açıldığında sağ kalan son 300 tasmanya yerlisinin konduğu ve etnik gulag olarak nitelendirilen flinders adası'ndaki toplama kampı 1847 yılında kapatıldığında yalnızca 46 yerli hayatta idi.
tasmanya yerlilerine yapılan soykırım sömürge dönemiyle sınırlı kalmamış, fiziksel eylemler yanında kültürel soykırım olarak da sürmüştür. tasmanya yerlilerinin kendi dilllerindeki adları önce ingilizceye yazılabilirlik ölçüsünde adapte edilmiş ya da kısaltılmış popüler britanyalı adlar verilmiş, sonra da tamamen britanyalı kişi adlarıyla değiştirilmiştir. tasmanya dillerini akıcı biçimde konuşabilen son kişi ise "yarımkan" f. cochrane smith (1834–1905) olup, ölümü üzerine tasmanya dili de ölü bir dil haline gelmiştir.
ingiltere'den gelen ve çoğu asker misyoner ailelerinden oluşan sömürgeciler ada halkının toprağını ellerinden alıp, tüm ahaliyi köleleştirerek akla hayale gelmeyecek bir soykırım uygulamışlardır. erkekleri hedef tahtalarına bağlamış, kadınları hayvanlarla çiftleşmeye zorlanmış, çocukları ve bebekleri canlı canlı aç köpeklere ve domuzlara atılmıştır. bütün bu yapılanlara karşın, aborjinlerin soyu tükenene kadar tek bir beyaz bu yaptıkları yüzünden en ufak bir ceza almamıştır. din değiştirmeyi kabul edip hristiyanlığı kabul edenler ise evlerde uşak olarak kullanılmıştır.
19. yüzyılda yaygın biçimde tazmanya aborjinlerinin modern insan (homo sapiens sapiens) ile onun primat ataları arasında bağlantı halkası olduğuna inanılırdı. evrim (naturalistic evolution) varsayımları göz önüne alındığında, tazmanya aborjinleri görünüşleri nedeniyle genellikle insandan ziyade ara tür sayılmış ve sonuç olarak birçok kişi onlara hayvanlar gibi davranmanın ahlaksız ve yanlış olmadığına kendini inandırmıştır.
kimilerine göre aborjin soykırımının ideolojik temeli doğal seleksiyon, yaşam mücadelesi gibi darwin tezleridir. 1859 yılında 'türlerin kökeni' kitabında darwin aborjinlerden doğa kanunları gereği adaptasyonda başarılı olamayıp dinazorlar gibi zamanla yok olacak bir tür olarak bahsetmiştir. oysa öğrencilerine göre, darwin bizzat bu bölgeye yaptığı yolculuktan sonra tazmanya aborjinlerinin kayıp tür olabileceğini ve soykırım uygulanmaması gerektiğini söylemiştir. fakat christoph meiners, georges cuvier gibi evrimcilere ve buraya avrupa'dan gönderilen kimi hristiyan din adamlarına göre zenciler gibi aborjinler de en alttadır ve köle olarak kullanılmasında ve öldürülmesinde beis yoktur. avrupalı beyaz soyu ise en üst sınıftır.
aborjinlerin bir kısmı katledilirken bir kısmını da kobay niyetine kullandılar. yüzlerce aborjin hayvandan insana geçerkenki kayıp halka olup olmadıklarını anlamak için ingiltere'ye götürülürken gemilerde öldü. cesetleri doldurulup müzelerde sergilendi.
bağışıklık sistemi avrupa'nın bulaşıcı hastalıklarına karşı zayıf olan tazmanya aborjinlerinin kırılmasında bu salgın hastalıklar kadar katliamların etkisi daha büyük olmuştur.
ingiliz bilim kurgu yazarı h. g. wells 1898 yılında yayımladığı dünyaların savaşı romanının ilk basımında önce şöyle yazmış, muhafazakar çevrelerden gelen tepkiler ve tehditler üzerine bir sonraki baskıda kaldırmıştır: "kendi türümüzün yalnızca kaybolan bizon ve dodo gibi hayvanlara değil, aynı zamanda kendi ırkından zayıf olanlara da, da ne kadar acımasız ve mutlak bir yıkım getirdiğini hatırlamalıyız. tazmanyalılar, insanla aynı türden olmalarına rağmen, ingiliz göçmenler tarafından elli yıllık bir süre içinde yürütülen bir imha savaşında tamamen yok edildiler."
en son "safkan" tasmanya yerlisi erkek 1869 yılında ölen w. lanne, en son "safkan" tasmanya yerlisi kadın ise 1876 yılında ölen truganini'dir. son safkan truganininin annesi bir avrupalı (?) tarafından bıçaklanarak öldürülmüştü. ablası ise avrupalılar tarafından kaçırılmıştı. katilleri ona tecavüz ederken, kocası iki avrupalı tarafından, huzurunda boğulmuştu.
truganini'nin sayısız kişisel ıstırabının, bir bütün olarak tazmanya halkının trajedisini simgelediği doğru bir şekilde söylenebilir. ölürken doktora "beni kesmelerine izin verme" diye yalvarmasına rağmen gömüldükten sonra truganini'nin cesedi mezardan çıkarılıp mumyalanmış ve tellere gerilmiş ve bir kutuya dik olarak yerleştirilmiş iskeleti tazmanya müzesi'nde 1947'ye kadar sergilenmiştir.
sonunda, 1976'da, truganini'nin ölümünün yüzüncü yılında, müzenin itirazlarına rağmen, iskeleti yakıldı ve külleri denize saçıldı.
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/tasmanya_soykırımı
https://en.m.wikipedia.org/wiki/truganini
https://en.m.wikipedia.org/…iki/tasmanian_languages
http://atlantablackstar.com/…smanian-aboriginals/5/
https://encrypted-tbn0.gstatic.com/…48husw&usqp=cau