Prison Break'in İzleyicinin Gönlünde Taht Kurmasını Sağlayan Şeyler Nelerdi?

Prison Break'in neden sevildiğini, diziye yeni başlayan veya onu hiç izlememiş olanlara anlatan bir yazı. Veya sadece nostalji yapmak isteyenlere... Buyrun.
Prison Break'in İzleyicinin Gönlünde Taht Kurmasını Sağlayan Şeyler Nelerdi?

bazı diziler vardır, sadece dizi değildir

hayatımıza öyle bir girer ki, yıllar geçse de aklımızın bir köşesinde hep kalır. lost, spartacus, breaking bad, better call saul gibi diziler bunlara örnektir. jeneriğini duyduğunuzda içiniz kıpır kıpır olur ve "bilmem kaçıncı defa yeniden izlesem mi acaba?" dersiniz.

ve prison break... dizinin temel konusu aslında kulağa basit gibi geliyor: bir adam abisini haksız yere idamla yargılandığı bir hapishaneden kaçırmak için bilerek suç işliyor ve içeri giriyor. fakat bu konuyu o kadar güzel işliyorlar ki, özellikle ilk sezon soluksuz izleniyor. zaten dizi oyuncu seçimleri konusunda resmen jackpot vurmuş. wentworth miller ve dominic purcell’in kardeşliği, sanki aralarında gerçek hayatta bile kan bağı varmış gibiydi, aralarındaki kimya çok doğaldı. ayrıca çok özgün karakterler vardı, t-bag mesela. robert knepper, tv tarihinin en unutulmaz kötü karakterlerinden birine hayat verdi. sapık mı sapık, sinsi mi sinsi… ama bir şekilde izlettiriyordu kendini. her sahnesi ayrı bir gerginlik yaratıyordu. yani öyle düz kötü değil, içinde dramı olan bir kötü. normalde kötü karakterleri sevdirmek her oyuncunun yapabileceği şeyler değildir, fakat robert knepper o kadar başarılıydı ki, karakterin inanılmaz bir hayran kitlesi vardı.

alexander mahone karakteri de öyleydi

başta michael’ın karşısında gibi dursa da, zamanla anladık ki o da aslında sistemin kurbanlarından biriydi. william fichtner bu rolü öyle bir oynadı ki, sırf onun için bile izlenebilecek bir dizi. karakterin iç çatışmaları, bağımlılığı, zekâsı... mahone, en az michael kadar plan kurabilen biriydi. michael ve mahone arasındaki satranç maçı gibi akıl oyunları diziye seviye atlatmıştı. eğer prison break şimdilerde çekiliyor olsaydı, adım gibi eminim ki abruzzi, t-bag, mahone gibi karakterler için spin-off çekilirdi, o derece özgün karakterlerdi. dizinin en güzel yanlarından biri, günümüz dizilerinde burnumuzun dibine sokulan woke ya da sjw dayatmalarının hiçbirinin olmamasıydı. kimse cinsiyet üzerinden ahkâm kesmiyor, kimse sırf bir azınlığı temsil etsin diye senaryoya dahil edilmiyordu. her karakterin bir amacı, bir hikâyesi, bir zemini vardı. cinsiyet, ırk, kimlik üzerinden prim yapmaya çalışmıyordu dizi. ne varsa hikâyede vardı, samimi, gerçek, filtresiz.

ayrıca karakter gelişimlerinin ustalıkla işlendiği bir yapımdı

michael, başlarda sadece kaçış planı peşindeyken zamanla bir lider figürüne dönüştü. lincoln, sürekli başkalarının başına bela açan ve sürekli isteyen taraftayken, zamanla gerçekten abilik yapmaya başladı. 1.sezonda bir bölüm vardı hatıralrsanız, michael lincoln'a "beni abime abilik yapma zorunda bırakma" demişti, işte o olay tersine dönmüştü ilerleyen sezonlarda. mahone’un iç hesaplaşmaları, sucre’nin sadakati, t-bag’in bile zaman zaman yaşadığı çelişkiler… bu karakterlerin hepsi bir yolculuk geçirdi. dizi final sezonuna kadar bu gelişimi kesintisiz ve inandırıcı bir şekilde götürdü. gerçek hayatta insanlar nasıl zamanla değişirse, bu karakterler de öyle değişti. yapay, zorlama bir dönüşüm değildi, organik ve mantıklıydı. bugün bir sürü dizi var, prodüksiyon kaliteleri yüksek, efektler şahane, oyuncular ünlü… ama ruh yok. o 45 dakikayı izliyorsun ama aradan saatler geçince o bölümden aklında hiçbir şey kalmıyor, prison break öyle değildi. her bölümün sonunda “ulan şimdi ne olacak?” diye düşündürürdü. bir arkadaşına "böyle böyle bir dizi var" diyip pb'ye başlatsan, ertesi gün yüzündeki o heyecanı görürdün, "ulaaaaaaaaaaan süper diye" başlardı her konuşma. michael scofield gibi bir karakter belki de bir daha tv tarihinde yazılamaz. t-bag gibi iğrenç ama unutulmaz bir karakter daha çıkmaz. mahone gibi gri bir karakter, brad bellick, paul kellerman, bunlar hep pb'ye özgün karakterler ve başarılardı.

bana göre sadece bir dizi değildi; bir dönemin ruhu, zekânın, sadakatin, stratejinin, aksiyonun harmanlandığı bir başyapıttı.

o an bir daha yaşanmayacak