Redd'in Zamanında Ses Getiren Konsept Albümü 21'in Hikayesi ve Detaylı İncelemesi

Redd'in 2009 tarihli albümüne geri dönüp bir bakalım.
Redd'in Zamanında Ses Getiren Konsept Albümü 21'in Hikayesi ve Detaylı İncelemesi

redd, 2000'lerin başındaki verimli türk rock müzik ortamının ortaya çıkardığı bir grup olarak radarımıza girdi

2005'te 50/50 albümü ile karşımıza çıkan grup aslında iyi de bir pazarlama stratejisi ile çıkmıştı. o dönemde hepsi, murat boz gibi yeni parlayan isimler ile aynı çatıda bulunan grup ilk cd'sinde hayranlarını işin içine çekerek, "şu formu dolduran 10 kişi redd ile öğle yemeği şansına sahip olacak" tadında promosyon çalışmaları yapmıştı ki bu formun cd'nin içinde yer alan kırmızı kalem ile doldurulması gerekiyordu. hatta bir gün televizyon bir şeyler izlerken kendilerini aynı şirketten zerrin özer ile beraber bir programda yakalamıştım ve de saygı duyulan bir isim olan özer, gruba referans olmaktaydı. klipleri de bol bol powertürk'te dönüyordu. yani grubun üstüne iyi çalışılmış bir başlangıç yaptığını söylemek mümkündü. lakin daha kendi seslerini bulmamışlardı. daha yolun başında oldukları için ya da şirket baskısı ile daha yüzeysel düzenlemeler ya da dönemin en popüler grubu duman tadında şarkılar ya da vokaller duyabiliyorduk. ancak hemen bir sene sonra çıkan ikinci albümleri kirli suyunda parıltılar ile kendilerini buldular. bu sırada her türk erkeğinin derdi olan askerlik araya girdi ve de grup üyeleri 2007'de bu işi aradan çıkarırken bir akustik albüm ve de bir konser dvd'si ile meydanı boş bırakmadılar.


ama meydan onlar yokken çok değişti

türk rock müziğindeki patlama biraz durulmuştu. daha da önemlisi ise ülkenin halindeki değişikliklerdi. hrant dink'in öldürülmesi ile başlayan 2007 yılı cumhuriyet yürüyüşleri, e-muhtıra, cumhurbaşkanlığı seçimi krizi, 2007 genel seçimleri ve akp'nin %50'ye yakın oy alması, youtube yasakları, ergenekon tutuklamaları ile yeni bir dönemin habercisiydi. o zamana dek çevresine karşı duyarlı ama politik olarak çok da fazla ses çıkarmayan redd, askerlik sonrası döndükleri yeni türkiye'de hayatı ve aşkı sorgulayan şarkıların yanına toplumu ve siyaseti sorgulayan şarkılar da eklemeye karar verdi. söyleyecek o kadar şeyleri vardı ki bu düşüncelerini bir konsept albümde sunmaya karar verdiler ve 2008'de 21 albümünün kayıtları başladı. albüm 2009'da tamamlandı ve piyasaya sürüldü. bu süreçte grup, redd seyir defteri isimli bir internet blogu aracılığı ile gelişmeleri hayranlarını birinci ağızdan vererek çok değerli bir şey yaptılar. sosyal medyanın yavaş yavaş hayatımıza girmeye başladığı bu dönemde yaptıkları şey zamanın ruhuna uygun, hatta belki de zamanın ruhundan bile ilerideydi. ancak burada konudan ufak bir sapmam lazım. bu bloga bugün girince sadece "öperler" diye bir post olduğunu görüyoruz. ya bir redd hayranı tarafından hacklendiler ve de bu kişi redd'in mizahi dozu yüksek bir popüler şarkısının adı ile küçük bir şaka yaptı. ya da grup, bir şeye sinirlenip "ehhh" diyerek bir tepki ile tüm emeklerini sildi ve "öperler" yazdı. her neyse, bu blogun internet archive'da da olmayıp, içeriğinin kaybolması çok yazık olmakla birlikte grubun bu içeriği yedeklememesi ya da şu anda paylaşmıyor oluşu hayal kırıklığı ya da bir özensizlik. aynı şekilde 21 grubun şu anki websitesinde diskografide yer alsa da grubun hikayesinin anlatıldığı yazılı bölümde sayılan albümler arasında yok. bu kadar sevilen albümü bir şekilde bilinçli olarak siliyor olamazlar herhalde. tesadüf olsa gerek.

eleştirel bir yola girmişken devam edelim

2009'da albüm çıktı dedik ve de streaming servislerinin gelişmediği, mp3'lere para verip indirmenin kısıtlı bir çevrede kullanıldığı bu dönemde albüme cd formatında ulaşmak mümkündü. yani hala albüm kapağı kavramının bir manası vardı. ancak maalesef albüme çok kötü bir kapak yapıldı. gerçekten anlamakta güçlük çekiyorum. 3d bebek inanılmaz kötü, yapay duruyor. iron maiden'ın dance of death'inden fırlamış gibi. sevimli değil, hüzünlü değil, zaten elini uzattığı için yüzü belli değil. kordonun ağaca bağlanışı amatör. grubun ismine gönderme ile birlikte anne karnı yaratma hissiyatı için kırmızı ton seçilmiş ama her şey çok kırmızı, gözü yoruyor. dizaynın verdiği mesaj da "topraktan geliyoruz, doğaya bağlıyız" gibi bir şey ve albümde bu bakış açısı kısmen yer alıyor ama yine de bu kapak dizaynı albümün hikayesini hiç yansıtmıyor. redd ve 21 yazıları bile rastgele yerleştirilmiş gibi. arka kapaktaki heykel alakasız. aslında görsele çok önem veren grubun bu kadar sallapati bir iş yapması çok şaşırtıcı ve de arka planını bilmek isterdim. her şeyi geçtim, konsept albümde bari böyle bir hata yapmasaydınız. sonuçta konsept albüm, sadece şarkılarla değil, kapağıyla, klipleri ile, konserleri ile bir konsept yaratmalı. bu konsept ile ilgili yorumlarımı ise daha sonraya saklıyorum çünkü albümün iyi yanlarına geçmek için sabırsızlanıyorum.

bir kere uygulanmasından bağımsız olarak grubun bir konsept albüm yaratma cesaretini kutlamak gerekiyor

müzikal motiflerin ara ara tekrar ettiği, sözlerin birbirine referans verdiği, bir hikayeyi baştan sona devam ettirmeye çalışan bir albüm yaratma isteği maalesef ülkemizde pek yok. redd'in bu işe el atıp, 21 tane şarkıyı böyle bir konseptin içine yerleştirmesi kolaya kaçmadıklarını, bir vizyon sahibi olduklarını gösteriyor. bir hayat hikayesini anlatan albüm dört bölümden oluşuyor, ki ilk ikisi tahmin edileceği gibi çocukluk ve gençlik. üçüncü bölüm ise tamamen aşk konusuna odaklanmış. dördüncüsü ise tüm bu tecrübelerin elden geçip, sonuçların çıkarıldığı bir bölüm. yani yapmak istedikleri şey açık ve düzenli. müzisyenlik albüm boyu çok iyi. doğan duru, vokalini çok net kullanıyor. farklı ruh hallerine uğrayan vokalin bu tercihlerin hepsinde yansıtmak istediği hissiyat çok bariz bir şekilde duyuluyor ve de dinleyiciye geçiyor. berke hatipoğlu'nun gitar soloları muhteşem. güneş duru ile sundukları gitar melodileri de oldukça sağlam. berke özgümüş güzel davul atakları ile ara ara kendini gösterirken, ilke hatipoğlu da klavyesini atmosfer yaratmakta başarı ile kullanıyor. beste bakımından da güçlü bir albüm. grup, özellikle nakarat yazma işini bence çok iyi başarıyor. sözlerde de redd, şiirsel bir dil yakalayıp şarkı sözünün ötesine geçmeyi başarıyor. albüm kaydı çok başarılı yapılmış. yani ortada söz ve müzik olarak ülke ortalamasının üstünde bir iş var. o zaman kemerleri bağlayıp şarkı şarkı ilerleyelim. işimiz uzun. haydi bakalım.

1. Çığlık

çığlık, albümün konsepti olan bir hayat öyküsüne uygun olarak bir kalp atış sesi ile açılmakta. bu kalp atışının önce yavaş oluşu sonra da bir düzene girişi bir hayatın ortaya çıkışını güzelce gösteriyor. ardından duyulan hastane odası sesleri, bir annenin inlemeleri ve de ardından gelen bebek çığlığı ile dünyaya merhaba deniyor. piyano ve klavye melodileri çok tatlı. bir konsept albüme uygun olarak, albümde daha sonra karşımıza çıkacak seni buldum'un melodisinden bir kuple baştan tattırılıyor. bu albümdeki gitar sound'unda bol bol david gilmour etkisi var ama daha bu ilk şarkıda hem run like hell tadında gitar efektlerini hem de standart gilmour solo gitar soundunu duymak mümkün. bence albüme çok güzel bir başlangıç yapılıyor. müzik ve ses efektleri, bir hayatın ortaya çıkışının o mucizevi hissiyatını çok güzel veriyor. bu arada yanlış saymadıysam tam olarak 84 tane kalp atışı duyuyoruz. albümde dört bölüm var. hop 84'ü 4'e böl. etti mi sana 21. tesadüf mü? sanmam.

2. Masal

çığlık'tan masal'a geçiş çok karizmatik. huzurlu müzikten biraz daha tempolu bir şarkıya geçmek, kahramanımız 21'in bir anda doğumdan gerçek hayata atılmasını dinleyiciye yaşattırıyor. kahramanın hayatla çok erken yüzleşiyor olması hikaye anlatımında bir sorun olarak görülebilse de bir yandan da hayatın gerçeği olarak da algılanabilir. şarkı, kendimize bir yol seçme fırsatı bulamadan, bizden önce olan biten hikayelerin bize bir yol çizdiği gerçeğini anlatıyor. şarkının adı masal, ilginç bir şekilde şarkının içinde geçmiyor. peki nerede masal kavramı devreye giriyor? belki de bize çizilen yol, gerçek değildir, sadece bir masaldır. şarkı, fransız şair stephane mallarme'nin un coup de dés jamais n'abolira le hasard adlı garip şiirine selam vermekte. şiir, "her düşünce bir zar atımı"dır demekte. 21 de buna uygun olarak, kendi düşünceleri ile kendi şansını yaratmak durumundadır. müziğe geri dönersek şarkının tempolu olması çok güzel. özellikle son bölüm çok gaza getiriyor. nakarat, çok akılda kalıcı. her şey yerli yerine bir eser. son olarak da klibine değinmek lazım ki çıktığında da çok cesur olan klip bugün de anlam olarak bir şey kaybetmemiş. klibin başında yapılan masal tanımı, klipte yaşananları tam olarak anlatıyor. keza hepimiz tek bir yazarın kolluk kuvvetlerine karşı gelmesinin sadece bir masal olduğunu biliyoruz ama masallara inanmak istiyoruz. öte yandan büyük resimde ortak noktaları olsa da klibin, şarkının anlattığı hayata tutunmaya çalışan küçük çocuk imgesi ile öyle büyük bir parallelliği yok. yani şarkıdaki masal ile klipteki masalı ayrı görmek gerekiyor. bu görsel ve işitsel çalışmalardaki uyumsuzluk da konseptin daha da güçlü durmasını biraz engelliyor gibi geliyor bana.

3. Oyun

oyun ile biraz daha duruluyoruz. bir önceki şarkıda olduğu gibi burada da çocuk 21, hayat ile uyumsuzluğunu anlatıyor ve de hayatın içindeki kötülüklerin farkında olarak bir büyüme korkusu yaşıyor. burada da çok güçlü bir nakarattan bahsediyoruz. doğan duru'nun sesi kahramanın çocuksu sobeleme isteğindeki masumiyeti çok iyi yansıtıyor. sonlardaki gitarlar, nakarata ayrı bir güç katıyor. kıtalar ise bir önceki şarkıda da olduğu gibi daha durgun ilerliyor. açıkçası masal, her ne kadar müzikal olarak çok güçlü, söz anlamında derin olsa da küçük bir çocuk tarafından söyleniyor gibi gelmiyordu. oyun ise bu anlamda çok daha başarılı bir iş çıkarıyor ve konsepte daha iyi uyuyor.

4. Astrotanrı

albümün ilk bölümü astrotanrı ile bitiyor ki aslında albümden önce yazdıkları bir şarkı bu ama yine de albümün akışına bir şekilde uyuyor. şarkının başı ve sonu bir müzik kutusu sesi içerirken, ortasında da çocuk sesleri bulunmakta. bunlar zaten ilk bölümdeki çocukluk temasını bu şarkıya taşıyan bilinçli eklemeler. ancak söz olarak da mesela nakaratta "hemen uyansın uyuyan güzel" derken yine masal kavramı karşımıza çıkıyor ya da uzaya bakıp astronotları düşünmek yine bir çocuk hayali gibi tınlıyor. şarkı karanlığın kapladığı dünyada insanlar artık tanrıyı aramak için gökyüzüne çıkmışken, ana karakterin bir umut ışığı yakma çağrısı ile olumlu bir mesaj vermekte. müzik olarak ise diğer iki şarkıdaki daha sakin kıtalar, güçlü nakarat, sonlara doğru gitar soloları ile artık kanıksadığımız bir formül devam ediyor. vokaller ve drum fill'leri herhalde en beğendiğim yönleri. şarkı içindeki klavye kullanımı da uzay hissiyatını bence başarı ile yansıtıyor.

5. Don Kişot

ikinci bölüm don kişot ile açılıyor ama açıkçası hikaye olarak oyun ve astrotanrı'dan çok fazla bir farklılık yok. bu şarkıda da bir şeyleri değiştirmeyi arzulayan birinin arzularını dinliyoruz. zaman anlamında ilerleme hissiyatı ise 21'in artık içki ve sigaraya (ya da daha büyük ihtimalle esrara) başlamış olmasından geliyor. ancak bu değiştirme arzusu eyleme geçmiyor ve bir don kişot olmak isteyen arkadaşımız daha çok şehre aylak aylak bakmayı tercih ediyor. şarkının yine benzer formülde ilerlediğini söylerken, piyano ve klavyenin çok hoş kullanıldığını eklemem lazım. tabii ki iki şeye ekstradan dikkat çekmem gerek. birincisi nakaratın sakince "güzel bir özgürlük var bu gece içimde ve dışımda" diyerek bitmesi. cümlenin güzelliği bir kenara, nakaratın sakinleşip vokalin etkileyiciliğinin ortaya çıkışı çok iyi. ikincisi de berke hatipoğlu'nun gitar solosu. şarkı biter gibi yapıp soloya başlamaları zaten çok gaz bir tercih ama solonun kendisi de muazzam. yine david gilmour demek zorundayım ve hatta pulse'taki comfortably numb solosundan bir etkilenme var ancak daha tempolu bir altyapıda boyle duygulu bir solo güzel kalmaya devam ediyor. tüm grup belli bir hızda çalarken, hatipoğlu'nun gitarda yardırıyor olması çok etkileyici. belli ki grup da bu bölümden çok memnun kalmış ve bir türlü bitirememiş ki fade out ile şarkıyı sonlandırmışlar. yani hikayeyi ilerletmiyor olsa da bile albümün en güzel ve kilit şarkılarından biri.

6. Bir Şövalye Var İçinde

grup, şövalye imgesini bir şövalye var içinde şarkısı ile devam ettiriyor. bir önceki şarkıda 21, kendine şövalyeliği uygun görürken bu şarkıda ise dışarıdan birisi 21'e "bir şövalye var içinde seni koruyan" diyerek gaz veriyor. açıkçası konu olarak sadece benzer imge kullanımı nedeni ile değil, yine bir "yeni dünya kurma" mesajı vererek tekrara düşüyor. ancak müzik olarak çok beğendiğim bir şarkı. şarkının introsu çok gaz, gitar melodisi hemen insanı yakalıyor. bu şarkının da davulları çok canavar. ayrıca bas gitar da albümde hiç olmadığı kadar güçlü. nakaratta da klavye çok hoş duruyor. vokal melodisi çok güzel. üç dakika içinde dolaylı yollara sapmadan çat çat çat ilerleyen, tempolu ve kaliteli bir rock şarkısı olarak albümde başarılı bir yer tutuyor.

7. Özgürlük Sırtından Vurulmuş

özgürlük sırtından vurulmuş, grubun 2007'de öldürülen gazeteci hrant dink için yazdığı bir şarkı. zaten bu özelliği ile aşırı takdir görmeyi hak etmekte. şarkının bir gazeteci için yazıldığı, eserin daktilo sesleri ile açılıp kapanması ile daha da öne çıkarılıyor. cem karaca'nın ihtarname'si dışında daktilonun bir şarkıya yedirildiğini ilk kez bu eserde görüyorum. iyi de olmuş. şarkının nakaratı oldukça duygusal geliyor. özellikle son tekrardan sonra doğan duru'nun vokalleri çok etkileyici, şarkının sonundaki akustik gitar bölümü de ayrı güzel. şarkının gerisi ise biraz daha eh işte kıvamında. ikinci kıtanın ilkinin tekrarından olması biraz sıkıcı geliyor. ayrıca şarkı albümün hikayesi ile de çok alakalı değil bence. mesela bu cinayet 21'in gözünden anlatılsa da ona hissettirdiklerini dinlesek belki daha iyi olurdu. bu hali ile bana çok bağımsız, tekil bir şarkı gibi geliyor bu çalışma. yani albümdeki en favori eserlerimden biri değil ama yine de yazılma amacı ile koşulsuz saygımı kazandı.

8. Öyle Boş ki Hayat

öyle boş ki hayat, albümün daha ortalama şarkılarından biri diye düşünüyorum. bu ana kadar albümün nakaratlarında hiçbir falso yoktu da ilk kez bu şarkıda nakaratın o kadar güçlü olmadığını düşündüm. ayrıca "hayaaat" diye uzatılan son mısra da bir yerden kulağıma çok tanıdık geliyor. sözler yine hikayeyi pek ileriye götürmüyor. sözlerdeki "ya, ya" kısımları da kulağı biraz tırmalıyor. bunun dışında ise zamanın akıp gittiğini hissettiren ve de "tik tak" tadında ilerleyen gitar rifi güzel, sözlerle de uyumlu bir halde. şarkı, belli bir tempoda, enerjik devam ediyor. bu da hoşuma gidiyor elbette. şarkının kıtaları yine daha sakin olsa da davulun hep belli bir ritimde kalıp şarkıyı taşıyor olması da güzel. yine davulun nakarata girerken yaptığı ataklar iyi. çok daha iyi şarkılar var albümde ama bu eserin de bir gideri var.

9. Tamam Böyle Kalsın

daha sakin ilerleyen tamam böyle kalsın da yine daha az iddialı şarkılardan birisi gibi geliyor. daha ilk şarkıdan beri duyduğumuz belli sınırlar içinde yaşamak zorunda kalma problemi bu şarkıda yine kendini gösteriyor. öte yandan hikayeyi bir adım ileri götüren bir noktası da var çünkü bence eserde dikkat çeken şey önceki şarkılardaki değişim ve devrim umudunun kaybolması ve var olana tamah edilmesi. zaten anlıyoruz ki artık 21, takım elbisesini giyip patronundan aldığı emirleri sindirmekle meşgul. belki de bu kabullenişin acısını yansıtmak için piyanonun ve akustik gitarların daha öne çıktığı, görece sakin bir düzenleme tercih edilmiş. nakarat hala aşırı güçlü değil ama bir önceki şarkıya göre yine daha iyi. herhalde içinde "hayat - bayat" kafiyesi olmasa şarkıyı daha da severdim, orası hep rahatsız ediyor beni.

10. Vicdani Redd

vicdani redd, albümün önemli şarkılarından biri ama bende biraz kafa karışıklığı yaratıyor. şimdi bu şarkı bir enstrümantal eser. müzikal olarak dinlemesi çok güzel. büyük ölçüde oldukça güzel bir gitar solo dinliyoruz. don kişot ile beraber albümün gitar anlamında zirvesi demek çok garip olmaz. bunun yanında şarkıyı açan piyano melodisi de çok tatlı ve yumuşak. piyanonun getirdiği masumiyet ile gitarın çığlığının beraberliği müthiş. tabii burada başka bir enstrümanın kilit bir rol üstlendiğini görüyoruz. o da davul. keza şarkının başında bir bando marşı ritmi tutturan davul, şarkının sonunda ritmi arttırıyor. üstüne eklenen ileri marş ilerleyen askerlerin ayak sesleri ile tamamen askeri bir moda giriyoruz. şarkının adı ve düzenlemesini düşününce hikaye bir adım daha ilerliyor ve de daha hassas bir noktaya geliyor. peki bu hikayede tam olarak ne oluyor? işte orası bir muamma. tüm bu askeri bando havasının içinde yer alan hisli gitar solosu, 21'in askerliği reddettiğini simgeliyor ve de tüm bu baskıcı havayı ezip geçiyor diyebiliriz. sonuçta şarkının adı da bunu destekliyor. bu daha hayalperest bir bakış açısı ama doğru olmasa gerek. aksine 21'in içinde ve dışındaki özgürlüğün gitar solosu ile bir an parlasa da askerliğin soğukluğuna yenik düşüşünü dinliyoruz. yani vicdani red degil de bunun arzusu ya da hayali gibi bir durum var. bunu düşünmemin bir nedeni şarkının bitişini postalların yapması. diğeri ise grubun röportajları. elbette vicdani redd isimli bir şarkı yapınca o dönemde bu konuda sorulara muhattap olmuşlar. yine dönemin ruhunu düşünürsek, ergenekon tartışmalarının ve de "genç siviller vs genç subaylar" muhabbetinin zirve yaptığı donemlerde çıkan bu şarkının ismi hemen dikkat çekiyor. grup ise en azından o dönemde kendilerini bu tartışmaların dışında tutmaya çalışmış gibi geliyor. bu sorulara zamanında "ya sadece askere değil, tüm uniformalara karşı duruyoruz", "biz de vatani görevimizi yaptık elbette", "bizi anlayan anladı" tadında daha kaçamak yanıtlar vermişler. ülke gerçeklerini bir kenara koyarsam bu konuya tam olarak dalmamaları kaçan bir fırsat. daha genel problemlere değinen albümün askerlik gibi spesifik ve tartışma yaratan bir konuya daha açık dalmaları hem hikayeyi ilerletir, hem de ilginç kılardı. hani "silahlı kuvvetler şöyledir böyledir" diye bodoslama dalmadan bile "pasifizm, barış, vicdan, savaş kötü" şeklinde de bir anlatı bile olabilirdi. ancak riskli konulara girmek isteseler de ayak parmaklarını suya değdirip kaçmışlar ki özgürlük sırtından vurulmuş'ta da biraz bu durum var. öte yandan ise bu çekinceleri anlamak çok mümkün. ifade özgürlüğü konusunda nerede olduğumuz belli. o nedenle bu tercihe çok da vurmamak lazım lakin başka bir yol her şeye rağmen bulunabilirdi sanki. her halükarda şarkı çok iyi. zaten önemli olan da o.

11. Seni Buldum

ikinci bölümde gençliğine şahit olduğumuz 21'in düzeni değiştirme isteğinin yavaş yavaş yok oluşunu kısmen politik ve sosyal dokunuşlar ile izledikten sonra bir anda üçüncü bölümde aşk konusuna giriyoruz. seni buldum da maşallah hemen konuya giriyorum, daha ikinci saniyede vokal duymaya başlıyoruz. şarkı süper. doğan duru yeni aşık birinin enerjisini ve mutluluğunu çok iyi vermiş. şarkının kıtalarında vokallerin ve gitarların daha çiğ ve yırtıcı kaydedilmiş olması çok karizmatik. ikinci kıtada bas gitara basılan efekt de hoş. gitar solosu da çok yerinde. yani ingiliz bir grup kaydetse iyi bir indie rock şarkısı olarak globalde bile tutardı. sözler körkütük bir aşk durumunu anlatıyor. uzun zaman aşk beklediğini söyleyen 21, ki aslında bu beklenti albümün ilk yarısında pek de yansıtılmamıştı bence, en sonunda aşkı öyle bir buluyor ki güzellikten öte bir güzellik var karşısında. ne mutlu ona. umarım nazar değmez, değil mi?

12. Aşk Bu Kadar Zor mu

sezen aksu ne demiş, "öyle sınırsız, öyle deli, öyle çok severim ki korkarsın". bazen olur öyle. aşk iyi hoş da fazla abartı, fazla şov ters tepebiliyor. aşk bu kadar zor mu? da aslında seni buldum'un biraz doğal sonucu gibi. belli ki karşı taraf 21'in sevgisini görünce biraz geri adım atmış, bizimki de "korkuttum mu? pardon, biz de aşkı filmlerden öğrendik" diyerek kendini açıklamaya çalışıyor. ee 21 kardeş. aşk öyle kolay olmuyor işte. hayatta her şeyde olduğu gibi aşkta da dengeyi tutturmak lazım. şarkı söz olarak olduğu gibi müzik olarak da bir öncekine göre daha olgun. çok tatlı bir eser. yine muhteşem bir nakarat. sevgi dolu. gitar melodileri ve solosu çok iyi. yalnız bu albümde çok davul övdüm ama bu şarkıda sayın özgümüş davulu çok gereksiz, kalabalık kullanmış. yani sözler naif, müzik yumuşacık ama davul maşallah bir önceki şarkının etkisinden çıkamamış gibi her köşeyi zille, trampetle doldurmuş. keşke biraz daha nefes alsaymış şarkı. yine de albümün en iyi eserlerinden birisi.

13. Her Neyse

her neyse albümün etkileyici ballad'ı. ilk dinlediğimden beri tüyleri diken diken etmeye devam ediyor. büyük ölçüde piyano performansından oluşan altyapıda klavye de hüzünlü havayı büyütme açısından önemli bir rol üstleniyor. şarkıda bir ortada bir de sonda ortaya çıkan ufak bir gitar melodisi de bulunmakta ve o da çok etkileyici. vokaller de muhteşem. sonda "her neyse işte" kısmı bir kez daha tekrarlanırken vokal ekstradan bir güçleniyor gibi hissediyorum. sözlere gelirsek bir önceki şarkıda kendini gösteren ayrı yollara düşüyor olma durumu burada tamamen ayrılık haline dönmüş halde. 21 de içindeki boşluğu bu şarkıda anlatmaya çalışıyor. bunu yaparken bazen çok daha edebi bir üslup seçse de, en sonunda "her neyse işte özledim seni" diyerek olabilecek en basit ve yalın şekilde kendini anlatıyor. bu kadar dertlenip dertlenip, "eh be özledim lan" diye bitirmesi bana çok insani ve hoş geliyor. "böylesi hayat nereye kadar?" sözü de vokaldeki duygusallık ile ekstradan vurucu geliyor. albümün kesinlikle zirvelerinden biri bu şarkı.

14. Aşktı Bu

aşktı bu da albümün hüzünlü seyrini devam ettirirken, bir başka başarılı şarkı olarak dikkat çekiyor. yerli yerinde bir soft rock şarkısı. dinlemesi kolay. hem bir ballad kadar yavaş değil, hafiften hareketli. öte yandan belli bir duygusallık da içeriyor. vokaller güzel. nakarat yapı olarak öyle boş ki hayat ile benzer gözükse de buradaki "buuuuuu" uzatmaları çok çok daha iyi ve de "güzeldi" diye nokta koyması daha bir tatmin edici. bir önceki şarkıda olduğu gibi burada da daha şiirsel bir dil sonrası "aşktı bu, güzeldi" diye daha sade bir mesajla bitmesi hoşuma gidiyor. şarkının geri kalanında dikkat çeken şey 21'in iki tarafın aslında birbirlerinden çok ayrı olduklarını yeni farketmesi. "zaten çok farklıydık, denedik, denedik, olmadı" havasında, bu aşkın yaşanıp bittiğini artık kabul eden, daha olgun bir şarkı diyebiliriz. lakin nakarat öncesinde karşı tarafa "senin tilkilerin dolanıp durdu kafanda" diyerek bir taş atma da var. zaten özellikle aşk bu kadar zor mu'da çekincelerin daha çok karşı taraftan geldiğini duymuştuk. ama öyle olur yani. olgun durmaya çalışırken aradan bir laf çakmadan da duramazsın. şarkının kapanışı biraz garip gelse de onun dışında başarılı bir aşk şarkısı.

15. Sevsen de Sevmesen de

üçüncü bölüm sevsen de sevmesen de şarkısı ile kapanmakta. bu şarkıda 21 üçüncü şahıs olarak kendine tavsiye vermekte. "öldür kalbini, sök kalbini" diyerek artık bu aşk faslını kapatarak hayata devam etmesi gerektiğini kendine anlatmakta. sonuçta bir aşk yürümedi diye hayatın akışını durdurmanın bir manası yok. müzikal olarak üst üste gelen canavar gibi şarkılar kadar güçlü değil ama eli ayağı düzgün bir rock şarkısı. şarkının davul atakları ile başlıyor olması çok hoşuma gidiyor. 2:35 gibi şarkının genel havasından kopuk, daha grunge tadında bir bölüme dalmaları hoşuma gidiyor. ufak gitar solosu ve davul atakları da şarkının güzel anlarını oluşturuyor.

16. Yaşandım Daha Çok

albümüm dördüncü bölümü yaşandım daha çok ile başlıyor. burada 21, sevda işlerini bırakıp kendine dönmekte. kahramanımız beklentilerinin ya da ona söz verilenin tam tersine ilerleyen bir hayat yaşadığını anlatıyor. buradaki ilginç nokta ise "yaşadım" dedikten sonra, hemen kendini düzeltip, sözünü edilgen bir formata sokuyor: "yaşandım daha çok". bu da kontrolün kendisinin elinde olmadığını gösteriyor. nakaratta bir isyan var ve de bunu ben tanrıya bir isyan olarak görüyorum. "kendimi aradım kitapların içinde", "beni bulmak için kimi yolladın?" gibi sözler de bunu destekliyor gibi geliyor. şarkının vokal melodisi çok güzel akıyor ama asıl güzelliği nakarat olsa gerek. vokaller de yine çok içten, hem isyankar hem naif. şarkı sonundaki solo da çok iyi. bu şarkıyı sevmem açıkçası zaman aldı niyeyse ama özellikle nakaratı ile kalbimi çaldı. albümün en iyilerinden olmasa bile kaliteli eserlerden birisi.

17. Küçük Bir Çocukken

küçük bir çocukken ile tekrardan ilk bölümdeki 21'e dönüyoruz. çocukluk hayalleri gerçekleşmeyen 21, bu şarkıda büyüdükçe dünyanın ne kadar bozuk olduğunu gördüğünü ve de bu dünyanın kendisini bir kafese hapsettiğini anlatıyor. gerçi albümün ilk iki bölümünde zaten bol bol kendisinin ta o dönemde de dünyanın düzeni ile bir bağı olmadığını duymuştuk. zaten 21 oyun şarkısında "uçabilseydim bir kuş gibi" diyorken, bu şarkıda "küçük bir çocukken uçmayı isterdim" diyor. büyüyünce de pek bir şey değişmemiş belli. yani benim için söz olarak, hikaye anlamında çok ilginç bir şey yok. müzik olarak da bence çok heyecan verici bir şey bulunmamakta. sözleri düşününce müzikteki hüzünlü hava garip kaçmıyor. şarkı biterken ufak bir vites arttırıp, daha bir enerjik hale gelmesi şarkıyı bir miktar ilginçleştiriyor. ancak onun dışında albümün ortalama şarkılarından birisi.

18. Modern Adımlarla

çocukluk teması modern adımlarla şarkısında devam ediyor ve 21 çocukken yaptığımız bir çok masum şeyi nasıl kaybettiğimizi bize hatırlatıyor. kırlarda çiçeklerden taç yapmak mesela ya da plastik ördek ile oynamak (ki bunu kaybetmeye ben varım, o ayrı) mesela. bu şarkı büyüyünce kirlenen dünya yanında bir modernizm eleştirisi de içeriyor. özellikle pilli robota yenilen kurşun asker mısraları ile bu bakış ortaya çıkıyor. kurşun asker muhabbeti bu arada oyun şarkısında da geçmişti. böylece bir önceki şarkı gibi bu şarkı da direkt oyun'a referans vermiş oluyor. bir eleştiri olduğu gibi öte yandan "dans edelim modern adımlarla" nakaratı ile sanki özümüzü kaybetmeden, modern zamanın avantajlarını kullanalım tadında bir mesaj da alıyorum. eleştiriye ara vererek, ilerisi için bir öneri ile geliyor olması şarkıya bence bir güzellik katıyor. ancak bir önceki şarkı gibi ne söz ne müzik anlamında baş döndürücü bir yönü var.

19. Plastik Çiçekler ve Böcek

modern zaman eleştirisi plastik çiçekler ve böcek şarkısında kendini daha güçlü gösteriyor. iki şarkı önce yapraksız ağaçlara benzetilen gökdelenlerden sonra bu şarkıda beton ormanlardan bahsediliyor. ayrıca astrotanrı'da da anılan plastik çiçekler, bu şarkının ana metaforu olmuş. tabii bu tabir ilk kez astrotanrı'da geçmemişti. grup aslında bu albümden bir sene önce çıkardığı akustik albümlerine de plastik çiçekler ve böcek adını vermişti. çok ender olan bir şey bu. hemen akla queen'in önce sheer heart attack adlı bir albüm çıkarıp, sonraki albümüne ise bu isimli bir şarkı eklemesi akla geliyor. plastik çiçekler arasında gezen böcekler benzetmesi ile anlatılan yapay ve doğalın kavgası bu eserin ana konusu. şarkının hafif bozuk, rahatsız edici bir ton ile başlaması sözlerde geçen o gri, sinir bozucu dünya hissiyatını vermek için bilerek yapılmış gibi geliyor. nakarat ile şarkı müzikal olarak kendine geliyor. çok da hoş bir gitar solosu bölümü var eserin.

20. Dekadans

album başındaki kalp atışları dekadans ile geri geliyor. bu da artık albümü yavaştan kapatıyor olduğumuzun bir göstergesi. şarkının girişi herhalde albümün en sert anlarından birisi. bu da benim çok hoşuma gidiyor. dekadans, bir toplumda yaşanan dejenerasyon anlamına gelen bir kelime. bu nedenle bu sert giriş, hızla yokuş aşağı yuvarlanan bir topluluğu anlatıyor hissiyatı veriyor. ancak şarkı ortalarda tekrardan yavaşlıyor. burada da sözler başlıyor. albüm içindeki bir çok imgeye tekrardan dönen şarkı zaten plastik çiçekler ve böcek'in nakaratını yeniden yorumlayarak tematik bir bütünlük de sağlıyor. ancak 21 bir önceki şarkıda "ruhumuz parçalandı" derken burada aynı bölümde "hala bir ruhum var" diyor. küllerinden yeni bir doğuş var gibi. yani aslında şarkı ismine rağmen umut dolu bitiyor. 21, artık hayatın anlamını bulmuş gibi. bu da en başa, içimize, doğaya dönüp masumiyetimizi ve hayallerimizi korumamız. tabii burada ironik bir durum var çünkü 21 bu anlamı maalesef tam ölmek üzere buluyor.

21. Sükût

çünkü albümü kapatan sukut, kalp atışları ile başlayan albümü kalp atışları ile kapıyor. 21 kalp atışı ile albüm tamamlanıyor. bu enstrümantal şarkı albümün ikinci şarkısı masal'ın ana melodisini kullanarak başa dönüyor ve bir çember ortaya çıkarmış oluyor. ancak burada bu melodi daha da sert çalınmış durumda. yani dekadans ile sukut, albümü tokat gibi kapatıyor diyebiliriz. iki şarkı arasındaki tek benzerlik bu değil. sukut, kelimesi düşüş anlamına gelmekte. yani dekadans ile benzer bir tabir. tabii ki bu kelimenin albüm sonunda kullanılmasının bir diğer nedeni de sessizlik anlamında gelen sükut kelimesine de çok benziyor oluşu. yani sertçe düşüyoruz ve de son kalp sesleri ve de sonsuz bir sessizlik. albüm de böyle bitiyor.

Kapanış

albümü hem en başta, hem de şarkı şarkı ilerlerken çok övdüm. tekrar etmeye gerek yok ama özet geçersek iyi çalınmış ve kaydedilmiş bir albüm. birçok şarkı hemen akılda kalıcı ama boş olmamayı da başaran eserler. ancak yine şarkı şarkı ilerlerken ara ara değindiğim şeyi toparlamam lazım: bu albüm iyi bir rock albümü olsa da iyi bir konsept albüm değil. ne anlatıyor bu albüm? 21'in hayatını. peki hayatında ne oluyor: açıkçası herkesin hayatında olan biten şeyler. çok ilginç alt metinler yok. aşkı anlatan üçüncü bölüm müzikal olarak en beğendiğim bölüm olsa da hikayeye bir şey katmıyor. zaten aşk da hayat da çok acele ilerliyor. daha bebekken bile hayatın anlamını çözmüş gibi duran 21, hayat biterken de benzer bir duruşa sahip. bazı şarkılar konuyu ilerletmek yerine konuyu tekrar ediyor. şu ana kadar the wall lafı geçirmek istemedim ama kendisini bir kıyas noktası olarak kullanmak zorundayım. orada babanın kaybı, anne ile sağlıksız ilişki, eğitim sisteminin sorunları, bağımlılık, faşizm gibi birçok farklı konu hakkında ciddi alt metinler varken burada "bize çizilmiş rollere doğup, modern hayata boyun eğerek yaşama devam ediyoruz ve bu değişmeli" mesajı, ki mesajın kendisi ile sorunum yok, sadece her şarkıda farklı kelimeler vurgulanarak tüm albüm boyu devam ediyor gibi. albümün konseptine uymak için 21 şarkı sıkıştırmaları da bence talihsiz çünkü bazı eserler daha zayıf kalıyor elbette ya da tekrara düşüyor. bence bu konsept işini zorlamayıp, seventh son of a seventh son örneğinde olduğu gibi belli bir tema üzerinde ilerleyen ama konsept olduğunu iddia etmeyen bir albüm olarak tasarlanıp, daha kompakt olsaydı daha iyi olurdu diye düşünürüm hep. lakin bu demek değil ki albüm kötü. tekrardan söylemeli, bence çok güzel bir albüm. gaza getiren ya da hüzünlendiren çok güçlü şarkıları var. redd bir konsepte gerek duymadan zaten hayata ve aşka dair derin şeyler söylemeyi bilen bir ekip. bu albümde de en iyi bildikleri işi iyice yapıyorlar. ortaya koydukları fikir ve de bunu gerçekleştirmek için verdikleri emek konusunda da ülke standartlarını düşünürsek ekstradan takdir ve tebrik etmek de gerekiyor.

4/5