Sadece Tarkovski'den İbaret Olmayan Sovyetler Sinemasının Dönemleri ve Klasik Filmleri

Amerikan, İngiliz veya Fransız sinemasını biliyor olabilirsiniz, peki ya Sovyetler? İşte bu dönemin sinemasını kafanızda bir yere oturtmanızı sağlayacak bir içerik.
Sadece Tarkovski'den İbaret Olmayan Sovyetler Sinemasının Dönemleri ve Klasik Filmleri

malumunuz tatlı su solcusu kitlemiz, sovyetlere dair; kargadan başka kuş, tarkovski'den başka yönetmen bilmezler. onun da baskılar yüzünden sscb'den kaçarak hayatının son yıllarını avrupa'da geçirdiğini bilmezler, bilseler de o konuya pek girmezler. neyse, dedim ki bu sefer hem sovyet film endüstrisi hakkında bilgi vereyim hem de birkaç güzel film önerisinde bulunayım. belki birkaç kişinin ilgisini celbeder. hatta iyi idrak edebilmeniz için dönemlere bölerek anlatayım ki kafalar bulanmasın.

sovyet öncesi rus sineması

çarlık döneminin son demlerinde sinema oldukça yeni bir alandı. buna rağmen ekim devrimine değin çuvalla film çekilmiştir. ilk stop motion filmler, ilk çizgi animasyonlar, ilk uzun metraj denemeleri hep bu döneme denk gelir. rus sinemasının mucidi olarak da vasiliy gonçarov kabul edilir.

çarlık halkı sinemayı hızlıca kabul etmiş ve çok sevmişti. ülkeye bu nimet batıdan geldiği için almanca sinematograf anlamına gelen kinematograph'ın kısaltması kino da hızlıca rusça sözlüğe girmişti. ilk sinema dergisi olan kino da aynı senelerde yayın hayatına başlamıştı. o dönem petersburg nüfusunun hatırı sayılır kısmı hali hazırda avrupa kökenliydi. bu potansiyeli dünyanın ilk sinema şirketi sayılan gaumont ve yine ilklerden olan pathe kaçırmayarak ellerindeki filmleri rusya'nın büyük şehirlerine kiralamaya başlamışlardı.

birinci dünya savaşı başlarında ise çarlık, sinemayı bir propaganda aracı olarak kullanarak sadece 1914'de 500 civarı kısa film çektirmiştir ki aynı dönem avrupasının total üretimi bu kadar değildi. tabii ki bu dönemde sinema ile ilgilenebilmek için hem para hem de teknik bilgi, entelektüel ilgi vs. lazım. bunların bulunduğu kişiler ise tabiatı ile aristokrat kesime mensuptu.

aristokratların birçoğu ekim devrimiyle birlikte başka ülkelere kaçtılar veya tutuklandılar. o yüzden sovyet öncesi döneme dair anlatılabilecek hikayeler sınırlı. ilginç bir anekdot olarak sinemanın ilk kez halka tanıtılma sürecini anlatayım. henüz sinema salonları icat edilmemişken halka bu yeni mucizeyi tanıtabilmek adına gösterimler tiyatro salonlarında başlatılmış. her oyunun sonunda kısa filmler gösterilerek halkın ilgisi celbedilmiş ve talep yüzünden rusya'da hala sanatın atan kalbi olan st. petersburg'da ilk sinema salonu hizmete girmiş.


savaşa kadar sovyet sineması

lenin birçok çağdaşı gibi sinemanın ne kadar değerli bir enstrüman olduğunu idrak etmiş hatta bir keresinde coşayazarak bir umut sarıkaya karakteri gibi; bütün sanat dalları içerisinde en önemlisi sinemadır! demiştir. sinemanın sovyetler birliğinde endüstrileşmesine de ön ayak olmuştur. hatta sinemayı kuvvetli bir propaganda aracı olarak kullanmayı akıl eden ilk lider desem abartmış olmam. tabii ki sinema da sscb elindeki diğer sanat dalları gibi kontrol altındayken güzeldi. kendi eşini bu yeni endüstrinin başına atamıştı ki bunlar sovyet sinemasının en serbest yıllarıydı. sonrasında işler stalin ile birlikte kontrolsüz güç, güç değildir kıvamına geldiğinde nice değerler heder olacaktı.

bildiğiniz üzere sinemanın yükselişinin sebeplerinden birisi bilim kurgu ve fantastik kurgu ile izleyenlerin aklını almasıdır. hareketli resimler iyi güzeldi lakin bir hikaye sunmuyorlardı. o nedenle le voyage dans la lune hala akıllarda kalan eserlerden birisidir. bu dönemde sovyet sineması da benzer bir yola başvurarak ilk bilimkurgu filmi olan aelita'yı gösterime soktu. şuradan tamamını izleyebilirsiniz:

Aelita


sscb kendi coğrafyasının dört bir yanına sinema şirketleri, salonlar ve sinema okulları kurdu

ellerinde kalan iyi yönetmenlerle birçok başarılı projeye imza attılar. gel gelelim sergei eisenstein gibi sürüyle insanı da it köpek etmekten geri kalmadılar. ekşi sözlük'teki kendi başlığına bir göz atın. internetten biraz araştırın. bu adamın sinema adına ne kadar değerli olduğunu kolayca idrak edeceksiniz. zamanının ötesinde bir sinemacıydı. stalin ise eisenstein sırf avrupa ve amerika'ya gidip kendini geliştirdi diye yıllarca potansiyel ajan olarak göz hapsinde tuttu. yeri geldi tımarhaneye attırdı, yeri geldi kazakistan'a sürdü. filmlerine iki kere stalin nişanı vermeyi de ihmal etmedi. meşhur fıkradaki padişah gibi stalin hem 40 kese altın veriyor hem de 40 sopa atıyordu. zira sinema boş beleş adamların işiydi.


andrei tarkovski bir röportajında; eğer stalin eisenstein'ın çalışmalarının özünü anlamış olsaydı ona asla baskı yapmazdı demiştir. stalin, bilindiği üzere birçok konuda olduğu üzere sanat konusunda tam bir kara cahildi ama konumuz o değil.

sovyet sinemasının dünya sinemasına etkisini daha iyi anlamak için eisenstein'i iyi irdelemek lazım. örneğin coppola'nın apocalypse now'da çektiği ilham verici sahnelerden tutun da de palma'nın the untouchables filmindeki kurgusuna kadar hepsi sergei eisenstein'ın potemkin zırhlısından inkar edilemez bir şekilde etkilenmiştir.

eisenstein'ın sadece yönetmen değildi. birçok yönden olağanüstü derecede ileri görüşlü bir düşünürdü. entelektüel sinema ve meşhur entelektüel montaj fikri kendisinden çıkmıştır. sovyet sinema doktrinin büyük kısmı da kendisine aittir. mesela sinemayı içten yanmalı motora da benzetmişliği vardır. sizi bir yerden alıp bir yere götürürken yolun durumuna göre yavaşlar veya hızlanır. dinamiğini motorun içinde patlayan yakıta benzetir.

diğer yönetmenlere de geleceğim fakat eisenstein gerçekten çok değişik bir adam. oktyabr/ekim filminin toplam süresi neredeyse dört saatti. öyle bir dönemde sessiz bir filmin bu kadar süre kendisini izletebilmesi dahi büyük başarıydı. gerçi hoş stalin yoldaş burada da troçki'ye atıfta bulunan sahneleri kırptırarak filmi kuşa çevirmiştir.

savaşa kadar olan dönemde sovyet sineması propaganda dışında dünyada birçok insana ilham oldu

örneğin dziga vertov hem kendi ailesine hem dünyaya birçok sinemacı kazandırmıştır. 23 bölümlük kino-pravda belgesel serisi filmini çekerken, insanların günlük yaşamlarına odaklandı ve gündelik durumları kullandı. özellikle habersiz olarak filme almayı tercih ederdi. vertov'a göre, sovyet öncesi filmler burjuva odaklıydı. izleyiciyle daha yakın bir ilişki kurabilmek adına gerçekçilik gerektiğini iddia ediyordu.

en ünlü eseri, kameralı adam, sinema sanatını gösteren, kendini yansıtan bir filmdi. onun ham film denemeleri daha sonra 1960'ların etkili fransız akımları cinema verite ve nouvelle vague'e ilham verecekti. hatta steve mcqueen, oscar alan 12 years a slave filminin ilham kaynağını vertov olarak göstermiştir. vertov drama ve aksiyonu, burjuva eğlemek için çekilen bir maskaralık olarak görüyordu. teknik olarak belgesel janrasını yaratan adam da diyebiliriz kendisi için.

Kino-Pravda No. 1


sessiz sinema döneminin bir diğer kralı ise aleksandr dovzhenko'dur

ukrayna'dan çıkmış taşralı bir çocuktur. meşhur eseri zvenigora (1928), ukrayna tarihinin dört farklı evresinde geçen eski iskit hazineleri hakkında cesurca stilize edilmiş hikayelerden oluşur. arsenal (1929), devrimin ve iç savaşın ukrayna üzerindeki etkileri hakkında epik bir filmdir. zemlya (dünya, 1930), başyapıtı olarak kabul edilir. dünya, zengin toprak sahibi köylülerden (bkz: gulag) oluşan bir aile ile küçük bir ukrayna köyündeki kollektif çiftliğin genç köylüleri arasındaki çatışmanın hikayesini anlatır. ancak film bir anlatıdan çok doğumun, yaşamın döngüsel tekrarına gönderme yapar. doğum, ölüm ve aşkın insan hayatındaki etkisini irdeler. film bugün övülse de, gösterime girdiğinde stalinist eleştirmenler tarafından karşı devrimci olmakla suçlanmış. kısa bir süre sonra, aleksandr dovzhenko siyasi suçlu olarak sorgulandı. tutuksuz yargılandığı bu süreçte filmlerine hiç ara vermedi.


savaş sonrası sovyet sineması

ikinci dünya savaşı sonrası hayat abd dahil hiçbir ülke için çok iyi durumda değildi. haliyle fakir halkların eğlence ihtiyacını ucuza giderecek araçlar gerekiyordu. bu dönem öyle bir dönem ki bugün hala modern sinemanın kuralını kaidesini çizen yönetmenlerin neredeyse hepsi bu dönemde peydah oldu. hatta manga ve çizgi roman kültürünün en üst seviyeye çıktığı süreç de bu dönemdir. televizyonun ve internetin olmadığı bir dönemde insanların tek eğlencesi bu ürünlerdi.

sovyet sinema endüstrisi de bu dönemde bir çıkmaza girdi. ilk yıllarda çok uzunca süre 1930'lu yılların filmlerini sundular. yetmedi özel izinlerle avrupa ve abd yapımı filmleri getirdiler. yapımcıların savaş sonrası ilk yaptıkları filmler de orijinal değildi. italyan ve amerikan filmlerinin kopyalarını yaptılar. bu arada sinemada sadece bugün anladığımız şekliyle filmler oynatılmıyordu. sinemanın seslenmesiyle çeşitli operalar, konserler ve diğer müzikal eserler de sinemalarda oynatılıyordu.

malum savaş esnasında sinema ile ilgisi olan birçok insan cephede can vermişti. yönetim ise talebi karşılamak için geçici bir süre yabancı yapımlara tolerans göstermişti. maliyeti üç kopeklik filmlerden yıllık milyonlarca ruble kazanmanın da etkisi büyük tabii. bu filmlerin sansürsüz yayınladığını düşünmeyin. bittabi ki yönetim buna da el attı. örneğin john steinbeck'in fareler ve insanlar kitabından uyarlanan filmde yoksulların toplumdaki konumu sovyet ideolojisi ile pek uyuşmuyordu.

stalin sonrası dönem biraz rahatlama oldu

kruşçev birçok konuda stalinist rejimin yasaklarını kıran başkan olarak bilinir. yine de dikta rejiminde ne kadar özgür olabilirse o kadar özgür kaldı yönetmenler. bu dönemde yurtdışına açılmaya izin verildi. örneğin 1957 senesinde gürcü asıllı yönetmen mikhail kalatozov'un mosfilm'de yönettiği letyat zhuravli(turnalar uçuyor) filmi 1958 cannes film festivali'nde altın palmiye kazandı. sonrasında ballada o soldate (asker balladı) cannes jüri özel ödülü ve oskar adaylığı kazandı.

bu dönemde birliğin dört bir yanına film stüdyoları kuruldu. birçok devlet kurumu gibi üzerinde çok düşünmeden hepsini bulundukları bölgelere göre isimlendirdiler. moskova film stüdyosuna mosfilm, leningrad stüdyosu lenfilm oldu. bazı ülkelerde sadece birer stüdyo ile yetindiler. o yüzden kazakistan film stüdyolarına kazfilm kısaltması verildi. bu stüdyonun kurulması ve geliştirilmesinde en büyük etkiyi yukarıda bahsettiğim eisenstein ön ayak olmuştur. stalin'in kafasına estikçe adamı sağa sola sürmesinin tek faydası gittiği stüdyolara ilham vermesi olmuştur.

1960 sonrası ise yeniden bir yükseliş dönemi oldu

sergei bondarchuk'un tolstoy'un meşhur romanı savaş ve barış'ın uyarlaması olan filmi en iyi yabancı film dalında akademi ödülü alan ilk rus filmi oldu. andrei tarkovski, sergei parajanov, nikita mikhalkov gibi meşhur yönetmenler hep bu dönemde parladı.

tabii ki bu dönemden en akılda kalan isim andrei tarkovski idi. tarkovski, kruşçev döneminde yaşanılan suni rahatlama dönemine denk geldiği için çok şanslıydı. çünkü o dönem sinema okullarında avrupa ve amerika edebiyatının, filmlerinin ve müziğinin sınırlı da olsa paylaşılmasına izin verilmişti. bu, tarkovski'nin italyan yeni gerçekçileri, (bkz: neo realismo) fransız yeni dalgası'nı (bkz: nouvelle vague) ve akira kurosawa , luis bunuel,ıngmar bergman, robert bresson, andrzej wajda gibi yönetmenlerin filmlerini izlemesine imkan verdi.

tarkovskiy kariyerine ivanovo detstvo ile başladı ve ilk ödülünü de bu filmle aldı. sonrasında kariyeri sscb yönetimiyle kavga etmekle geçti. andrei rublev biyografisi olan filminin kaç farklı versiyonu olduğu belli değil. çünkü rejim, birliğin dört bir yanına dağıtılan filmleri kafasına göre kesip biçerek yayınladı. filmin bir versiyonu 1969'da cannes film festivali'nde sunuldu ve fibresci ödülünü kazandı ama o versiyonun da ne kadar tarkovski'nin gönlünden geçen nüshası olduğu tartışılır.

sonrasında kült olan solaris filmini çekti. stanislaw lem'in romanının bir uyarlaması olan solaris ile yine cannes film festivalinde ödüller aldı. tarkovski'nin sovyetler birliği'nde tamamladığı son filmi , arkady ve boris strugatsky kardeşlerin yol kenarı pikniği romanından esinlenen stalker'dı .

okuldan yakın arkadaşı shavkat abdusalmov'a göre tarkovski, japon filmlerinden, bilhassa kurosawa'dan büyülenmişti. ekrandaki her karakterin nasıl ince işlendiğine, kılıcıyla ekmek kesen bir samuray gibi günlük olayların nasıl özel bir duruma yükseltilip ilgi odağı haline getirildiğine çok şaşırmıştı. tarkovskiy ayrıca haiku şiir sanatına ve imgelerin kendilerinden başka bir anlam ifade etmeyecek şekilde yansıtılmasına olan ilgisini sıkça dile getirmiştir.

tarkovski, sanatın daha yüksek bir manevi amacı olması gerektiğine inanan, derinden dindar bir ortodoks hristiyandı. mizah ya da alçakgönüllülüğe bağlı olmayan bir mükemmeliyetçiydi: kendine özgü tarzı, dini temalar ve inançla ilgili konular üzerinde düşünen birçok karaktere sahip olan, ağır ve edebi bir kişilikti.

biraz g*telek olması ise ayrı konu. stanley kubrick'in mektuplarına ve övgü dolu röportajlarına verdiği çok da s*kimdeydi tavırları beni hep kıl etmiştir. kubrick, sürekli ağzından düşmeyen yüksek sinemanın batıdaki tillahı olmuşken sana övgü dizmiş haysiyetsiz. bu kıskançlık değil de nedir?

neyse, sovyetler sonrası kariyerinde yine ödüller aldı lakin bunlar biraz da siyasi ödüllerdi. 1986 yılında paris'te akciğer kanserinden hayatını kaybetti. röportajlarına girersek içinden çıkamayız. mukadderat. biraz daha fazla yaşasa neler başarabileceği veya çökebileceğini ancak hayal edebiliriz.

1970'li yıllarda brilliantovaya ruka (elmas el), svet granata (narın rengi), beloye solntse pustyni (beyaz çöl güneşi), djentlmenı udaçi (centilmenlerin şansı), solaris gibi filmler birçok ödül aldılar.

1980'li yıllarda yabancı film oscar'ı alan moskva slezam ne verit (aşk gözyaşlarına inanmıyor) filmine binaen idi i smotri gibi kült olmuş birçok güzel film çekildi. bu dönemde ilk kez kholodnoe leto pyatdesyat tretego gibi stalin dönemini eleştiren filmler yayınlandı. pokayaniye gibi birkaç film daha cannes film festivalinde çeşitli ödüller aldı.

cannes demişken... bu fransızlar olmasa ne baskı döneminde ne serbest dönemde ruslar başka ödül alamayacakmış gibi geliyor insana. tamam, apolitik bir ödül otoritesi yok bu dünyada yalnız hem yılmaz güney'e hem de tarkovski'e aynı sahnede ödül vermek de nedir be kardeşim? ikisinde de daly*r*klık doğuştan ama tarkovski en azından mürekkep yalamış, sinemayı sindirip üç ayrı parça ve kıvamda s*çmış adam. yılmaz güney kim?

hasılı kelam, 80'li yılların sonunda sscb de sineması da bitti ama adı kaldı yadigar. herkes döneminde kendine düşeni yaşayarak bir şeyler çekti. sinemaya damga vuran az ama öz bir dönem yaşandı. yine de bu üretkenlik author yönetmenler ve sinema endüstrisine yenilikler katma seviyesinde kaldı.

sovyetler, rakibi abd'ye nazaran bollywood kadar dahi üretemedi

bütün sovyet tarihinde çekilen bilim kurgu filmleri parmakla sayacak kadar az. genelini toplasak hollywood'un birkaç senelik üretimi kadar etmez. evet, diğer tarafta kapital, reklam, soft power var ama sovyetler tarafında da baskıcı rejimden başka bir şey yoktu. o yüzden bu kadar yazdıktan sonra izlediğim yüzlerce sovyet filminden önerebileceklerimi birçoğunuz benden iyi biliyorsunuz.

yine de üç beş güzel film tavsiyesi vereyim. meraklısının boş vakitlerini doldurur. idi i smotri, stalker veya beloe solnitse pustıni gibi klasikleri es geçiyorum. onları bütün listeleme sitelerinde bulabilirsiniz. zaten sovyet sinemasına meraklı herkesin ilk izlediği filmler bunlar oldukları için daha az bilinenlerden önereyim.

tıpkı abd'de olduğu üzere sovyetlerin de belli başlı dönemlere has filmleri var. şimdi önereceğim film de böyle bir klasik fakat nedense tarkovski severler bu filme biraz burun kıvırırlar. fularlı entellikten olsa gerek. yine de bir yılbaşı klasiği olarak (bkz: ironiya sudby ili s legkim parom) gayet izlenebilir bir filmdir. özellikle dönemin büyük şehirlerinde sovyetler birliği yaşamını merak edenler için şahane bir örnek.

filmdeki diyaloglar, espriler, klişe olmuş konusuyla sovyetler birliğinde yaşamış birçok insan için inanılmaz nostaljik bir filmdir. hala yılbaşı arifesinde mutlaka bir kanalda denk gelebilirsiniz.


belyy bim chyornoe ukho bir köpeğin hikayesini anlatan hüzünlü bir film. film oskar'a aday gösterilmişti fakat alamamıştı sanırım. bu filmin hikayesinden ziyade görselliği muhteşemdir. üstteki filmin renkli ortamından ziyade sovyetler mimarisini iliklerinize kadar hisseder, o gri binalar ve kendine has estetiği içerisinde kaybolursunuz.


ivan vasilyevich menyayet professiyu sovyetler birliğinde en çok izlenmiş filmdir. resmi rakamlara göre gösterimde kaldığı süreçte 60 milyon bilet satılmıştır. bilim kurgu komedi olan filmde mühendis şurik evinde bir zaman makinesi yapmaya çalışmaktadır. bir deney esnasında kendisini komşusunu ve yan dairedeki hırsızı korkunç ivan dönemine ışınlar. klasik bir komedidir.


o kadar vertov ve belgeselcilik dedikten sonra bunu paylaşmazsam olmazdı. şestaya çast mira yani dünyanın altıda biri adlı filmi çok fantastiktir. sanki a clockwork orange filmindeki alex gibi gözleriniz zorla açılarak izletilen bir yapıma benzer. filmde sovyetler birliğinin dünyanın 1/6'i olduğu vurgusu yapılırken çeşitli kültürlerden kareler yansıtılır. bu arada her geçişte bir mesaj ve bölgelerin isimleri yazılır.

şuradan izleyebilirsiniz


çilavek amfibiya yine meşhur bir sovyet filmi ama fantastik örnek az olduğu için bunu da listeye ekledim. deniz biyoloğu olan dr. salvator evlatlığına çeşitli modifikasyonlar yaparak çocuğu bir tür aquaman'a çevirir. biraz kevin costner'in sea world filmindeki karakterine benzer zira hem suda hem de karada yaşayabilen insansı bir canlıdır ve karada çok uzun süre kalamaz. film bu gencin başından geçen aşk ve türlü maceraları anlatır. çocuğun canavar zannedilmesi, kaçış, aşk derken birazcık da frankenstein hikayesidir. man from atlantis hikayesine de benzer. yenilenmiş versiyonu zevkle izlenebilir. aslında bir tür sovyet tarzı b type movie diyebiliriz. 

izlemek için


fantastik demişken yine bir gennadi kazansky yapımı fakat çocuklara yönelik olan starik hottabiç filmini önerebilirim. anlamı yaşlı gudubet olarak çevirilebilir sanırım. ufak bir çocuk yüzerken sihirli şişe bulur. şişenin içinden adı hassan abdurahman ibn khottab olan bir cin çıkar. buradaki isimde bir kelime oyunu var. khottabiç ingilizcedeki jinx benzeri uğursuzluk getiren, keyif kaçıran manasında kullanılan bir kelimedir. filmin adı ve karakterin soyadı bu kelimeye benzer. efektleri ve esprileri hedef kitlesine göre fena değildir. çocuğa ben bir cinim dediğinde, cin bir amerikan içkisi değil mi? gibi gudik ilkokul esprileri yapılır. dönemi düşündüğünüzde çocukları güldürdüğüne eminim.


savaş üzerine en çok sevdiğim film dvadtsat dney bez voyny (savaşsız 20 gün) sanırım. uzun yıllar süren savaşta 20 gün nefes alabilen bir savaş muhabirinin o kısa sürede yaşadıklarını anlatır. bu filmle ilgili en sevdiğim şey diyalogların uzun ve boş olmamasıdır. dönemde yaşananları sovyet bakış açısıyla anlatır. aslında komedi kökenli ve komedi filmleriyle meşhur, vaktiyle sirklerde çalışmış bir aktör olan yuri nikulin başroldedir.

izlemek için