Şah İsmail Hareketinin O Dönem İçin Osmanlı'da Yarattığı Etkiler

Safevi Tarikatının kurucusu Şah İsmail, o dönemin Osmanlı'sında nasıl algılanıyordu? Açıklayalım.
Şah İsmail Hareketinin O Dönem İçin Osmanlı'da Yarattığı Etkiler

şah ismail'in zuhuru ve dini düşüncesi

akkoyunlu devleti'nin hakim olduğu coğrafyada ortaya çıkan ve kurucusunun mensup olduğu şeyh ailesinin adıyla anılan safeviler, türk tarihinin en ilginç siyasi oluşumlarından birini teşkil etmişlerdir. devletin kurucusu olan şah ismail, evveliyatında sünni bir tarikat olarak bilinen, akabinde ise şeyh cüneyd ve şeyh haydar dönemlerinde oniki imam şiiliğini benimseyen erdebilli bir şeyh ailesine mensuptur. mezkur ailenin tabanı, yukarıda da bahsini geçirdiğimiz üzere türk unsurlarına dayanmaktadır.

ikinci murat devrinde şeyh cüneyd, anadolu'ya gelerek osmanlı uleması ile dini konularda tartışmış bilahare ise bilhassa samsun yöresinde kümelenmiş olan çepni gruplarını etrafında toplayarak pontus rum devleti'ni fethe dahi yönelmiştir. binaenaleyh şeyh cüneyd'in mevzubahis kesimlerde büyük bir şöhreti hasıl olmuştur. yine kuzey karadeniz havalisinde çepni topluluklarının trabzon sınırında yoğun bir şekilde yerleşmeleri de bu döneme tekabül etmektedir.

ilerleyen zamanlarda şeyh cüneyd'in torunu olarak şah ismail, akkoyunlu idaresi altındaki büyük türkmen boylarınca dini bir lider olarak tanınmış ve söz konusu klanlar, kadim dini gelenekleri ile bezenmiş islami anlayışlarıyla kendilerine hitap eden ismail'in etrafında birleşmişlerdir. nitekim şah ismail de bir tarikat şeyhi olarak bu inancı tıpkı dedesi gibi çok iyi kullanmıştır. şunu da belirtmek de fayda vardır ki; şah ismail ve halefleri hiçbir zaman ve katiyetle kendilerini bulundukları coğrafya itibariyle farisi veyahut sasani devleti'nin mirasçısı şeklinde tanımlamamışlardır.

velhasıl şah ismail, o sıralarda sünni islamın temsilcisi olma sıfat ve meyilleri henüz tam olarak teşekkül etmemiş osmanlı devleti'nin sıkı iktisadi ve sosyal baskısı altındaki geniş konargöçer grupları üzerinde etkili olur ve binaenaleyh hitap ettiği güruhların nezdinde osmanlı sistemi karşıtı bir dini misyonun temsilcisi olarak benimsenir. doğu ve güney anadolu ile kuzey karadeniz yaylalarında ve iç kesimlerde nispeten serbest yaşamaya alışmış büyük türkmen teşekkülleri, osmanlı idaresinin vergi toplama amaçlı iskan, belirli bir nizam altına alma, tımar rejimini güçlendirme çabalarından yadsınamayacak derecede rahatsızlık duyarak tabiri caizse bir kurtarıcı beklemektedirler. nitekim o esnada kendilerine öz dilleri ve şamanist öğelerle yoğurdukları islami anlayışlarıyla seslenen şah ismail, tam olarak aradıkları profile uygun bir hüviyettedir.

filhakika mezkur boyların ekseriyeti yüksek islami kalıplardan uzakta, orta asya'dan kalma motif ve gelenekler ile süslü, basit bir islami telakki içindedir ve bu durum bir bakıma benzer inançlar manzumesi içerisinden çıkan osmanlılar nezdinde ilk zamanlarda pek de yadırganmamaktadır. ancak şah ismail'in ortaya çıkarak mevzubahis inancı, siyasi bir kılıfa sokması ve hedef olarak da anadolu'yu seçmesi bu nokta-ı nazarı değiştirmiştir. osmanlı ulema ve entelektüelleri zaman kaybetmeden ismail'in aksiyonlarına karşı tedbir amaçlı daha katı bir anlayışı siyasi konjonktüre ikame ederler ve söz konusu tavır, osmanlı devleti'nin özellikle 16. yüzyıldaki dini misyonunda ciddi bir kırılmayı da beraberinde getirecektir.

bütün bu gelişmelerin akabinde şah ismail ustaca bir manevra ile yarı göçebe bir hayat tarzı idame ettiren türkmenlerin zihniyetlerine uygun tarzda, mesiyenik yani mehdici karakterde bir şii propagandayı icra etmeye başlar. mevzubahis plan doğrultusunda da halife olarak sıfatlandırılan propagandacılar, anadolu'da benzeri inançlar içerisindeki türkmenlerin yaşadıkları yerlere giderek, çeşitli hediyeler ile beraber daha serbest ve müreffeh bir hayat vaadinde bulunmakta zaman kaybetmezler. nitekim bu hususu, hatayi mahlasıyla türkçe olarak kaleme aldığı nefes denilen şiirlerinde şah ismail de açık bir şekilde belirtmektedir ve şiirlerini topladığı divan'ında kendisini mezkur kitleye "mehdi hüviyetinde ve hazreti ali'nin mazharı" olarak göstermekte de herhangi bir beis görmemektedir.

ismail'ın bu tavrı, orta asya'da müslüman olmadan evvel kendilerini tanrı'nın insan bedenine girmiş biçimi gibi tanıtan dini liderlere tabi olup karışıklık çıkaran ve islamiyetin benimsenmesinin ardından da bu itiyatları devam eden türkmen grupları için şaşırtıcı değildir. türkmenlerin kabilevi inançlarıyla bezeli islami düsturları; şii motifleri olan hz. ali ve oniki imam kültleri, kerbela matemi ve benzeri temel inançlarla karışarak nihayetinde kızılbaşlık ve alevilik olarak nitelendirilebilecek bir hüviyete bürünmüştür. hiç şüphesiz bu inanç manzumesi, oniki imam doktrininden nispeten farklı bir mahiyettedir.

yukarıda bahsini geçirdiğimiz gelişmelerin ışığında; kadim gök tanrı kültü görünüşte "hak - muhammed - ali" formülünün ifade ettiği "üçlüye", aslında ise hz. ali'den başkası olmayan tanrı'yı ifade eden tek bir uluhiyet kavramına indirgenmiştir. binaenaleyh bu anlayışın oniki imam şiiliği veyahut caferilik ile herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. yine böyle bir değerlendirme tahtında anadolu'daki kızılbaş veya rafızi olarak anılan zümreleri şii olarak kabul etmek de doğru değildir. şah ismail'in kurguladığı inanç sistemi safevi sufiliğine göre teşekkül etmiş, tabiri caizse bir nevi "halk islamıdır". osmanlı merkezi idaresinin bu zümreyi, on iki dilimli ve kızıl renkli başlıkları dolayısıyla kızılbaş olarak adlandırmasına karşılık olarak; onlar kendilerine zaman içerisinde alevi diyeceklerdir. bu açıklamadan hareket ile "kızılbaş" tabirinde herhangi bir aşağılayıcı yön olmadığını da belirtmekte fayda vardır. zira osmanlılar, yeşil sarık giydikleri için şirvanşahlar için de yeşilbaş tabirini kullanmışlardır. yine osmanlılar için ise ulemanın taktığı beyaz sarık sebebiyle akbaş tabirinin yaygın olarak kullanıldığı bilinen bir gerçektir.

işte dini inançlarının mahiyetleri bu şekilde olan şah ismail hareketi, aslında doğrudan doğruya anadolu'daki konargöçer kabileleri hedef almıştır ve nitekim şah, asıl ihtilali anadolu'da çıkarmak istemektedir. bilhassa karaman bölgesi, antalya ve içil'in dağlık alanlarında ikame eden kalabalık türkmen grupları da ona destek vermektedirler. doğrusu karaman bölgesi halihazırda hiçbir zaman osmanlı idaresine tam olarak ısınamamıştır ve buna ek olarak eski tımar sahibi karaman sipahileri de toprakları ellerinden alındığı için büyük bir huzursuzluk içindedirler. ahvalin bu şekilde hasıl olması da bölgenin, osmanlı karşıtı bir harekete destek verecek altyapıyı oluşturmasına sebebiyet vermiştir. yine evveliyatında bahsini geçirdiğimiz üzere osmanlı idarecilerinin sert tavırları ve aşırı vergi taleplerinden rahatsızlık duyan kesimler de gözlerini şah ismail'e çevirmiş durumdadırlar.

1501 - 1510 devresinde yavuz sultan selim, trabzon sancağında iken mevzubahis tehlikenin yakinen farkına varmış bulunmaktadır. şahkulu ve nur ali halife isyanları (1511 - 1512) ortalığı adeta yangın yerine döndürmüştür ve binaenaleyh selim, osmanlı devleti'nin öncelikle bu harekete karşı kendisini tanımlamasını, böylece dini / siyasi tehdit oluşturan safevilere bir set bir çekilmesini elzem görmektedir.

dönemin osmanlı tarihlerinde şah ismail'in ortaya çıkışı ve dini düşünceleri konusunda çok sert ve suçlayıcı ibarelere rastlanır. aslında bu durum osmanlı karşıtı bir dini - siyasi telakkiye yönelik savunma mekanizması olarak da mütalaa edilebilir. bilhassa daha sonra şeyhülislamlığa getirilen ve safevilere yönelik seferin meşruiyetiyle alakalı sert de bir fetva verecek olan tarihçi ibn kemal, selim namına kaleme aldığı eserinde zıtlaşma noktlarını dini çerçeve içerisine hapsederek erdebil ocağının zuhuru, şeyh cüneyd olayı ve onun ahfadının faaliyetlerini anlatma ihtiyacı duymuştur. ancak diğer bazı osmanlı tarihçileri gibi yalnızca dini tezat noktalarına değil, aynı zamanda hadisenin sosyal ve iktisadi yanlarına da vurgu yapmaktan geri kalmamıştır. ona göre şaha gidenler mevki ve tımar sahibi olunca, tekeli türkmenleri arasında "şahın yanına giden bey olurmuş." şayiaları dolaşmaya başlamış ve bu da şah ismal'in şöhretini arttıran etkenlerden biri olmuştur.

keza yavuz sultan selim'in yanında önemli hizmetler görecek olan idris-i bitlisi de şah ismail'in ortaya çıkışı, dini düşüncesi konusunda tafsilatlı ve daha önce mezkur coğrafyada bulunan birinin gözlemleri çerçevesinde dikkate değer bilgiler vermiştir. erdebil ocağının anadolu ile olan ilişkisini çok iyi tahlil etmiş ve ismailiyye müritlerinin yani şah ismail taraftarlarının bölgeyle olan bağlarını açık bir şekilde ifade etmiş olan bitlisi'nin temel tezi, zalimlerinin ortadan kaldırılmasının gazadan daha mühim olduğu üzerinedir.

velhasıl bütün bu bilgiler, sultan selim'in şah ismail'in üzerine yürümesinin altında yatan asli sebeplerin manzumesini ihtiva edecektir. lakin yavuz'un safeviler'e karşı yürüttüğü politikanın görünür siyasi yönü ise ana nedenin yalnızca birer bahanesinden ibarettir.

konuya dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere feridun mustafa emecen'den yavuz sultan selim ve faik bulut'tan şah ismail'in serencamı: kızılbaşlıktan şiiliğe adlı eserleri tavsiye ediyorum.