Şamanizm Kültüründen Bu Günlere Kadar Gelen Bazı Türk Adetleri

Türklerin Orta Asya geleneklerini bugün hala kullanıp farkına bile varmamış olabilirsiniz.
Şamanizm Kültüründen Bu Günlere Kadar Gelen Bazı Türk Adetleri

bebeğin göbek bağının gömülmesi

altay türkleri çocuğun göbek bağını ağaç kabuğuna sararak eve/çadıra yakın bir yere gömerdi. günümüzde hala yaşayan bu gelenek umay kültüyle bağlantılıydı. zira eski türklerde umay hem bebekleri, lohusaları koruyan tanrı/ruhun adıydı hem de doğumda bebekle birlikte gelen plasentaya umay denirdi. kazak ve kırgız kadınları da toplu bir şekilde gidip plasentayı gömer ve etrafını tütsülerdi.

aya bakarak dua etmek, dilek dilemek

türkler, bozkır yaşamında zamanı anlamak, yön bulabilmek vs için gökyüzüne bakardı. yani diğer pek çok halk gibi, türkler de güneşin ve ayın evrelerini temel alarak yaşamlarını organize ederlerdi. mesela bazı önemli olayları sadece yeni ay veya dolunay zamanı yaparlardı. (yakutların düğünlerini yeni ay zamanı yapması gibi.)

altay türklerine göre ay ile güneşi yaratan ülgen onlara dokunabildiği bir dağda otururdu. türklerde oğuz kağan'ın soyunun ay ata'ya gittiğine inanılırdı. (oğuz'un annesinin adı ay kağan/ay hatun olarak geçer. oğullarından birinin adı da ay han'dır.) vs... ama en önemlisi bütün göksel cisimler tabii ki gök tengri'yle bağlantılıydı.

lohusaya kırmızı kurdele takmak

albastı, alkarısı, albıs ve hal karısı adlarıyla bilinen kötü ruhtan korunmak için halk arasında yeni doğum yapmış kadının başına kırmızı kurdele takmak, kırk gün geceleri ışıkları açık bırakmak, yastığının altına kurt derisi, bıçak vs koymak, odada soğan sarımsak bulundurmak gibi gelenekler uygulanırdı.

zira alkarısının silah sesinden, ateşten, demirden ve kırmızı renkten korktuğuna inanılırdı.
eski türklerde kırmızı renkle ilgili inanışların kökenini tam olarak bilmesek de mesela hasta insanların başında kırmızı bir bez parçası yakıp alazlama yoluyla sağaltım gibi adetler olduğunu biliyoruz ki kötü ruhların kırmızı/al renkle ilişkilendirilmesinde de senkretik bir yön olabilir.

kurban

eski türklerde gök tanrı kozmik düzenin veya evrenin olduğu kadar siyasal ve toplumsal düzenin de kefili ve takipçisiydi. gök tanrı’ya dua edilir; onun adına yılda iki kez törenler düzenlenir ve tercihen lekesiz süt beyaz aygır kurban edilirdi.

büyük tanrılar haricinde de her şeyin ruhu olduğu inancı bağlamında her tanrı/ruha, ateşe, suya, ev iyelerine vs kurbanlar sunulurdu. (aslında önemli gördükleri her olaydan sonra tören düzenleyip kurban veriyorlardı.)

7 ve 40 sayıları

eski türklerin sosyal hayatında sayılar, daima önemli bir yer tutmuştu. bazı sayılara kutsallık atfedilmesi ve çokça tekrarlanması, 7 gün 7 gece ya da 40 gün 40 gece kavramları türklerde çok eskiden beri vardı. işin aslı doğu türklerinde kutsal kabul kabul edilen sayı dokuzken zamanla batıya gittikçe yediye dönüştüğünü görüyoruz.

aslında bütün mitolojiler astronomiyle bağlantılıdır. mesela büyük ayı takımyıldızının en bilinen yedi yıldızının (big dipper) türk mitolojisindeki karşılığı yedi kurttu. gökyüzü 7 ya da 9 kat olarak düşünülürdü. hayat ağacı dokuz dallıydı vs.

yola çıkan kişinin ardından su dökülmesi ya da görülen rüyanın suya anlatılması

çaylar, ırmaklar ve göller, canlı ve yaşayan şeyler gibi kabul edilirlerdi. bunlar, mesela gök tanrı gibi insanlara uzak görünmediği için daha rahat iletişim kurulabilirdi.
görülen kötü bir rüyayı sular alıp götürsün diye ya da iyi rüyalar gerçek olsun, çıksın diye akarsulara anlatılırdı.

aynı şekilde gelin baba evinden ayrılırken arkasından su dökülmesi, koca evine girerken testi kırması da su kültüne dayalı geleneklerdi.

nevruz

eski türkler, henüz takvimlerinin olmadığı devirlerde zaman hesaplamasını doğaya bakarak yaparlardı ve bu döngüsel zaman anlayışında doğanın yeşillenmesi yeni bir başlangıç anlamına gelirdi.

mitolojik metinlerde yaratılışın ilk günü nevruz bayramı'yla ilişkilendirilirdi. on iki hayvanlı türk takviminde yılın başlangıcı ve baharın ilk günü nevruz'du. eski türklerin yengi gün/yeni gün de dediği ve ergenekon olarak da bilinen nevruz, bazı türk halklarında ulusun ulu günü olarak da isimlendirilirdi.

tütsü

türkler tarih boyunca ağacı kutsal bilmişlerdi. bazı ağaçların kabuğundan yaptıkları tütsüleri nasıl ki hastalarını iyileştirmek ya da kötü ruhları kovmak için kullanıyorlarsa aynı şekilde gerdek odası da tütsülenirdi.

ağaçlara çaput bağlamak

su iyesi için yapılan saçıda göle veya dere kenarına gidilip bir tür alkollü içecek dökülürdü. su/ göl/ pınar çevresindeki ağaçlara bez bağlanması da saçı geleneğinin bir yansımasıydı. kaldı ki ağaçlar hem dünyanın ekseni olarak görülür hem de türenilen ata/ana olarak yaşamın kaynağı kabul edlirdi ve her iki anlam açısından da kutsallığa sahiplerdi.

ölen kişinin üzerine bıçak, makas vs koymak ve kurşun dökmek

eski türklerin orta asya bozkır yaşamında kültürlerine etki eden baskın motiflerden biri de temir/demirdi. bunun nedeni de yaşadıkları coğrafyadaki demir rezervi, doğal olarak demircilikle uğraşmaları ve mitolojik yersu kültüyle olan bağlantısıydı.

yüzyıllar boyu silahlarını demirden yapan, ölülerinin üstüne kötü ruhları kovsun diye demir koyan türklerde demirciler, saygın insanlar olarak görülmüş hatta pek çok anlatıda kahraman işlevi kazanmışlardı.

ölen kişinin arkasından yemek vermek

yuğ, eski türklerde önemliydi. ölünün arkasından ağıt yakılır arkasından da yemek verilirdi. amaç ölünün ruhunu teskin etmek ve onun kötülüklerinden korunmaktı. artık günümüzde anlamı değişse de devam eden geleneklerden biri bu da.

bazı bölgelerde taziyeye gelenler getiriyor yemeği bazı bölgelerde ise cenaze evi tarafından veriliyor ama o yemek illaki yeniyor.

evlenme ve düğün gelenekleri

gelinle damadın üzerine pirinç, bozuk para, çerez vs atılmasının kökeni de şamanizme dayanan saçı geleneğidir.

gelinin başı üzerinde mum yakılması, gelinin ateşten atlatılması, gelinin kocasının aile evinde ocağa selam vermesi, evlendikten sonra yağ ile kendi evindeki ocağa saçı yapması vs. ateş ve ocak kültüyle bağlantılı şamanist uygulamalardı ki yakutların evliliği sönmez bir ateş yakma olarak betimlemesi de bununla ilgilidir.

çeyiz

farklı türk topluluklarında sün han ya da yereh adlarıyla anılan oguşun/ailenin koruyucu ruhları da vardı. bazı boylarda bu ruhlar için kapının arkasına sepet konurdu. evden evlenerek çıkan kız sepetiyle giderdi. (ki şimdiki çeyiz geleneğinin kökleri olabilir bu da hatta bazı yörelerde kız çeyizine sepet denir) ayrıca bu koruyucu ruhları temsilen töz/ongon adı verilen putlar yaparlardı.

cenazenin eve getirilmesi, akrabalar arasında ve sokaklarda gezdirilmesi

"süne ve aldaçı insanın ölümünden sonra belli bir müddet ayıl (altay türklerinin çadırları) etrafında, akrabalarının arasında dolaşır. çocuğun sünesi yedi, yetişkininki ise kırk gün böylece dolaşır. bu süre boyunca ölen insanın ayılı ya da evinde bir takım tabular olur. örneğin, aldaçının ayıldaki gizli varlığının kendi vücudunu kirleteceğine inanan şamanlar, kırk gün boyunca o ayılı ziyaret etmezler. sıradan halk ise ölü çıkan evden yedi gün içinde ne bir şey alır, ne de oraya bir şeyi ödünç olarak verir. ayrıca, bu dönem içinde ölü çıkan ayılın reisinden bir şey istemekten kaçınılır."

(andrey viktoroviç anohin - altay şamanlığına ait materyaller)

ateşe su dökmemek

yine sibirya türklerinde ateşle ilgili inançların bazıları şöyleydi: ateşe çöp atılmaz, ateşin külüne basılmaz, ateşe keskin uçlu aletler çevrilmez, ateşe su ve kan dökülmez, ateşte ot yakılmaz, ateşle oynanmaz...

her ailenin bir ateşi/ocağı olduğuna inanılır ve bu aile ocağına büyük önem verilirdi ki bu inanış 'ata ocağı/baba ocağı' gibi sözlerle günümüze kadar gelmiştir. ocağın sönmesi de ailenin bitmesi demekti. (istiklal marşı'nın ikinci dizesini hatırlayın, orada da ocağın sönmesi son türk ailesinin yok olması anlamına gelir.)

yine altay türklerinde bir yere taşınılacağı zaman evdeki eski ateş de yeni eve götürülürdü. (doğrudan ateşi götürmüyorlar tabii ki, sembolik olarak korları metal bir şeyin içinde taşıyıp yeni evde yeniden yakıyorlar.)

türkler, ateşin sönmesini uğursuzluk kabul edip yakutların deyişiyle gece uykuya bırakırlar ve sabah yeniden canlandırırlardı, zira yakutlara göre ateş ruhu/iççite adeta canlı gibiydi. yemeği kuru odun, nefesi dumandı.