Seinfeld Neden Sitcom Değil de Tam Tersi, Anti-Sitcom Denilebilecek Bir Dizi?

1989-1998 arası yayınlanan Seinfeld'i yıllarca sitcom olarak bildiniz ancak bu yazıdan sonra fikriniz biraz değişebilir.
Seinfeld Neden Sitcom Değil de Tam Tersi, Anti-Sitcom Denilebilecek Bir Dizi?

netflix sağolsun, seinfeld'i baştan sona bir daha turladım. sizlere bu yazıda bu dizinin neden anti-sitcom olduğunu anlatacağım müsaadenizle. (yazdıktan sonra google'da dolaşayım dedim, anti-sitcom mevzuuna it's always sunny in philadelphia'yı örnek vermişler genelde. yakışır.)

efendim sitcom türünün kökenine bakarsanız radyo tiyatrolarına kadar gidersiniz. malum, insanları eğlendirecek aile-arkadaş komedileri bunlar. kendini sevdiren karakterler ve basit, keyifli olay örgüleriyle saatlerce sizi alıkoyabilirler. nitekim seinfeld'e kadar da bu böyledir. komik, yer yer acımasız olsalar da çoğu kez "iyi değerler" etrafında şekillenirler. insanların içini ısıtacak aşk hikâyeleri ya da ailenin önemini anlatan çeşitli yan hikâyecikler görebilirsiniz.

seinfeld'i yaratan larry david ve jerry seinfeld'in yazı masasına oturduklarında kendilerine koydukları iki kural vardır

1) karakterler birbiriyle sarılmayacak.
2) karakterler yaşadıklarından asla ama asla ders çıkarmayacak.

yani bu dizide aşk, arkadaşlık, aile, toplum üzerine "olumlu" mesaj verecek bir olay örgüsüne rastlayamazsınız. george costanza'nın nişanlısı öldüğünde, kahramanlarımızın hiçbir şey olmamış gibi hastaneden çıkıp gitmesi bunun zirvesidir. (gerçek komedi, dinleyiciyi/izleyiciyi rahatsız etme sanatıdır.)


peki aslında ters psikolojiyle size iyiyi ve doğruyu anlatıyor olabilirler mi?

hayır. bu karakterlerin absürtlükleri karşısında "yahu siz nasıl insansınız?" diyen çok sayıda yan karakter vardır (nitekim finali bunun üzerine kurdular ve bence dahiceydi) ama onlar özellikle itici tiplere dönüştürülmüştür.

dizinin hep "hiçbir şey hakkında" olduğu efsanesi dolaşıyor. bu, dizinin kendi içinde parlattığı bir fikir. ama aslında seinfeld "hiçbir şey" anlatan ve camus-vari bir nihilizmi ortaya koyan bir dizi de değil. öte yandan "tırı vırı", "boş beleş" bir dizi de değil. birçok espri belirli bir zeka seviyesinin üstüne hitap ediyor, dönemin popüler kültürü hakkında bilgi sahibi olmak dizide yeni bir katman açabiliyor. daha da önemlisi, çok sofistike bir aylaklıkla karşı karşıyayız.

dizinin genel üslubunu mark twain ile kurt vonnegut arasında bir yere koyabilirim. o vonnegut üstad ki, "hikâyedeki bir cümle ya karakter ya da olay hakkında bir şey söylemeli. yoksa atılmalıdır." ölçüsüne göre yazar. seinfeld'de de benzer şekilde esprilerle olay örgüsü arasında sıkı bir irtibat vardır ve dizinin muhtemelen en büyük icadı da budur.

öte yandan seinfeld'in bu iki usta satirik yazar kadar dünyayı umursamadığını, ondan ahlakî bir şeyler çıkarma hevesinde olmadığını hemen anlayabilirsiniz. birine bir hikâye anlattığında, "yani?" diye sorar. "mesajı nedir bunun?" bu dizi, mesajı sorgulamayıp hikâye üzerinden çeşitlemeler yaparak eğlenceyi devam ettirenler içindir.


jerry seinfeld, david letterman'ın netflix'teki programına konuk olduğunda, kendi komedisini "raisin stuff" olarak ilân etmişti. yani oturup kuru üzüm üzerine saatlerce konuşabilir ama "ciddi" meselelere girmez. gözü, gündelik olandadır. insanın ekmeğinin oradan geldiğini bilir. ince, göze hemen çarpmayan ama ancak birisi söylediğinde "aaa, evet" diyeceğiniz detaylara odaklanır. insanın, çıplak hâli orasıdır. ve istemsizce çıplak kalan bir insan komiktir.

larry david ise "budala" tiplemesidir (otisabi modern nasreddin hoca diyor). biliyorsunuz kelimenin ingilizcesi olan "idiot" ile "id" arasında bağlar kurulmuş, yani aslında budalanın dünyada yalnızca kendisi varmış gibi yaşadığı sıkça vurgulanmıştır. george costanza karakterinde billurlaşan bu tavır, diğer karakterlere de usulünce bölüştürülür.


kramer, bütün bu hengâmede bir karakter değil bir nebuladır. varlığının sağlam, somut temelleri yoktur. kimliği belirsizdir. ne iş yaptığı, nereden geldiği konuyla alakasızdır. o, ortama girer girmez etkisini gösteren bir atmosfer olayıdır. o sebeple absürtlüğün dozu arttırılmak istendiğinde, hemen sahnede belirir.


elaine benes, erkek dünyasının ideal kadınıdır. zannetmiyorum ki bir kadın, elaine gibi bir karakter yazabilsin. becerememek değil bu; nasıl ki erkekler genelde rezalet kadın karakterler yazıyorlar, bu da öyle bir şey. muhtemelen jerry seinfeld'in ergenlikten itibaren zihninde şekillendirdiği ideal kadını elaine. burada julia louis-dreyfus'un hakkı büyük.


sitcom dediğimiz tür, komedik unsurları ve yer yer eleştirel tutumları barındırsa da, neticede toplumun toplumsallığını onaylayan, tekrarlayan ve yeniden üreten bir medium'dur. seinfeld, bütün bu kalıpları kırıp "yetişkinlerin" uydurduğu bütün masalları tersyüz eden yapısıyla tamı tamına bir anti-sitcom'dur. bu yönüyle seinfeld'den espriler araklayabilir, bazı sahneleri tekrarlayabilirsiniz hatta parodisini bile yapabilirsiniz ama yeni bir seinfeld yazamazsınız. o bir kere olur.

bu müthiş anti-sitcom, ironik biçimde, hiç de oralı olmamasına rağmen, insanlık durumuyla ilgili olumlu mesajlar vermeye çalışan diğer bütün hikâyelerden çok daha gerçekçi bir hikâyedir. mağara döneminden bugünlere kadar insan icadı ne varsa, hepsiyle dalgasını geçer. ilkelliği sona erdirdiğini zanneden modernitenin köküne kibrit suyu döker. bunda holokost sonrası yahudi mizahının (hatta yahudi düşünürlerin felsefeye katkılarının) izlerini arayıp bulmayı da size bırakıyorum.

dayanamadım bir not açayım

jerry seinfeld'in netflix şovu, comedians in cars getting coffee'ye, ricky gervais konuk olmuştu. orada gervais bir holokost fıkrası anlatır. toplama kampından kurtulmuş bir yahudi, sonunda yaşlanıp ölür ve tanrı'nın huzuruna çıkar. tanrı'ya bir holokost şakası anlatır. tanrı, "eh, komik değil." diye cevap verir. yahudi şunu der: "orada olman lazımdı."