Sovyetler Birliği'nin 20. Yüzyılda Ücra Köylere Bile Okuma-Yazma Götüren Eğitim Sistemi

Sovyetler ve Türkiye arasındaki eğitim vizyonu farkını daha iyi anlayabileceğiniz bir yazı.
Sovyetler Birliği'nin 20. Yüzyılda Ücra Köylere Bile Okuma-Yazma Götüren Eğitim Sistemi


lenin ve stalin döneminde uygulanan sovyetler eğitim modeli, hala günümüze örnek olabilecek nitelikte olan bir eğitimdir

sovyetlerdeki eğitimin gelişmişliğini anlamak için; sovyetler birliği’nin son dönemlerinde okuma yazma bilen insan sayısının %100'e yaklaşmış olduğunu görmek bile yeterli.
sistemlerin devamını sağlamak için kullandığı silah olan, eğitim; sovyetlerde sosyalizmin inşası ve sosyalist bireylerin yaratılması için bir araç oldu. büyük ekim devrimi olduğu sırada çarlık rusya'sındaki okuma yazma oranı %28,4'tü. bugün ülkemizde olduğu gibi, o zamanlar çarlık rusya'sında da eğitim; işçi ve köylü çocuklarının faydalanamayacağı kadar pahalıydı. devrimin ardından paralı eğitim yerini; eşit, parasız bir eğitime bıraktı. sovyetlerde, 14 yaşına dek kişinin bütün eğitim masraflarını devlet karşılardı. 

yüksek öğretimde ise, geniş bir burs sistemi uygulanırdı. üniversite ögrencilerinin dörtte üçü civarı devletten burs alırdı. türkiye'deki işçi ve köylü çocuklarının eğitim alamama durumunun aksine; sovyetlerde, üniversite öğrencilerinin yarıya yakını işçi ve köylü çocuklarıydı.

lenin bunun yanısıra 26 aralık 1918'deki sekizinci parti kongresinde okur yazarlığı arttırmak için, okuma yazma seferberliği başlattı. okuma seferberliği 1939 yılına kadar sürdü ve bu süre içinde sovyetlerdeki okur yazar oranı %56,6'ya çıktı. 

türkiye'de açılımlar yapıp sonra bunları bir bir kapayan hükümetin; sovyet eğitim sisteminden bir başka örnek alması gereken nokta de ana dilde eğitim problemi. birçok ulusun yer aldığı sovyetlerde, hiçbir bölünme yaşanmadan ana dilde eğitim verilmekteydi. sovyetler birliği'ndeki ülkelerin tamamında eğitim anadilde yapılmaktaydı ve ana dili rusça olmayan okullarda ikinci dil rusça olarak veriliyordu.


şu aralar sscb'nin son başbakanı nikolay rijkov'un perestroyka ve sscb'nin dağılması dönemiyle birlikte anılarını da anlattığı kitabını okuyorum

rijkov yoldaş hayata en diplerden başlamış bir köylü çocuğu. babası maden işçisi, annesinin okuma yazması yok. ve bu okuduğum kitabı bizzat kendi yazmış, anılarını yazan siyasetçilerin yaptığı gibi ghostwriter kullanmamış (türkçesini bulamadım şimdi). kendi yazdığı çok bariz, atara atar gidere gider yapıyor, millete lafları bilezik gibi geçirip yeri geliyor sinir olduğu kim varsa çok pis gömüyor, yeri geliyor duygusala bağlayıp damardan giriyor. amcamın çok müstesna bir karakteri var, 100 metreden tanırım. ghostwriter'ın en kralı gelse sikseler karakterini, tarzını öyle taklit edemez. o kadar yeteneği varsa zaten ghostwriter olmaz gider bestseller yazar parayı kırar. amcamın zaten siyaset tarihi-ekonomi vs konulu 3 kitabı daha var. 

Rijkov

rijkov baba, cicero'nun meşhur o tempora, o mores lafını kitap bölümlerinden birine başlık yapmış. okumaya başlamadan önce şöyle bir göz gezdirdim, bir adet socrates, bir adet goethe alıntısı gözüme çarptı. anlattığı konuya cuk oturan alıntılar. bir yerinde bireysel toplum yapısına geçişin insanları yalnızlaştırması konusunda felsefe yapmış biraz, gençliğindeki komün tarzı apartman hayatını anlatıp nostalji yapmış falan. kitabın girişi bayağı profesyonel bir yazar gibi, çarmıha gerilme metaforuyla direkt girizgah yapmış, ağzım açık kaldı.

diğer vereceğim örnek: reaktör uzmanı, nükleer fizik profesörü alexander kalugin'le yapılan bir röportaj izledim, arka planda piyano var, notalar falan var. video kalitesi berbat olduğundan eserin ismini seçemedim ama nota aralıkları az biraz seçiliyordu, oradan rachmaninoff olduğunu tahmin ediyorum. diyeceğim piyano öyle süs mobilyası olarak durmuyor belli ki sürekli çalıyor amcam. fizik profesörü ve piyano normalde yan yana düşünülmez ama sovyet rusya'da gayet olağandı.

heriflerin sistemi böyleydi. totaliter rejimdir şudur budur, boktan rezil tarafları çoktu ama herifler yalınayak köylü çocuklarını alıp monşer seviyesine çıkarıyordu.
zamanında atatürk'ün büyük bir vizyon eseri olarak kurduğu köy enstitüleri türkiye'de benzer şekilde köylü çocuklarını eğitip entelektüel seviyesi yüksek aydın öğretmenler olarak yetiştirip onlar aracılığıyla anadolu köylüsünün seviyesini yükselecekti ama maalesef ömrü yetmedi ve ardılları sıçıp batırdı, biri işlevsizleştirdi, diğeri marshall yardımları karşılığı kapattı.


sovyetler ise eğitim hamlesini sistematik ve organize bir şekilde en ücra yerlere kadar götürdü

sibirya'da göçebe yaşayan kutup kabilelerinin bazılarını yerleşik hayata geçirmese bile okuryazar yaptı. mobil okullar, kütüphaneler yollayıp adamlara en azından okuma yazma öğretti, kitap dergi okuma alışkanlığı edindirdi. bildiğin çadırda yaşayan kutup ırkları var, okuma yazma bilmeyeni yok. en ücra köyde doğmuş insan büyük şehre gitmeden kaliteli bir mühendislik ya da teknik bir meslek eğitimi alabiliyordu mesela. yalınayak gezen fakir köylü çocuğu eğer yetenek sahibiyse gayet sınıf atlayıp yükselebiliyordu. rijkov'u da kgb reisi andropov keşfedip siyasete sokmuştur mesela, kgb ajanları keşfettikleri vatana devlete sadık, zeki yetenekli gençleri rapor ediyordu bunun potansiyeli var diye. herifler ellerindeki insan kaynağını çok güzel değerlendiriyordu. amerika'da ne kadar süper zeki, yetenekli olursan ol diplerde doğduysan o kast sisteminin dışına çıkamazsın mesela. tek tük burs kazananlar sayılmaz, sistematik olarak yanlış yerde yanlış kastta doğanları alıp değerlendirme olayı yok kesinlikle. dışarıdan bol miktarda beyin göçü aldıkları için siklerinde de değil açıkçası. ne uğraşsın herif alabama'daki rednecklere, chicago gettosundaki siyahilere kaliteli eğitim götürmekle, fırsat eşitliği sağlamakla? dünyanın dört bir yanından tecrübeli, kalifiye beyaz yakalı göçmen yağarken kim niye masraf etsin?

sovyetler ise herkesi eğitip yontmak ve ellerindeki insan kaynağı potansiyelini değerlendirmek için kesenin ağzını açtı.


rijkov teknokrattır mesela, meslek olarak vinç tasarımı yapan makine mühendisidir ama adam socrates'ten goethe'den alıntı yapıyor, felsefe döktürüyor. yazım tarzı, tasvirleri ve metaforları kullanışı yüksek kültür seviyesinin yansıması tamamen. dünya kadar kitap okuduğu çok bariz. adamların siyasetçisi böyle, atom profesörleri çatır çatır rachmaninoff çalıyor, klasik müzik konserlerine gidiyor. profesöründen memuruna alayı bütün rus klasiklerini zaten hatmetmiş onu söylemeye bile gerek yok. sohbet arasında konstantin simonov beyiti patlatır mesela, dostoyevski'den örnek verir. valery legasov (dizideki değil, gerçeği) reaktörü patlatan yozlaşmış sistemi temelinden eleştirirken tolstoy romanından örnek veriyordu, anlatabiliyor muyum altan?

yani sormanız gereken soru türk insanında neden kültür ve sanat yoksunluğu olduğu değil, elâlemde neden olmadığı ve bunu nasıl, hangi yöntemlerle çözdükleri. dünya çapında bu konuda zirve yapmış ve avrupalının en kralının bile halen yetişemediği sovyet rusya'ya bakacaksınız. rejimini, totaliterliğini falan siktir edip eğitim sistemini analiz edeceksiniz.
eyyorlamam bu kadar.

Fotoğraf: Sputnik

kaynak: nikolai ivanoviç ryzhkov - büyük şokların on yılı / google books sayfası

yabancı bir dile çevrilmemiş, baskısı yok, amazon'da uçuk fiyatlara bulunabiliyor. online aratınca rus kitap sitelerinde online versiyonları var onları google translate'le okumak mümkün. ancak google translate zamirsiz cümlelerde saçmalıyor, kafasına göre zamir uyduruyor, kim ne yapmış ne olmuş kafa karıştırabiliyor. konu gidişinden bağlamdan anlaşılabilir sanırım.

çernobil'i anlattığı kısım dikkate şayan. bence yeniden baskısının yapılması lazım bunun. sovyetlerin dağılma sürecini devletin tepesinde mevki sahibi olmuş birinin perspektifinden okumak ilginç. extended edition yapsın çernobil kısmına daha da detay eklesin, ingilizceye çevrilirse müşterisi çok.

Üç Yıl Sovyetler Birliği'nde Yaşamış Birinin Gözünden Sovyetler'deki Günlük Hayatın Çarpıcı Yüzü

Sovyetler Birliği ve Demir Perde Ülkelerinde Caz Müziğin Zorlu Mücadelesi