Sözlük Yazarlarının Başından Geçen Birbirinden Feci İlk Buluşma Anıları

İlk buluşmaların kötüye giden versiyonları, sandığınızdan çok daha çeşitli olabiliyormuş.
Sözlük Yazarlarının Başından Geçen Birbirinden Feci İlk Buluşma Anıları
There's Something About Mary (1998)

viski

evimde beraber bir şeyler içtiğim bir kadın, viski çarpınca içkisine ilaç kattığımı düşünüp kafası iyi bir şekilde "amk çocuğu ne kattın benim içkime" diye delirmişti ve erkek arkadaşlarını arayıp adres verip "beni buradan alın" diye bağırmaya başlamıştı. hayatımda böyle bir şok yaşamadım.

validem bana yine görücü bir kız bulmuş

ben de bu olaya inanılmaz karşıyım. bir de evine gideceğiz aminyum. hayatta rahat edemem ve utanırım. bu kızı bir övüyor, bir övüyor, bir övüyor... neyse beraber gittik kızın evine. kapıyı kızın annesi açtı. 50'lerinde hafif şişman ve kısa saçlı biri. içeri buyur etti. içeride şark köşesi gibi bir yerde, 80'lerinde, kara kuru, başında geleneksel yazma falan olan nemrut suratlı bir nine elinde uzun bir tesbih ile oturuyor.

annemle karşısına oturduk. ihtiyar nine şöyle bizi bir süzdü. kızın anası da yanına el pençe oturdu. ortam gergin. sanki soğuk savaş yıllarında doğu alman stasi ajanları ile cia müzakere masasında. birkaç hâl hatırdan sonra sert ve sorgulayıcı bir ifade ile:

"oğlumuz ne iş yapıyor?" dedi.

annem "hahayt götüm sorduğu soruya bak" tavrına girerek burnunu ingiliz kraliyet uşakları gibi yukarı kaldırarak "öğretmen" dedi. ihtiyar kadın az sinirlenerek "kaç yıllık, nerede?" falan dedi, annem ise yılı ve yeri belirtti. kadın az daha sinirlenerek: "konuşabiliyor mu?" dedi. annem "tabii ki" dedi. kadın anneme dönerek "hanım bir dur ya çocuk konuşsun" dedi. annem de konuş oğlum konuş da millet erkek görsün der gibi bana baktı. neyse kendimi biraz ifade ettim. sonra ihtiyar blair cadısı yanındaki kızın annesine dönerek:

- benim kızımı da ne doktorlar, mühendisler, son ütücüler ve at hırsızları istedi ama vermedim.

o an ben dondum kaldım. meğer ki o kadın kızın annesi değil, kızın ta kendisi imiş. yerimden doğrulamıyorum. dondum kaldım. silkinsem kendime geleceğim ama silkinemiyorum. içimden kendi kendime "allah'ım yok mu beni bir silkecek. biri gelsin beni silksin" diye feryadı figan ediyorum...

neyse bozuntuya vermeden olayı idare ettik çıktık. yolda arabada anneme kızgın kızgın bakarak: "hani kız çok güzeldi. victoria secret mankeni gibiydi. nerede gördün bu kızı?" dedim. meğerse düğün salonunda halayda görmüş. kendisine kızıp düğünde nerede oturduğunu sordum. cevap vermedi. suçunu biliyor. çünkü iki gözü de katarakt, görmüyor. bir de suçunu bastırmak için telaşla: "hem bir kere ben tek değildim. yanımda ayşe teyzen de vardı" dedi. ayşe teyze bir aile dostumuz... anneme daha da sinirlendim. çünkü ayşe teyzenin lakabı mahallede kör ayşe. evinin yanındaki markete giderken apartman duvarlarını tutunarak gidiyor. bu ikisi allah bilir annem neyi gösterdi, diğeri neyi gördü. belki de bir çelenk falan gördüler. kız zannettiler.

bu da böyle gereksiz bir anımdır.

üniversiteyi bitirdiğim sene bir tanıdığımız beni kanada'da yaşayan yeğeni ile tanıştırmak istedi

aracı ile tanışma ve kanada'nın uzaklığı vs. derken düşündüm taşındım aman alt tarafı bir tanışma diyerek kabul ettim. iletişim bilgilerimi verdim ve bana ulaşmasını istedim. ancak adamdan birkaç hafta hiç ses çıkmadı. sonra dediler ki bayram tatilinde geliyor arife günü kızılay'da buluşun. ok dedim. bir yandan hiç gidesim yok, bir yandan adamı merak ediyorum. giyindim, hazırlandım ve buluşma yerine gittim. oturdum bir kahve söyledim bekliyorum derken telefonum çaldı, yurt dışı numarası. etrafa bakınıyorum geldi göremedi de arıyor diye. açtım telefonu bir kadın sesi, "byk hanım siz misiniz" diyor. ben ne oluyoruz yahu diyorum içimden. evet falan derken dedi: "ben x'in ablasıyım!" neyse, geldi karşıma oturdu. ben soruyorum x nerede diye. cevap şu: x hala kanada'da yarın gelecek!

hemen o saatte kızılay'da olan ablamla kardeşimi aradım buraya gelin dedim. çünkü tek başıma bir yere kımıldayamayacak kadar şaşkınlık içerisindeyim. neyse bizimkiler geldi biz dört kadın oturduk sohbet ediyoruz ama bu işte bir yanlışlık var. en son dayanamadım ya dedim hayırdır ne oluyor burada. ablası dedi ki: x seninle önce benim tanışmamı istedi. bizimkilere dedim "kalkın gidiyoruz." neyse kalktık biz mekandan indik aşağı.

olay burada kapandı mı, hikaye burada bitti mi peki? hayır! bir baktık çıkış kapısının önünde orta yaşlı bir çift. kadın dedi ki: annemler de merak ettiler de seni görmeye geldiler! ablam kahkahayı patlattı, kardeşimin kolundan sertçe çektim hadi gidiyoruz diye. öylece ortamı terk ettik. biz eve ulaşmadan olayın haberi gitmiş. neymiş ben saygısızlık yapmışım bizim tanıdığın kanadalı akrabalarına. lan? randevulaşmayı umduğum kişinin bütün ailesi ile randevulaştım sözün özü. ik gibi çöktüler başıma. mülakata almaya gelmişler, açıkçası ben yazılı bir sınav da bekledim ama o kadar abartmak istememişler sanırım.

yıllarca ailede alay konusu oldum, bir daha da hiç kimsenin beni tanıştırmak istediği birisi olduğunda ok demedim. ben o hatayı yaptım cicim thank you diyerek yolladım.

çıktığım ilk kızdı, ilk ve son randevumuz oldu...

danışman göreviyle midir, bodyguard niyetiyle midir bilmem, yanında çam yarması gibi bir kızla çıkageldi. davet benden gelmişti, serde de centilmenlik var, hayatta hesabı ödetmem ama bu üçüncü şahıs yoktu ki gündemde? bütçe desen kısıtlı, finans nanay o günlerde...

sonradan öğreniyorum yemek işini halletmişler; benimle buluşmadan önce ikisi kadıköy’ün ara sokaklarından birinde bir şeyler atıştırmak istemişler, abla da orda dört tane kıymalı gözlemeyi gömmüş. yarasın. ama yaramamış işte... biz oturduk kafeye, bir şeyler içtik, lakin iki lafın belini kırmak ne mümkün? abla devamlı karnını tutup inliyor. ben o an gözleme olayından bihaberim, regl sancısı diyorlar bana. abla gözlerimin önünde boncuk boncuk terliyor, titreme de var hafiften, durum iyi değil...

derken bi hışım kalkıp tuvaletin yer aldığı ikinci kata yöneliyor, fakat döner merdivenin metal basamağına attığı ilk adımla beraber tökezleyip düşüyor ve düştüğü yerde bildiğin altına sıçıyor abla. çıkmaya çalıştığım kızla kafeden çıkıyoruz, karşı sokağa geçip cebimdeki son parayla alış veriş yapıyoruz, uygun bi don seçip ablaya getiriyoruz. özürler, kusura bakmalar, mahcup oldumlar... "ya gözleme dokundu"lar, "ya açık ayran bozdu"lar...

ne demek canım diyorum, insanlık hali. apar topar vedalaşıyoruz çıkmaya çalıştığım kızla, artık kafam nasıl allak bullak olduysa bilek güreşi tutuşu gibi bi tokalaşmayla ayrılıyorum mekandan. bir daha ne o beni arıyor, ne ben onu soruyorum...

kadıköy haldun taner sahnesinin orada manitayla buluştuk, ilk randevu ama ilk sevgili değil, sene 2003 

bir roman çocuk geldi:

- abi selpak, sonra bi başka kız abi çiçek...

bilen bilir, yapıştı mı bırakmazlar, hele ki yanında kız varsa tamam direkt hedefsin bizle beraber yürüyorlar. şopar diyor ki bak balgam atarım kıza! ben de diyorum ki hele bi dene! neyse, 200 m yürümüşüzdür, kız olan başka bir av buldu, o ayrıldı biz de haydarpaşa'ya doğru yürüyoruz deniz kenarından. bu piç, afedersiniz midenizi bulandıracağım ama balgamı ağzında topladı, baktım harbi tükürecek kızın elini bırakıp buna bir koydum, denize düştü piç, kız başladı ağlamaya. tabi ortalık karıştı, orada kalabalık oldu falan baktım şopar yüzüyor dedim kıza burası karışacak uzayalım. bu şopar yüzünden bir sene kadıköy'e gitmedim.

"ebruyla aşk böcüğü" isimli radyo programı vardı eskiden

şerefsiz bir arkadaşım bu program üzerinden farklı farklı hatunlar ayarlayıp takılıyor, sonra da gelip ballandıra ballandıra anlatıyordu. hatta bir keresinde zengin bir hatunla radyodan tanışıp uzun süre takılmışlardı. kız lüks araçlarla gelip alıyordu bu p*çi semtten, yedirip içirip sevişip geri bırakıyordu.

bir gün ben çalışırken bu gavat aradı: "şu anki kız tam sana göre hemen radyoyu aç." reklama girince de hemen ara dedi. programın her şeyini ezberlemiş p*ç.

dediğini yaptım, ilk denemede şak diye düştü telefon. neyse format gereği seçici kızımıza talip olduk, canlı yayına bağlandık. kız kendisine talip 3 adaydan birini seçecek format gereği. ama diğer iki adayını dinlemeden şak diye ilk adayı olan beni seçti. radyocular karşılıklı numaralarımızı verdi. 3-5 gün mesajlaşma konuşma derken buluşma kararı aldık. görüntülü arama falan yok o zamanlar... tabi konuşurken itirafları da yaptık karşılıklı. ben aslında spor hocası olmadığımı ve gerçek adımı söyledim. onun da iki yalanı varmış, birincisi adı gerçek değilmiş (standart yalan) ikincisi de boyu programda söylediğinden kısaymış. ben içimden fark etmez diyorum. zaten bu bizim p*çin anlattıkları yüzünden tek bir beklentim var bu muhtemel ilişkiden, o da belli.

derken buluşma günü geldi çattı... buluşma üsküdar vapur iskelesinde olacak, "üzerimde kırmızı gömlek var" demişti telefonda. ben avrupa yakasından motor denen deniz taşıtıyla geliyorum. o da sultanbeyli tarafından bir yerden geliyor. motor iskeleye yanaşırken karadaki kalabalık arasında kırmızı gömlekli birini arıyor gözlerim ama ilk başta seçemedim. tam inecekken gördüm ve gözlerime inanamadım. şu anda dalga geçmek ya da hakir görmek için değil, sadece bu yazıyı okuyana tarif edebilmek için yazıyorum: buluşacağım kız toplumda cüce tabir edilen, engelli insanlardan biriydi. boyu 90 cm civarındaydı ve yüzü de yaşlı bir insan yüzü gibiydi. o hastalığın adını bilmiyorum, anladınız işte. yani bu kardeşimiz boy konusunda çok ciddi bir yalan söylemiş. böyle tarif ettiğim için üzgünüm ama gerçek buydu. allah affetsin ben o anda şoka girdim, ne bok yiyeceğimi de bilemedim.

ilk refleksle geri döndüm herkes iniyor, ben terse gidiyorum. saklanacak yer ararken motordaki görevliyle göz göze geldik "hayırdır" der gibi bakıyor. dedim ben vazgeçtim eminönü'ne geri dönecem acil işim çıktı. dedi ki "o zaman iki yandaki motora binmen lazım bu gitmeyecek." 

"ahan da yarraa yedik" dedim... neyse mecbur indim motordan, hızlıca iskeledeki kalabalığa karışayım dedim. inşallah beni görmez diyerek iskeledeki kocaman bir duvarın arkasından dolaşıp kaçmayı planlarken meğer önceden görmüş beni bu, duvarın diğer taradından önüme atladı heeey buradayım dedi. çok sevindi, çok mutlu oldu. garip bir tokalaşma oldu. rukü edecek seviyede eğildim tokalaşırken. tek bir kez göz göze gelmedim bakamıyorum çünkü. inanılmaz bir mahcubiyet var üzerimde. acaba kaçmak üzereyken yakalandığımın farkında mı, ondan da emin değilim.

mecburen yürüdük biraz sahilde. tekrar söylüyorum ben hâla büyük bir şoktayım biraz da toyluk var, ne yapacağımı bilmiyorum. herkes bize bakıyor sahilde. bir gariplik var çünkü benim hal ve haraketlerimde. doğru düzgün yürüyemiyorum bile. bir an önce bitsin istiyorum ama ağzımı açıp tek kelime söyleyemiyorum. bir ara hızla koşup kaçsam dedim ama çok daha büyük ayıp olacak. bunu ona yapamam diyorum.

derken bu demesin mi "ablam ve nişanlısı da burada, önce biz tanışalım, sonra onlar da bize katılacaklar, seninle tanışmak istiyorlar. şu anda arkadan takip ediyor bizi." arkamı bir döndüm, gülümseyen bir çift bize bakıp el sallıyor bir şoktan çıkıp öbürüne giriyorum. kıpkırmızı oldum soğuk terler boşanıyor benden. "aman allahım" diyorum "bu yolun sonu nikah masası oldu 5 dakika içinde."

şoku üstümden atıp sadece kırmadan incitmeden bu duruma bir son vermek istiyorum ama yapamıyorum çenem kilitlendi. boy konusunda yalan söyleyen o olsa da mahcubiyet yaşayan benim. böyle durumlarda ne yapılır, tecrübem yok ki! hatta genel olarak buluşmalarla ilgili çok tecrübem yok o zamanlar. beni oraya götüren tek şey arkadaşın gazıyla coşan testosteronlarım. onun niyeti ise hiç tanımadığı bu adamla ciddi ciddi ilerlemek ve nihayetinde evlenmek.sanki hayır cevabını hiç kabul etmeyecekmiş gibi bir hava var üzerinde...

ne derse onaylıyorum. kaçır beni evlenelim dese bir an düşünmeden o dakika yaparım. tam o kıvamdayım. neyse uzunca yürüdük sahilde, sonra bir çay bahçesine girdik. çay bahçesi tıklım tıklım. herkes merakla bize bakıyor s*k varmış gibi. arkalarda bir masaya geçtik ve iki içecek söyledik. oturunca biraz sakinleştim. gizlice telefonumu çıkarıp dizlerime koydum ve çaktırmadan arkadaşıma mesaj attım "beni acil ara ve bir bahaneyle oraya çağır" diye. tuşlu telefon yüzünden hayatımda attığım en zor mesajdı. telefonu tekrar cebime soktum çaktırmadan. biraz sonra aradı, "eyvah" dedim "bugün arkadaşımın nikahı vardı, unuttum. hatta ben nikah şahidi olacaktım gitmezsem olmaz. hemen yetişmeliyim." vs.

koşar adımlarla iskeleye geri döndük. son anda kalkmak üzere olan bir motora yetiştim, atladım hemen. o andan sonra bir daha hiç yanıtlamadım arama ve mesajlarını. günlerce mesaj attı. uzun uzun mesajlar. mektup kadar uzun mesajlar. tek kelime cevap veremedim. en son bir mesajda bari görüşmek istemiyorsan evet ya da hayır gibi bir şey yaz ama yeter ki yaz rahatsız etmeyeceğim dedi. hızlıca hayır yazıp yolladım. bir daha aramadı ve yazmadı.

şu an anlatırken bile garip oluyorum. henüz bir haftadan az tanıdığı biri olsam da çok büyük ve ciddi beklentileri vardı benle ilgili, hepsi yıkılmış oldu. çok kötü bir histi. bu deneyimi asla yaşamak istemezdim. üstelik yalancı olan oydu ama ben hâla o mahcubiyeti yaşıyorum niyeyse. kendimi hâla çok kötü hissediyorum şu an bile...