Sözlük Yazarlarının Ölen Yakınlarından Geriye Kalan Hüzün Verici Nesneler ve Hikayeleri

Bir kişi öldükten sonra onun en sıradan eşyası bile hayat hakkında bazı şeyleri simgeleyen bir nesneye dönüşebilir. Sözlük yazarlarının tanık olduğu böyle üzücü dönüşümlerin hikayelerine bir bakalım.
Sözlük Yazarlarının Ölen Yakınlarından Geriye Kalan Hüzün Verici Nesneler ve Hikayeleri


13 yaşındaydım. yaz tatili için anneannem ve dedemle köyde kalıyordum. bir sabah dedem erkenden kalkmış, güzelce giyinmiş kokulanmış beni uyandırdı. "ben şehre iniyorum kızım bir şey istiyor musun" diye sordu. ben de sabahın köründe beni uyandırdığı için sinirlenip dünyanın en gereksiz atarını yaptım. aşırı huysuz bir şekilde "falım sakız al, buranın bakkalındaki sakızları beğenmiyorum" deyip kıçımı dönüp geri yattım.

dedem şehre gittiğinde karşıdan karşıya geçerken bir dolmuşun kendisine çarpması yüzünden birkaç gün hastanede yatıp sonra da öldü. şehir merkezinde işleri olduğunda hep elinde taşıdığı içine evraklarını koyduğu küçük kahverengi bir çantası vardı. hastane, cenaze vs süreçleri geçtikten sonra annemle çantasını açtık. içinden 10'a yakın falım sakız çıktı. günlerce o sakızlara bakıp bakıp ağladım. şımarıklığıma, domuzluğuma öfkelendim. o sakızlar bana bazen çok basit olarak görebileceğin bir nezaketsizliğin nasıl ömürlük bir pişmanlığa dönüşeceğini öğretti.

hatırladıkça hala burnumun direği sızlar. hiç geçmeyeceğini bildiğim bir hüzne kapılırım.

rahmetli dedemin cüzdanından çıkan, annemin kesilen ilk saçı, beyaz kağıdın içinde bi bukle.

45 sene taşımış cüzdanında.

huzur içinde uyu güzel dedem.

ben telefonumu değiştirdiğimde öncekinde gözü olduğunu bildiğimden, ses etmeden getirdim verdim nokia e72'yi... bizim ailede teknoloji deliliği ondan bana miras... yaşından beklenmez bir adaptasyon yeteneği vardı. ölümünden 1 hafta önce kapattı telefonu. karşısındaki koltuğa bıraktı. yatağına geçti uyudu... o zaman kendinden umudu kestiğine ikna oldum. insan sadece tutkulu olduklarını bıraktığında ölüyor belki ne bileyim. telefon şarjda yaşıyor o derece işlevsiz. ne ben kıyarım onu atmaya, ne başkası cesaret eder... evin telefonu işte... yaşar durur onun yerine.

(bkz: hırka)

elinde mezurayla neşeli bir şekilde gözleri ışıldayarak yanıma geldi, etrafımı ölçüp biçmeye başladı. "sana hırka örcem, üşüyünce giyersin" dedi.

ergendim. "yav ne gerek var, aynısını x liraya satiyorlar mağazada, alır giyerim. uğraşma" dedim. ölçmesini bitirdi ama neşesi kaçmış, ışıltısı sönmüştü. boynu büküktü giderken. aptaldım. umursamadım.

hırkayi bitirdi, okul açılacaktı "gitmeden gel, hem son kez seni göreyim hem de hırkanı vereyim, eskişehir soğuk olur" dedi. sorumsuzdum. "alt tarafı hırka, sonra alırım" dedim, sokaklarda sürttüm, ictim, bindim trene eskişehire gittim, onu görmeye gitmedim. "son kez göreyim" demişti "seni son kez göreyim." insanoğlu kelimeleri istediği gibi algılamakta çok başarılıymış.

bir ay geçmeden haberi geldi. hastaymiş, kimseye söylememiş. hastaneye kaldırılınca haberi olmuş bizimkilerin ama son bir kaç saatine yetişebilmişler ancak. gözlerinin önünde ölmüş.

bindim trene, cenazeye koştum, kavrayamıyordum olanları. eş, dost, koşturmaca, mevlüt, hoca falan derken bitti. bir daha görmemecesine gömdük toprağa. eve döndük.

ablam geldi yanıma elinde bir poşetle, migros poseti bildigin. uzattı bana " bunu aldırdı bana evinden, sana örmüş. 'eskişehir soğuk olur, belki giyer' diyip durdu. düzgün paket yapamamış diye strese girmişti kadıncağız." dedi ağlayarak.

çıkardım hırkayı poşetten. koydum yatağımın üstüne. ömrünün son günlerini ben üşümeyeyim diye hırka örerek geçirmişti. o gün ona "aynısını satıyorlar" diyen dilimi koparmak istedim. beni son kez görmek isteyen kadına, iki şişe köpek öldüreni yeğlemiştim. canım çıksaydı keşke.

bir insanin bu kadar ağlayabilecegini hiç tahmin etmezdim.

özur dilerim anneanne. bil ki hiç bir şey ve hiç kimse senin hırkan kadar ısıtamadı beni.

saç havlusu.

babam öldüğünde 14 yaşındaydım. bir pazar günüydü ve akşamında evimiz çok kalabalıktı. insan gerçekten ilk zamanlar yiten canın acısını hissedemiyor. bir afallıyorsunuz. o zamanlar liselere giriş sınavına hazırlanıyordum bir de. o yüzden taziye dönemlerinde bile büyük bir sabır ve sükunetle amcaların, teyzelerin sınava ilişkin sorularını yanıtlıyordum.

hiç ağlamamıştım.

ilk birkaç gün böyle geçti. sanırım ben o hafta hiç duş almadım. ev zaten curcuna.

aradan bir hafta geçti, artık duş almalıydım. banyoya girdim, kapının arkasında babamın saç havlusunu gördüm. (şu bone gibi olanlardan) öylece asılıydı.

bir saç havlusuna bakıp ne kadar ağlanabilirse, o kadar ağlamıştım. sonra bağrıma aldım, bastırdım, yine ağladım. babamın öldüğünü, o saç havlusunu gördüğümde gerçekten anlamıştım.

yaşlı kimsesiz bir amcanın cebinden çıkan kuru ekmek.

hastanın ölüm saatinin ilanından ardından güvenliğin cebinden çıkardığı kuru ekmeğe uzun uzun baktığımı gören hemşire sordu,

"tutanağa yazayım mı?"

"yaz ki insanlığımızdan utanalım" dedim.

yazdık.

"
bir adet yeşil gömlek
bir adet siyah pantolon
bir adet kemer amacıyla kullanılmış ip
bir adet lacivert mont
bir adet katıksız çeyrek kuru ekmek

"

babam öleli henüz 20 gün olmuştu. 

babam öldüğünde hastanede yoğun bakımda yatan anneme bu durumu söylemedik.
cenazeden bir hafta sonra annemi taburcu ettiler çünkü yapacak bir şeyleri kalmamıştı.
annem evde bir hastane yatağında solunum cihazıyla yatıyor
ben, kardeşlerim ve bakıcısı hep çevresindeyiz. 

bir gün ablamı çağırdı yanına büyük bir telaşla ve dedi ki
"yarın perşembe yumurtacı gelecek, yumurta alın ondan
mutfakta cüzdanım var ve içinde 20 tl para..."

oysa yarın çarşambaydı. 

kimse bu siparişi dikkate almadı tabi, çünkü daha önemli kaygılarımız vardı.
artık günleri de karıştırıyor, bilinci gidiyor yavaş yavaş dedik.
"tamam sen merak etme" deyip annemi geçiştirdik.
sonra bu mevzu unutuldu haliyle...

bundan dört gün sonra bir cumartesi sabahı annemi de kaybettik.
annemin ölümü üzerinden iki ay geçmişti evdeki eşya, mobilya,
anne babama ait kıyafetleri birilerine vermek için toplamaya başladık.
işte o gün mutfaktaki bir çekmecede anneme ait
eski, siyah, annem kadar yorgun görünen o küçük el çantasını gördüm.
elim istemsizce çantaya gitti. küçük çıtçıtını açıp açmamakta tereddüt ettim
ama sonra açtım.
içi boştu, sonra çantanın içindeki küçük ceplere soktum parmaklarımı.
elime bir şey değdi. çıkarıp baktım. 4'e katlanmış bir 20 tl...
gözlerimden yaşlar boşandı.
annem 3 aya yakın hastane, yoğun bakım hastalığıyla uğraşıyordu
ve o cüzdandan uzaktı ama içindeki o 20 lirayı hatırlıyordu.

o cüzdan ve arasından çıkmış 20 tl artık benim evimde.
onu yakında çerçeveletip evimin mutena bir köşesine asacağım.
66 yıllık bir evlilikten sonra 24 gün arayla ve
babamın ölümünden haberi olmadan ölen annem gideli bugün tam 4 ay oluyor. 

ve bu benim annesiz ilk anneler günüm.