Stüdyo Ghibli ile Kıyaslarken Pixar'ın Hakkını Neden Asla Yememeliyiz?

Nedendir bilinmez, son yıllarda Stüdyo Ghibli övülürken Pixar biraz yerilmeye başladı arthouse çevrelerde. Bunun neden gereksiz bir tavır olduğunu anlatan bir yazıyla duruma müdahale etmek istedik.
Stüdyo Ghibli ile Kıyaslarken Pixar'ın Hakkını Neden Asla Yememeliyiz?

"studio ghibli vs pixar"

pixar filmlerindeki hikaye ve görselliğin temel noktalarının yaratıcı kararları veren bir yaratıcı ekip tarafından değil de teknoloji tarafından şekillendirildiğini düşünüyorsanız sadece pixar'ın ve 3d animasyonu değil, yüz yıllık batı animasyonu konusunda zerre tarihsel bilgiye sahip değilsiniz demektir. 3d animasyonun olayı detaylı render kabiliyeti olsaydı bugün 3d animasyon izlemek yerine en yüksek teknolojideki kameralarla çekilmiş görüntüleri tercih ediyor olurduk. izleyiciler toy story 3'ü izlerken ağlamak yerine oyuncakların iplerle oynatıldığı çözünürlüğü yüksek filmlere ağlıyor olurdu. ne var ki bunu yapmıyorlar: bugün disney'in yaptığı yüksek detaylı, karakter animasyonundan uzak live action filmlerin neredeyse hiçbiri klasik walt disney filmleri ya da pixar'ın altın çağında üretilmiş filmler (kendisinden bugün tiksinsem de john lasseter'ın disney'de chief creative officer olduğu dönemdeki filmleri kastediyorum) kadar etkili olamıyor. çünkü pixar'ın ve batı animasyonunun bugün sönmeye yüz tutsa da bir "ruhu," bir "sihri" var ve bu sihrin sırrı sır render veya teknolojide değil o dönemde verilen yaratıcı kararlar ve üretim süreçlerinde yer alıyor.

pixar'ı bugün bildiğimiz haliyle pixar olarak yaratanlar bilgisayar mühendisleri değildi. tarihindeki kilit isimler olayı tasarım, animasyon, film yapımı gibi konularda uzmanlıkları ve farklı düşünme becerileri ile öne çıkan insanlardı. pixar ilk önce lucasfilm'in bir parçası olarak george lucas'ın, yani bir yönetmenin, inisiyatifiyle kuruldu. yani yaratıcı film endüstrisinin dışında kalan bir teknoloji firması olarak başlamadı, direkt film yapım amaçlarına hizmet etmesi için kuruldu. firmaya ve 3d animasyon sektörüne çok erken bir dönemde girip bu sektörü şekillendiren, hatta bir dönem walt disney'in bütün yaratıcı vizyonunu yönlendiren insan calarts character animation çıkışlı olan john lasseter ve onun calarts çıkışlı arkadaşları. o dönem firmayı kısmen satın alıp ortağı olan insan ise steve jobs . bugün kendisini teknolojiyle ilişkilendiriyor olabilirsiniz ama adamın olayı teknik yanı değil tasarım konusundaki sapıklık derecesindeki takıntısıdır, ki bu açıdan pixar'ın vizyonuna uygun buluyorum ben kendisini (her ne kadar ayrılmış olsa da).

John Lasseter

bu insanların altında da kocaman bir yaratıcı ekip çalıştı yıllarca

hikaye anlatımı ve yönetmenlik üzerine kafa yoran storyboard artistler, bir duygunun özünün hangi mimikler, hangi jestler ile anlatılabileceğine bir oyuncu gibi çalışan karakter animatörleri, tasarım prensiplerini yalayıp yutmuş çevre ve karakter tasarımcıları, renk ve ışığın sadece dijital yönlerine değil insan algısıyla ilgili yönlerine dair kendini yetiştirmiş insanlar. koca bir yaratıcı ekip yani. hatta inanır mısınız, sizin sadece "render" deyip geçtiğiniz texturelar ve patternlar bile sadece teknik işler değil. bir teknik ekip ortaya çıkıp "biz su damlasını gerçek bir su gibi göstermeliyiz" ya da "biz bir saç telini saç teli gibi göstermeliyiz" diye işin başına koyulmuyor. öncesinde doku, desen ve algı, dokunun insan duygularıyla ve söz konusu hikayeyle, karakterle ilişkisi, bir dokunun "özü" üzerinde çalışılması gerekiyor. bunlar üzerinde sanatçılar, tasarımcılar çalışıyor. "sanatçı" kelimesinin altını çizmek istiyorum: bu insanlar gidip bilgisayar üzerinde sadece generative bir şeyler oluşturup oynamalar yapmıyorlar. doğadaki, gerçek hayattaki organik-inorganik objelerin dokuları ve desenleri üzerine gözlemler yapıyorlar, bunları olduğu gibi almak yerine bunların farklı yanlarını soyutlayıp bu farklı yanların izleyici algısıyla ilişkisi üzerine beyin fırtınasında bulunuyorlar, sonradan o karaktere atanacak dokuların nasıl olması gerektiğine karar veriyorlar. sonradan bu kararlar teknik ekiplerce gerçeğe dökülüyor. bazı şeyler seçiliyor, bazı şeyler atılıyor. en azından pixar'ın altın çağında bu süreç böyle ilerliyordu, bugününü bilemem. ai'ı çalışma süreçlerine adapte ettilerse bile şu anki etkilerinin yaratıcı kararları ortadan kaldırdığını zannetmiyorum.

görsel kısmı değil hikaye anlatımını merkez alırsak, pixar'ın herhangi bir filminin hikayesini o hikayede çalışmış bir story artist'in pitch'inden de dinleseniz özünü anlarsınız, duygusuna girersiniz. pek çok storyboardunu en soyut haline indirgenmiş şekilde, basit şekillerle size gösterseler yine özündeki belli hisleri yakalarsınız. çünkü pixar'ın ve disney'in en iyi işlerini ortaya çıkarmış olan sır aslında bu: soyutlama ve güçlü temeller, çok iyi oluşturulmuş karakterler -ki karakter, bir hikayenin özüdür. bir pixar filmini çekici yapan şey detaylar değil, renderlar değil; hikayenin ve görsellerin iskeleti, bunların detaylarına geçmeden önce en temel, en dipteki prensipleri ve etkileri üzerinde çok iyi çalışılmış olması. benim çocukken for the birds ya da boundin gibi "basit" görünen kısa filmlerde gözlerimin dolmasının nedeni buydu. toy story 2'de jessie'nin terk edildikten sonra bağış kutusundan dışarı baktığı sahnenin hala kendi hayatımdaki bazı anlarda gözümde dan diye canlanabilmesinin sebebi bu. wall-e'yi ne zaman izlesem oradaki duygularla hala bağ kurabiliyorum. çünkü bu filmlerin hepsi iyi birer hikaye anlatımı örneği. hepsi klasik ve uzun yıllar boyunca öyle kalacaklar. bunu da pixar'ın en azından o dönemler bir ruhu, bir sihri olmasına borçlular.


karşılaştırma meselesine gelirsek

ghibli ve pixar'ın yöntemleri ve geldikleri kültürel/sanatsal gelenekler farklı olabilir, fakat bu iki firma animatörlerin, tasarımcıların, sanatçıların alın teri ve vizyonu üzerine kurulu. sırf çalıştıkları yöntemler ve içinde bulundukları şirket geleneği farklı diye bu insanlar bambaşka türden yaratıcı üretimler yapmış olmuyor. birini överken diğerini gömmek, birinin yaratıcılıktan yoksun olduğunu iddia etmek yalnızca dar görüşlü, siyah beyaz düşünmeye yatkın bir zihnin yapacağı bir şeymiş gibi geliyor bana. iki geleneğin yaratıcılık ve duygu aktarma biçimleri farklı olsa da ikisinde de benzerlikler bulabilirsiniz. lasseter kayıplara karışmadan önce her yerde miyazaki hayranı olduğunu anlatıyordu, film yapım süreçlerinde ne zaman bir çıkmaza girildiğini hissetse pixar sanatçılarına ghibli filmlerini izlettiği sıkça anlatılan bir anektoddur hatta. bu en nihayetinde bir zevk meselesi. ben ghibli filmlerini de takdir ederim ve izlemekten çok keyif alırım, bazıları en sevdiğim filmler arasındadır (mesela kaguya-hime). ama ortalamaya bakınca pixar'ı tercih ediyorum. çünkü batı animasyon geleneğinin bazı güçlü yönleri (soyutlama ve expressive karakter animasyonu gibi) kendimce en bayıldığım şeyler. bir kandinsky tablosuna nasıl saatlerce bakabiliyorsam, odama asacak kadar sevebiliyorsam bir pixar filmini de defalarca izleyebilirim. çünkü öyle seviyorum. soyutlama görmek beni mutlu ediyor. kimisi de ghibli'nin arka planlarına aynı tutkuyla bakar, o sahneleri oluşturan görsel tercihleri beğenir. bunun bir açıklaması yok. bu nedenle bu başlıktaki karşılaştırma, yersiz ve cahilce bir karşılaştırma.

bu konuda konuşurken başka şeylere, özellikle disney'e ve batı animasyon geleneğinin temellerine, hangi yönlerinin güçlü olduğuna, pixar tarzı bir stüdyoyu kuracak insanların neden aslen calarts'tan çıktığına, lasseter'ın iğrenç bir tacizci olsa da neden walt disney'den sonra o şirketi tekrar orijinal vizyonuna yakınlaştırabilmiş tek insan olduğuna ve sonrasında disney'in neden b*k yoluna girdiğine değinmek gerekirdi. ama ne yazık ki bana ayrılan yazı yazma süresinin sonuna geldik...