Sultan Vahdettin, Vatan Haini miydi?

İsmi üzerinden yapılan tartışmaların bitmek tükenmek bilmediği son Osmanlı padişahı Sultan Vahdettin'i derinlemesine konu alan bir yazı. Vahdettin hain mi, değil mi?
Sultan Vahdettin, Vatan Haini miydi?

vahdettin, padişah olmadan önce mustafa kemal'i tanıma fırsatı bulmuştur. mustafa kemal hakkında gözlemlenecek çok husus var ama herhalde vahdettin için en önemlisi mustafa kemal'in ittihatçı olup olmadığıydı. zira onun gözünde osmanlı ailesini (2. abdülhamit) pasifleştirip devlet aygıtını ele geçiren (bkz: enverland), ülkeyi dünya savaşına sokan onlardı. bu bile vahdettin'in, ittihatçıları sevmemesi için yeterli sebepti.

hele bir yıl sonra devletin mağlup olması ve ittihat terakki'nin ileri gelenlerinin ortalıktan kaybolmasını düşünürsek...

vahdettin'in şehzadelik zamanından tanıdığı mustafa kemal, ittihat terakki yöneticilerini çok ağır eleştiren hatta muhtemelen ittihatçıların bertaraf etmeyi bile düşündüğü ama beceremediği ya da gözden çıkaramadığı bir genç subaydı. genç subayken mustafa kemal'in peşine düşen "silahşor"ları suat yalaz "atatürk'e suikastler" kitabında derleyip çizgiye dökerek sade bir biçimde anlatmıştır.

kuvvetle muhtemel vahdettin, mustafa kemal'in ittihatçılar gibi batı eğitimi alan (ve her halükarda kategorik olarak jön türk olan) bir subay olduğunun ama ittihatçıları sevmeyen ve onların da gözüne batan dik başlı, parlak bir asker olduğunun farkındadır. hatta belki en baştan beri bunun farkında olduğu için kendisine onu yaver seçmiştir.

1. dünya savaşı bitip de talat bey avrupa'ya, enver paşa asya'ya geçince faturayı ödemek vahdettin'e kalmıştı. bu durum, ittihatçılara duyduğu nefreti herhalde kat be kat arttırmıştır. konstantin'in yaptığı gibi istanbul'u vuruşa vuruşa canı pahasına savunabilirdi ama savaşçı karakterli bir insan değildi. özel hayatında çelebi, munis denebilecek bir adamdı ve taht mücadelesi verip tahta çıkmamış, herkesin kaçıştığı bir ortamda kendini tahtta bulmuştu.

çok kitap okuyan, çok üst derece islam hukuku bilen biri olduğu da doğrudur. celal şengör düzeyinde jeoloji veya mehmet öz düzeyinde tıp biliyor da olabilirdi. bunlar bir insanın devlet adamı olarak övülmesine gerekçe değildir. söz konusu entelektüel birikimi, övgüye değer bir iş yapmasına da sebep olmamıştır.


--- dedikodu bölümü ---

o zamanlardan kalan ama kesin delili olmayan muhtelif dedikodular var. vahdettin'in mustafa kemal'e kızını vermek istediği ya da mustafa kemal'in vahdettin'in kızına talip olduğu yönünde. bence bu, olmayacak bir olay değil. ittihatçıların bıraktığı mağlubiyet faturasını ödemek zorunda kalan ama savaştan anlamadığının bilincinde olan (siyasetten de anlamıyordu, ona değineceğiz) vahdettin, ittihatçıların kararlarına ve devleti yönetme şekline sert ve genelde korkusuzca muhalefet etmesiyle meşhur bu parlak subayı, anafartalar kahramanını damadı olarak da görmek ister, devlet idaresinde de görmek ister. mustafa kemal de devletin kurtuluşu için sıfırdan başlamaktansa güç ve mevki sahibi olarak planlarını uygulamaya koysa hedefine çok daha kolay ulaşırdı ve bu bile kafasındaki cumhuriyet idealini gerçekleştirmesine engel olmazdı.

belki vahdettin'in kızı, amcaoğlu ömer faruk efendiye çok aşık olduğu için belki vahdettin, mustafa kemal paşanın istanbul'dan başlatılacak mücadele planlarının uygulamasını göze alamadığı için bu izdivaç gerçekleşmemiştir.

ekleme: izdivaç talebinin belgesi olmaz ancak dedikodusu olur diye düşünmüştüm ama murat bardakçı, hatırat aktarımı niteliğinde bir belge bulmuş. resmi belge olmasa da ikinci dereceden tanıklık denebilir: hürriyet.com.tr

--- dedikodu bölümü bitti ---

bu sırada rumların "19 mayıs pontus soykırımı" ile sonuçlandığı iddia ettiği olaylar başlar. türk ordularının yenilmesiyle birlikte doğu karadeniz'de rum çeteler gem'i azıya alıp türk köylerini basmaya, sivillerin ırzına, canına kast etmeye başlamıştır.

o kaosta ortaya çıkan, başta topal osman gibi türk çeteciler, rum çetelerine karşılık vermeye başlamıştır. karşılıktan kasıt şu: topal osman her köy baskınından sonra rum çetelerine bir baskın yapmamaktadır. onu ancak devletin kolluk güçleri yapar. topal osman, baskın yiyen her türk/müslüman köyüne karşılık 3 rum köyünü basıp onlara, türklere yapılanın aynısını yapmaktadır.

rumlar 5-6 asırdır sadece tarım ve ticaret yapmış, silah taşıması bile yasak bir toplulukken türklerin son 2-3 asırdır yaptığı tek iş savaşmaktır. velhasıl, itilaf devletlerinin gözünde doğu karadeniz büyük kaosa sürüklenmekte, işler ters gitmektedir. mütareke şartları ağırdır ve uyulmaması her tür yeni işgale meşruluk sağlamaktadır. trabzon'daki (sinop'tan rize'ye kadar doğu karadeniz'in tamamı trabzon vilayetiydi) idare ise acizdi. itilaf devletlerin bu duruma bir son verilmesi için saraya ciddi baskı yaptığını, tehditler savurduğunu tahmin etmek zor değil.

işte o noktada doğu karadeniz'e hem sözü geçen hem askerlikten anlayan ama kesinlikle ittihatçıların çılgınlığını devam ettirmeyip yeni döneme uyum sağlayacak bir "paşa" gerekiyordu.


görevi "ordu müfettişliği" diye geçer ama dönemin kaynaklarından anladığım kadarıyla bu, şimdiki orgeneralliğe yakın bir askeri rütbe. yani mustafa kemal teftiş yapmaya değil basbayağı ordu yönetmeye gidiyordu. vahdettin'in ondan beklediği, ittihatçılara uymayan aklı başında bir paşa olarak oradaki kaosu sonlandırıp asayişi temin etmesi. ingilizler daha fazla kızmazlarsa anadolu'yu yönetme inisiyatifini osmanlı'ya bırakacaklar ve bu sayede "devlet kurtulacaktı".

vahdettin'in "paşa, devleti kurtarabilirsin" dediğini mustafa kemal atatürk nutuk'ta bizzat anlatır. vahdettin'in bunu söylemekten neyi kast ettiği o zaman için çok açıktır. zaten vahdettin için devlet demek "devlet-i al-i osman" yani osman ailesinin devleti demektir. devlet padişah ailesinin mülküdür. "türkler" ise o padişahın [tehlikeli (karamanoğulları, celaliler, ittihat terakki...)] soydaşları ve elde kalan son toprak parçasındaki etnisitelerden biridir.

vahdettin'in bu sözünün "anadolu'ya git, meclis kur, ittihatçılar yüzünden kaybettiğimiz savaşı 3 yıl daha uzat" diye yorumlayacak kadar o zamanın ruhundan habersiz insanların yetişeceği, olayı bu kadar saptırarak yorumlayacakları herhalde aklından bile geçmemiştir.

19 mayıs günü trabzon'un samsun kazasına çıkan paşa, topal osman'ı ve benzeri çeteleri derdest etmemiştir. onun yerine amasya, erzurum, sivas derken ulusal kurtuluşa yönelmiş, doğu karadeniz'deki rumları oradaki türklerle başbaşa bırakmıştır. 19 mayıs soykırımı dedikleri oradaki mukatelenin (öldürüşmenin) devam etmesidir. hatta paşa, topal osman'ı kendi tarafına çekip onun adamlarından kendine bir muhafız taburu oluşturmuştur. tüm bunlara rumların ve vahdettin'in gözünden bakınca bu bir ihanettir. mustafa kemal, padişahı (ve müttefik devletleri) dinlemeyip vatana ihanet ettiği için hakkında idam kararı çıkarılmıştır.

vahdettin hain mi, değil mi? her şey bir yana, vahdettin kendi "vatana ihanet" ölçütlerini esas alırsak vahdettin haindir ama bunlar sağlıklı ölçütler değil. ancak "kısas" bakımından haklı sayılabilir.

mustafa kemal, savaş sonrası oluşan "kaosu yatıştıracağına basiretsiz ittihatçılar gibi" savaştan, mücadeleden bahseden bildiriler yayınlayınca vahdettin'in büyük düşkırıklığına uğradığını tahmin etmek zor değil. fakat mustafa kemal'in davasına inanmayan, başarı ihtimali vermeyen sadece vahdettin değildi. damat ferit falan da değil. harbiye'deki hocalarından, meslektaşlarından o zamanki köşe yazarı otoritelere kadar büyük çoğunluk bu gelişmeleri ciddiye almıyor, başarı ihtimali vermiyordu. ancakseçim yapılıp yeni meclis kurulunca, inönü, sakarya gibi zaferlerden sonra istanbul'dakilerin fikri değişecek ve subaylar, mebuslar, fikir insanları ankara'ya geçecekti.

vahdettin'in basiretsizliği sakarya savaşı zamanında bile bu davaya inanmamış olmasıdır. tbmm orduları batıda düşmanla, doğuda isyancılarla mücadele ederken, kafkasya'ya sotaya yatıp "bizlik bir şey olursa anadolu'ya akarız" kafasında ordusuyla bekleyen enver paşa yüzünden pek çok birliği doğu sınırına çivilemek zorunda kalırken vahdettin gitmiş, saray bahçivanının 17 yaşındaki kızını bilmemkaçıncı karısı olarak alıp düğün yapmak ile meşguldü. dediğim gibi sadece askerlikten değil siyasetten de anlamayan, gelişmeleri okuyamayan, zamanının atmosferini sezmekten çok uzakta olan bir adam.

tüm bu badireler atlatılıp tbmm orduları kendilerini itilaf devletlerine kabul ettirince vahdettin de nihayet lütfedip ankara'ya şehzade göndermeyi uygun buluyor. daha önceki yıllarda ankara'dan istanbul'a giden heyet-i temsiliye üyelerini kafakola alıp tbmm'yi onlara bile yok saydırmasına, misak-i milli'yi tanıyan mebusların ingilizler tarafından tutuklanıp malta'ya sürülüşüne seyirci kalmasına değinmiyorum bile. ters yöne girdi diye arabası bağlanan sadrazam, istanbul'da sabahın 6'sında suçsuz yere uykusunda öldürulen mehmetçikler bir yanda yunan ordusunu koruduğu, mustafa kemal'i, tbmm'yi hedef gösterdiği bildiriler ve desteklediği isyanlar öbür yanda daha neler var. istanbul'da işgalcilere karşı acizdi ama tbmm'ye karşı gayet muktedir ve nemruttu.

velhasıl, sakarya muharebesi, vahdettin'in bile tbmm'nin davasına inanmasa bile o davanın ciddiyetine inanmasını sağlamıştır. fakat o saatten sonra gelecek olan şehzadeler için paşa tabii ki "gelmesinler" demiştir.

başarının sahibi çoktur. başarısızlık ise yetimdir. mustafa kemal'i samsun'da ingilizler tutuklasa, erzurum'da, sivas'ta baskına uğrasa, tbmm ordusu inönü savaşlarında tutunamasa anadolu'da olup biteceklere dönüp bakması ihtimali olmayan şehzadeler sakarya zaferinden sonra tbmm'ye destek verecek de zaferden pay alacak. tipik ortadoğulu kurnazlığı.

büyük taarruz'dan sonra lozan öncesi yarattığı ikilik vs. onlara değinmeyeceğim. yine zamanın ruhuna değinmekte fayda var. birinci dünya savaşının ertesi dünyadaki hanedanların pek çoğunun tarihe karıştığı yıllardır. almanya'da monarşi sona ermiş, rusya'da monarşi sone ermekle kalmamış hanedan romanov ailesi saraylarının bodrumunda kadın-çocuk demeden kurşuna dizilmişti. bunların ardından tbmm zafer kazanıp da anadolu'yu kurtarıp trakya'ya, istanbul'a yönelince vahdettin'i bir korku sardı. duvarlarda "vahdettin'e ölüm" yazıları vardı.

vahdettin osmanlı ailesine ihanet etmemişti. devlet=osmanlı ailesi diye düşünenler için bir hain değildi ve zaten hain olması imkansızdı. malik, mülkü üzerinde her tür tasarruf hakkına sahiptir. ister satar, ister yakar. fakat vahdettin, osmanlı ailesinin soydaşı olan türklere ihanet etmişti. kapitülasyonlardan beri yani asırlardır ticaretten dışlanan, ülkedeki gayrimüslimler karşısında fakir ve cahil bırakılmış olan ve buna rağmen devlet için en büyük fedakarlıkları, özveriyi göstermiş olan türkleri önemsememişti. kendisi için devlet anlamına gelen ailesini ve saray teşkilatını ayakta tutmak uğruna türklerin aşağılanmasına, ezilmesine, keyfe keder katliama uğramasına bile göz yummuş ve dahası o düzen devam edebilsin diye türkleri birbirine kırdırmıştı. sadece mustafa kemal'in davasına inanmazlık etmemiş, tbmm'yi yani milli iradeyi de yok saymıştı. gerçi hiçbir monark, tebaasına uymak zorunda değildir ama çığlıklarını bile işitmemek farklı...

tüm bunlara rağmen vahdettin'in sonu idam ya da kurşuna dizilmek olmayabilirdi. büyük ihtimlle abdülmecit gibi o da yurt dışına sürgüne gönderilirdi. gerçi vahdettin suikastten korkuyor da olabilirdi. istanbul'da hala ingilizler hakimken yıldız sarayından rıhtıma kadar olan yolu bile bir kızılhaç ambulansında gitmeyi tercih ettiğine göre sadece mustafa kemal'den, tbmm'den değil onların temsil ettiği halkın kendisinden de korkuyordu.

belki başkent işgal edilmesin diye direnecek dirayeti gösteremedi, karakteri ve ortam müsait değildi ama suikaste uğrayarak ya da romanovlar gibi kurşuna dizilerek ölseydi bile bu, bireylerin ya da ulusun tercihi olurdu. onun adına utanılacak bir durum olmazdı. fakat kaderini türklere teslim etmek yerine ingilizlere sığınmayı tercih etmesi hiçbir mazeretle sıvanamayacak bir hatadır.

sürgüne giderken devlet hazinesinden para almadığı, sadece kişisel mallarını aldığı söylenir. doğruysa, kendisi adına dürüstçe bir hareket fakat bilelim ki yanına aldığı kişisel servet ciddi miktarda paranın yanısıra çok sayıda mücevherlerle dolu bir hazineciktir. padişahın her konutu lojman değildi, kişisel varlıkları da devletten ayrı idi. maaşları vardı, gayrimenkulleri vardı. sadece istanbul'da değil dünyanın pek çok yerinde kişisel malları vardı.

vahdettin'in sürgünde parasız kalmasının, borç içinde ölmesinin sebebi, yaverinin paraların çoğunu kumarda kaybetmesi ve vahdettin'in padişahken edindiği mücevherlerin çoğunun sahte çıkmasıydı.

son tahlilde, okumuş, bilgili, kendi anlayışına göre bazı ilkelere önem vererek yaşamış bir insan olabilir ancak hem bir insan hem bir devlet adamı olarak öngörüsüz olduğu, aymazca davrandığı kesindir. bu karakteri ve işgalci ingilizlerin onun üzerinde bıraktığı tesir ona, türk milletine ya da türkiye halkına karşı ihanet olarak yorumlanabilecek kadar ağır hatalar da yaptırmıştır.

özellikle, sözünü dinlemiyor diye hain ilan ettiği mustafa kemal'in ona hain demesi çok normaldir.

daha da önemlisi: vahdettin'in hain miydi diye yargılanması yersizdir çünkü istanbul'u işgal eden ingizlere sığınmasıyla zaten dava "konusuz" kalmıştı. herkesin doğruları, yanlışları vardır. bunlar ancak bu muhakemenin toplumsal faydası, yaranın kaşınmasından daha büyük olacaksa ele alınır. birileri çıkıp vahdettin'i kahraman yapmaya çalışmasa, tepki olarak vahdettin'in kirli çamaşırları ortaya dökülmese daha iyi olurdu.

esas mesele vahdettin'in amel defterinin muhasebesi değildir. atatürk'ün reformlarını sindiremeyenlerin bunları ve atatürk'ü silmek ya da zayıflatmak için onun karşıtlarını zoraki şişirme gayretidir. vahdettin'in kendisi bile böyle tuhaf bir gayrete düşmemiştir.

atatürk'ün devrimleri 1920'ler, 30'lar için zamanının çok ilerisine düşmüş, özellikle modernleşme gayreti batı özentiliğiyle eşanlamlı sayılmış olabilir ama 21. yüzyıldayız ve türkiye sanayileşme sürecini tamamlayabilirse bu reformların batı özentiliği değil türkiye'yi geleceğe hazırlama gayreti olduğu anlaşılacaktır. konuyla doğrudan ilgisi olmayan kişiler üzerinden boş hamaset yapmanın da modası geçecek, artık prim yapmayacaktır.