Taksi İçin Mercedes Kullanılan Lüksemburg Hakkında Bilgi Sahibi Olmanızı Sağlayacak Notlar
lüksemburg... ülkenin başkentinde görülecek pek bir şey olmadığı doğru olsa da, ülkenin geneli için aynı şeyi söylemek pek doğru olmayacaktır.
ülke küçük. çok küçük olmasına rağmen batısı ve doğusu, kuzeyi ve güneyi bazı farklılıklar gösterir. ülkenin güneyi 30 yıl öncesine kadar madencilikle meşgul olduğu için daha zengindir. kuzeyde ise daha çok tarımla ve hayvancılıkla uğraşırlar. ülkenin batısı daha çok fransa'yı, doğusu ise almanya'yı andırır, hem yapı-mimarı itibarıyla, hem de sokak tabelalarıyla...
ülkede görülecek yerlerin çoğunluğu almanya sınırındadır. her şeyden önce mosel nehri boyu almanya'da kültürel ve tarihi açıdan ne kadar zenginse lüksemburg'da da o kadar zengindir. germanik orta çağ kentleri, kaleler, şatolar, kiliseler ve manastırlar bu bölgeyi donatmaktadırlar.
örneğin echternach, ülkenin en eski şehridir. nehirdeki köprünün öte yani almanya'dır. 800'lü yıllarda kurulmuş bir manastırı ve manastırın çok ilginç bir müzesi vardır. görülmeye değerdir.
daha kuzeyde vianden kasabası vardır ve burası vianden kalesine ev sahipliği yapar. diğer orta çağ yapılarına oranla çok yeni durmasının sebebi restorasyonun 19. yüzyılda yapılmış olmasıdır. doğa, kaleye inen çıkan yollar pek bir hoştur.
vianden'in biraz batısında "minik isviçre" (little switzerland/petit suisse) olarak ün yapmış müllerthal vardır. çok güzel doğa manzaraları, su yolları ve ağaçlarla bezenmiş bir yerdir burası.
yine ülkenin kuzeyinde esch-sur-sûre köyü vardır. içinden sûre nehri akmaktadır, yine bir kale kalıntısı vardır. 30 dakika yeterlidir burası için. upper sûre lake'e gidip yüzebilirsiniz akabinde. (eğer yağmur yağmıyorsa!)
lüksemburg şehrinden echternach'a giderken yolda birkaç şato görürsünüz, oralara uğrayınız, kaçırmayınız.
ayrıca yine echternach'ta unesco kültürel mirası olan dini bir ritüel her yıl haziran ayında icra edilir. tam hikayesini bilmiyorum bunun ancak erkekler ve bayanlar 3 ileri 2 geri zıplayarak ve ellerinde bildiğimiz bez mendiller tutarak (bir ucundan bir kişi diğerinden diğeri tutarak) bir yerden bir yere giderler.
şehre gelirsek
şehri iki katlı düşünürsek, 1. katı, yani şehri ikiye bölen vadi, grund ve clausen semtlerine ev sahipliği yapar. buralarda güzel cafeler, restoranlar vardır. genelde haftasonları bir atraksiyon vardır. jazz ve blues festivali burada yapılır. şehrin en güzel fotoları burda çekilmiş olanlarıdır. abbeye de neumunster birçok kültürel atraksiyon sunar bizlere (konserler, sergiler). vadiden yukarıya doğru uzanan duvarlardan birisinde küçük mağaralar vardır, çoook eski zamanlardan kalma. turistlerin uğradığı en popular yerlerden biridir burası ve unesco kültürel mirası kapsamındadır.
kırchberg semti avrupa birliği kurumlarınının bulunduğu yerdir. avrupa sayıştayı, adalet divanı, parlamento ve komisyonun bazı departmanları burdadır.
çok pahalı bir ülkedir. emlak fiyatları bilhassa (en azından ben deniz için) saçmalık derecesinde pahalıdır. 40 metrekarelik bir stüdyo kirası 800 eurodan aşağı değildir. lakin ülkenin kişi başına düşen gelir bazında dünyanın en zengini olduğunu burda es geçmemeliyiz. asgari ücret bile 1400 euro civarındadır. sanıyorum parayla doğru orantılı olarak dertleri tasaları yoktur. kısa mesafelerde bile araba kullanılır. bmw, porche, mercedes gibi markalar lüks değildir burda, normaldir. 6-7 ay çalışıp bir opel/vw alacak parayı zaten kazanmaktadırlar. sokaklarda pek insan göremezsiniz o yüzden. düşüp ölürseniz kimse görmez sizi... dikkat etmek lazım. insanları pek soğuktur. çok fazla güneş almadığı halde her evin kalın kepenkleri olması bunun en güzel kültürel ifadesidir sanıyorum. akşamları sanırsınız ki köyler, kasabalar bomboş, o kadar karanlık olur yani... tipik bir batı avrupa ülkesi özelliği olan dakiklik had safhadadır. otobüsler trenler çok anormal bir şey olmadıkça dakiktirler.
tren ve otoyol (otoban) ağı çok gelişmiş değildir. otobüsler vardır şehirlerarası. fransa'dan, belçika'dan ve almanya'dan her gün çalışmaya şehre gelen binlerce insan vardır, o yüzden sabahları ve akşamları trafik çok yoğundur. 20 dakikalık yol ancak 1 saatte gidilebilmektedir böylece.
ayrıca sanıyorum ki bayrak değiştirme mevzuu gündemin birinci maddesi olan tek ve yegane ülkedir. neymiş, halihazırdaki bayrakları hollanda bayrağının aynısıymış (işin tarihine bakarsak lüksemburg hollanda'nın orange hanedanına bağlı imiş 1814'e kadar. dolayısıyla bayrağı kullanmaya, mavinin tonunu açarak devam etmişler). anlayacağınız sıkılmışlar, kendi armaları olan iki kuyruklu kükreyen aslanla bezeli, mavi beyaz çizgili bayrağa dönmek istemişler. bunun için meclis toplantıları, kamuoyu araştırmaları, kampanyalar vs. yapmışlar. en sonunda ikisini de kullanmaya karar verdiler (uluslararası arenada 3-renkli bayrak, ülke içinde ise nasıl isterseniz)... o kadar dertsiz tasasızlardır yani.
türk sayısı çok azdır. adam gibi baklava yiyemezsiniz. türk lokantaları hep fast food tarzı yerlerdir.
başkentin havalimanı avrupa'nın en büyük kargo limanlarından biridir. çok fazla büyük uçak iniş kalkışının sebebi odur, yoksa turistler değil.
en az polis görebileceğiniz yerdir ayrıca. iltica etmek için buraya gelmiş bir türk olayı şöyle anlattıydı bana: "*mına *oduğumun memleketinde polis yok! 1 hafta polis diye inleyerek gezdim."
evet, lüksemburg da böyle bir yerdir işte...
lüksemburg değişik bir yer
hani görüntü olarak filan değil değişikten kastım. bir garip. bir tuhaf. bir değişik. çözemedim.
sadece beş gündür burada kalıyorum, bu beş günlük süreçte toparladığım izlenimlerin özetini geçeyim hemen.
- çok küçük bir yer olduğu için, istanbul'dan giden biri kabullenemiyor ilk başta böyle bir yerin ülke olmasını. o kısmını geçiyorum hemen o yüzden.
- sokakta, restoranda, otelde herkes ingilizce konuşuyor gibi bir durum kesinlikle yok. zira benim kaldığım geceliği bilmem kaç avro olan otelde fransızca menüden başka bir bok yok, yardım alabileceğim bir garson bile bulamadım. ha ama almanca biliyor çoğu. bu yüzden gerçekten de avantajlılar, kafadan iki ana dilleri var. ingilizceyi de işi gücü olan öğrenmiş bir şekilde ama sokakta herkes bilmiyor.
- nüfusu 500.000 civarında, fakat her gün en az 200.000 kişi, çevre ülkelerden buradaki iş yerlerine gidip geliyor. üç ülkenin birden sınırları içinde olduğu için, birine soruyorsun, almanya'da oturuyor, öteki fransa'nın bilmemne şehrinde, bir diğeri de belçika'dan gidiyor geliyor işine. bir nevi iş merkezi konumunda.
- bu kadar insan niye burada kalmıyor da gidip geliyor her gün diye düşününce insan onun da cevabını buluyor. maaşlar çok yüksek, gelir çok iyi falan iyi güzel ama hayat da çok pahalı burada. en kıytırık ev 1.5 milyon euro'dan başladığı için, işi gücü burda olsa da bir kısım insan gidiyor almanya'da evini yapıyor mesela.
Son söz
lüksemburg, taksi olarak mercedes kullanan garip adamların ülkesi. yoldaki amcaya "siz niye her maçta sekiz, on gol yiyorsunuz" diye sordum, cevab veremedi.