Tarihin En Zekilerinden Biri Olmasına Rağmen Değeri Bilinmeyen Filozof: Edmund Husserl
hocası brentano kendisinden daha da underrated'dır. ekmeği hep heideggger yemiştir. felsefede de bilimde de kendini satma diye bir olay hakikaten var. hem layperson tabir ettiğimiz işin içinde profesyonel olarak bulunmayan sıradan insanlara yönelik, hem de akademik ya da cemiyet bazında bu mevcut. heidegger bunu iyi başarmıştır. aslında husserl'in felsefesini de baya değiştirmiştir.
peki husserl neden dünyaya gelmiş en zeki insanlardan bir tanesidir?
çünkü bir mantıkçı ve matematikçi iken, yaptığı işin doğasına dair çok delice bir içgörüye ulaşmış ve "biz aslında ne yapıyoruz?" sorusunu sormuştur. insan demiştir, hayata karşı bazı doğal yatkınlıklar içerisinden bakar. bu doğal yatkınlıklar çok bariz kısıtlamalardır ve insan mantık ve matematik söz konusu olduğunda bile bu doğal tutumunu sergiler haldedir. mantık kuralları da matematik aksiyomları da, hep bu tutumun sonucu ortaya çıkmış sınırlı ve "şeylerin doğası"yla ilgili bir açıklama getirebilecek yöntemler değildir. insanın sahip olduğu tek şey görüngülerdir.
görüngü: görüntü değil. çünkü burada sadece görsel deneyim değil, diğer duyu organlarımız sayesinde edindiğimiz deneyimler de kastedilir. görünmek burada bütün bu deneyimleri kasteder. ve bütün bu deneyimler sadece görüngülerdir. biz şeyleri sadece bize göründükleri şekliyle bilebiliriz. bu anlamda şeylerin bize görünmezken nasıl olduklarını, kendi dışarıya olan doğal tutumumuz olmadan, kendi tutumumuz sayesinde yarattığımız matematik ve mantık ve tümevarıma bağlı bilimlerin sadece görüngüler üzerinden verdiği bilgilere bağlı olmadan nasıl olacağını bilemeyiz. kısaca, şeylerin doğaları hakkında konuşamayız. esas olan ve ilgilenmemiz gereken tek şey görüngülerdir. bir de tabi görüngülerle ilgili olan teoriler de, mantık matematik dahil gene bir çeşit görüngü olmaya mahkumdurlar.
bu şöyle bir implikasyona ulaşır; görüngüler üzerindenşeylerin ne'liği ile ilgili hiçbir şey söyleyemeyeceğimiz gibi, söylediğimiz şeyin onun ne'liğine ne kadar yakın bir yerde durabileceğini hiçbir zaman bilemeyiz. bu anlamda, kesin bir bilim olarak felsefenin* odak noktası ve ilgilenmesi gereken şeylerin nasıl'lığı olmalıdır. görüngüler sayesinde edinebileceğimiz kesinlik yalnızca şeylerin nasıl'lığı ile ilgili olabilir, ne'liği ile değil. ve bu nasıl'lıktan da saf ve öz olana bir ilerleme mümkündür. peki nasıl?
bu nasıl'lığın incelenmesi konusunda da aslında oldukça kartezyen bir temelciliğe yönelim vardır. descartes nasıl emin olabileceğim bir şeye varmalıyım diye yola çıkıp kendisine emin olabileceği bir nokta bulup devam etmişse, husserl de bir yere kadar aynısını yapar. bir yere kadar, çünkü husserl aslında bunu çok daha derinden yapmış ve hakikaten temelin de temeline inmeye çalışmıştır. 0 varsayımla yola çıkmak onun için önemli olandır.
bu epistemolojik açıdan bir kaos yaratır. her şeyden soyutlanan ve elimizdeki tek şey olan görüngüleri merkeze koyan bir sistemde bilginin geçerliliği diye bir şey söz konusu olamaz. bilgi denilen şey her zaman belirsiz kalır, bütün bilgilere şüpheyle yaklaşılır. husserl herhangi bir bilgiyle yola çıkılamaz olduğundan emindir. bütün bilgiler askıya alınmalıdır.**
şu an adını hatırlayamadığım audi soyadlı bir profesör routledge serisinden çıkan epistemoloji kitabında bilgi nedir, neden temelcilik şeklinde hareket etmek gerekir? temelciliğin zayıflıkları var mıdır? pragmatist bir teori yanında güçleri ve zayıf karnı nereleridir? gibi soruları epistemoloji'yi çok daha temelden ilerleyerek quine'dan girip kuhn'dan çıkarak incelemeye çalışmıştır. tavsiyedir.
bunu şunun için yazdım, husserl'e "neden bu kadar her şeyden soyutlanmamız gerekiyor? belki de içinden baktığımız pencere, bütün sınırları ve zaaflarıyla bize şeylerin ne'liği hakkında bir şeyler söyleyebilir." gibi bir şekilde karşı çıkılabilir. bu her ne kadar bir şey söyleyen bir karşı çıkış olmasa da, sonuçta önemli bir sorudur. bunu hakkıyla inceleyebilmek için epistemoloji hakkında biraz bilgiye biraz da düşünmeye ihtiyaç var. bu kitap gayet etkili ve keyifli bir dille yazılmış.
her neyse, husserl bu soruya cevaben şöyle şeyler sözler, bize, bilincimizde direkt, aracısız olarak zühur eden şey, tabi ki şeylerin görüngülerinden ne'liğine ulaşma çabamızdan daha doğru olacaktır. bu anlamda subjektif, introspektif deneyimler aslında bize hem kendimiz hem de varlığımız hakkında daha doğru ve daha kesin şeyler söyler. yapılması gereken, içe dönmek, ve bu içsel deneyimlerin hayata dair olan doğal yatkınlıklarımızın oluşturduğu kusurlu ve sınırlı tutumdan soyutlanmasını sağlayabilmektir. yukarıda değinildiği gibi kategorilerin, bilimin, mantığın, matematiğin, değerlerin vs. hepsinin dışına çıkabilmektir. çünkü doğal yatkınlıklarımızın oluşturduğu tutumun en önemli özelliği bize, bizden ve düşündüklerimizden, hareketlerimizden, kısaca bir parçası olduğumuz dünyanın bizden bağımsız olarak varolduğunu düşündürmesidir.
bu anlayıştan, yani doğal yatkınlıkların dayattığı bakış açısından; bizden ve bizim onun içindeki halimizden bağımsız bir dünya olduğu fikri ve buna bağlı düşünce yapılarından kurtulmak bilginin en temeline inmek, saf'a ulaşmak için şarttır.
karıştırmadığımı umarak bunların şuraya vardığını görmüş olmanızı diliyorum;
bu görüngübilimsel devrim gerçekleştiği ve insan kendini her türlü varsayım ve bilgi kabulünden soyutladığında geriye kalan saf bir "ben" saf bir "sen" olacaktır. insan saflığa ulaşacaktır. varsayılanlar ve diğer bilgi iddialarıyla kirlenmemiş bir saflığa. bu saf bilincin nasıl'lığı da asıl olarak üzerinde çalışılması gereken şeydir.
saf bilinç de, artık görüngüler tanımlayan bir şey olmaktan çok, bütün bunlardan soyutlanmayı, bütün bunları bir kenara bırakmayı başarmış ve bunların dışında da varolmaya devam eden şey olarak, varolmanın temel özelliklerini taşıyan şeydir. her insanın hayatında, varolmaları için gerekli olan saf bilinç. bu anlamda saf benlik ya da saf bilinç, varlığı zorunlu olandır.*bu şekilde saf bilinç, şeyleri aşar, şeylerin ötesine geçer. transend eder.**
peki daha sadece saf bilincin zorunlu olarak var olduğunu gösterebildik. buradan, görüngülere sahip olan şeylerin varlığına nasıl geçebiliriz? ya görüngüler öylece varlarsa? ya sadece bilincimizin öğeleriyse?
aslında "evet" der husserl, bir yerde bilincimizin öğeleri. ama sadece değil. bilincimize bağlılar. ama bilincimize görünür halde bulunan şeylerin görüngüleri olduklarından dolayı. bilinç yönelimsel*dir. yani bilinç aktif olduğu zaman illa ki bir şeye yönelir. birini sevmek, bir şeyi düşünmek gibi. bir başka deyişle bilinç aktifken her zaman bir şeyler hakkında çalışır. bu bilincin ayırt edici özelliğidir ve şeyler de saf bilincin aktivitesiyle korelasyon içinde varlığını sürdüren öğelerdir.
daha sonra husserl geç döneminde, saf bilince ilerleyen yolda tarihsel incelemenin, ki bu tarihsel inceleme her şeyi kapsar, önemli bir adım olduğunu söyler. öğrencisi heidegger bu fikri alır, bir parçası olarak dünyada var olmaya "dasein" der, tarihsel ve dilsel incelemeye çok önem verir, husserl'in sistemini epey bir değiştirir ve bir iki marketing'le daha namı alır yürür.
fenomenoloji deyip deyip ne olduğunu anlatamadıkları şey "özünde" budur.