Türk Edebiyatında Sessiz Sedasız Efsane Olmayı Başaran Nadir Kitaplardan: Cehenneme Övgü

Gündüz Vassaf'ın 1980 darbesinden sonra, Boğaziçi Üniversitesi'ndeki öğretim üyeliğinden ayrılmasını müteakiben yurt dışında yazdığı kitap, neredeyse 30 yıldır okuyanları etkilemeyi sürdürüyor.
Türk Edebiyatında Sessiz Sedasız Efsane Olmayı Başaran Nadir Kitaplardan: Cehenneme Övgü

Nedir, ne değildir?

toplumsal yapıyı oluşturan temel taşların eleştirisi üzerine denemelerden oluşan gündüz vassaf kitabıdır. ingilizce olarak yazılmış, daha sonra zehra gencosman ve ömer madra tarafından türkçeye çevrilmiştir.

çağdaş yapıyı, rafine totaliter ve kaba totaliter rejimler olmak üzere ikiye ayırmış ve görünenin aksine, rafine totaliter toplumların, onu oluşturan bireyler tarafından içselleştirilmesi nedeniyle çok daha tehlikeli olduğuna işaret etmiştir.

daha önce yazılan eleştirilerden anladığım kadarıyla, kendisine yapılan eleştirilerin dayanak noktasını; eleştirdiklerinin yerini alabilecek şeylerle doldurmaması oluşturmakta. bence bu eleştiri biraz haksız. kendisinden önceki ve günümüz çağdaş sosyo-politik kuramcıları, anarşizmden tutun da komünizme kadar birçok siyasal düzen tasarımı yapmış, bunların pratiğe yansıması ise oldukça arızalı olmuştur. çünkü kapitalist ekonomik yapı, kendini yeniden yaratırken, tam da gündüz vassaf'ın belirtiği gibi, totalizmi, görünür ya da saklı biçimde, kullanmaktan beis görmemiştir.

Neler anlatıyor?

bazı bölümleri fazla zorlama olsa da daha önce sorgulanması abesle iştigal kabul edileceğinden ya da aklımıza bile gelmediğinden sorgulamadığımız gündelik yaşamın değiştirilemez gerçeklerini, totaliter yaşamın kalelerini ifşa edip üzerine düşünmemizi sağlayan, dönüp dönüp okunabilecek başucu kitaplarından biri. zamanında bu kitaba getirilen en büyük eleştirilerden biri yeni bir şey söylemediği idi. ama zaten kitabın en başında vassaf, marcus tullius cicero'nun "işin saçma tarafı, en saçmasını bile filozofun birinin çoktan söylemiş olması" sözüne yer vererek bunu baştan kabul eder. doğrudur, aslında söyledikleri pek yeni şeyler değildir vassaf'ın ama bölük pörçük de olsa daha önce birileri tarafından dile getirilmiş düşüncelerin bir nevi kolajını yapar ve nihilizmin doruklarında gezinirek hepsini totalitarizme bağlar, ikna edici üslubu ile sorgulayıp, sorgulatır. okuduktan sonra tamamına katılınmasa da totalitarizmin baskınlığını, sınırlayıcılığını düşünmemek, vassaf'a hak vermemek elde değildir. evet çözüm getirmez vassaf, sadece soruları atar önümüze, "bu niye böyle, şöyle de olamaz mıydı" der, olamayacağını kendi de bilse de. ama bu bile yeni bi soluktur, yeni bir bakış açısıdır, en azından madalyonun öteki yüzünün çevrilemese de farkında olmaktır. cicero'nun sözünün altına da wilhelm reich'in bir cümlesini yerleştirir vassaf, ki o da kitabın ana fikrini bir cümlede özetler: "asıl açıklanması gereken, neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen insanın grev yaptığı değil, neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir".

Bu kitabı kimler okumalı?

aile, okul, işyerine; heryere sirayet etmiş militarist toplum yapısının içinde, sabah 8'de başlayan mesailere, amirlere, evraklara mahkumsan, kafan "başka türlü bir şey"deyken "e artık evlen yaşın geldi"lere maruz kalıyorsan, geceleri beraber yaşadıkların birer birer yuva kurup gündüz insanlarına dönüştükçe yol arkadaşsızlığına yaklaşıyorsan, gündüz insanı olma konusundaki dışsal baskının yanında bir de kendini sıkıştırmaya başlamışsan,
ve azcık akıllıysan cehenneme övgü'yü tekrar okursun. üç gün içinde yetiştirmen gereken bir sürü iş, mesela bir tez önerisi varsa bile bunu yaparsın. psikolog gündüz vassaf'ın terapi eyleyen dilinden nasiplenirsin ve kitap hemen etkisini gösterir: iyileşirsin. çünkü hatırlarsın, anlarsın tekrar kendini. terapini yıldız silier'in oburluk çağı'yla devam ettirmeni öneririm. tabi her kitaptan cehenneme övgü'nün şiirselliğini beklemeyeceksin.

Kendisine dair bir eleştiriyi de buraya bırakalım

totalitarizmi eleştirirken totaliter bir dil kullanmakta beis görmemiş kitap. ama gündüz vassaf abimiz zaten kitabında, konuşmanın yani iletişimin başladığı anda iktidar-güç ilişkilerinin kurulduğundan bahsetmiştir ve doğrudur. ben de kendisine; bırak konuşmayı, iletişim kurmayı, yaptığımız her işin altında zaten iktidar olma arzusu yatmıyor mu abi diye sormak isterim. dolayısıyla yazdığı kitabın kendisi zaten onun iktidarını güçlendirmekle ilgilidir. yazdığı kitap sayesinden benden daha üstün ve beni ezmektedir. hal böyle olunca totalitarizmi eleştiren bir kitap dahi yazsanız totaliter bir dil kullanmak zorunda kalabilirsiniz, kaldı ki gündüz abimiz bunun ayarını biraz da kaçırmıştır. daha objektif, daha az emir kipiyle yazabilirdi şayet derdi bunu yermek olsaydı. bunun tartışmasını bir kenara bırakırsak, ziyadesiyle, en temel güçlenme düzeyinde yazdığı kitaplardan kazandığı para ile kendisine imrendiğimi saklayamam. gözlem yeteneği ve zekası kuşkusuz takdire şayandır. son olarak, bunları göz önünde bulundurunca kendisine bir çift laf söylemek isterim; "bırak bu anarşist ayaklarını da bize şöyle güzel kitaplar yaz, doyumsuz okumalarla çıldıralım" saygılar.

Son bir alıntı

"gece, düzen güçleri uykudadır. bürokrasi, askeriye, okullar, polis, kısacası yaşamımızı düzenleyen tüm güçler uykudadır; sokakta devriye gezen nöbetçi polis dışında. askerler de hepimizden önce yatağa girerler. dünyanın bu en baskıcı kurumunun mensupları, en erken yatanlardır aynı zamanda. aslında, tüm totaliter kurumlarda, daha doğrusu, tüm kurumlarda ( tüm kurumlar totaliter değil midir zaten?) insan her zaman erken yatmak zorundadır - yatılı okullarda, manastırlarda, ailede, cezaevlerinde, hastanelerde... kişinin istediği saatte yatma hakkını destekleyen, bu özgürlüğe onay veren hiç bir kurum tanımıyorum. aşk ( ? ) üzerine kurulu olan ve iki kişinin özgür iradesiyle gerçekleşen evlilik kurumunda bile, çiftler yatağa aynı saatte girmezlerse, biri daha geç yatar, geceyi daha fazla yaşarsa, sorunlar çıkmakta gecikmez. kurum her zaman 'geç' yatanı suçlar, erken yatanı değil. avrupa feodal toplumunda tüm kent sakinleri mumlarını aynı saatte söndürmek zorundaydılar; bayramlar dışında. düzen ve baskı güçlerinin doğal yapısı, her zaman belirli bir uyku saatini zorunlu kılar. bu belirli saatin erken saat olması da yine onların doğal yapısından kaynaklanır."

devlet organları, kurumlar, aile hepsi aslında tek bir hiyerarşiye hizmet edip uyumamızı istiyor. uyuyup da büyüyelim, akılsızca ve üretmeden.

Daron Acemoğlu ve James Robinson'ın Dünyanın İşleyişini Anlattığı Klasik: Ulusların Düşüşü

Elinizden Düşüremeyeceğiniz Sürükleyicilikte Mükemmel Bir Kitap: Flatland