Türkiye, Zamanında Musul ve 12 Adayı Neden Kaybetti?

atatürk'ün musul ve 12 ada’yı "bırakması" ifadesi teknik olarak tam doğru değildir; çünkü bu meseleler, osmanlı'nın son döneminden miras kalan uluslararası sorunlardı. atatürk ve türkiye cumhuriyeti yönetimi bu sorunlarla savaş sonrası koşullarda ve sınırlı diplomatik güçle uğraşmak zorunda kaldı. aşağıda her iki konunun da temel nedenlerini açıklayayım:
1. musul meselesi
musul 1923 lozan görüşmeleri sırasında türkiye ile ingiltere arasında en büyük tartışma konularından biriydi. türkiye bu bölgenin misak-ı millî sınırları içinde olduğunu savundu. ancak:
ingiltere, musul'u kontrol eden irak üzerindeki manda yönetimini elinde tutuyordu ve bölgeyi bırakmaya niyetli değildi.
lozan'da anlaşma sağlanamadı ve konu 1926'da milletler cemiyeti’ne taşındı.
milletler cemiyeti musul’u ingiltere’ye bağlı irak’a verdi.
türkiye ise 1926 ankara antlaşması ile bu kararı kabul etti ve irak’tan bazı ekonomik imtiyazlar ve üç yıl süreyle petrol gelirinden %10 pay aldı.
neden "bırakıldı"?
türkiye henüz yeni kurulmuştu ve ordu yorgundu.
aynı anda birçok cephede savaş riski alınamazdı.
iç güvenlik, ekonomi ve diplomasi öncelikliydi.
ingiltere gibi büyük bir güçle doğrudan savaşa girmek, genç cumhuriyet için büyük bir risk olurdu.
2. 12 ada meselesi
12 ada, ege denizi'nde italya tarafından 1912’de osmanlı’dan geçici olarak alınmış, ancak balkan savaşları ve sonrasında fiilen kontrolü kaybedilmişti.
italya, i. dünya savaşı’ndan sonra adaları elinde tutmaya devam etti.
lozan antlaşması’nda 12 ada konusu türkiye ile değil, italya ve yunanistan arasında ele alındı.
1947 paris antlaşması ile italya, 12 ada’yı yunanistan’a devretti.
neden alınamadı?
türkiye, lozan’da adalar üzerindeki fiili durumu tanımak zorunda kaldı.
o dönemde deniz gücü zayıftı; ege’de güçlü bir deniz politikası izleyemezdi.
aynı şekilde, batı ile barış içinde ilişkiler kurmak öncelikliydi.
sonuç olarak
atatürk'ün musul ve 12 ada konusunda geri adım atması bir "tercih" değil, gerçekçi ve akılcı bir stratejiydi. türkiye, o dönemde mevcut sınırlarını korumayı ve içeride devrimleri gerçekleştirmeyi öncelikli saydı. atatürk'ün şu sözü bu durumu özetler:
"hudutlarımız dışında bir karış toprak için bir damla türk kanı dökmem."
ileride güçlenmek ve yeni nesillere daha sağlam bir ülke bırakmak için o gün taviz değil, devlet aklı kullanılmıştır.