Türkiye'de İdam Cezası Olsa Suç Oranı Azalır mıydı?

18. yüzyılda ingiltere'de yankesiciliğin cezası idamdı. ve idamlar halka açık meydanlarda infaz edilirdi. scotland yard kayıtlarına girmiş istatistiklere göre en çok yankesicilik vakası, idam izlemek için toplanan kalabalıklar arasında yaşanıyormuş. idam cezasının tek başına caydırıcılığı üzerine kim ne lakırdı ederse etsin, tamamen uydurma bir senaryodur. daha geniş bilgi için albert camus'nun giyotin üzerine ve arthur koestler'in darağacı üzerine yazılarından derlenerek hazırlanmış idam kitabına bakılabilir. ama biz önce suç ve ceza kavramlarına ve tarihçesine bakalım.
insan topluluklarının birlikte yaşamayı sağlayan kuralları olur. en ilkel insan toplulukları olan klan ya da kabile kültürlerinde genelde uyum gösterilmesi gereken norm değerlere töre denir. ibn haldun, yazılı yasal regülasyon öncesinde, geçerli olan toplumsal düzeni asabiye kavramıyla açıklar. asabiyede hak, hukuk dağıtımı kabile aidiyetleri üzerinden sağlanır. önce kabilenin yöre halkları arasındaki yeri, sonra aşiretinin kabile içindeki pozisyonu nihayet şahsi karizmaya dayanan personanın kendi topluluğun içindeki itibarı kişinin toplum kuralları karşısındaki durumunu belirler. gerilimleri yerinde tutan şey hakkaniyet değil aidiyettir. birinin, başka bir kişinin özgürlüğüne, malına ya da canına kast etmesinin önündeki caydırıcı unsur siyasi otoritenin yaptırım gücü değil kabilelerin sıkı bir aidiyet duygusuyla mensuplarına sahip çıkması pratiğidir. kan davasını yahut topyekün bir kabile savaşını göze alamayan aşiret üyeleri normlarla kendini bağlı hisseder. birey kültürü henüz oluşmadığı için kişiler tüm klanının sorumluluğu ile hareket etmek zorunda hisseder. çünkü klanı üyesine her koşulda sahip çıkacaktır ama üyeler klanlarının korumasını her koşulda talep ederek kötüye kullanamazlar. hele ki düşük seviye bir statüyü işgal ediyorlarsa. bazı hallerde rakip klanın veremediği cezayı kişinin kendi klanı vererek kan davasını engelleyebilir. tabii ki sahipsiz birinin hakları olmaz böyle toplumlarda. tarihin bir aşamasında töre yerini kanuna, klan şeflikleri yerini devlete bırakmıştır.
milattan önce 7.yy gibi atina şehir devletinin yönetici eliti, asabiyeye yani bir çeşit gens aidiyeti ve kan davası sistemine dayalı normlarını, yazılı kurallarla yani kanunlar ile değiştirmek istedi. drakon adında bir yasa koyucuyu demokratik yollarla seçtiler. drakon, atina şehir devleti için hazırladığı yasaları yürütmeye koyunca tüm site yaptığı seçime bin pişman oldu. çünkü kimse bu kadar katı ve acımasız kanunlar beklemiyordu. aşağı yukarı bütün suçların cezası idamdı. plutarhos'ın anlattığına göre, drakon'a ekmek çalana da cinayet işleyene de nasıl olur da idam cezasını uygun görürsün diye sorulduğunda, küçük suçların idamı hak ettiğini düşündüğünü, daha önemli suçlaraysa daha büyük ceza bulamadığını söylemiştir
daha sonra solon adında bir devlet adamı gelip, kanunları reforme edene kadar atina bu kanunlarla yönetildi. solon daha 2600 yıl öncesinde iki şeyi fark etmişti. birincisi kanunların işe yaraması katı olmasına değil adil olmasına bağlıydı. iklncisi cezanın kesinliği şiddetinden çok daha etkiliydi.
eğer ki kanunlar kişilerin maddi durumlarına, aile isimlerine, siyasi pozisyonlarına göre farklı niyetlerle tatbik edilirse toplumsal barış zedeleniyordu. adil olmayan bir hukuk düzenine kimse saygı duymamaya başlıyordu. “kanunlar örümcek ağlarına benzer: güçsüz ve hafif şeyler ona yakalanır; daha ağır olanlar ise onu parçalayıp geçer” sözü ona aittir.
solon'un tespitleri oldukça isabetlidir. aslında hukuk felsefesi açısından bin yıllardır tartışılan bazı nosyonlar vardır. kanun, hukuk, adalet farklı kavramlardır bilindiği üzere. işleyen bir hukuki sistem için kanunların olması yetmez. kaynağında meşruiyet, uygulamasında adalet olması zorunludur. ve kanunların tatbikinde istikrar, olmazsa olmaz bir kaidedir. ileride devlet kuracak olursanız aklınızda olsun. zırt pırt vergi affı çıkarırsanız, vergi gelirleriniz düşer. üniversite affı çıkarırsanız akademik başarı oranınız düşer. imar affı çıkarırsanız gecekondulaşma sorununuz artar. ve tabii ki infaz affı çıkarırsanız suçla baş edemezsiniz. ülke kuracak arkadaşlar bunlara dikkat etsin.
aslında mesele sadece aflar da değil. türkiye özelinde konuşursak kanunda yazan cezalar aslında gayet yeterlidir. sadece uygulaması sorunludur. günümüzde neredeyse hiçbir adi suç hükümlüsüne yasada emredilen cezayı yatırmamak için yemin etmiş bir adalet mekanizması hasıl olmuş durumda. politik bir tercih olduğunu zannediyorum. türk ceza kanunundaki en üst ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası. dikkat edin cezanın muhatabı sadece muhalifler. bekleyelim bakalım son günlerdeki idam çığırtkanlığına sebep olan izmir'deki taksici cinayetinin failine bu ceza verilecek mi? ve sonrasında cezası indirimsiz infaz edilecek mi? hiç ihtimal vermiyorum. o halde ceza kanunundaki en üst ceza idam olduğu takdirde, ağırlaştırılmış müebbet cezasının uygulanmadığı gibi idam cezasının da adi suçlara uygulanacağını düşünmek için bir sebebimiz yok. yeni durumda da bazen saraydan gelen bir telefonla siyasi baskı, bazen tarikatçı bir hakimle ideolojik saikler, bazen rüşvet yiyen bir mahkeme heyeti ile akçeli işler hukuki karar mekanizmasının önüne geçecektir. mesleki anlamda yetersiz hukukçular, toplumun bazı kesinlerine uygulanan yargı yanlılığı da tuzu biberi.
bir toplumda zenginler ve nüfuzlular kendilerini cezadan kurtarabileceklerini bilirlerse suç işlemekten çekinmez. yoksullar ve kimsesizler ise eğer yasaların kendilerini korumadığını düşünmeye başlarlarsa bedelini umursamadan adaleti kendileri sağlamaya hasrederler. terazi bir kere bozuldu mu herkesin kendine göre ceza kestiği, yargı dağıttığı bir toplumda kişilerin menfaatlerine, öfkelerine ya da dürtülerine göre hareket ederken suçtan kaçınmaları için bir sebep kalmaz. çünkü sadece cebri metotlara dayanarak toplulukları zapturapt altında tutamazsınız. ancak içselleştiren toplumsal norm tam zamanlı etki alanına sahiptir. kısacası toplum sözleşmesinin işleyebilmesi için rıza üretmeniz lazımdır. buradaki anahtar sözcük güvendir. otoriteye ve toplum sözleşmesine duyulan güven, eli sopalı gardiyanlardan daha fazla işlevseldir.
eğer ki çıplak şiddet tehditi suçu önleme konusunda daha etkin olsaydı afganistan, iran ya da suudi arabistan gibi ülkelerin bir güvenlik ve huzur vahası olması gerekirdi. bu sözlük dahilinde de avrupa'da cinayet, gasp, tecavüz yok mu minvalinde atıp tutanlara kulak asmayın siz. ölçeğe ve istatistiğe vurmadan tekil örneklerden genellemeye giderek hukuk toplumları ile kanun devletlerini eşitleme telaşı güdenleri bir kenara koyarsak, herhalde danimarka'nın sudan'dan daha güvenli olduğu herkesin malumudur. bir yakınınızı hatta çocuğunuzu dil bilmez, yol bilmez, biçare bir şekilde kaybettiğinizi kurguladığınız bir düşünce deneyi yapın. böyle bir durumun finlandiya'da mı pakistan'da mı başınıza gelmesini tercih ederdiniz? saçmalamayın yani. burada suç var orada da var. o zaman aynıdır demek ciddi zeka düşüklüğüne emaredir.
suç elbette her toplumda belli oranda vardır. ama ekonomik refah, bilimsel, laik eğitime erişim, sosyal adalet, toplumsal bilinç, idari şeffaflık, hukukun üstünlüğü gibi bazı nitel kalifikasyonlar bu oranları büyük oranda düşürür. toplumdan topluma değişir elbet ama aslında işlenen suçların ortalama % 95 ten fazlası ekonomik temellidir. hatta taciz, tecavüz gibi ilk anda doğrudan bağı kurulamayan suçların bile uzun vadeli sebepleri ekonomik referanslıdır.
fiziksel ve psikolojik her türlü işkencenin normalleştiği, daha bebekliklerinden itibaren hane içinde maruz kalarak kanıksadıkları çeşitli şiddet biçimlerinin hayatlarına yön verdiği, kişinin kendini koruyabilmesi için sıklıkla kaba kuvvete baş vurmak zorunda kalındığı, başarı ve gönence ulaşmak için ahlak ve yasa dışı yollar haricinde çarenin bırakılmadığı, özünde dayak ve küfürle karışık bir açlık çukurundan ibaret olan hayatlara doğan kimselerin, suretlerinin en çok sabıka kayıtlarına yakışmasında şaşıracak bir şey var mı? gecekondularda, kenar mahallelerde, varoşlarda yetişen insanlar için suç gündelik hayatın sıradan bir parçasıdır. üst orta sınıfın insanları plazalarda çalışıp, güvenlikli rezidanslarda oturduğu için sanki bu kesim hiç yokmuş gibi davranmak istese de toplumsal dinamikler buna izin vermez. gelir ve fırsat eşitsizliğinin yoğun ve yaygın yaşandığı toplumlarda kaçınılamayan bir kural vardır. fakire ekmek yoksa zengine de huzur olmaz.
mesele bu duruma, yani suçu besleyen ana damara çözüm bulabilmektedir, sonuçlarla uğraşmak yerine sebepleri değiştirmektedir. rachel dink'in harika bir sözü vardır. “bir bebekten katil yaratan karanlık sorgulanmadıkça hiçbir şeyi düzeltemezsiniz”
açlık sınırı altında birikmiş, sınıf atlama hevesiyle her yolu denemeye hazır milyonlar. kimsenin suçunun cezasını çekmediği istikrarsız ceza infaz sistemi. uygulamada bir tür parti asabiyesine dönüşmüş olan aidiyete bağlı dokunulmazlıklar. kendi ihdas ettiği kanunlara bile uymayarak zımnen toplum sözleşmesini feshetmiş, ciddiyetten uzak bir devlet. türkiye tüm bu olumsuz koşulların üst üste çakışması sayesinde en güzidesinden bir suç cenneti olma yolunda.
yıllardır halkta birikmiş bıkkınlık ve öfkenin bir sebebi de buradan kaynaklı aslında. öfkesini, bu iklimin baş müsebbibi karar vericilere, suyun başındaki kodamanlara, egemenlere kusacak cesareti gösteremediği için tekil olaylardaki pislik karakterlere kanalize ediyor. idam cezasının bir fonksiyonu da budur aslında. katharsis yaratır. kalabalıklar için başını belaya sokmadan, suya sabuna dokunmadan birikmiş gerilimi topraklama yöntemidir. bir tecavüzcünün ipin ucunda sallanırkenki görüntüsü, suçun yeniden üretimine dair, sistemin derinlerinde yatan gerçek sebepleri gözden uzak tutmaya yarar. böyle bir toplumsal düzende idam cezası gibi şekli, asayiş önlemler muhtemelen daha büyük mağduriyetler yaratıp adalet duygusunu daha derinden zedeler.