Türkiye'de Lisans Eğitiminin Bulunmadığı Bilişsel Bilimler Tam Olarak Nedir?

Ülkemizde lisans seviyesinde eğitimini almanın mümkün olmadığı bilişsel bilimler alanına dair öğretici bilgileri derledik.
Türkiye'de Lisans Eğitiminin Bulunmadığı Bilişsel Bilimler Tam Olarak Nedir?
iStock

Nedir?

bilişsel bilim (cognitive science), zihin ve zekânın işleyişini ele alan, zeki sistemlerin dinamiklerini ve yapılarını araştıran disiplinlerarası bir bilim dalıdır.

Neleri incelediğine dair detaylı bir yazı

bilişsel bilimler, bilişsel "sistemlerle" ilgilenirler. öyleyse önce bir sistem varsayımı olmalı. peki sistem nedir?

bir mekanizmanın veya bağlı bir ağın parçaları olarak birlikte çalışan şeyleri oluşturan, sistem adı verilen karmaşık bir yapıdır. bu nedenle, sistem belirli ilke ve prosedürlere göre çalışır.

bilgisayar bilimleri (özellikle ai kısmı), psikoloji/sinirbilim (özellikle sinirbilim yani neuroscience), linguistik ve felsefe bölümlerinin ortaklaşa çalıştığı bir projedir aslında bilişsel bilimler. beynin tam bir hesabını vermeye çalışan sistemlerine agi derler. yani artifical general intelligence, fakat aı'cılardan bazıları bunun beyhude bir çaba olabileceği düşüncesiyle "pragmatik" hedeflere odaklanılması ve ai prosedürlerine bağlı kalınması gerektiğini önerirler. ileride zaten bir şekilde agi, yani bilmenin bütünlük içindeki tüm bilgisi kendi kendine peydah olacaktır.

AI: Artificial Intelligence, yapay zeka.

şimdi bu konu altında bilişsel bilimler camiasına "genel kanının aksine" görülen bazı tespitlerde bulunayım. spekülatif de olsa bu tespitlerin üzerine kurulu teoriler, eski bakış açılarının içine düştüğü bazı çıkmazlar yüzünden günden güne bilişsel bilim camiasında popüler olmaya başlamışlardır.


bilişsel sistemler sadece ve sadece kendi eylemlerini (actions) yaratırsa işe yarar çözümler sunarlar. buna göre geri bildirim duyumları, (feedback sensations) eylemlerini varlığını sürdürmek için çok özel bir şekilde yönlendirmeye yarar. bu tanımlarla biliş ve yaşam temelde aynı fenomen haline gelir. prensip olarak, ruh-beden problemi ancak bu şekilde tasviye edilerek bilişsel sistem gibi bir projeye başlanabilir.

bu perspektiften baktığımızda, autopoiesis mefhumu oldukça önemlidir, çünkü ancak bu yol üzerinden bilişsel sistemlerin "iş görmesini" sağlayabiliriz.

buna göre, sistemi olusturan parçaların tüm eylemleri sisteme yeni bir geri bildirim olarak geri döner. yani, kendini yeniden üretebiliyorsan yaşıyorsun bu hayatı demektir. istersen termosifon bile olabilirsin. eğer bu özelliğe sahipsen sana diyeceğim şey yine "yaşıyorsun bu hayatı" olur.

autopoiesis söz konusu olduğunda, dağıtıcı bir yapının ortaya çıkması iki ayrılmaz varlık arasındaki ayrımı ortaya çıkarır: bir yandan organizma, diğer yandan ekolojik niş. 20. yüzyıl büyük düşünürlerinden biri olan gilbert simondon'un terimiyle bu iki mefhum sadece birbirleriyle ilişkilerinde var olurlar. fakat bunların varlıklarının statüsü, bilişsel bilimlerden ayrı, sadece felsefenin teknik mülahazalarına dayandığından, belki de zaten sadece "kuruntudan" ibaret olan bu probleme girmeyeceğim.

autopoiesis ve bilişsel bilimi birlikte değerlendirdirdik ve birbirlerine kısaca eklemledik. şimdi de, duyu motor döngüsü (sensorimotor loop)kavramını ortaya koyalım.

buna göre, duyusal girdiler, yukarıda tarif ettiğimiz autopoiesis'i korumak adına eylemleri belirli bir şekilde yönlendirmek için kullanılmalıdır. bu aslında bir bilme biçimidir. aslında bu, bir öneri niteliğindeki bilme terimi değil, doğrudan eylemde nasıl ifade edildiğini bilme biçimidir. dolayısıyla bir öğrenmedir. eğer bu kurala uyarsa, makinalar da öğrenir...

bu eylemler çevreyi veya organizmanın çevresiyle olan ilişkisini değiştirir ve dolayısıyla duyusal girdiyi değiştirir. yazının ilk kısmıyla beraber ele alırsanız, bu durum döngüyü kapatır ve dinamik bir sistem kurar. hadi buraya küçük bir bakınız verelim. (bkz: dynamics systems theory) bir tane daha (bkz: dst) şimdi bu noktada, kilit nokta şu: dünyanın organizma için "ne" olduğu, eylemlerinin sonuçlarından ne daha azı ne de daha fazlasıdır, "ne" sorusunun cevabı da muhtemel eylemlerin dağarcığına bağlıdır.

buna göre, eylem olmadan dünya ve algı yoktur. her canlı organizma eyler ve içinde bulunduğu dünyayı ortaya çıkarır. (bkz: eylemek)

dolayısıyla, gerçeklik organizmaya çevre tarafından önceden verilmez, daha ziyade organizma tarafından ortak olarak kurulur.

yani, duyusal deneyim, dış dünyanın içsel temsilini duyusal sinyallerle aktive ederek yaratılmaz, duyusal deneyim, tecrübe, his vs. ancak bir keşif tarzına karşılık gelir. bu nedenle de aktif bir süreçtir.


algılama ve duyusal farkındalık, bu keşif eylemlerinden kaynaklanan duyusal girdilerdeki değişikliklerin yapısını kullanma eylemiyle ortaya çıkar. bu nedenle, planlama, akıl yürütme ve hedef başarısına ilişkin diğer görevler, tamamen olumsal bir şekilde çalışmaktadır. yani bilişsel sistemler, genellikleri gittikçe daralan bir şekilde yazarsak mantıkta, matematik ve fizik biliminde karşılaştığımız gibi zorunlu kurallar ve bu kuralların zorunlu sonuçları olarak gelecekteki olayların zorunluluğu yani determinizm kisvesinde iş görmezler.

algı ve duyu gibi sonuçlar olumsal olsalar bile, bu olumsallık herhangi bir düzenleme olmadan gerçekleşmez. buna göre, eyleyen düzenleyici bir programla, bir yol haritasıyla (guideline) donatılmıştır. eyleyen (cognitive agent) buna göre yararlılığını en üst düzeye çıkaracak eylemleri seçer. bu minvalde, robotlar da çeşitli duyusal tarzlara sahip olabilir ve hatta sahiptir.

tüm bu yazdıklarımın bulunduğu perspektif; beynin, ezberleme, akıl yürütme ve planlama gibi daha yüksek bilişsel süreçlerin üzerinde çalıştığı dış dünyanın içsel bir sunumunu yaptığı klasik görüşten radikal bir ayrılmadır.

bu bakış açısı, algıyı açıklamak için içsel temsillere duyulan ihtiyacı ortadan kaldırır. içinde bulunduğu çevreyi, en iyi rol oynayan eyleyen tarafından örneklenebilecek en iyi temsil olarak görür.

yani temel olarak pragmatik bir yaklaşımdır. bu doğrultuda da evrim teorilerinin dogmatik olmayanlarıyla da örtüştürülebilir, yakınlaştırılabilir.

buna göre gerçerli olan evrimsel görüş, darwin'deki gibi survival of the fittest değildir. evrimi, lamarck'taki gibi kullanılan organlar zamanla gelişir, kullanılmayanlar körelir diye de teorize edemeyiz. daha ziyade bir katastrof süreci veya sürekli katastroflar sayesinde gelişen bir sistem olarak teorize edebiliriz.

bu bakış açısının mottosu şudur: daha iyi performans = daha iyi adaptasyon

peki nasıl oluyor da, çevre bizde içsel bir temsil haline dönüşüyor? o da başka bir yazının konusu olsun.

Ülkemizdeki konumu

türkiye'de henüz kotarılamamış yüksek lisans bölümleri ile varlığını sürdürmeye çalışan alandır bilişsel bilimler.

elbette ki öğrenci profilinin önemi çok büyük bu kotarılamamışlıkta. yoksa odtü ve boğaziçi'nin bilişsel bilim yüksek lisans programlarındaki hocalar literatüre yenilik getirebilecek yayınlar yap(a)masalar da en azından uzmanlaştıkları alanlar hakkında bilgileri olan ve akademinin işleyişi hakkında öğrenciye bir şeyler katabilen kadrolardır. boğaziçi'ndeki program yeterli interdisipliner kafaya sahip hoca eksikliği yaşasa da odtü ve yeditepe'ye oranla daha kaliteli işler yapan akademisyenlere sahiptir. fakat bilişsel bilim'in olayı da tam olarak budur. interdisiplinerlik. zira biliş'i incelemeye bilgisayar bilimi de, dilbilim de, psikoloji de, biyoloji de yetmemektedir. bu noktada bütün bu alanlardaki uzmanların bütün bu diğer alanlar hakkında da üst düzey bir anlayışa sahip olması bilişsel bilim için şarttır.

dünyanın en ileri gelen bilişsel bilimcilerinden jerry fodor, bütün bu interdisiplinerliği sonuna kadar içselleştirmeye çabalaması sayesinde bu denli önemli bir figür haline gelebilmiştir. her ne kadar son döneminde (başı neydi ki diyebilirsiniz) daha çok bir felsefeci haline dönüşmüş olsa da, bilişsel bilimci kimliğindeki ağırlığını korumaktadır. çünkü fodor bilgi işlemden anlar, insan beyninden anlar, matematik modellerden anlar, bilgisayar biliminden anlar ve bunları kendi analitik düşünce sistemi içerisine alabildiğine yedirmeye çalışır. ortaya çıkan iş doğru ya da yanlış denebilecek bir iş değildir. ki zaten bilişsel bilim'in belli başlı yönlerinde böyle sonuçlar beklenmemelidir. ama bilişsel bilim yapabilmenin ön koşulu, her şeyden azar azar değil, her şeyden pek çok bilmektir. ve bir de üzerine fodor'da olduğu gibi analiz yapabilme yetisine sahip olmaktır.

bu yüzden bilişsel bilim programları farklı disiplinlerden uzmanların birbirlerine katabildikleri ölçüde daha başarılı olurlar. bu konuda da türkiye için konuşursak odtü boğaziçi'nden daha başarılıdır. bu noktada odtü'nün daha kompakt ve iletişimi bol bir bölüm olmasının etkisi büyük. bu da aslında boğaziçi'nin bilişsel bilimi bir program, odtü'nün ise enformatik enstitüsüne bağlı bir ana bilim dalı olarak yürürlüğe sokması ile ilgili olarak ortaya çıkan bir nokta. fakat konu niteliğe gelince birkaç hoca dışında önemli iş yapan, yapacak potansiyele sahip hoca sayısı pek yok odtü'de.

bütün bunlar tabii ki benim bilişsel bilim'den şahsi beklentilerim ışığında yazılmıştır. yoksa tabii ki çok spesifik olarak önemli işler yapan hocalarımız mevcuttur türkiye'de de. mesela, odtü'de görsellik çalışan ve bu konuda hakikaten uzman olan cengiz hoca vs. var. ama bu noktada önemli olan deneyimin görsellik dahil pek çok unsuru hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmak, üzerine bilişin deneyim dışındaki diğer unsurlarının mevcut ve potansiyel unsurları hakkında da mümkün olduğu kadar bilgi sahibi olmak; bütün bunları eleştirel ve analitik bir süzgeçten geçirip, yapılandırmak suretiyle bilişsel bilim'in nihai emeline yönelik çalışmalar yapabilmek.

en azından bir zihin felsefecisi olarak benim, kendimden ve bilişsel bilim'in en derin ve keskin mensuplarından beklentim bu.

bu da türkiye'de kimi seminerler vb. ile son yıllarda biraz daha iletişim içine girmeye çalışan zihin çalışmalarına rağmen, henüz mevcut olmayan ve yakın zamanda da mevcut olacağa benzemeyen bir beklenti.

son olarak

bahsettiğim bu işi yapabilmek için illa ki yoğun bir felsefi arka plana sahip olmak gerekmiyor. noam chomsky ve steven pinker bunu en az fodor kadar başarabilmiş dilbilimciler. david kirsh ve mesela alan turing bu işin altından kalkabilmiş bilgisayar bilimciler. vilayanur ramachandran bu işi mükemmellikle sergilemiş bir sinirbilimci. hans eysenck psikolog. vesaire.

bilişsel bilim, bu nihai amacı göz önüne alındığında, bana kalırsa bir deliliktir. ama en nihayetinde nitelikli çalışmalar göz önünde bulundurularak yapılacak sağlam bir literatür taramasına sebep verdiği, veriyor olduğu için zihin ve bilişim çalışan araştırmacılar için büyük velinimettir.

çalışınız efendiler.