Türklerde Neden Uzun Süre Evsiz/Homeless Benzeri Bir Kelime Yoktu?

Bizde cumhuriyet sonrası edebi eserlere kadar tam anlamıyla 'evi olmayan' anlamında bir kelime olmamasının tarihi ve kültürel sebeplerini anlatan nefis bir yazı, buyrun.
Türklerde Neden Uzun Süre Evsiz/Homeless Benzeri Bir Kelime Yoktu?

evsiz, yakın zamana kadar türkçesi olmayan bir kelimeydi. türk mentalitesine çok uzak, anlamsız geldiği için tam karşılığı yoktu. cumhuriyet sonrası tercüme ile geçtiğini anlamak için kaynaklara bakmak yeterli. benim bulabildiğim en eski kullanımı halide edip adıvar'ın bir eserinde yer alıyor.

öncesinde farsçadan bize geçen avare, derbeder veya berduş terimlerini kullanıyorduk. özellikle berduş kelimenin tam anlamıyla evi omzunda olan, yani evsiz olan anlamındaydı. der-be-der, kapı kapı gezen, dilenci. avare ise yurtsuz, aylak anlamında kullanılırdı. diğer türk lehçelerinde de gidebildiğim kadar eskiye gittim. karşıma yine arapça ve farsça sözcükler çıktı. türkçe olduğundan emin olduğum tek sözcük ise aylak oldu.

aylak ise ayla-aylan yani dolan-dolanmak kökünden geliyor. boş gezen, işsiz güçsüz anlamında ve bugün kullandığımız evsiz tanımına uymuyor. sebebini merak ettim. aslında iyi kötü bir fikrim vardı ve araştırdığımda vardığım sonuç fikrimi doğruladı. sizinle de paylaşayım dedim.

malumunuz türkler uzunca süre konar-göçer bir hayat sürdüler. göçebe halklar sadece otağlarda yaşamazlar. yazlık-kışlık konakları vardır. örneğin kışın hayvanları koyabilecekleri barınaklar, ahırlar. kendileri için basit evler inşa ederek soğukları damı olan bir evde geçirirler, yazın yaylada kıl çadırlarını kurarlardı. yani teknik olarak birden çok evleri vardı ve evsizlik gibi bir sözcük hayatlarına uzunca süre girmemişti.

bunun iki sebebi var:

birincisi aile/kültür, ikincisi yaşam tarzı buna izin vermiyordu

çok basit örneklerle anlatacağım. türkçenin bütün lehçelerinde aile kurma işlemi, çocuğu evlendirerek başlar. istisnasız şekilde hepsinde iki insanın hayatını birleştirmesi aynı anlama gelen evlenmek sözcüğüne tekabül eder. ne kadar güzel değil mi?

göçebelik sürekli hareket etmeyi ve buna uygun donanımlar tasarlamayı yanında getirir. göçebe çadırı o yüzden aerodinamik bir daire şeklindedir. kolayca demonte edilebilmesi ve taşınabilmesi için olabildiğince ufaktır. buna mukabil üretimi ve maliyeti ucuzdur. evlilik çağına gelen çocuklara birer otağ kurulur. eşleriyle bu yeni evde yaşamaya başlarlar, dolayısı ile evlenmiş olurlar. yani aile kurmanın temel şartı ev sahibi olmaktır. hatta konuyla direkt alakası olmasa da aileye ocak denilmesinin sebebi yine bütün türklerde aynıdır. aile otağın ortasındaki ocak/ateş başında bir araya geldiği için böyle adlandırılır. aile reisine od(ateş)-ağası, ateşin sahibi gibi isimler de verilir.

batı toplumlarında ise evlilik genelde kocaya varmak, gelin almak, soy devam ettirmek gibi anlamlara gelen kelimelerden türemiştir. ev sahibi olmak bir şart değildi. zannedilenin aksine büyük ailelerde aynı ev içerisinde yaşamak, çocuğun evlense dahi ebeveynleriyle aynı yapı içerisinde yaşaması bize değil avrupalılara ait bir yaşam tarzıydı. türkler ise hısım akraba ile aynı obada fakat ayrı otağlarda kalırlardı. bu da evli çiftlere mahremiyet sağlıyordu.

ikinci sebep göçebe toplum yapısında boş beleş insanın hayatta kalamamasıdır

devlet de bunu bozkır yasalarıyla teminat altına almıştır. her erkek doğuştan asker olarak yetiştirildiği için belirli bir disipline sahipti. gündelik yaşamda doğa ile boğuşmak, hayvancılık yapmak yeterince yorucuyken bir de üzerine savaşlar eklendiğinde erkeklerin aylaklığa pek vakitleri olmuyordu. toplum da bireyi düşkünlüğe itmiyordu. örneğin evi-otağı yanan, hayvanları kırgın geçiren insana önce bağlı olduğu beyleri ve hakanı, daha sonra yöresi destek olarak tekrar toparlıyordu.

hatta sadece kendi halkına değil bu yasalardan ötürü kubilay han'ın da çinlilere böyle davrandığı bilinir. bir bölgede doğal afet yaşandıysa oradan vergi alınmaz, aksine yardım yapılırdı ki halk, hakanın otoritesi ve adaletine saygı duysun.

bir de günümüzde evsizliğin en büyük sebebi olan alkol ve uyuşturuculara sıradan halk kolayca erişemiyordu. bunlar bozkır halkları için pahalı ve lüks ürünlerdi. şöyle bir düşünürseniz binlerce yıldır kımızdan başka içki icat etmemiş olmamızın bir sebebi de bunun zararlarını görmüş olmalarıdır. binlerce sene çinlilerle iç içe olmuş halkların afyon, tütün, esrar vs. görmemiş olması imkansızdır.

buna rağmen kımız içmeye devam etmişlerdir. onun da içerisinde portakal suyundakinden biraz daha fazla alkol var. kısacası bozkırda evsiz yurtsuz, düşkün bir insan olmak cidden zordu.

bu düşünce yapısından ötürü savaşlarda ele geçirilen esirler, eğer boyları at arabası tekerinden uzunsa ve işe yarar bir meziyetleri yoksa kelleleri gidiyordu. orda filminde konuyla ilgili bir şöyle bir sahne var. bu gösterinin amacı halka kötü örnek teşkil etmemesi maksatlıydı. normalde türklere uygulanmayan ibret amaçlı bir adetti. yalnız kendi halkına da adaleti keskindi. örneğin atına eziyet eden bir türkün kafası kesilebiliyordu. yinede bunlar çok nadir örnekler. türk, eğitimli hazır bir asker olduğu için gerekirse savaşta ön cepheye sürülüyordu ama bir şekilde toplum yararına kullanılıyordu.

bu kelimenin rusçası bomj (bez opredelonnogo mesta zhitel'stva) yani kalacak belirli bir yeri olmayan insandır. bunun bizde net bir karşılığı yok zira sokakta kalan insanı parazit, kayıtsız olarak adlandırmıyoruz. fransızcası ise sans-abri yani bakacak kimsesi olmayan kişiyi belirtir. bizde sokağa düşen kişi düşkün olur. bakacak kimsesi yoksa düşkünler evine emanet edilir. yani o kişiye yine evsiz denilmez. ayyaş olur, berduş olur, biçare olur ama evsiz tanımı gerçekten yoktur. bu tabi ki tarihimizde hiç evsiz yoktu gibi bir anlam vermez ama kültürde bunu açıklayacak kelimeyi biz batılının homeless dediği nane sayesinde bulduk.

aksine geçmişte birisine evsiz deseydiniz kişi bunu vatansız/yurtsuz gibi anlayabilirdi. çünkü otan-otağ kelimeleri aynı köktendir. yerleşik hayata geçtiğimizin ertesi gününde de öğrenmedik bunu. batılı bir çok seyyah ve diplomatın da yazdığı üzere osmanlı devletinin en çok özenilen tarafı buydu. yetimhaneler, yurtlar, aşevleri, vakıflar ve tabi ki ordunun halkını açta açıkta bırakmama adeti vardı. topkapı ve gülhane surlarındaki kuş yuvaları dahi çok ilgilerini çekmiş, sokak hayvanlarına, hatta leyleklere özel bir vakıf kurulmasına çok şaşırmışlardır.

osmanlı'da aylaklık üzerine birçok uygulama vardır. sokaktan toplayıp iş vermek, tekrar sokaklara düşerse daha ağır işlerde sürgüne göndermek gibi katı kurallar uygulanmış. dilencilik her dönemde istisnasız şekilde yasaklanmış, yakalananların kafası kesilmese de en kötü falakaya yatırılmış. yine aş ve iş verilmiş, olmazsa madenlere sürülmüş, çözümü için çok mesai ve bütçe harcanmış bir konudur.

türk tipi devlet adamlığında bu konu her daim önemli yer tutmuştur. bilge kağan'ın "türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım; ölesiye, bitesiye çalıştım. aç milleti tok, az milleti çok, yoksul milleti bay kıldım." sözleri, halkı açta açıkta bırakmamanın türkler için ne kadar önemli olduğunu ispatlar niteliktedir.

ha ne diyordum? bu evsizlik konusu o yüzden hep kafamı kurcalamıştır. batının kötü değil iyi yönlerini alalım zırvalığının aslında bir nebze doğruluğu da vardır. özellikle son yıllara kadar batı tipi bir evsizlik ithal etmemiştik. hala da türk devletlerinin evsizlik sorunu batılı ülkelerin yanında devede kulaktır. mesela uzun zamandır amerikalı evsizlerle röportaj yapan bir youtube kanalını takip ediyorum. insanların anlattıkları hikayelerin bir çoğunda, özellikle kadınların hikayelerinde belli bir örüntü var. hepsi istisnasız şekilde ilgisiz, sevgisiz, sik gibi ailelerde yetişmişler. taciz veya tecavüze maruz kalmayanı yok desem yerdiri. ailelerinde mutlak surette bağımlı birileri oluyor. haliyle armut dibine düşüyor.

gelgelim bu acıklı hikayeler arasında erkeklerin durumu çok farklı. uyuşturucu ve alkol bağımlılığı bir tür katalizör. buna düşenler o videolarda gördüğümüz kendi kusmuğu içinde uyuyan kitleyi yaratıyor. yine de kadınlara nazaran erkekler arasında çeşitli mental sıkıntıları olanlar, düzgün bir ailede yetişmiş olsa bile askerlikte, okulda vs. balatayı sıyıranlar, sevdikleri insanların kayıpları sonrası hayattan umudunu kesenler vs. çeşit çeşit sebep var. çok enteresan şekilde bunların ciddi bir kısmı alkole veya uyuşturucuya evsiz olduktan sonra başlamışlar. bazılarının hiçbir bağımlılığı yok. sadece işsiz ve kimsesizler.

bir de dümdüz maddiyat yüzünden yarı evsiz olanları var

birçoğunun işi ve arabası var. geceleri arabalarında uyuyorlar ama ev kirasına maaşın yarısını veremiyorlar. ortak noktaları, aşırı borçlu olmaları. bizdekine benzer bir sistemle bankayla anlaşarak taksitlendirerek ödemeye, geçici süreli böyle yaşamaya mecbur oluyorlar. bizim toplumumuzda hala bireyselliğin, birey olmanın sınırlarını çizemiyor oluşumuz sinirlerime dokunsa da toplumun düşkünü ayakta tutma motivasyonuna da hayran olmadan edemiyorum. ah bir de ortasını bulabilsek, hayat ne kadar güzel olurdu.

aslında anlatmak istediğim toplumlarda dilin, yaşam tarzını ne kadar da çok yansıttığını anlatmaktı ama uzattıkça uzatmışım. gerçi maaş mı alıyorum anasını satayım. kısaltsam ne olur, uzatsam ne olur? okuyan okur.

ailenin kutsallaştırıldığı, toplumun temel taşı kabul edilen toplumlarda herkesin birbirine akrabalık sıfatlarıyla seslenmesini de buna bağlarım. güney amerikalılar da böyledir. herkes birbirine çeşitli akrabalıklar yakıştırır. iyi tarafı topluma yardımlaşma ve empati aşılamasıdır. dünyanın dört bir yanını görmüş bir kardeşiniz olarak sıfır takiyye ile söylüyorum. türkler kadar duygusal, empatik, her ne sebepli olursa olsun yardımlaşmayı seven halk zor bulunur. ülkede bu kadar dolandırıcı olmasının sebebi de bu yumuşak karnımız. o yüzden biti kanlanan her azınlık başımızı ağrıtıyor. her iyilik yapıyorum kisvesiyle para toplayana kerizleniyoruz.

negatif tarafı ise nepotizm yaratması ve bireyselliğe ket vurmasıdır. ayrıca toplumuna göre kabileleşmeye, muhafazakarlığa da yol açar. düşmanının kafasını kesip köprüye asan ama kiliseden çıkmayan, aile her şeydir kolpası yapan meksikalılar gibi. benzerini türkiye'de hala aşiretçilik oynayan kürtlerde de görebilirsiniz.

benim hoşuma giden dilin geliştiği süreç ve kültür arasındaki bağdır. bu kadar çok akrabalık belirten sıfat yaratmamızın altında da bu bağ vardır. mesela evlendiğiniz kadının annesinin kardeşlerine veya kız ve erkek kardeşine ayrı ayrı sıfatlar veriyoruz. demek ki ihtiyaç duymuşuz. demek ki dilimiz kültürümüze göre şekillenmiş.

mesela kafasına sütyen geçirmiş elli yaşında bir adamın kadınlara; annem, ablam, bacım, teyzem, bibim, nenem vb. bin türlü şekilde seslenmesi. insanların sürekli yakınlık belirten sıfatlar seçmesi de tesadüf değildir. çocuğunu annecim-babacım diyerek severken sokakta hiç tanımadığı bir insana "nasılsın akrabam?" şeklinde hal hatır soran yozgatlı ile çukotka'da yaşayan bir katun türkünün kendine yakın halklara kandaş demesi, çocuğuna babacık demesi aynısıdır.

batılının jargonda birbirine bro, sister, homie vb. kısıtlı sıfatlar kullanmasıyla mukayese dahi edilemez bir durum bu. devlete baba, vatana ana, kıbrıs'a yavru diyoruz. siz hangi saksonun aynı dili konuştuğu ülkelere kardeş ülke dediğini duydunuz. alliance olur, commonwealth veya friendship olur ama kind olmaz. bizim kardeş ülkelerimiz ve can azerbaycan'ımız var mesela. diğer bütün türklere de kardeş diyoruz direkt. portekiz ve brezilyaların birbirlerine iki devlet tek millet, lizbon'dan salam! yazdığını o yüzden göremezsiniz.

akrabalığa bu kadar kafayı takmış başka millet de yoktur. uzaktan yakından akrabalığımız olmayan arkadaşımızla gerekirse zorla kan kardeş oluruz. herkese akrabalık sıfatları yakıştırırız. siyasetçilerin; baba, abi, bacı olması da esnafın kadın müşterisine yenge, teyze çekmesi de bundandır. yaşıtı abla kardeş kızlara aşık ergenler bile birbirlerine bacanak diyor amk yerinde. sokakta gezen yaşlı erkeklere topluca dayı diyoruz. dayılar üzerine şarkı yazan manyaklarımız bile var:

Murat Akay - Dayılar


ez cümle, bu akraba olma sevdası ve kardeşlik türküsü ülkenin hem laneti hem en büyük şansı

türkiye'de evsiz sayısının az olmasının bir sebebi milleti bir aile olarak tanımlayan saplantılarımızda saklı. o yüzden dilimizde böyle net bir kelime olmamıştı. gerçi bu ekonomi ve idareyle muhtemelen yakın gelecekte biz de büyük türkiye'ye dönüşen abd benzeri arabasında yaşayan insanlar görmeye başlayacağız. yine de dünyanın geri kalanına kolay kolay yetişmemiz mümkün değil. zira bu yukarıda belirttiğim üzere ekonomiden bağımsız, dilsel ve kültürel bir durum.