Vahşi Doğada Hayatta Kalabilmek İçin Bilinmesi Gereken Temel Kurallar
doğada hayatta kalma bilgileri, profesyonel doğa sporcuları, izciler, askerler tarafından çok çok iyi biliniyor. ben bunlardan hiçbiri değilim, amatör olarak doğa sporları ile ilgileniyorum, bu yüzden daha bilgili arkadaşlar mesaj atarsa ekleme yapabilirim ya da yanlış bir bilgi varsa düzeltebilirim. hayatta kalma film, dizi ve belgeselleri her zaman ilgimi çekmiştir. tabi polisiye dizi, film izleyerek iyi bir polis olamayız ya da house, grey’s anathomy izleyerek iyi bir doktor olamayız ama bizim hedefimiz profesyonel doğacı olmak değil. insanın başına gelebilecek, vahşi doğada kalması durumunda kendini medeniyete ulaştıracak ya da bir süre yaşamını sürdürebilecek temel bilgileri öğrenmek.
doğada medeniyetten uzak, yalnız ve çaresiz kaldığımız anlarda en temel öğretilerden biri, stresi bastırmama gerekliliğidir. yanlış okumadınız stres insana bu gibi bir durumda fayda sağlayacaktır. algılarımız daha açık olacak, beynimiz daha hızlı çalışacaktır. bizim düşmanımız paniktir, panik ve aşırı korku halinin bir faydası olmayacaktır. insanlar ne koşullarda ne gibi yerlerden sağ çıkmış hayal etmek güç. öncelikle ülkemizde zehirli yılan türü yok denecek kadar azdır, tabi ender de olsa görülmekte olduğundan yılan gördüğümüzde sevmeye çalışmayalım. aslan, kaplan, jaguar da göremeyeceğimiz için şanslıyız. ayrıca afrika’da en çok insan öldüren su aygırı, fil ve timsah da bizim coğrafyamızda bulunmuyor. geriye boz ayı, siyah ayı, kurt ve birkaç zehirli böcek türü kalıyor. ülkemiz için dünyanın en güvenli coğrafyalarından biri denilebilir, tabi eğitimsiz cahil insanları saymazsak ama onların tehlikesi de doğadan çok şehirde karşımıza çıkıyor.
bu konuda dünyanın en meşhur belgeselleri bear grylls ve ed stafford’ın çektikleri. hiç izlemediyseniz bile çevrenizden “ingiliz bi adam, ıssız yerlere gidip iğrenç böcekler yiyor” diye duymuşsunuzdur. bu adamlardan biraz bahsetmek ve onların yöntemleri üzerinden gitmek istiyorum.
bear grylls, temel olarak yanında bir bıçak, bir matara, üstünde kıyafetleri ile ıssız yerlerde medeniyete ulaşmanın yollarını öğretiyor. kendisi komando eğitimi almış ve profesyonel askeri geçmişe sahip. en temel öğretisi; bir akarsu bulup, akış yönünde onu takip etmek, bir nehre ulaştığında nehri takip etmek ve medeniyetin genellikle nehir kenarında kurulduğu üzerine. istisna olarak, sibirya gibi devasa buzul bölgesine gittiğinde trans sibirya demiryolu’nu bulmayı ve trene binerek kurtulmayı ya da çöl gibi devasa kuraklığın ortasında bilinen bir yöne ilerlemeyi amaçlıyor. biz türkiye’de devasa buzul ya da çöl alanlarına sahip olmadığımız için almamız gereken öğreti, akarsu bulup takip etmek ve bir nehre ulaşıp, nehri takip etmek olmalı. bu planın başlangıç aşamasında çevremizde en yüksek gördüğümüz tepeye tırmanıp, olabildiğince etrafı gözlemliyoruz. bunun faydası, bitki örtüsü bize ipucu verecektir. bitki örtüsünün seyrek olduğu bölgelerde ağaçların ve bitkilerin bir hat üzerinde sıralandığı alanlar bir dereyi işaret eder. bitki örtüsü sık ise açık renkli yapraklara nazaran, koyu renkli yapraklı ağaçlar bize suyun varlığını işaret eder. bu en temel yol izleme şeklimizi belirleyecektir. eğer bir düzlüğün ortasında bulunuyorsak, çevremizde gördüğümüz dağlara doğru ilerlemeliyiz. dağlar hem bulut oluşumu sağladığı için suyu hem de eriyen kar suları nedeniyle akarsuyu barındırır. eğer yüksek bir yerde ve sık bitki örtüsü içerisinde bulunuyorsak, aşağı yönde giderek, akarsu sesini aramalıyız. bear grylls ilerleme açısından bizim gibi düz insanların başaramayacağı basit sal yapımı, yüksek tırmanış ve inişler, kızıl çam, palmiye gibi ağaçlara ekipman olmadan tırmanma gibi yöntemler kullandığı için onun yöntemleri üzerinden devam etmiyorum.
bizim örnek almamız gereken isim (bkz: ed stafford). bu adam çırılçıplak, yanında kamera hariç hiçbir şey olmadan vahşi doğada hayatta kalmak için bilmemiz gerekenleri öğretiyor. insanın düşebileceği en zor durum; donsuz, bıçaksız, çakmaksız vahşi doğada bir başına kalmak. benim izlerken en çok empatiyle canımın yandığı kısım ayakkabısız olması. umarım kimsenin başına gelmez. neyse ed abinin öğrettiklerine bir bakalım. başlamadan önce izlemek isteyenler için dmax’in türkçe dublajlı olarak youtube kanalında baya bir bölümü var. altyazılı izlemeye alışkanlığı olanlar için ilk başlarda biraz zorlanılsa da izledikçe alışıyorsunuz.
ed abi bize diyor ki insan, dünyanın neredeyse bütün kara parçaları üzerinde hayatta kalabilir. hayvanlar yaşıyorsa, orada insanlar da yaşayabilir. insanın uzun süreli hayatta kalması için sahip olması gereken 4 koşul vardır. ateş su toprak tahta :) hehehe tamam sulandırmıyorum. 1- su 2- ateş 3- barınak 4- yiyecek. bu sıralama, koşullara göre kendi içerisinde değişebilir ama çok çok aksi bir durum yoksa 1-su. ben de oradan başlayım.
su: insan vücudunun yüzde bilmem kaçı diye anlatmaya gerek yok. su, bizim temel yaşam iksirimiz. içilebilir bir su kaynağı bulamazsak, 3 günlük ömrümüz kaldı demektir. üstelik susuz geçen 2. gün sonunda beyin saçmalamaya, hayal görmeye, yanlış kararlar almaya başlar. yani ilk 48 saat içerisinde su bulmaktan başka çaremiz yok.
en içilebilir 2 su kaynağı dere ve yağmur suyu. akarsu, durgun suya göre çok daha az bakteri ve parazit içerir, yani karşınızda koca bir göl ve küçük bir dere varsa, küçük dereden için suyu. arıtma şansımız varsa hemen suya gömülmeye gerek yok, su arıtma için basit bir yöntem olarak kapağında ufak delikler açtığımız pet şişeyi ortadan ikiye kesmek ve üst tarafını huni olarak alt tarafın içine sokmamız lazım, sonrasında huninin boşluğuna sırasıyla kıyafetimizden bir parça kumaş, kömür, varsa kum, yeşil ot, ve çakıl taşları koyuyoruz. bu suyumuzu bir nebze arıtıyor, akabinde arıtılmış suyu mümkünse kaynatarak içtiğimizde büyük ölçüde güvenli olacaktır. detaylı anlatımı için şu videoyu izleyebilirsiniz:
benzer çok fazla video var ama işin mantığını anlamanız için örnek olsun. bir diğer güvenilir su kaynağı kar, ancak soğuk halde yediğimiz zaman vücudumuz karı eritmek için fazla enerji tüketiyor. eğer ateş yakıp eritme şansımız yoksa, direk ağzımıza kar almanın bize faydasından çok zararı olacaktır. çok fazla tüketilirse soğuk yanığı da yapacağından, şartlarımızı daha da zorlaştırmanın alemi yok. deniz suyu, kesin ve kati suretle içilmez, susuzluktan ölmek, deniz suyu içip ölmekten daha iyidir, o kadar söyleyeyim. deniz suyunun içindeki yüksek iyot, susuz kalan beynimize çok fazla hasar verir. bunun sonucunda çok daha acılı bir ölüm bizi bekler. deniz suyunu arıtmanın kolay bir yolu da yok. deniz, yemek kaynağı olabilir ama su kaynağı değildir.
bunun dışında palmiye ağacının gövdesi(henüz genç bir ağaç ise) veya kalın dallarının içindeki süngerimsi kısım, bambu bitkisinin içi, ülkemizde bulunan bütün kaktüs türlerinin içi, yenebilir tüm meyveler, yenebilir bütün otlar(çimen de dahil) su kaynağı olarak kullanılabilir. bu bitkilerin özünü elimizle sıkıp, suyunu içmek bir süre idare etmemizi sağlayacaktır. tek su kaynağı olarak bu şekilde devam etmek böbreklere zarar vereceğinden, hayatta kalma durumunda birkaç saat, belki 1-2 gün bize zaman kazandırır.
çişimizi içersek zehirlenmeyiz ama bu böbreklere ve birçok organımıza zarar verir, en son çare olarak ufak bir zaman kazanmak adına çişimizi içebiliriz.
ateş: su en önemli ihtiyacımız, suyu da içmek için en güvenli yolumuz ateş. bunun dışında ısınmak, yiyecek pişirmek, geceleri ışık kaynağı ve vahşi hayvanları uzak tutmak açısından ateş çoğu zaman ikinci önceliktir. sigara içenlerin belki de ömrünü uzatan tek durum bu olabilir. sigara içenin çakmağı olur ve 1-0 önde başlar. tabi çakmağımız yoksa çubukla nasıl ateş yakacağımızı bilmemiz lazım. filmlerde gördüğümüz sopayı iki elle yuvarlama işi aşırı yorucu ve zor bir yöntem. bunun yerine ed abimizden bir şeyler öğrenebiliriz. kendisinin söylediğine göre yay matkabı en kullanışlı yöntem. varsa ayakkabı bağcıklarımız, örgü ise kıyafetlerimiz, hiç yoksa doğada bulacağımız sarmaşık veya ağaç liflerinden yapacağımız bir ipi, esnek bir dala yay şeklini verecek biçimde bağlıyoruz. yaptığımız yayın ip kısmına kuru bir dalı bir tur attırarak sabitliyoruz, düz bir ağaç parçası ile dalı yukarıdan tutarak elimize zarar vermemek adına önlem almak gerekir. ardından çorabımızın pamukları, kıyafetimizin pamukları, hiç yoksa çam ya da huş ağacı kabuklarını kav yapabiliriz. kav dediğimiz şey, çubuğu sürterek oluşturduğumuz köz tanesinin tutuşturacağı ilk yakıt kaynağı. ağaç üzerinde bulunan kuru yosunlar, kuru otlar da olabilir, kuru çam iğneleri de ayrıca çoğu mantar türü de kav olarak kullanılabilir. tabi bu görsel olmadan çok verimli bir anlatım olmadı, işin mantığını anlamanız için şu videoyu izleyebilirsiniz:
bunun dışında su dolu cam şişe veya büyüteç ile güneşli havalarda ateş yakabilirsiniz, ışığın tek noktaya odaklanması ile duman çıkarma işini küçükken hepimiz yaptık.
ateşi yaktığımız zaman çevresini taşlarla çevirmek, ateşin güvenli bir alanda kalmasını sağlayacaktır. daha önce de söylediğim gibi bütün hayvanlar ateşe karşı temkinlidir. kurt, domuz, çakal gibi türkiye coğrafyasında bulunan vahşi hayvanlar, ateşe yaklaşmak istemez. ayrıca ayı da bir nebze ateşten uzak duracaktır. ateşe taşları koyarak ısıyı muhafaza edebiliriz. daha sonra barınağımızın içine bu taşları dallar vasıtasıyla taşıyarak, bir nevi barınağın içini ısıtabiliriz. burada bilinmesi gereken en önemli kural, dereden alınan ya da suda kalmış taşların içindeki nem genleşerek taşın patlamasına ve çevreye saçılmasına sebep olabilir. yani ıslak taşları direk ateşe atmıyoruz. ıslak kozalak da ateşe atıldığında içindeki nem yüzünden patlayıp, kilometrelerce uzağa fırlayabilir. hem kendimize hem doğaya zarar vermemek için buna da dikkat etmek lazım.
ateşin önemini anladığımızı varsayarak, şehirden uzaklaşmak zorunda kaldığımız her an en azından bir kibrit ya da çakmak bulundurmak çok elzem. ne olur ne olmaz.
barınak: hava koşullarına göre sıcaktan korunmak, güneşten korunmak, yağışlardan korunmak için veya yol alıyorsak ufak da olsa kendimizi güvende hissederek uyuyabilmek için gerekli. milyonlarca çeşit barınak yapma yolları var. bizim amacımız teorik olarak hayatta kalmak olduğundan, temel bilgileri bilmek yeterli olacaktır. kuru yapraklar iyi bir yalıtım sağlar, palmiye gibi geniş yapraklı ağaçlar yağmur suyunu drene eder, çatal biçiminde iki ağaç dalını, birbirine maksimum 2 metre uzaklıkta ağaca dayayıp çatı yaparak, kenar boşluklarına kuru dallar dizerek, en son olarak da boşlukları kuru yapraklarla kapatacağımız bir barınak bizi birçok dış etkenden koruyacaktır. işin mantığı rüzgardan ve yağmurdan olabildiğince korunmak olacaktır. örnek bir video atıp sizi şartlandırmak istemiyordum ama en basit barınak yapımlarından birini gösterdiği için bunu izleyebilirsiniz.
kendi yapacağımız barınaklar dışında, mağaralar, ağaç kovukları, ormanda eskiden kalma taş ev kulübe gibi yerleri kullanabiliriz. bu gibi durumlarda içinde vahşi hayvanlar özellikle yılan ve ayı, ateş karıncaları, arı kovanı gibi tehlikelerin olmadığına emin olmamız gerekir.
çok duyduğunuz bir yöntemden de bahsetmeden geçmeyelim. metrelerce kar yağmış bir yerde karın içini oymak ve küçük bir kar mağarası yapmak en mantıklı yöntemdir. bitkilerin bulunmadığı, soğuğun dondurucu olduğu yerlerde, kar gerçekten de iyi bir yalıtım aracıdır.
yemek: belki şaşıracaksınız ama medeniyetten uzak bir yerde kalan insanların neredeyse hiçbiri açlıktan ölmemiştir. doğa aramasını bilene, sayısız gıda çeşidi sunuyor. öncelikle yanlışlar ile başlayalım. en tehlikeli gıda hiç şüphesiz mantar türleridir. zehirli bir mantarı ayırt etmenin bilinen doğal bir yolu yoktur, bu sebeple yakacak dışında bütün mantarlardan uzak duruyoruz. çok çok eminseniz bile uzak duruyoruz, mantar en ölümcül gıdaların başında geliyor. ikinci olarak bilmediğimiz meyveler zehirli olabilir, türkiye’de en çok bulunan zehirli meyveler karadeniz bölgesinde karayemiş (taflan) ve her bölgemizde yetişen çobanpüskülü (ilex crenata) meyveleridir. bu iki meyvenin de az miktarı zehirleyici olmamakla birlikte fazlaca alındığında zehir etkisini gösterecektir. endemik olarak coğrafyamızda nadir bulunan meyvelerin de zehirli olabileceğini unutmamakla beraber ufak bir test yöntemi de vardır. insan vücudunun en hassas bölgesi, kolumuzun iç tarafındaki deridir. meyvenin suyu çıkacağı şekilde parmakla ezilip, kolun iç tarafına sürüldüğünde kızarıklık yapmıyorsa, bir nebze de olsa güvenli olduğu düşünülebilir. at kestanesi diye bilinen, neredeyse belediyelerin bedava bulmuş gibi diktiği bu kestane çeşidi de fazla tüketildiğinde zehirlidir. nergis, zakkum, hint yağı bitkileri de sık görülür ve zehirlidir, ancak onların yenecek meyveleri yoktur. belki de en tehlikeli bitki güzel avrat otu denilebilir, vücuda teması bile öldürücü olabileceği için neye benzediğini bilmek ve uzak durmakta fayda var. incir ağacının öz suyu da zehirlidir, tabi çıkarması zor yani uğraşmazsınız bile.
bunların dışında unutmamak gerekir ki ülkemizde milyonlarca alt türden bitkiler yetişmekte, hayatta kalma durumunda bilmediğimiz meyveleri yemek risk içerir. peki, neler güvenli derseniz, dünyadaki bütün palmiye çeşitleri(dikenli veya dikensiz) gövdesi yenilebilir hem de sıvı ihtiva eder. kaktüslerin içi yenilebilir ama ülkemizde pek yok. yeşilliklerin neredeyse hepsi yenilebilir, tadı acı gelmeyen yeşilliklerden korkmanıza gerek yok, hoşunuza gittiyse otlara gömülün. çam ağacı kabuğu yenilebilirdir ancak neredeyse hiç enerji(kalori) içermezken vücut sindirmek için enerji harcayacağı için yemeye değmez. bildiğimiz meyveler dışında en kolay yakalanabilir hayvanlara geçelim.
bütün sürüngen türleri iguana, kertenkele, yılan yenilebilir. su yılanlarında şart değil ancak kara yılanı yakaladıysanız, başını kesip vücudunu yemek gerekir, çünkü zehir baş bölgesinde depolanır. fare, sincap, kirpi, kokarca gibi bütün kemirgen türleri yenilebilir. bütün akrepler kuyruğu kesilince yenilebilir, kelebek, çekirge, hamamböceği, meyve ve et kurtları, larvalar yenilebilir. ancak parlak sarı, turuncu ve kırmızı olanları yememek gerekir. parlak renkli böcekler doğanın tehlike işaretidir ve o hayvanın büyük ihtimalle zehirli olduğuna işaret eder. türkiye’de sarı ömer diye bilinen, doğu anadolu ve güneydoğu anadolu bölgesinde görülen zehirli bir örümcek türü tehlikelidir. diğer örümcekleri ise pişirip çıtır çıtır yiyebilirsiniz? bütün kuş türleri, kurbağalar(ülkemizde zehirli türü yoktur), bütün balıklar, dere ve göletlerden yakaladığınız böceklerin hepsini yiyebilirsiniz. sadece midye, istiridye ve salyangoz türleri asla çiğ yenilmez, çok fazla bakteri içerirler. tatlı ya da tuzlu su yengeçleri ve karides yakaladıysanız o size yemek değil ziyafet olur. kırkayak, çiyan ve bok böceği çiğ ya da pişmiş yenilmez.
tuzaklara gelirsek; küçük balık ve tatlı su hayvanlarını basitçe yakalayabileceğiniz çok kolay bir tuzak yöntemi için su filtrelediğimiz yöntemin aynı şeklinde pet şişeyi ikiye kesip, üst kısmını huni biçiminde alt kısmın içine koyarak, bir tuzak yaptığımızda, balıklar içeri girebilir ancak çıkışı bulamaz. içeriye yem olarak, kurtçuk, termit, solucan ve hiç yoksa kakanızı koyabilirsiniz. balıklar insan kakasını severler.
kışın, karlı zeminde kuş yakalamak için alet edevat gerektirmeyen basit bir yöntem olarak şu videoyu izleyebilirsiniz.
bunun dışında boğma düğümün, gergin bir dala bağlanması ile çeşitli tuzaklar kurulabilir, işin mantığını anladığınızda, bulunduğunuz yerin şartlarına göre kuş ve kemirgen yakalamak için bu tuzağı yapabilirsiniz. örnek bir video:
önemli not: türkiye yasalarına göre tuzak kurarak hayvan yakalamak yasa dışıdır. hayatta kalma tehlikesi hariç kesinlikle kuşlar ve yumurtalarına zarar verilmemelidir.
balık tutmak için iğne ve misina olmasa da kolanın açma halkasından basitçe iğne yapılıp, bi sarmaşık ipi ve dalın ucuna bağlanarak ilkel bir olta yapılabilir. ayrıca mont fermuarının ucunu taşla kırıp, balık iğnesi yapılabilir. iğnenin dibe batması için ufak bir taş da bağlanması gerekir.
tuzaklar, uzun sürede sonuç vereceğinden hava kararmadan önce kurulmalı ve sabah olduğunda kontrol edilmelidir. eğer ilerleyerek medeniyeti aradığımız bir durumda bulunuyorsak, günün ortasında tuzak kurup beklemenin mantığı yoktur. enerjimiz tükenmeden yol almak en doğru hareket olacaktır. içinde bulunduğumuz durum ilerleyemediğimiz, başka birinin bizi bulması gereken şekildeyse, vaktimizi ve enerjimizi daha fazla tuzak kurmak için harcayabiliriz. ne kadar çok tuzak o kadar çok başarı şansı demektir.
su, ateş, barınak, yemek sağladığınız her yerde hayatta kalabilirsiniz. doğa sizi öldürmeye değil, kendi dengesinde varlığını sürdürmeye çalışıyor. siz de bu dengenin içinde, adaptasyon sağlamalısınız. zehirli gıdalar, soğuk, susuzluk haricinde ülkemizde hayatımızı en riske eden şey ayılardır. bu konuyla ilgili de kısa bir bilgi vermek gerekirse, ülkemizde boz ayı ve siyah ayı türü yaşamakta. boz ayı, kocaman kahverengi olan ayılar. bu hayvanların kendisinden çok yavrusunu gördüğümüzde korkmalıyız. yavru ayının çevresinde mutlaka anne ayı dolanıyordur, bu sebeple yavru bir ayı gördüğümüzde, usul usul uzaklaşmak elzemdir. anne boz ayı ile karşılaşıldığında göz temasında bulunulmuşsa, yavaş yavaş geri çekilmek gerekir. eğer ayı saldırmak için üzerimize koşuyorsa kaçmak ve ağaca tırmanmak işe yaramaz. boz ayıdan kurtulmanın en güvenli yolu yüzüstü yatıp, ellerimizi boynumuzda birleştirerek, hareketsiz kalmaktır. ayı, tehlike olmadığını anladığında bizi rahat bırakacaktır. ayı geri çekildikten sonra aniden kalkıp koşmamalı, bir süre daha sakince beklemek gerekir. boz ayı, insan kavgasını kazanmamız mümkün olmayacağı için ölü taklidi yapmak tek kurtuluş yolu.
siyah ayı ise daha ufak, daha hareketli bir tür. siyah ayı ile karşılaşıldığında yine temkinli biçimde geri çekilmek gerekir. eğer ki saldırı başladıysa yine kaçmanın ve ağaca tırmanmanın hiçbir faydası olmayacaktır. siyah ayı size saldırdıysa çaresiz siz de ona saldıracaksınız, gözleri ve burnu zayıf noktalarıdır. siyah ayılar mücadeleyi çok sevmezler ve zarar göreceklerini düşünürlerse, geri çekilirler. düşük bir şans olsa da tek şansımız kavga etmek.
kurtlar çok aç olmadıkları sürece insana saldırmazlar, ülkemizde en çok hayvan otlatan insanlara saldırdığı görülmüştür. nadir olarak insana saldıran kurt haberlerinde ise kurtulan kişilerin verdiği ifadeler, ağaca çıkarak ve boğuşarak kurtuldum olmuştur. hayvan otlatmadığınız sürece bir kurdun saldırısına uğrama ihtimaliniz neredeyse yoktur. yine de böyle bir durumda daldan bir sopa ile siz de ona saldırın, muhtemelen geri çekilecektir.
tehlikeli hayvanların çevremizde olup olmadığını bilmenin en kolay yolu dışkılarından tanımaktır. ayı dışkısı, inek dışkısına benzer. farklı olarak, inek dışkısının içinde bolca ot ve saman görülürken, ayı dışkısı içerisinde meyve çekirdekleri bolca bulunur. küçük bir hayvanın yapamayacağı, doğada inek de olmayacağı için tepeleme, çekirdeklerle dolu bir dışkı varsa o bölgede temkinli olmak gerekir. kurt dışkısı ise, köpek dışkısına benzer. otçul türler tane tane dışkılayacağı için, uzun ince dışkı görüldüğünde etrafta çakal ve kurt olması olasıdır. zaten türkiye coğrafyasında başka bir etçil vahşi hayvan yaşamıyor.
doğa şartları zorlu olsa da insanların vücudu oldukça dayanıklı ve hayatta kalmaya içgüdüsel olarak bağlıdır. bazı temel bilgileri bilmek, bu mücadelede daha kolay galip gelmemizi sağlayacaktır. en basit araçlar bıçak ve çakmak olmasa bile hayatta kalabilirsiniz. (bkz: i shouldn’t be alive) bu durumu yaşayan ve hayatta kalan insanları anlatıyor. eğer bu yazıyı buraya kadar okuduysanız ve sonrasında bu belgeseli izlerseniz, durumu ne kadar zorlaştırdıkları sizi hayrete düşürecektir. kaza sonucu yaralanmalı bölümler dışında sadece ateş yakarak, barınak yaparak aslında çok daha kolay atlatılabilecek durumları, bilgisizlik yüzünden tam bir trajediye dönüşüyor. maalesef türkçe dublaj veya altyazılı halini bulamadım. ilginç olarak 1. sezon 10. bölümde uludağ’da kayak yapmaya gelen ingiliz baba ve oğlunun tipi yüzünden kaybolması ve trajik hikâyeleri anlatılıyor. ilginç olan nokta ise baba mike couillard’ın ingiliz hava subayı olması ve neredeyse hayatında ilk defa kar görmüş beyaz yakalı gibi davranması. izlerken senin aldığın askeri eğitimin amk diye diye dertlendim.
bu yazıyı yazmamdaki amaç böyle doğada tek başımıza kalma ihtimalinin sıfır olmadığını bilmek ve en azından çok ufak temel bilgilere sahip olmanın bize faydası olacağını düşünmekti.
son olarak arabayla çıktığınız bir yolculukta, ufak bir doğa yürüyüşünde, köyünüzde dolaşmaya çıkarken veya bildiğiniz bir yer bile olsa medeniyetten uzak yerlere giderken en azından yanınızda bıçak ve çakmak bulundurmak gerekir. bu bilgileri bilmenizi ama hiç kullanmaya ihtiyacınızın olmamasını dilerim.