Yıllarca Otelde Yaşayan Ekşi Sözlük Yazarlarının Gözünden Bu Yaşamın Artı ve Eksileri
yaklaşık 8 yıl boyunca 5 yıldızlı bir otelin odasında yaşadım
tatile gitmek ve tatil içinde yaşamak arasında büyük fark var. zira, yaptığınız kısa tatillerde eve dönüş hissi hakimken, otelde yaşayan kişinin psikolojik olarak gideceği hiçbir yer yoktur. bu yüzden içinde bulunduğu konfor bir süre sonra sıradanlaşır. kimi zaman yalnız yaşam cazip gelirken, kendi içinde travmaları vardır; mesela otelden ayrılalı 7 ay oldu ama hala koltukta değil de yatakta oturma/ vakit geçirme alışkanlığım devam ediyor, bütün günümü evin yatak odasında geçiresim var.
zordur otelde yaşamak, aidiyetlik hissinizi zamanla yavaş yavaş öldürür.
bir buçuk yıldır otelde yaşıyorum
herkesler gelip geçiyor ben bir de otel çalışanları sabit kalıyoruz. insanı yalnız ama biraz özel hissetiren garip yanları var.
asansörde sürekli farklı kişilere rastlamak mesela. son kata çıkan birisine orada manzara nasıl diye sormak, kart okutulan asansörde kartı okutunca esas asansör operatörü olmalıymışım falan demek. e adam bir hafta kalıp gidiyor yerine gelenle de aynı muhabbet sar baştan. garip bir durum.
kahvaltıya indiğinizde aynı köşeye geçmek de pek güzeldir. istediğiniz kahvenin istediğiniz şekilde hiç sorulmadan önünüze gelmesi. bir süre sonra da yumurtanın gene istediğiniz şekilde masaya gelmesi. bu arada işte otel çalışanları ile ayaküstü sohbet. ben ilk başta utanıyordum ama sonra bir tane plastik kap alıp kahvaltıda içine yemeği doldurmaya başladım. öğlen de onları yiyorum. rahatlık valla.
3 ayda bir oda değiştirmek. şehir dışına çıkacaksanız otelle ilişkiyi keser şirket. hop bütün eşyaları hazırlayıp taşımak gerekir. 15-20 gün sonra gelene kadar. geri döndüğünüzde manzaralı odaya mı denk geleceksiniz. mutfaksız, sigaralı oda mı tamamen resepsiyonla sohbetinize bakar.
doğumgününüzde işten yalnız dönerken odada pastayla karşılaşmak. hiç sevmem doğumgününü, annem yerine niye beni tebrik eder insanlar onu da anlamam bu yüzden kimseye de söylemem. ama güzel hissettirdi otel personelinin bunu düşünmesi.
aylarca resepsiyondan yalnız geçmenin sonunda sevgiliyle birlikte otele gelince bütün otel ekibinin sizin adınıza mutlu olması. göz falan kırpmaları pek sevimliydi. (normalde otele 3. kişi getirmek pek hoş karşılanmaz).
porno izleyeyim desen 3. bir kişinin sizi izlediğini bilirsin. ilk başlarda utanırsın falan ama sonra amaaaan deyip onu düşünmeyi de bırakırsın. o koyvermişlik, özelden vazgeçmişlik garip bir rahatlama yaratıyor. zaten sabah cart diye oda servisinin içeri girmesi de özelliği bitiren başka bir şey.
banyo sonrası havluyu yere atabilmek, yatak toparlamayı unutmak, bulaşık yer temizliği hiç karışmamak. sanki 2 yıl önce askerde çarşafta para zıplatmamışsın gibi. gerçi annenin evine dönünce fena ters tepiyor ama.
bir de hayat standartlarındaki dalgalanmaya alışmak ayrı bir mesele. yani eve dönersin çekyatta kalman gerekiyor tabii bir gün önce king size'dan bir anda çarşafsız çekyata terfi enteresan hissetiriyor.
komşular falan çıkıyor hayattan, oda servisi, resepsiyon, yemek ekibi ve onların iç dinamikleri giriyor hayatınıza. onlarla sohbet falan derken geçip gidiyor işte onca vakit geçti şu otelde bir şiir yazamadım. üç isimliyim halbuki. içimde yokmuş demek ki.
son bir buçuk senedir otelde yaşıyorum
şu an bunları otelin 6. katındaki odamdan yazarken, yan odada sevişen çift resmen ortalığı inleme sesleri ile yıkıyorlar. kadının inlemeleri kulaklarımın içinde yankılanıyor. bu otelde her tarz insanı görmek ve her türlü durumla karşılaşmak mümkün.
tabii, otelde kalmanın iyi ve kötü yanları var. iyi yanı saçma sapan faturalar ile uğraşmıyor ve kafanızı ağrıtan kimse olmuyor.
kötü yanı ise üzerinize çöken hiç kimsesizlik, yersiz yurtsuzluk ve hiçbir yere ait olmamanın ağır varoluş sancısı. ölüp gitseniz kimsenin ruhu duymaz ve sessiz sedasız hayattan kopup gidersiniz.
gündüzleri değil ama geceleri çok güzel oluyor. odanın karanlığını aydınlatan televizyon ışığı altında, pencereden esen rüzgarın perdeleri havalandırmasını izlemek çok güzel ve huzur verici. ayıptır söylemesi, akşam ve geceleri tuvalet dışında hiçbir ışığı yakmam. biraz yarasa ruhluyum sanırım.
iş dolayısıyla yaklaşık 3-4 sene boyunca yılın nerdeyse 9-10 ayı katlandım diyebilirim
önceleri güzeldir, çalıştığınız kurum sayesinde üniversitedeyken kapısından dahi geçmeyeceğiniz türkiye'deki en lüks otellerde ağırlanmaya başlarsınız... alışık olmadığınız bir yaşam tarzı olduğu için ilk başlarda çok hoş gelir. lüks ortam, her istediğinizin anında yerine getirilmesi, devamlı temizlenen ve düzenlenen bir oda, sürekli peşinizde koşan en ufak detaylarla bile ilgilenen ve devamlı gülümseyen otel görevlileri, her sabah kapında yeni ütülenmiş takım elbise ve gömleklerin seni beklemesi... sauna, havuz, spor tesisleri...
sonrasında yavaş yavaş bu yapay dünya canını sıkmaya başlar... çünkü personelin gece yarısı 3'te bile suratında asılı olan profesyonel gülümsemenin altını görmeye başlarsın... işte orada yalnızlık başlar. o saatten sonra otelin ne lüksü kalır gözünde ne de diğer olanakları... gün saymaya başlarsın eve ve sevdiklerine dönmek için...
eve döndüğün gün rahatlarsın, belki otel kadar lüks değildir ama en azından senindir...