Yunan Parası 200 Drahmi'nin Arka Yüzüne "Gizli Okul" Mitiyle Kazınan Türk Öfkesi

yunan toplumunun, 1821 mora isyanı ve kendi bağımsızlıklarını kazanma sürecinde ihtiyari olarak tercih ettikleri ''ötekileştirme'' veya ''öteki/düşman'' yaratma politikalarının türkler üzerinden ne boyuta vardığını görmek ve 400 yıllık ''esaret'' neticesi ortaya konan hınç ve kine şahit olmak gerçekten de şaşırtıcı olabiliyor.
yunanistan para birimi olan 200 drahmi'nin arka yüzü şöyledir

bu görsele baktıktan sonra elbette ''e ne var bunda'' diyebilirsiniz. aslında bu tasvirde yunanların 19. yüzyıldan sonra iki asır gibi uzun sayılabilecek bir süreç içerisinde kolektif hafızalarından söküp atamadıkları ve bunu her yerde, kullandıkları paralarda bile dile getirmeye çalıştıkları ''despot ve barbar türk'' algısı var.
paranın arkasındaki bu tasvir, yunanistan'da büyük bir şehir efsanesi haline gelen ve kitleler halinde inanılan ''olmayan tarihsel vaka''yı ifade etmektedir
sözde vakanın belkemiğini ''gizli okul'' miti oluşturur. yunan toplumunun önde gelenleri, 1821 mora isyanıyla birlikte yunanların osmanlı'ya karşı ulusal bağımsızlık mücadelesini kazanmaya başlamasıyla birlikte toplumsal hafızayı da diri tutacak ve aynı zamanda yunan toplumuna ''öteki'' üzerinden milli benliğini aşılayacak yeni bir tarih yazımı sürecine girdi. bu tarih yazımının en mühim ayağını da osmanlı ve dolayısıyla türkler oluşturuyordu. yunanlara göre türkler, aşağı yukarı 400 yıl boyunca yunan toplumunu despotça ve acımasızca yönetmiş, türk yunan'a adeta zulmetmiş ve yunan'ın dinini öğrenmesini ve uygulamasını da, dilini özgürce konuşmasını da yasaklamıştır. yunan toplumu 19. yüzyıla gelindiğinde batı avrupa'ya kıyasla çok daha geri ve ilkel kalmışsa bu, despot osmanlı sultanlarının kendilerini âtıl vaziyette bırakmasıyla ilgilidir. yunanlar, osmanlı/türkler yüzünden gelişememiştir, bilim üretememiştir ve yeni kapitalist sisteme entegre olamamıştır. batı avrupa da yunan toplumunu bu geri kalmışlık yüzünden "batı" olarak görmemekte, onları doğu sınıfında değerlendirmektedir. halbuki yunanlar batı'ya antik yunan uygarlığını ve o dönemin filozofları ile eserlerini armağan ettiği için kendilerine haksızlık edildiğini düşünmekteidr.
işte özetlemeye çalıştığım bu temel görüşü ve uydurma tarih yazımını halk nezdinde iyice pekiştirmek için yunan profesörler, hukukçular, siyasetçiler, kısaca toplumun önde gelenleri ve tabii din adamları ortaya ''gizli okul'' mitini atmıştır. buna göre dinlerini de, dillerini de yasaklayan türklere rağmen yunan toplumu tamamen kendi inanç, azim ve kararlılığı doğrultusunda şehir merkezlerine uzak noktalarda, kuş uçmaz - kervan geçmez diye tabir edilebilecek yerlere manastırlar başta olmak üzere ''gizli okullar'' açmışlar ve bu gizli okullar sayesinde yunan dili, edebiyatı tüm baskılara rağmen çocuklara, genç nesillere öğretilebilmiştir.
yazının başında gördüğünüz 200 drahmi'nin arka yüzünde tasvir edilen de bu gizli okuldur
resimde ortodoks bir din adamı, önündeki gençlere ders verir gibi bir şeyler anlatırken, gençler de bu din adamını can kulağı ile dinlemekte, içlerinden biri de not almaktadır. resmin en sağında elinde tüfeği ile görülen kişi de bir nevi bekçidir, türkler ani bir baskınla gelirse orayı savunacak olan kişidir.
yunan kolektif belleğine bu ''türk zulmü/despotluğu'' o kadar yerleşmiştir ki, tedavüle sokulan paralarına bu resmi bastıracak kadar ileri gitmekten kaçınmamışlardır. ayrıca yunanlar bu gibi tasvirlerle şunu da ima etmektedirler: bağımsızlık ve özgürlük sadece top ve tüfekle gerçekleşmez, ayrıca gizli saklı bile olsa eğitime de mutlak önem verilmeli ve helenistik dönemden kendilerine miras kalan o bilim ve felsefe aşkı kesinlikle devam ettirilmelidir. ulusun tam bağımsızlığı ancak bu şekilde sağlanabilir.
dönemin yunan yazarlarından dragoumis gizli okul efsanesine inandırıcılık katmak için şöyle demiştir: ''...bu okullarda türk korkusu o kadar güçlüydü ki öğrencilerin birçoğu kuytudaki okullarına gece karanlığında gizlice gittiğinde neşelenmek amacıyla 'benim parlak ay'ım, yolumu aydınlat ki yürüyebileyim, okuluma gidebileyim, okuma yazma bilip tanrı'nın mucizelerini öğreneyim' şarkısını söylüyordu.''
1849'da atina üniversitesine rektör seçilen georgios mavrokordatos öğrencilere hitaben yaptığı konuşmada ''osmanlı hakimiyet döneminde sizden önceki genç kuşak tirana yakalanmamak için yerin altında küçük karanlık bir delikte gizlice eğitim görmekteydi. sizler bugün görkemli koca binalarda eğitimlerinizi sürdürmektesiniz. her başarınız, bilgiye değer veren kralımız tarafından ödüllendirilmektedir.'' demişti.
peki bizdeki ''lozan 2023'te bitecekmiş'' efsanesinden hallice bir mite dönüşen bu anlatı ne kadar gerçeği yansıtıyordu? gizli okul mitinin gerçeklikle herhangi bir alakası var mıydı?
öncelikle hemen şunu söyleyeyim, osmanlı yönetimi altında ortodoksların kendi inançlarını uygulayamaması veya kendi dillerini öğrenememesi gibi bir durum hiçbir zaman gerçek olmamıştır. daha istanbul'un fethinden hemen sonra, istanbul'daki rumların dini lideri olan patrik efendi'ye sultan mehmet berat vermiş ve ortodoks rumların hür bir şekilde kendi inançları doğrultusunda yaşayabileceklerinin teminatını sağlamıştır. aynı özgürlük yahudilerde hahambaşı'ya verilmiştir, ermeniler de yine bir temsilci vasıtasıyla sultana dilek ve şikayetlerini dile getirebilmiştir. osmanlı millet sistemine göre o dönem milliyet bilinci olmadığından dolayı da, her topluluk din adamları önderliğinde sahip olduğu inanca göre tasnif edilmiştir. yani yunan, arnavut, romen, bulgar, sırp vs diye münhasır ayrıma gidilmeksizin bu toplumların hepsi ortodoks kategorisinde değerlendirilip, ''ortodoks milleti'' olarak ele alınmıştır. ayrıca osmanlı yönetimi, balkanlarda ele geçirdiği yerlerde hiçbir kiliseye, manastıra ve okula dokunmamış, gayri müslimlerin hür bir şekilde hem ibadetlerine hem de eğitimlerine devam edebilmesini sağlamıştır.
konuyla ilgili olarak meseleye objektif yaklaşanlardan yunan yazar mihail oikonomou, kaleme aldığı ''hatıralarım'' adlı eserinde osmanlı yönetimine dair şu ifadelerde bulunmuştur: ''osmanlı hakimiyet döneminde hıristiyanlara sadece izin vermemiş hatta onları koruma altına da almıştı. sadece hıristiyan manastırlarının izinsiz onarımı ve inşası yasaklanmıştı. aynı şekilde yunan eğitimi de türkler tarafından serbestçe işleyişini sürdürüyor ve hatta korunuyordu.''
neophytos vamvas da 1820 yılında şunları söylemiştir: ''bâb-ı âli, yunanların manevi yükselişlerini engelleyecek herhangi bir eylemde bulunmamıştır. bu, belki ilgisizliklerinden kaynaklıdır belki de buna böyle inandıkları içindir. bizim gerçek düşmanımız ötekiler (türkler) değil, kendi içimizdekilerdir. eğer yunan ulusunun büyük çoğunluğu içinde varlık gösteren batıl inançların ve beyhudeliğin üstesinden gelebilirsek, türklerin engelleri karşısında daha az çabaya ihtiyaç duyacağız.''
sonuç itibarıyla toparlayacak olursak
yunan toplumu 400 yıl boyunca osmanlı valisi tarafından yönetilmeyi ve idare edilmeyi büyük bir kompleks haline getirmiş ve bu kompleksi milli paralarının üzerine tasvir edecek kadar da sergilemekten imtina etmemişlerdir. yunanlar eğer katolik boyunduruğu ve tahakkümü altında yaşamış olsaydılar, osmanlılardan görmedikleri zulmü ve despotluğu o zaman gerçekten görmüş olurlardı. kanaatimce uzun yüzyıllar boyunca hürriyet içinde ve en azından belli bir döneme kadar müreffeh hayat sürdükleri halde, sırf milli bir kimlik oluşturabilmek adına 19. yüzyılda bu gibi ucuz işlere başvurdukları kuşkusuzdur... bu sebeple maalesef özgürlüklerini kazanır kazanmaz yunanistan'da bulunan tüm osmanlı eserleri (han, hamam, cami, çarşı vs) bir bir yıkılmış, bugün yunanistan'da osmanlı'ya dair bir iz neredeyse kalmamıştır. tarihin saçma sapan ideolojik ellerde ne kadar ters yüz edildiğinin en müşahhas örneklerinden biri olmuşlardır. ileri okumalar için, (bkz: esra özsüer), (bkz: türkokratia)