Yunanistan'ın Osmanlı Devleti'nden Ayrılmasına Neden Olan Yunan İsyanı'nın Uzun Özeti

Bir zamanlar Osmanlı toprağı olan Yunanistan, ne oldu da bağımsızlığını kazanarak ayrıldı? İşte detaylı bir anlatımı.
Yunanistan'ın Osmanlı Devleti'nden Ayrılmasına Neden Olan Yunan İsyanı'nın Uzun Özeti

yunan isyanı... aslında bu konuda kaynakların oldukça kısıtlı olması, kısıtlı olmaktan öte oldukça taraflı ve fanatik bilgilerin bulunması bilgi kirliliğine yol açsa da, elimden geldiğince ve deniz merkezli olarak bu isyanı anlatacağım.

esasen bu konu her zaman ilgimi çekmiştir. modern anlamda yunanistan’ın kurulduğu isyan/bağımsızlık harbi olmakla birlikte yunan tarihi bu konuda epey sabıkalıdır. zira 19. yy’da napolyon savaşlarından sonra belki de yunan, rus, ingiliz, fransızların müşterek olarak yürüttüğü savaşta gerek osmanlıların isyan öncesinde imparatorluğun içinde bulunduğu kötü duruma paralel olarak yunanistan’da vuku bulan nahoş olaylar, gerekse de yunan isyancıların savaş boyunca türk-müslüman ve yahudilere karşı işlediği korkunç savaş suçları, yunan isyanını osmanlı tarihi açısından ilginç yapan şeylerdir.

bir diğer husus ise bu isyanın bir “milliyetçi” karakteristiğinin altında bir nevi “ortodoks haçlı seferi” özelliği yatması. zira rusların tarihin bu döneminde osmanlı imparatorluğu bünyesindeki ortodoksları birer koz olarak kullanması (bir asır sonra ortodoksluk üzerinden yapılacak olan bu tarz şeylerin yerini slav milliyetçiliği alacaktı), yunan isyanında türk ve müslüman olanların yanı sıra yahudilere karşı da girişilen katliamlar ve hatta bağımsızlık savaşı sonrası “yunan bayrağının ortodoks haçıyla kutsanması” bize bu isyanda ortodoksluğun etkisini gösteriyor.

oral sander, bu isyanı anlamamız için güzel bir noktaya parmak basar.

sander, osmanlı diplomasi tarihinde küçük kaynarca antlaşması’nı içeriden dağılma sürecinin başlangıcı olarak niteler ve osmanlı topraklarındaki ortodoksların hamisi haline gelen rusya’nın yunanistan’ın bağımsızlığına giden süreci başlattığını belirtir. sonuç olarak, yunan aydınlanmasının öncülüğünde, orlof ayaklanması örneğinde ve küçük kaynarca antlaşması’nın sağladığı rus korumacılığının güdümünde osmanlı topraklarına gelen “batılı aydınlanma değerleri” milliyetçilik ve bağımsızlık gibi fikirler balkanlardaki hristiyan toplumlar arasında yunanların öncülüğünde sosyal yaşamın bir parçası haline gelmeye başlamıştır.

bir diğer husus ise rusların ortodoks hamiliğini üstlenmesinin yanı sıra, bu hamilik görevini osmanlı’yı hukuki açıdan zayıflatmak için de kullanmasıydı. küçük kaynarca’da gündeme gelen bir diğer hususta ise ruslar, imparatorluğun kendi hukukunda müslüman-gayrimüslim diye ayırdığı tebaayı bu anlayış aleyhinde kullanmak istiyordu.

küçük kaynarca’da bundan dolayıdır ki, imparatorluğun mevcut hukuk sistemine aykırı olarak ruslar, yunan tebaaya akdeniz’de rus flamasıyla ticaret yapabilme imkanı tanımıştı. bu, aslında yunanistan’ı hukuki olarak imparatorluktan ayırmanın ilk adımıydı. zira böylelikle yunanlar bir rus tüccarın sahip olduğu imkanlara sahip olmanın yanı sıra batı ile daha haşır neşir olma imkanı da elde ediyordu. ancak akdeniz’de rus güvenceli deniz ticaretinin yunan isyanına en büyük katkısı, yunanistan’a gelen batılı zenginliğinin yunan toplumunda çok güçlü bir ticaret burjuvazisi oluşmuştu. hemen hemen napolyon savaşları ve fransız devrimine denk gelen bu dönemde de yunan bağımsızlığı fikrinin fikir babaları olan adamantios korais’in yanı sıra idam edilen rigas fereos etkili olmuştu. kendisi ayrıca megali idea’nın da savunucularındandı.

ayrıca, 1453'den 1821'e kadar osmanlı egemenliğinde kalan yunanistan'da türk nefretinin bir başka sebebi, osmanlı tebaasındaki müslüman-gayrimüslim ayrılığının yanı sıra gayrimüslim olan yunanistan'ın belirli kriterlere sahip çocukları kapıkulu ocağı'na devşirme olarak vermesi, osmanlı'da gayrimüslim tebaadan alınan cizye ve haraç vergileri de yunanların şikayet ettiği şeylerdi.

bir diğer husus ise, isyanın her iki tarafın tarih kitaplarında yerlere vurula vurula bitirilemeyen, ama ne türk ne de yunan tarafının kendi işlediği suçları ve savaş suçlarını kabullenmediği bir ilginç yönü de, yazının başında söylediğim gibi katliamlardır.

bu olaya "yunan isyanı" demek ihtilafa düşmemize sebebiyet verebilir, zira 1453'den yunan bağımsızlığına kadar yunanistan'da osmanlılara karşı pek çok başarısız ayaklanma çıkmış ve hepsi de kanlı bir biçimde bastırılmıştı. örneğin 1600'lerde dionysos filozofu adında bir yunan yanya'da bir isyan başlatmış ve isyan aslan paşa komutasındaki osmanlı ordusu tarafından kanlı şekilde bastırılmıştı. canlı ele geçirilen filozof ise derisi yüzülerek idam edilmişti.

yunanistan'daki ilk kayda değer isyan ise 1770 yılında çeşme'de osmanlı donanmasının imhasından hemen önceki orlov isyanı'dır. ismini çariçe katerina dönemi amirallerinden ve çeşme'de osmanlı donanmasını imha eden kont aleksey grigoryeviç orlov'dan alır. 1768-74 osmanlı-rus savaşında rusya'nın daha çok geleneksel din bağlarını kullanarak yürüttüğü etkiler, bölge halkına yönelttiği ayaklanma çağrılarına kadar varan çabaları, özellikle yoksulluk ve topraksızlığın ciddi boyutlara ulaştığı mora'da geniş destek buldu. buna göre, 1768 osmanlı-rus savaşı sırasında mora kıyılarına gelen çariçe katerina’nın yakın ortağı olan amiral kont aleksey'in komutasındaki rus donanması, mora’da osmanlılara karşı bir isyanın çıkmasına neden olmuştu. orlov ve kardeşleri, mora yarımadasındaki yunan halkına muhtariyet vermekle görevlendirildi.

Orlov İsyanı'na dair bir tasvir.

ancak 1770 yılında başlayan orlov isyanı rusya'dan yeterli yardım göremeyince osmanlı (müslüman ve arnavut) birliklerince kısa sürede bastırıldı. rusların mora’yı terk etmesinden sonra orlov isyanına misilleme hazırlayan osmanlı kuvvetleri, yunanlara karşı büyük saldırılara başladılar. divan-ı hümayun'da yunan asilere misilleme yapılması kararına cezayirli gazi hasan paşa'nın karşı çıktığı söylenir. en azından yunan tarihçi konstantinos sathas, "türk egemenliği altındaki yunanistan (1453-1821)" eserinde böyle diyor. sathas'a göre cezayirli gazi hasan paşa'nın bu karara karşı çıktıktan sonra "yunan'ı kırarsak cizyeyi kim verir?" sözlerini sarf etmiştir.

bütün bunlar olurken yunanistan'a yanya valisi olarak atanan bir adam karşımıza çıkar

alexandre dumas'ın sözünü ettiği, batılılara göre oryantalizmin ete kemiğe bürünmüş hali, tepedelenli ali paşa. ailesi katledildikten sonra tepedelenli ailesi güç kaybetse de ali paşa, doğru bir kadınla (bir paşa kızı) evlenerek tekrar nüfuz elde eder ve ikinci mahmud tarafından bir süre sonra yanya valiliğine atanır. padişah ve divan-ı hümayun, bu dönemde yeniçerilerin merkezde çıkardığı sorunlarla ve askeri ıslahat ve reformlarla uğraştığı için koca yunanistan, tepedelenli ali paşa'nın insafına kalmıştır. padişahın da onayıyla gitgide artan ayrılıkçı hareketlerin sert ve kesin bir şekilde bastırılması emri onanır.

tepedelenli ali paşa, yunanistan'da bugün sevilmeyen bir adamdır. aslı arnavut olmakla birlikte, milliyetçi yunan hareketlerini kanlı bir biçimde ve askeri güç kullanarak bastırmaya kalkar ve bunda başarılı da olur. isyancılar bir süreliğine sindirilir, ancak bu sefer imparatorluk için iki sorun birden ortaya çıkmıştır :

* ikinci bir kavalalı örneğine doğru ilerleyen ve çok güçlenen tepedelenli ali paşa
* isyancı hareketler geçici olarak doğsa da yunanistan'da gitgide yükselen türk nefreti ve bu nefreti körükleyen başta rusya olmak üzere batılı devletler.

tepedelenli ali paşa'nın yanya merkezli olmak üzere yunanistan'da elde ettiği güç, istanbul'da kendi makamlarını tehlikede gören divan-ı hümayun yetkililerini ve padişah ikinci mahmud'u rahatsız etmekteydi. bununla birlikte istanbul, yunanistan'daki otoritesi için tepedelenli ali paşa'yı gerekli görmekteydi. zira tepedelenli'nin ortadan kaldırılması, herkesten çok baskı altındaki yunanların işine gelecek ve yunanistan'da doldurulması çok zor bir güç boşluğu ortaya çıkacaktı.

söylemekte fayda var, tepedelenli'nin bu otoritesi, korkuyu düşmanlarına karşı çok iyi kullanmasından geliyordu. bugün kendisinin adı yunanistan'da düşmanlarının kemiklerini kırdırmasıyla ve elbette zalongo dansı denilen vahim olaylarla anılır. zalongo dansı olarak bilinen olayda, parga'ya yakın bir yunan kasabası olan souli, bir ayaklanmaya katılır. tepedelenli'nin isyanı bastırması emredilir ve yunan kuvvetleri bozguna uğratılır. souli'de ise savaştan dolayı kadın ve çocuklardan başka hiç kimse yoktur. tepedelenli'nin ordusu souli üzerine yürüyüşe geçer ve ali paşa ve ordusunun zulmünden çekinen soulili kadınlar, üç gün süren bir kaçış sonucunda zalongo isimli bir uçuruma gelir. burada tecavüzden korktukları için ilk önce bebeklerini daha sonra kendilerini uçurumdan atarak topluca intihar ederler.

kadınların sırf tepedelenli'nin eline düşmemek için böyle bir yolu seçmesi, bu adamın yunanistan'daki otoritesini hayal ettirir diye tahmin ediyorum.

Tepedelenli

neyse efendim, tepedelenli'nin güçlenmesinden rahatsız olan ikinci mahmud, rikab-ı humayun kethüdası halet efendi'nin de etkisiyle tepedelenli ali paşa'yı yanya valiliği ve hali hazırda bulunduğu bütün görevlerden azleder. fener rum patrikhanesi tepedelenli'nin kötü ünü sebebiyle ikinci mahmud'un bu kararı vermesinde etkili olur.

tepedelenli ali paşa, bunun üzerine isyan ederek yunanistan'da birkaç bölgeyi işgal ettikten sonra ikinci mahmud tepedelenli'nin işini bitirmek için hurşid ahmet paşa'yı görevlendirdi. ahmet paşa, tepedelenli'nin kuvvetlerini yendikten sonra ali paşa, kendi canına dokunulmaması şartıyla teslim olacağını ahmet paşa'ya bildirir ve ahmet paşa bu şartları kabul eder. ancak daha sonra ikinci mahmud, tepedelenli'nin yaşamasını sakıncalı bularak idam edilmesini emreder. tepedelenli ali paşa, idam haberini aldıktan sonra silahına davrandığı için kurşunla vurularak öldürülür. daha sonra kellesi padişah ikinci mahmud'a yollanır.

bu, en çok yunanların işine gelecektir.

isyanın başlaması

yunanların talihi, isyan başladığı sıralarda osmanlı ordusu'nun tepedelenli'nin çıkardığı isyanlarla meşgul olması ve istanbul'da çok büyük bir güç boşluğu olmasıydı.

isyanın mora ve ege adaları ile attika'da başlamasıysa bir zorunluluk gibiydi, zira rumların ciddi bir çoğunluk oldukları bölgeler bunlardı. teselye ve epir'de böyle bir nüfus çoğunluğuna sahip değillerdi. napolyon'un mısır'a çıkmasından başlayarak ingilizlerle rusların doğu akdeniz'e olan ilgilerinin artması gibi hususlar da gelişmelerin yakın arka planında kendisini gösterir. ruslar odessa ve diğer rus kentlerinde filik-i eterya (megalo idea'yı amaçlayan cemiyet) üyelerini örgütlemişler ve ortodoks kilisesini de bir ihtilal örgütü olarak arkalarına almışlardı. en kısa şekilde ifade etmek gerekirse, isyanın ideolojik gıdasını napolyon sonrası fransa'dan ; örgütsel, siyasi ve maddi desteğini rusya'dan aldığı ifade edilmelidir.

ayaklanma, 1821 yılının şubat ayında, türklerin balyabarda dediği petras kentinde, mora yarımadası'nda patlak verdi.

Mora Yarımadası

filik-i eterya bağlantılı olduğu bilinen germanos adında bir piskopos, mora'da isyanın fitilini ateşlemişti. hemen akabinde mora yarımadası'nda yeni bir cephe açtılar. 10.000 kadar rum petras kentine hakim olduktan sonra ilk önce petras kalesi dışında kalan türkler ve kale düştükten sonra da içindekiler, kadınlar ve bebekler de dahil olmak üzere öldürüldü. birkaç hafta içerisinde öldürülen türklerin sayısı 20.000'i aşmıştı. malları da yağma edildi. ayaklanma hemen hemen tüm mora'ya yayıldı. nisan ayında tripoliçe ve birkaç kale hariç yarımada isyancıların elindeydi. bu sırada mora'da çok az asker olması asilerin işlerini kolaylaştırmıştı. ancak, kalelerde oturan türkleri de kuşatarak imha etmeyi planlıyorlardı.

tepedelenli isyanı sırasında hem onun askerleri hem de onu kuşatmış olan hurşit ahmet paşa, askerlerini mora'dan çekmişti. isyan adalarda da hızla yayıldı ve beklendiği gibi en sonunda atina ve orta yunanistan'a sıçradı. bu olayların daha en başında yunan ve ruslar, yunan bağımsızlığı için moldova'da ikinci bir cephe açtılar ve romenlerle bulgaristan ahalisinin de isyana katılmasını beklediler ancak bu gerçekleşmedi. moldova isyanı kısa sürede bastırıldı. çar yaveri aleksandr ipsilanti ile gregory sutsos liderliğinde yaş, kalaç ve bükreş'e giren asiler püskürtüldü. isyanın liderliğini yürütenlerden istanbullu ipsilanti'nin babası, napolyon zamanında eflak ve moldova hospodarı idi. kuzeydeki girişim başarısız olurken mora'daki isyan hızla büyüdü. bunun en önemli nedenlerinden birisi, osmanlıların ege'de deniz üstünlüğünü yitirmeleriydi.

yunanistan'da bunlar olurken, istanbul'da yunanistan'da türk tebaaya yapılan katliamları duyan istanbul ahalisi, tarihe 1821 pogromu olarak geçen büyük bir katliam dalgası başlattılar.


katliamın arka planında moldova'da ihanet ederek ruslar ile birlikte isyan eden ipsilanti'nin türkleri katlettiğine dair söylentiler istanbul'a kadar gelmişti. bununla birlikte fener rum patrikhanesi'ndeki filik-i eterya bağlantılı din adamları da ruslar ve yunan isyancılar lehine çalışıyordu. hem söylentiler hem de casusluk iddiaları yüzünden istanbul'da yedi tane rum piskoposu da sadrazamın emriye tutuklandı. tutuklanan yedi piskopostan istanbul ekümenik patriği v. gregorios, rus casusluğu iddiasıyla sadrazamın emriyle idam edildi ve cesedi türk halk tarafından istanbul sokaklarında sürüklendikten sonra haliç'e atıldı.

burada dikkat çeken bir hadise ise osmanlı ordusu'nun isyanlar sırasındaki disiplinsizliğidir. 1821 istanbul pogromu, aslında 1955'teki 6-7 eylül olaylarına her açıdan çok benzer. bizzat padişahın çıkardığı fermanla imparatorluk bünyesinde birçok piskopos, papaz ve birçok rum, casusluk ve isyancılıktan dolayı idam edilmişti. ancak pogrom, resmi olarak olmasa da 1821'de mora'daki türk katliamlarına bir misilleme olarak bilhassa ulema sınıfı tarafından el altından körükleniyordu. patrik gregorios'un idamından cesaret alan istanbul'daki türkler, yaklaşık bir iki ay sürecek bir pogrom başlattılar. burada disiplinsizlik ise bizzat bu katliam, yağma ve tecavüz dalgasına yeniçerilerin çok aktif bir şekilde katılmış olması. birçok kilise bu pogrom sırasında tahrip edildi ve rumlara ait dükkanlar ve tezgahlar yağmalandı. mora'daki türk katliamlarına karşı müslüman tebaanın gazı önü alınacak cinsten değildi. benzer olaylar izmir'de de yaşandı. özellikle izmir'de birçok önde gelen rum ailesinin üyeleri asılarak veya kafaları kesilerek öldürüldü. savaş boyunca hem türk hem yunan tarafı bu tarz insanlık dışı olayları, bir diğerinin yaptığı katliama misilleme olarak yapacaktı. dahası, türk tarafının da bu savaşta yunanlar kadar ciddi katliam ve suçlara imza attığını da kendimize itiraf etmemiz gerekir. bilhassa, istanbul pogromuna, yağma, tecavüz, cinayet silsilelerine "osmanlı ordusu'nun en seçkin piyade gücü" (o zamanlar artık askeri bir yapılanmadan çok serserilerin ve ayak takımının toplandığı bir yerdi) olan yeniçerilerin disiplinsiz ve insanlıktan çıkmış bir şekilde iştirakı, bize osmanlı ordusu'nun, özellikle kapıkulu ocağı'nın son zamanlarına doğru ne denli askeri disiplinden ve bir "ordu" olmaktan uzak olduğunu gösteriyor.

istanbul'da temmuz ayına kadar rumların idamı günlük bir rutin haline gelmişti. bizzat patrik eugenius, bab-ı ali'ye bir mektup yazarak duruma el koyulması için yalvarsa da bu dikkate alınmadı. daha sonra olayların çok büyümesi üzerine rusya'nın istanbul büyükelçisi stroganov, "bab-ı ali'nin olaya el koymaması halinde osmanlı imparatorluğu'nun bütün ortodoks devletlere savaşta olacağını" ilan etti ve temmuz ayında istanbul'da katliam durdu. ancak ya yunanistan ve oradaki türkler?

ege denizi'nde üstünlüğünü yitiren osmanlı donanmasının yetersizliği de isyanın büyümesinde etkili olmuştu. 1821 ağustos ayında monemvasia kalesi'nde açlıktan teslim olan türkler öldürüldü. navarin'de 2000 türk katledildi. hayatta kalanları ise tripoliçe'ye sığındılar ama orası da düşünce savaşın en büyük katliamı tripoliçe'de yaşandı ve yunanlar da istanbul pogromunun intikamı olarak tripoliçe katliamını yaptılar. yunan kaynaklarına göre 10.000, türk kaynaklarına göre ise 8.000 dolayında türk vahşice öldürüldü. hatta alıntılar yapmak gerekirse :

ingiliz tarihçi walter alison phillips tripoliçe katliamı hakkında:

"üç gün boyunca şehrin sakinleri, bir vahşi çetenin kötülüğüne ve keyfine bırakıldı. yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmadı. kadınlar ve çocuklar, öldürülmeden önce işkencelere tabî tutuldu. katliam o kadar büyüktü ki, kolokotronis kapıdan hisara kadar atının ayaklarının yere hiç dokunmadığını söyledi. şehirdeki yunan zaferinden sonra yol kenarları cesetler ile doldu. kadınların ve çocukların bulunduğu müslüman kitleleri, yakınlardaki dağlarda sığır gibi doğrandı."

ingiliz tarihçi william st. clair katliam sırasında şehirde bulunan ingiliz subaylarının şahit olduklarını şöyle anlatır :

"...10 bin üzerinde türk öldürüldü. paralarını sakladığı şüphe edilen tutsaklar işkence edildi. kolları ve bacakları kesildi ve ateşin üzerinde yavaş yavaş kızartıldılar. hamile olan kadınların karınları kesildi, kafaları kesildi ve köpek kafaları bacaklarının arasına sokuldu. cumadan pazara kadar hava çığlık sesleriyle doluydu. bir yunan 90 kişiyi öldürdüm diye övünüyordu. yahudi topluluğu sistemli bir şekilde işkenceden geçirildi. haftalarca aç bırakılan türk çocukları çaresiz yıkıntıların arasında koşarken yunanlar tarafından yere atıldılar sonra vuruldular. su kuyuları cesetlerle dolduruldu..."

"yunanistan'daki türkler arkalarında az iz bıraktılar. 1821 ilkbaharında dünyanın geri kalanı tarafından arkalarından gözyaşı dökülmeden ve fark edilmeden aniden yok oldular. bir zamanlar yunanistan'ın bütün ülkenin etrafına dağılmış büyük bir türk nüfusuna sahip olduğuna bile inanmak zordu. bu ailelerin arasında varlıklı çiftçiler, tüccarlar, memurlar yaşıyordu ve yüzlerce yıl boyunca burada yaşamış ve buraları kendi yurtları olarak kabul etmişlerdi. kasıtlı ve acımasızca öldürüldüler ve hiçbir zaman pişmanlık gösterilmedi."


savaşın bir başka büyük katliamı ise birkaç sene sonra osmanlı donanması'nın yakılacağı navarin'de yaşanmıştı.

şehrin türk sakinleri, açlık yüzünden teslim olmayı önermişti. yunanlar da bunun üzerine şehrin sakinlerini mısır'a güvenli bir şekilde götürmeyi önerdi. teslim olma işlemi bitince, türkler şehirdeki tüm mallarını, tüm paralarını ve mücevherlerini yunanlara teslim etti; fakat yunanlar söz verdikleri güvenli yolculuğu gerçekleştirmeye niyetli değillerdi. müzakere eden yunanlardan biri olan poniropoulos, yıllar sonra general gordon'a teslim olma belgesinin türklerdeki kopyasını yok ettiğini ve böylece geride böyle bir anlaşmaya ilişkin bir kanıt kalmadığını söylemişti (george finlay, ingiliz tarihçi)

finlay, katliama bizzat tanık olan phrantzes isimli bir yunan rahibin anlattıklarını bize şöyle aktarır:

"mermiler ve kılıçlarla yaralanmış kadınlar kaçmak umuduyla denize koştu, bu sırada kasten vuruldular. kollarında bebekleri olan annelerin kıyafetleri çalındı ve tek gizlenme yeri olan denize koştular, suda çömelirken insan olmayan tüfekli askerler tarafından vuruldular. yunanlar bebekleri annelerinin kollarından aldı ve kayalara vurdu. üç ve dört yaşlarındaki çocuklar denize atılarak boğuldu. katliam bittiğinde cesetler ya denize atıldı ya da sahile yığıldı ve bir salgın hastalık tehdidiyle karşı karşıya kalındı." (george finlay - history of the greek revolution, sf. 215)

velhasıl 1821 sonunda türkler sadece mora yarımadası'nda iki küçük kalede kalmışlardı.

yunan ayaklanmasının ilk safhasında 1821 istanbul pogromu da dahil olmak üzere bab-ı ali'nin aczi dikkat çeker. buraya hızla güç sevk etme olanağı bulamamıştır. bu katliamlardan sonra imparatorluk genelinde başta edirne, kayseri, tarabya, edremit piskoposları ve bazı fenerli rum beyleri de misilleme olarak türkler tarafından öldürüldü.

bu arada sisamlı rumlar sakız adası'na çıkıp ahaliyi ayaklandırdılar. ama kaptan-ı derya nasuh paşa burada asileri ve on binlerce rum'u imha etti. mora isyanındaki hunhar katliamlara sessiz kalan ingiliz, rus ve fransızlar ise osmanlı donanması'nın sakız adası'ndaki girişimlerini protesto etti.


peki osmanlı imparatorluğu, isyan sırasında böylesine büyük bir zaafa nasıl düşmüştü?

öncelikle ifade edilmesi gereken husus osmanlı kıyı kentlerinde yoğunlaşmış olan rumların gerek ticari gemicilikte, gerek donanmada çok önemli bir rol oynuyor olmasıydı. yunan isyanının bir başka önemli noktası, osmanlı tarihinde hiç olmadığı kadar fazla osmanlı askerinin (osmanlı ordusu'ndaki yunanlar) taraf değiştirmiş olmasıydı, bilhassa donanmada.

türkler, 1800'lü yılların şartlarında rumlarla kıyasla denizcilikle nadiren uğraşırdı. deniz ulaşımında rumların ağırlığı, özellikle fransız devrimi sonrasında bu ülkenin imtiyazlı gemilerinin osmanlı sularından çok büyük ölçüde çekilmesinden sonra daha da arttı. fransız gemilerinin büyük navlun kazancı rumlara geçti. ayrıca yazdığımız üzere küçük kaynarca'dan beri rumlar, rus koruması altında ticaret yapıp rusya'nın imkanlarından da istifade ediyorlardı.

yunanlar deniz yollarına ve ulaşımına hakim olunca, özellikle ege adalarını her türlü faaliyet için etkili bir şekilde kullanmaya başladılar. osmanlı donanması ise seyir işlerinden anlayan rum denizcilerin kaçmasıyla adeta hareket edemez hale gelmişti. koca türk bahriyesinde bir tane türk seyir subayı yoktu!

osmanlı savaş gemileri silahlı rum ticaret gemileri karşısında bile etkili olamıyordu. kaldı ki, kaptan-ı derya rütbesine erişenler de gene kayrılma yoluyla bu makama gelen cahil kişilerdi. donanma, 1773'te mühendishane-i bahr-i hümayun'un (deniz harp okulu) teşkili ve tersane-i amire'nin ıslahı sonucu cezayirli gazi hasan paşa'nın insanüstü çabalarıyla biraz olsun toparlanmış olsa da, 1800'lerin başında durum hiç de parlak değildi.

örneğin 1821 yılında kaptan-ı deryalığa getirilen aptullah paşa, kayıkçılıktan gelerek saraya girdiği için yükselmişti. normalde lumbarağzı'ndan içeri sokulmayacak cinste bir herif, osmanlı donanması'nı komuta ediyordu. yardımcısı mehmed paşa da ondan geri kalmayacak şekilde bir cehaleti temsil ediyordu. hal böyle olunca mora'ya asker gönderilemediği gibi, oradaki garnizonların ihtiyaçları bile gönderilemedi. osmanlı kaptanları kayıkçı kahvelerine koşup donanma için mürettebat toplamaya çalıştılar ancak insanlar donanmaya katılmakta pek gönüllü değillerdi. sadece, istanbul tersanesinden iş almak için bekleyen çok sayıdaki italyan, dalmaçyalı ve maltalı gemi armacısının işe alınmasıyla bazı gemiler yola çıkarılabildi. her zaman olduğu gibi garp ocakları'ndan yardım istendi. donanma komutanlığına da nasuhoğlu ali paşa atandı. donanma nihayet 14 ağustos 1821 tarihinde istanbul'dan hareket ederek ahalinin isyan ettiği sisam adası önlerine geldi. ancak karaya çıkardığı askerler zor durumda kalınca onları geri aldılar. bununla birlikte mora'ya yardım götürmeyi başardılar ama artık durum kontrol altına alınamayacak kadar kötüleşmişti. bu arada lepanto'da (inebahtı) bulunan bazı asi gemilerini teslim alarak döndüler. 1822 yılı başlarında, psara ve sakız adası'ndaki türklerin öldürüldüğü ve ahalinin yunan ayaklanmasına katıldığı haberleri geldi. bu kez istanbul ve çeşme kayıkçıları geçen yılın aksine, gönüllü olarak donanmaya katıldılar. donanma 11 nisan 1822 günü sakız adası'na geldi. konuşmak üzere kıyıya gönderilen heyetin filikadan çıkar çıkmaz öldürülmeli üzerine kıyıya asker çıkarılarak asilerin idam edilmesi yoluna gidildi. bu eylemde öldürülenlerin sayısı, bunun biraz da mora katliamında öldürülen türklerin intikamını almak saikiyle yapıldığını düşündürtmektedir. avrupalıların ve kilisenin sakız katliamı olarak büyük bir propagandaya girişmeleri de bu olay üzerine meydana geldi.

bu sırada, osmanlı donanması'nda işlerin nasıl özensiz yürütüldüğünü gösteren çok olumsuz örneklerden söz etmek gerekir

rumlar, osmanlılara saldırmak için onların zayıf olacağını düşündükleri zamanda, ramazan bayramı'nda bir baskın hazırladılar. iki ateş kayığı kendilerine avusturya teknesi süsü vererek gece karanlığında yanaştıkları gemileri yakacaktı. gerçekten de bu tekneler rum isyancılardan kaçtıklarını bağırarak yaklaştılar. kaptan-ı derya bunlara acımış ve birisinin de kendi gemisine yanaşmasına izin vermişti. bunun üzerine türk denizciler, ne olduğunu bile anlamadan iki patlama duydu. ateş gemilerinin azaltılmış personeli kayıklara binip kaçmışlar ve kaptan-ı derya nasuhzade ali paşa da bu patlamada şehit olmuştu. tarihçi ismâil hâmî dânişmend, bütün osmanlı yüksek görevlilerinin kısa biyografilerini verdiği eserinde, personelin daha hava kararmadan yaklaşan sözde avusturya gemileri konusunda kendisini uyardıklarını ama paşanın buna aldırış etmeden gaflet içerisinde gemisinde görev başında olması gerekirken "rakı içtiğini" yazar. (ismail hami danişmend, osmanlı tarihi kronolojisi, cilt5, sf 226)

işin ilginci, bozcaada önünde buna benzer bir olayın daha meydana gelmesidir. tümamiral afif büyüktuğrul (allah rahmet eylesin), açık denizde güvenlik önlemi almadan yatan gemilerin bu cezayı çektikleri şeklinde bir ifade kullanır. (e. tümamiral afif büyüktuğrul, osmanlı deniz harp tarihi ve cumhuriyet donanması, cilt 2, sf 354)

bu yılın önemli olaylarından bir başkası da küçük mehmed bey komutasındaki bir birliğin altı korsan gemisiyle yaptığı çatışmada çok kayıp vererek o sırada ingilizlerin denetiminde olan zenta adası'na sığınmasıdır. bunu gören adanın rum halkı sandallarla yanaşıp mürettebatın kafasını kesmiş, adaya çıkan türkleri korumaya çalışan ingiliz askerlerinden 6 tanesi de hengamede hayatını kaybetmişti.

bu sırada yunanistan'da devlete isyan haline olan tepedelenli ali paşa, osmanlı devleti'ne karşı rusya'dan ve yunanlı isyancılardan yardım istemişti. ne var ki hüsrev paşa kuvvetleri tepedelenli'yi öldürmüş ve akabinde isyancıları yenilgiye uğratmıştı (1822). ne var ki tepedelenli gailesinin sona ermesini müteakip, bir başka güçlü osmanlı paşası devletten daha kuvvetli bir ordu kurmuştu ki, bu kişi, kavalalı mehmet ali paşa idi. sultan mahmud, mısır'da özerk bir yönetim kuran ve reformlar yaparak osmanlı modernleşmesinin de önüne geçen bu adamdan yardım istemekten başka bir çareye malik değildi. ona mora ve girit valiliklerini verdi. mehmed ali paşa, oğlu ibrahim paşa'yı isyanı bastıracak olan mısır ordusu'nun başına getirdi.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa

ibrahim paşa 1824 senesinde 54 gemi ve iyi silahlanmış 16.000 kadar eğitimli disiplinli bir kara gücüyle rodos adası'na ayak bastı. burada kaptan-ı derya hüsrev paşa'nın filosuyla birleştikten sonra girit'e intikal etti. osmanlı kara birlikleri de onun emrine girdi. 1824 yılında mısır-osmanlı filosu, yunan filosunu yenerek navarin'e kuvvet çıkardı ve isyanı geriletti. 1826 yılındaysa büyük bir kara kuvveti osmanlı- mısır donanması tarafından mesolongi önlerine geldi. gemiler uzakta demirlemek zorunda kaldığı için karaya yeterince asker çıkarılıncaya dek savunmacı asiler takviye alarak hazırlıklarını artırmışlardı. buna rağmen kent iki ay sonra işgal edildi. ne var ki isyan artık 5. senesini doldururken büyük devletler işe karışma kararı aldılar. ingiltere'nin bu kararı almasında ingiliz kamuoyunun yunan taraftarı baskısıyla hükümetin kavalalı mehmed ali paşa'nın fazlaca güçlenmesinden duyduğu endişenin öne çıktığı görülmektedir. balkanlar'daki ortodoks halklarının ayaklanmasından korkan avusturya ise isyana destek verilmesine karşıydı. ama ingiltere, isyanın başlamasında en büyük amil olan rusya ve ayrıca mehmed ali paşa ile yakınlaşmak isteyen fransa ile birlikte hareket edecekleri bir platform oluşturmayı başardı. bu üç devlet yunanistan'ın bağımsızlığı için gerekirse osmanlı devleti ile savaşmayı kararlaştırdılar ve 6 temmuz tarihine aralarında yaptıkları londra protokolü sonucunda akdeniz'e bir rus, bir fransız ve bir ingiliz müşterek kuvvetinden müteşekkil bir kuvvet gönderdiler. osmanlı devleti'ne de yunanistan'ın bağımsızlığının tanınması için sakız adası başta olmak üzere 1821 istanbul pogromu ve imparatorluk genelinde rumlara yapılan saldırıları bahane ederek bab-ı ali'ye bir ültimatom verdi.

yunan sularına gelen ingiliz filosunun komutanı amiral cordrington, fransız filosunun komutanı amiral de rigny, baltık'tan ege'ye doğru yola çıkan rus filosu da amiral heyden komutasında bulunuyordu. bunlar hükümetleri tarafından birleşik bir harekata karar vermek ve gerçekleştirmek konusunda yetkili kılınmıştı. amiral cordrington, aldıkları yetkileri osmanlıların ege'den yararlanmasını engelleme görevi şeklinde değerlendirdi ve ateş etme serbestisinin olup olmadığı sorulunca, buna sahip olduklarını bildirdi.

bu dönemde osmanlı donanması bir yandan teselya'da yığınak yapıyor, diğer yandan da donanma, ege'deki bazı adalara hakim olmaya çalışıyordu. bunların başında osmanlı gemilerine karşı bir harekat üssü olarak kullanılan psara adası bulunmaktaydı. adadaki rum kuvvetleri durumları umutsuz hale gelince bir kısmı küçük teknelerle kaçarken, bir kısmı da ellerindeki tüm cephaneyi patlarak kendileriyle birlikte osmanlılara en fazla zararı vermeye çalıştılar. böylece ada her iki tarafın büyük kayıp verdikleri çatışmaları müteakip osmanlı denetimine geçti. ne var ki, bundan sonra diğer adalara karşı operasyon yapılmadı. esasen kavalalı, hüsrev paşa'nın kaptan-ı derya makamında bulunmasından hiç de hoşnut değildi. bunun üzerine çekilme tehdidinde bulununca, ikinci mahmud yelkenleri suya indirip hüsrev paşa'yı kaptan-ı derya görevinden azletti. yeni kaptan-ı derya çengeloğlu tahir paşa, isyanı bastıran kuvvetlerin başkomutanlığına getirilen kavalalı ibrahim paşa emrinde çalışacaktı.

türk bahriyesinin en acı yenilgilerinden: navarin baskını, rus savaşı ve ihanetler zinciri

1827 yılının ikinci yarısında, osmanlı devleti gene çok hassas bir durumla karşı karşıya bulunuyor, ancak bu duruma karşı gerekli tedbirleri alacak, istihbaratı değerlendirecek ve politika geliştirecek kurumsallıktan ve kadrolardan yoksun bulunuyordu. düşünsenize, günümüzde deniz kuvvetleri komutanının çok kritik bir harekatta görev başında içki içtiğini? o yıllarda donanma bu durumdaydı işte.

rus-ingiliz-fransız cephesi ise yunan bağımsızlığını desteklemeye son derece kararlıydı. osmanlıların en büyük zafiyeti, zihin açıklığına sahip olmamalarıydı. yıllardır ardı adına gelen yenilgiler özgüvenlerini yitirmelerine ve beklenmedik durumlarda şaşkınlık yaşayıp, basiretlerinin bağlanmasına neden oluyordu.


donanma komutanı çengeloğlu tahir paşa, aldığı talimat gereği cephane ve asker yüklü donanmsıyla navarin'e gelerek buradaki mısır gemilerinin yanına demir atmış, bazı gemilerini de isyan eden hydra adası'na göndermişti. tam da bu sırada bab-ı ali, rus-ingiliz ve fransız ültimatomunu geri çevirmiş bulunmaktaydı. bunun üzerine mısır ile özel bir ilişki peşinde olan fransız amirali, ibrahim paşa ile özel bir görüşme yapmak istemiş, o da bunu kabul etmişti. burada, fransızlar hydra adası'na karşı yapılan operasyonun durdurulmasını talep ettiler. görüşmeden sonra ibrahim paşa'nın navarin limanının tahkimatını kuvvetlenridiği, filonun açık denize çıkmasını engellediği gözlenmişti ki bu, muhtemelen donanmanın navarin'de kalması yolundaki isteklerinin kabulüydü. paşa sadece korint'e takviye için bir filo gönderilmesini emretti. bunun dışında ibrahim paşa ve fransız amiralin ne konuşulduğuna dair bir kayıt olmaması osmanlı devleti'nin düştüğü çaresizliği gösterir. komutanının yabancılarla yaptığı pazarlıktan haberi yoktu. bir sene önce yeniçeri ocağı'nı da kaldırmış olan osmanlılar, mısır ordusunun dışında elle tutulur bir askeri güce sahip değildi ve bir süre daha sahip olamayacaktı. ne var ki, mısır ordusu da osmanlı devleti'ne karşı ikili oynuyordu ve bir süre sonra savaş açmakta tereddüt etmeyecek, ibrahim paşa düşman bir ordunun başında istanbul'a doğru ilerleyecekti. bunlar belki de osmanlıların o tarihe kadar düştükleri en çaresiz durum ve en derin krizler silsilesiydi.

(bkz: nizip muharebesi)

muharebede askeri danışman sıfatıyla bizzat bulunan helmuth karl bernhard von moltke, "türkiye mektupları" eserinde o dönemler osmanlı ordusu'nun disiplinsizliğini bu eserinde anlatır. bilhassa asker kaçakları ve onların anadolu'da giriştikleri suçlar, askeri disiplin ve nizamdan yoksunluk, nizip muharebesinde osmanlı ordusunun yenilmesinin önemli yapı taşlarıydı. ayrıca (bkz: kütahya anlaşması)

Nizip Muharebesi

gelişmelere dönersek

korint'e gidecek filo gerek ingiliz filosunun önünü kesmesi, gerek hava koşulları sebebiyle navarin'e dönmek zorunda kaldı. ibrahim paşa da üstün düşman filosuyla savaşılmaması dışında bir talimat bırakmadan kara harekatını yönetmek üzere mora'ya gitti. fransızlar bunun üzerine navarin'e bir fransız gemisi sokarak keşiflerde bulundular. gemi, sözde mısır donanmasında çalışan fransızlara posta getirmekteydi. buna izin verilmesi başlı başına bir basiretsizlik örneğidir osmanlı donanması için. çengeloğlu tahir paşa, en azından limanda savunma tedbirleri alabilirdi. halbuki bu sırada mısır gemilerindeki fransızlar, yapılacak baskına karşı uyarılıyorlardı. kızıl düğün başlamak üzereydi ve orkestra, parolayı giriyordu.

hatta mısır filosunun limandan çıkması için uyarı yapıldığı da söylenir. ve hatta gemilerdeki subayların bir mısır fırkateynine bindirilip gönderilmeye çalışılmaları dahi yeterli uyarı olmamış, kale komutanından da muhtemel bir olaya karşı hazırlanması istenmemişti. ne var ki komutanın ibrahim tarafından ateş açmamak üzere tembihlenmiş olması da olasılıklar arasındadır. her halükarda bundan sonra müttefik filosu limana girip rahatça mevzilendi ve aynı anda ateş açarak osmanlı donanması'nı tam bir kıyıma uğrattı. olay, bir muharebeden çok katliamdı aslında. türk gemileri toplarını düşmana çevirene kadar navarin'in dibini boylamıştı.

üç buçuk saat süren çatışmada 57 türk gemisi battı ve 8000 asker şehit düştü. (sayısal veriler: yılmaz öztuna, türkiye tarihi, cilt 11, s 164)

katliamsı muharebe, şöyle vuku bulmuştu

her üç amiral de, ateşkes şartlarına uyulması, osmanlı ordusu’nun mora'da yaptığı zulümleri durdurması ve filoları üslerine göndermesi hususlarında ayın 12'si ve 18'inde ibrahim paşa'ya iki mektup gönderirler. ibrahim daha önceden, sultanın reddettiği londra mutabakatını tanımadığını beyan etmiş ve asiler de bu anlaşmayı kabul etmemişlerdi. ibrahim'in 25 eylül'deki ve ekim başındaki ricatleri sonucu onun tekrar kuvvet kullanmayacağına kani olan amiraller, havanın kötüleşmesi nedeniyle navarin'i dışarıdan ablukaya almanın hemen hemen imkansız olacağını görerek, riskli de olsa ablukayı körfez içine taşımaya karar verdiler.

müttefiklerin 12 ingiliz, 8 rus ve 7 fransız olmak üzere toplam 27 parça gemisi ile 17.500 denizcisi bulunmaktaydı. osmanlı filosunda ise, 40 nakliye gemisi haricinde üç osmanlı kalyonu, 22 fırkateyn (15 osmanlı, 4 mısır, 3 tunus), 30 parça kadar korvet (on parçası mısır), yedi brik, beş gulet ve altı ateş gemisi ile 22.000 asker mevcuttu. mehmed ali paşa’nın çabaları, kendisine yabana atılamayacak bir donanma kazandırmıştı; fakat navarin'de yatan donanmanın büyük kısmı istanbul'dan gelmişti. 5 kilometre uzunluk ve 4 kilometre genişlikteki navarin körfezi'nin ağzında, limana koruma sağlayan sphakteria adası (sapienza/burak adası) bulunur. açık denize çıkış, körfezin güney kısmındaki ve ada ile kıyı arasında yer alan 1,5 kilometrelik bir boğaz vasıtasıyla olup sahilde ve adada tabiye edilmiş top bataryaları vasıtasıyla daha da korunaklı hale getirilmiştir. mısır filosunun kaptanı le tellier'nin teklif ettiği şekilde tertiplenen osmanlılar, en güçlü gemileri at nalı şeklindeki birinci hatta dizdiler.

at nalının içbükey kavisi liman girişine bakıyordu. ikinci hata yerleştirilen korvetler, birinci saf gemileri arasındaki boşluklardan ateş edebilecek şekilde dizilmişlerdi. hafif gemiler ile savaş güçleri düşük görülen üç tunus fırkateyni gibi birimler ise üçüncü safa yerleştiler. tüm osmanlı gemileri demir üzerindeydi ve inisiyatifi ellerinde bulunduran avrupalıların saldırısına karşı koymak zorundaydılar. çok fazla sayıdaki gemi, kaptanların büyük kısmının manevra kabiliyetlerine itimat edilmemesi ve özellikle körfezin darlığı; saf tertibinde demirlemiş fransız gemilerinin nelson'un filosu tarafından saldırıya uğradığı ebu hür (abukir) muharebesi'ni çarpıcı biçimde hatırlatmaktadır.

osmanlı tertibini haber alan codrington, şu planı uyguladı: müttefik gemileri önce ingilizler, sonra fransızlar ve en son da ruslar olmak üzere körfeze girecekler ve at nalının içinde, türk ve mısır gemilerinin karşısına yerleşeceklerdi. böylece osmanlı birinci safındaki 22 gemi, 19 müttefik gemisi ile baş başa gelecekti. 20 ekim sabahı saat 11’de müttefik gemileri, sessiz kalan türk bataryaları önünden geçerek körfeze girdiler. saat 15:25'te ingiliz ve fransızlar yerlerini aldılar; ruslar da yerlerine geçmek üzereydiler ki, bir olay patlak verdi: türk denizcileri bir ateş gemisini hazırlamaya başlamışlardı ve ingiliz fırkateyni darthmouth'un filikalarından biri ateş teknesini açıkta tutmak üzere harekete geçtiği vakit, bir türk korvetinden hem filikaya hem de yakındaki fransız fırkateyni siréne'e ateş açıldı. her iki müttefik fırkateyninin karşılık vermesiyle donanmalar ateş içinde kaldı. burada kuşkusuz önceden tahmin edilemeyen kişisel ve kaçınılmaz bir inisiyatif kullanımı görünmektedir; çünkü ne mısır amirali muharrem bey, ne de osmanlı amirali tahir paşa, böyle bir emir vermişti. boğazdaki bataryaların sessiz kalışı da ya ihtilaflı olarak ibrahim paşa'nın edip etmediğini bilmediğimiz ihanetinin, ya da topçunun inisiyatif kullanmaktan çekinmesi sonucu emir almadan ateş etmemesiydi. ki, boğazdaki türk topçusunun ateşi, müttefik gemileri için baştan tahrip edici olabilirdi. ne yazık ki ibrahim paşa da, fransız amiral de artık nefes almadığı için bu sırlar da onlarla birlikte mezara gitti. ihanet edip etmediğini asla bilemeyeceğiz kavalalı'nın.

Navarin Deniz Muharebesi

devam edelim...

çarpışmaya katılacak büyük savaş gemisi sayısı her iki tarafta da neredeyse denkti. osmanlı komutanlarının muharebeye başlamakta tereddütleri, müttefik gemilerin gerektiği hallerde birbirlerinin yardımına koşmaları ve nihayet avrupalıların kabiliyeti, sürati ve isabetli ateşi hareketsiz osmanlı gemilerine galip geldi ; subaylarının cehaleti, mürettebatın cesaretini boşa harcamıştı.

saat 17:30'da muharebe bitmişti. müttefikler 489 yaralı ve 182 ölü (80 ingiliz, 43 fransız ve 59 rus) vermişlerdi ; gemileri gerçekten büyük tehlikeler atlatmış olsa da, hepsi denize tekrar açılabilecek durumdaydı. osmanlılar açısında durum ise tam bir kıyımdı. ne savaş, ne muharebe, ne çatışma büyük bir katliamdı vuku bulan olay.

tam dökümü yapılamıyorsa da yılmaz öztuna'ya göre 8000 şehit ; daniel panzac ve george finlay'a göre 3000-4000 ölü ve yaralıydı. gemi kayıpları ise kesin olmamakla birlikte 20 ekim akşamı müttefikler, yüzer halde bir fırkateyn ve 14 korvet ve bir brik saymışlardı. nitekim muharebe sırasında bir kısım savaş gemisi tamamen tahrip olmuş veya muharebe sonrasında mürettebatları tarafından tahrip edilmişlerse de az çok hasar gören diğer gemiler karaya oturtulmuş ve bunların en azından bir kısmı tamirat yapılarak tekrar yüzdürülebilmişti. böylece 7 aralık günü bir kalyon, 6 fırkateyn ve 10 parça hafif savaş gemisinden (bir kısmı muharebeden sonra navarin'e gelmişti) oluşan bir filo ile 30 parça nakliye gemisi navarin körfezi'nden çıkarak iskenderiye yolunu tuttu. müttefik filolar navarin sularını 25 ekim'de terk ettiler: fransızlar izmir'e, ingiliz ve ruslar malta'ya yönelmişlerdi. abukir muharebesinden sonra bonaparte nasıl mısır'a hapsolduysa, navarin'den sonra da kavalalı ibrahim paşa ordusuyla birlikte mora'ya hapsolmuştu. bu argümanlar onun ihanet etmedigini gösterse de, limana giren müttefik donanmasına kıyı topçusu tarafından en kritik anda ateş açılmaması, ibrahim paşa'nın donanmayı limana hapseden emirleri ve "tedbirleri" de onun türk tarafına ihanet ettigini göstermektedir. her halükarda gerçeği asla bilemeyeceğiz. takdir siz suserların.

navarin baskını'nda ihanetin var olup olmadığı tartışmalıdır hala. ancak basiretsizliğin olduğu su götürmez bir gerçektir. kendisini savunamayan bir donanmanın tüm yetişmiş personeliyle beraber imhası anlaşılır bir şey değildir. hele ki limanda...

tek açıklaması zihinlerdeki teslimiyettir. şimdi hem yunanistan'ın bağımsızlığı hem de rusya, osmanlılar yeni bir düzenli ordu kuramadan, içinde bulundukları zayıf durumdan istifade için yeni bir hücuma geçti. sadece bu değil, fransızlar da cezayir'i işgal etmek üzere hazırlığa giriştiler. navarin'den hemen sonra burayı ablukaya almışlardı. 1830 yılında karaya asker çıkararak işgale başlayacaklardı. bu olaylarla beraber, kavalalı mehmed ali paşa tarafından osmanlı tarafının varsaydığı ihanet, isyan ve savaşa dönüşecek, osmanlı donanması düşmana teslim edilerek bir başka felaket yaşanacaktı.

navarin baskını 20 ekim 1827 günü meydana gelmişti. bu olayın türk bahriyesi için küçük düşürücü olduğu açıktır. osmanlılar büyük bir sıkıntı içerisinde olmasına rağmen karşılık vermek zorundaydı. ilk olarak boğazları yabancı gemilere kapattı ve yeni ordunun kuruluşunu (asakir-i mansure-i muhammediye) hızlandırdı. gerçi yeni ordu henüz hazır değildi ve uzun süre daha hazır olmayacaktı ama gene de kendisinden çok daha üstün rus kuvvetlerine karşı direniş gösterdi. buna rağmen 1828'de ruslar, varna'yı bile ele geçirecek kadar ilerlemişlerdi. bu arada çıkan salgın hastalıklarsa her iki tarafta muharebe kayıplarının çok üzerinde ölüme neden oldu. ingilizler savaşa karışmadılar. ruslar çok kayıp vermelerine rağmen savaşın ikinci yılında doğuda erzurum'a, batıdaysa edirne'ye kadar ilerlemişlerdi. istanbul bile tehdit altında kalınca osmanlılar kendilerine dayatılan barışa boyun eğmekten başka bir çare olmadığını anladılar. ruslar doğuda batum'a, batıda tuna'ya kadar olan karadeniz sahillerini aldılar.ayrıca yunanistan'ın bağımsızlığı tanınacak, büyük bir savaş tazminatı da ödenecekti. bu arada, eflak ve boğdan'daki rus nüfuzu da kabul edilmekteydi.

pekala, bu felaketli savaş boyunca navarin felaketinden arta kalan osmanlı donanması neler yapabilmişti?

pabuççu ahmet paşa komutasındaki osmanlı filosu biri büyük beşi küçük altı hat gemisi, 3 fırkateyn, 5 korvet ve 3 brikten kuruluydu. rus donanması ise 11 hat gemisi ile 2 fırkateyn ve 12 korvetten müteşekkildi. ne var ki kuvvet farkı gemi sayısındaki farkın çok ötesindeydi, zira osmanlı gemileri hala derme çatma halde ve eğitimsiz personelle denize çıkmak zorunda kalmaktaydı. bu durumda donanma 1828 senesi boyunca denize açılmadı. 1829 senesinde ise rus donanması'na süzebolu'yu işgal etme görevi verildi. türk donanmasının denize çıkmayacağı tahmin edilmekle beraber, her ihtimale karşı boğazın çıkışını gözetlemek üzere bir fırkateyn ile bir brik göndermişlerdi. fırkateyn, o gün denize açılacağı tutan osmanlı gemilerini görünce haber vermek için kuzeye yelken açtı ama o gece çıkan çok şiddetli fırtınada yolunu şaşırıp, sabah vakti kendisini osmanlı filosunun arasında bulmuştu. bir osmanlı gemisi bunu tanıyıp ele geçirdi ve istanbul'a getirdi. pabuççu ahmet paşa ise zaten muharebeye niyetli değildi. padişahın zoruyla denize çıkmıştı ve fırtınadan sonra hemen istanbul'a döndü.

bu savaşta osmanlı donanmasının başarılı harekatları olsa da bu genel durumu etkilemedi. karadeniz'e hakim olan rus donanması kara birliklerinin operasyonlarını başarıyla destekleyerek süzebolu'dan sonra ağustos sonuna kadar meselperya, ahtapolu, vasiliko, iğneada ve midye'nin alınmasına yardım etti. bundan sonra, edirne antlaşması kabul edilmese ve yunanistan bağımsız olmasa, bir sonraki hedef istanbul'du.

diğer yandan yunanistan'ın bağımsızlığı, osmanlı devleti açısından ege'de sürekli bir tehdit yarattı. bu ülke bundan sonra hiç ara vermeden sürekli bir saldırganlık güdecekti. ayrıca, osmanlı imparatorluğu'nda denizcilik konularına hakim olan kesim rumlardı. ticari denizcilik becerisi, hele o dönemde, derhal askeri yeteneğe dönüştürülebiliyordu. osmanlıların yitirdiğiyse şimdi hasım bir güçtü. ayrıca, yunanistan'ın kopması, balkanlar bir yana osmanlıların mısır ve garp ocakları ile bağlantısını da zayıflatmış, hem kopma eğilimleri hem de batılıların işgal girişimleri başlamıştı.

böylece edirne antlaşması imzalandı

sırplara özerklik verilmesinin yanı sıra, osmanlılar, yunanistan'ın bağımsızlığını tanıdı. resmen ise 1832 senesinde imzalanan istanbul antlaşması ile tamamen bağımsız bir devlet konumuna geldi.

Antlaşmaya göre Osmanlı'nın sınırları.

ancak osmanlıların yenilgisi, yunanistan'ın bağımsızlığı, mehmed ali ve ibrahim paşa'nın göz koyduğu girit valiliği, hepsi de istanbul'da asılan rumların, mora'da öldürülen bebeklerin, navarin'de tecavüze uğrayıp bacak arası köpeklere parçalatılan kadınların cesetleri üzerinde yükseliyordu.

yazıyı bitirirken, her savaşın bir "savaş suçları" bölümü vardır. ancak yunan isyanı veya "bağımsızlık savaşı"nda bu bölüm, savaşı kapsayan bölümden daha fazlasını teşkil ediyordu.

yunan deyişiyle "küçük asya seferi", yani türk istiklal harbinde general anastasios papoulas ve ondan sonra general georgios hacıanestis'in kurmay heyetinde lojistik daire başkanı olarak görev yapmış yarbay spridonos'un hatıratında yazanlar, aslında kurtuluş savaşından tam 100 sene önce vuku bulan yunan isyanını özetliyord :

"...o gün türk telsizleri, konuşmaya çalıştıkları devrik yunanca ile nefret dolu bir ses tonuyla sürekli şu mesajı geçmeye başladı: 'yunanlılar, geçmişinizden utanın! kaçmayın da savaşalım!'"

ve türk ordusu izmir'e ilerlerken spridonos, yunan ordusu'nun geri çekilirken anadolu'da yaptığı mezalime ithafen hatıratına komutanı hacıanestis'e söyledikleri şu cümleleri de eklemişti:

"yaptıklarımızın hiçbiri kabul edilemez, yenilsek de medenice yenilelim! yunan ordusu neden yakarak, soyarak, öldürerek geri çekiliyor? neden bu kundakçıları, haydutları, katilleri, tecavüzcüleri durdurmuyoruz? sonra bu lekeyi nasıl temizleriz?"

işte yunan isyanının askeri özetinden çok, insani özeti spridonos'un özetlediği şeklindeydi. isyan, hem türk hem de yunan tarihinde tarafların karşılıklı yaptıkları zulmlerden mütevellit kara bir lekeydi.

"ulusun yaşamı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça savaş bir cinayettir."

-mustafa kemal atatürk.

kaynak: şerafettin turan, mustafa kemal atatürk: kendine özgü bir yaşam ve kişilik, bilgi yayınları, s. 597.

Madalyonun Öbür Yüzüne Bakalım: 9 Eylül ve Sonrasında Yunan Tarafında Neler Yaşandı?