Zengin - Orta - Alt Sınıf Dinamiklerini Deşen Sanat Eseri Dizi: The White Lotus

Zenginlik ve ayrıcalıkla bezeli bir tatil cennetinde sınıf çatışmalarını ince bir sosyal hicivle masaya yatıran, son yılların en kaliteli dizilerinden The White Lotus'un incelemesi.
Zengin - Orta - Alt Sınıf Dinamiklerini Deşen Sanat Eseri Dizi: The White Lotus

the white lotus... bu dizi hakkında, daha çok konuşmak ve yazmak lazım. beni mutlu eden ve iyi ki tüm bölümlerini izlemişim dediğim dizinin, 2020'li yılların en nitelikli yapımlarından biri olduğunu çekinmeden söyleyebilirim. 3. sezonu da final yaptıktan sonra sonra şuna artık eminim, bu dizi kalburüstü bir iş ve tutturduğu standart çok yüksek.

dizinin yönetmeni, senaryo yazarı, yapımcısı, kısacası her şeyi mike white'ın, aklını okumak isterdim. çünkü white'ın diyalog yazımı, olağanüstü bir gözlem yeteneği ve kültürel donanım gerektiriyor. bu öyle 4-5 yıllık deneyimle yapılabilecek basitlikte bir iş değil. açıkçası yönetmenin bu detaylara olan hakimiyetine, bölümleri bir bir izledikçe hayran kalıyorsunuz.

yapımın kendi adıma en güzel yanlarından birinin ise, hiçbir sezonda aslında bildiğimiz anlamda "başrol" bulunmaması. her sezonda yaklaşık 12-13 önemli karakter yer alıyor ve bu lotus çiçeğinin yapraklarına benziyor. dizide sizi sarmalayan muazzam bir bütünsellik bulunuyor ve her sezonun finalindeki tamamlanmışlık hissi, izleyiciyi sonuna kadar tatmin ediyor. ben bunun çok kıymetli olduğunu düşünüyorum.

ilk sezonu hawaii'de (abd), ikinci sezonu sicilya'da (italya), üçüncü ve şimdilik son sezonu koh samui'de (tayland) geçen dizinin, bundan sonraki sezonları için farklı kıtalara (afrika, avustralya) yelken açmamız olasılık dahilinde. dizinin beyni/yaratıcısı white, her sezonu farklı lokasyonda çekilen dizinin, öyküsünün anlatıldığı toprakların temasına uygun senaryolar yazıyor. sezonların tümü, ismi white lotus olan ultra lüks resortlarda ve mutlaka bir adada geçiyor. her sezon, bir ölünün/cesedin, izleyiciye fazla ipucu vermeden gösterilmesiyle başlıyor ve biz bir hafta geriye giderek, işlerin oraya nasıl vardığını adım adım deneyimliyoruz.

şimdiye kadar izlediğimiz üç sezonu, spoiler içermeyecek şekilde, ana teması ve ilgilendiği konular bazında ele alalım. spoilerlı yazmıyorum çünkü biliyorum ki bu kaliteli dizinin, ülkemizde hala kıymeti tam olarak bilinmiyor ve henüz hak ettiği ilgiyi görmüş değil. dolayısıyla yazıda olay örgüsünün kilit noktalarından bahsederek, bir nevi kültürel hazine değerindeki dizide yer alan sürprizlerin okunmasını ve izleyicinin keyfinin kaçmasını istemiyorum.

sezon değerlendirmelerine geçmeden, yazının ilk bölümünün sonunda, the white lotus'la benzeşen yakın tarihli üç film önerisi yapalım. bu üç film tuhaf biçimde aynı sene vizyona girdi veya dijitalde yayınlandı. dizide olduğu gibi bu üç filmde de çok sayıda karakter ve zenginlik eleştirisi mevcut. filmler;

triangle of sadness (2022) imdb
the menu (2022) imdb
glass onion (2022) imdb

the white lotus'la benzeşen bu yakın dönem film önerilerinden sonra, şimdi de sezonların değerlendirmesine geçelim:

sezon 1 : hawaii'de haftalık huzursuz bir tatil (white lotus'la ilk tanışma)

hawaii , avrupa'dan gelen beyaz adamın, amerika topraklarında yaptığı soykırımdan nasibini alan yeryüzündeki cennet. dizinin bu sezonunun ana teması, zenginlik eleştirisi. özellikle de literatürde kolonyalizm diye geçen, bizdeki tabiriyle sömürgeciliğin, o topraklar nasıl hesapsızca tarumar edildiyse, tatile gelenlerin de aslında adanın huzurunu kaçıran tipler olarak gösterilmesi.

yani sömürü yoluyla zenginleşenlerin sınanmaları ve bunun eleştirisi. dizideki zengin beyazların yaşadıkları mutsuzluklar ve gerilim dolu olaylar, elbette izleyicilerin ilgisini çekiyor. belki de çoğunluk onları böyle çaresiz ve bitik durumda görmek istiyor. alın size güzel bir sosyoloji dersi. 

yerel kültürü yok edip, adeta bu topraklara tecavüz eden beyaz ırk, bir yandan zenginleşirken, diğer yandan buradaki gelenekleri ve kültürü de yakıp, yıkmıştı. biz bunu günümüzde, bu adaya tatil için gelen zenginlerden görüyoruz. hepsinin ağır sorunları var ve bu adaya tatil yapıp, daha iyi hissetmek için gelmişler. ancak evdeki hesap çarşıya uymaz ve hiç hesapta yokken karşılaştığınız durumlar, sizi bilinmeyen ve hiç ummadığınız bir felakete sürükleyebilir. 

sezondaki önemli eleştirilerden birinin, bireysellik ve buna bağlı olarak yalnızlaşma olduğunu görüyoruz. bildiğimiz insan yaşam formu, doğuştan sosyaldir. ancak batı tipi modernleşmenin getirdiği bu yalnızlık, özellikle genç karakterler üzerinden vurgulanıyor.

sezonun öne çıkan oyuncusu : alexandra daddario

bu performansa diyecek fazla söz yok. karakterin yaşadığı duygu durum değişikliklerini muazzam yansıtan oyuncu, muhtemelen sezonun en çok empati yapılan ismi. 6 bölümün 6 sında da sivrilen oyuncu, "hawaii'nin unutulmaz dertli gelini" olarak not defterine yıldızlı performansıyla kaydedildi.

sezonun puanı: 9/10

dolu dolu 6 bölüm izlediğimiz sezon, white lotus güzelliğini hakkıyla bizi tanıştırıyor. tüm sezonlar içinde en yalın anlatımlı ve hiç dolgu bölüm (filler episode) bulunmayan sezon bu. merak duygusu uyandırma ve oyuncu seçimleri çok iyi. sadece mike white'ın yönetmenliğinde bazı bölümlerde aksama hissediliyor. ayrıca bir kaç bölümde tekrarlanan bazı sekanslar, zaman zaman sıkıcı olabiliyor. yine de her halükarda enfes bir başlangıç. zenginin düştüğü acınası durumlar, sömürge eleştirisi, post-truth ailevi sorunlar, teknolojik yalnızlaşma, hepsi dört dörtlük işlenmiş. ayrıca zenginliği eleştirmede kendisi lokomotif olacak kadar iyi. yani sinemada örneğini çok gördüğümüz bu "moda" hicvin, dizilerdeki #1 adresi mutlak surette burası. trend belirleyici olmanın verdiği keyif, tüm yapım ekibinin yüzünde açıkça okunur halde.

sezon 2 : sicilya'da seks başkadır, çok başka! (italya'nın kültür atmosferi)

sicilya'daki white lotus tesisinin bize verdiği akdenizlilik ve akdeniz havası gerçekten mükemmel. hani diziyi izlerken oranın kokusu burnunuza kadar geliyor. başlıkta da yazdığım gibi bu sezonun odak noktası temel içgüdülerimizden belki de en tehlikelisi "cinsellik". elbette sezonda harikulade seks sahneleri mevcut ancak white lotus'un olmazsa olmazı, orgazmdan orgazma koşanların, bu uğurda ödedikleri bedellerdir esasen bizi ilgilendiren.
şehvetten sonraki can sıkıcı duraklar olan cinsel saplantı, kıskançlık ve hasetten çatlayan karakterlerin, hayvani taraflarının ortaya çıkmasını, aynı zenginlerin başına gelen kötü şeylerden zevk alma hususunda olduğu gibi görmek, ziyadesiyle memnun edicidir. yani hem zengin, hem de seks budalası; "mükemmel kombin" :)


kökenleri milattan önceki roma imparatorluğuna dayanan bu topraklar, asırlardır sanatta cinselliği yoğun kullanan sanatçılar yetiştirmiş. sanat eserlerine yansıyan, hayvani içgüdülerin kontrol edildiği yüceltme mekanizması, belki de hepimizin varlığının kaynağı anlamına da geliyor. biraz yumuşatarak ve naif tonda söyleyince biliyoruz ki, hepimiz aslında "aşk çocuğuyuz". dolayısıyla bu konunun, özellikle erkeklerin #1 zayıf karnı olduğu malum. tabii iş ağır bedeller ödemeye gelince, ortalığın karışması da kaçınılmaz olmaktadır. bu uğurda yaşanan kavgalar, patlayan silahlar, tehditler, şantajlar, haraç kesme ve inanılmaz finaldeki şok edici olaylar silsilesi.

sezonun öne çıkan oyuncusu: aubrey plaza

bu sezon resmen, buz kraliçesi aubrey'den hakiki bir oyunculuk şov izledik. beyin yakan manipülasyon onda, mimik ve jest onda, bin bir türlü maske yine onda, maaşallah yok yok. sadece plaza'nın 7 bölümlük performansı için bile koca sezon baştan izlenir.

sezonun puanı: 10/10

2. sezon kanımca seyircisine tam anlamıyla kusursuz bir 7 bölüm izletiyor. oyuncu seçiminden tutun, sicilya'nın temayla uyumuna, rejiden tut, görüntü yönetmenliğine kadar. senaryo zaten sıra dışı biçimde özgün ve kusursuz. sezonun hiçbir bölümünde sıkıldığımı hatırlamıyorum. ilk bölüm dahil hepsinde, sürekli tırmandırılan gerilim de mevcut. elbette bu, sezon finalinde tavan yapıyor. the godfather göndermeleri, cinselliğin tüm farklı türlerinden kapana kısılan ve ağır sınanan karakterler, rönesans /reform/aydınlanma hareketlerine göndermeler, heykel, müzik, resim, opera ve baleyle dans etmeler, şarap ve modernizm falan say say bitmez. akdenizli biri olarak tavsiyem, öncelikle bu sezonu pamuklara sarıp saklamalı, sonra en çok değer verdiğiniz insanlarla, akşam yemeğinde paylaştığınız şarap gibi yudum yudum içmelisiniz.

sezon 3: maymun, meditasyon ve karma'yla dolu uzakdoğu (budizme yatay bakış)

beyaz lotus, budizmde "saflık, masumiyet" anlamına geliyor. dizinin 3. sezonunun ana temasının ruhani boyutlar (spiritualizm) ve kökeninde budist öğretinin olduğunu görüyoruz. doğudaki karma olarak bilinen döngüsel biçimde adaleti getiren gelecek ve ödül/ceza sisteminin varlığına dair güzel fikirlerle gelen bir sezon. geçmişin geleceği yönlendirmesi ve yaptıkları eylemlerin sonuçlarından, belki de kendi kaderinden/alın yazısından kaçamayan insanlar. 

bu sezonda karakterlerin odak noktasının, geleceklerini inşa etmek ve ileri doğru bir adım atma hevesi olduğunu söyleyebiliriz. yani bir haftalık bir uzakdoğu tatili, eğer ki dolu dolu yaşarsanız aslında size bir ömür mutluluğun kapısını açabilecek kadar derin bir hayatın başlangıcı olabilecektir. tahmin edeceğiniz üzere burada ihtiyacı "aydınlanma" olan karakterler var ve biz bu uğurda yaşadıkları risk içeren eylemleri yine büyük bir keyifle izliyoruz. bazıları için kader bir tarantula gibi tehlikeli ağlarını örse de, bazısı için bu hiç de korkutucu olmayan, tam tersine eskiyi geride bıraktıran sonuçlar doğurabiliyor. yani bu sezonda kaybedenler var, kazananlar var ve hiçbir etkiye maruz kalmadan, tatilini yapıp evine geldiği gibi dönenler de var. 

budist rahiplerle yüzleştiğinizde, onlar size ayna oluyor ve içinizi ruhani boyutta röntgenliyorlar. bu çıktılara göz atmak her zaman eğlencelidir çünkü hiçbir insan, kendini bilmede anne karnından çıktığı haliyle imtihanlı olamıyor. mutlaka bir yol göstericiye ihtiyaç duyuyor. bunu biz de karakterlerle deneyimliyoruz, yani kendini bilmeyi.

sezonun öne çıkan oyuncuları : aimee lou wood & walton goggins

ne yalan söyleyeyim ikisine de bayıldım ve burada tek kişi seçemedim. aydınlık/karanlık, siyah/beyaz, optimizm/pesimizm, ying/yang. ancak bu kadar güzel senaryoya dökülür ve bu güzel çift gibi başarılı yorumlanabilirdi. yazarı ve oyuncularıyla mükemmel bir hikayeye imza atmışlar. ikilinin performansına kocaman alkış! <3

diziden güzel bir detay, chelsea'nın çevresindeki kötü enerjiyi bertaraf etmek için kullandığı, bol nazar boncuklu cep telefonuydu. chelsea'nin cep telefonunu bu videoda görebilirsiniz; chelsea'nin nazar boncukları

sezonun puanı: 8/10

öncelikle biraz övelim. 3. sezonda mike white'ın yönetmenlik şovunu bir güzel izledik. bu parametrede ilk iki sezonun bariz önünde. sezon, net bir şekilde white'ın mutlak hakimiyetinde geçiyor ve oyuncuları kendisinin komutasındaki komandolar yapmış. yönetmenin ustalaştığı sahneleri keyifle izliyorsunuz. ancak bu sezonun hikayesi, kesinlikle 8 bölümü hak etmiyor. mesela, dünyaca ünlü k-pop grubu blackpink'in taylandlı yıldızı lisa ve otel koruma görevlisinin "date" ini, 7 bölüm beklemek zorunda kalıyoruz. başka bir aksayan hikaye aksı da, ratliff ailesinin babası timothy'nin bitmek bilmeyen sanrıları ve yaşadığı yıkımın bir türlü sonuçlanamaması. ne yazık ki aşırı derecede sündürülen senaryo, birçok bölümde sıkılmanıza yol açabiliyor. yani çok lezzetli bir tavuk çorbası, daha fazla ciro telaşıyla, fazlaca sulandırılarak bizlere servis edilmiş. nerede o "konsantre tat"? tabii projenin tüketenleri olarak, bizler için bu böyle. ancak işin mutfağındakiler, burada farklı düşünüyor. yapım, bu sezon izlenme rekorları kırdı ve 8 bölümde de yakalanmış müthiş bir başarı var. rakamlar öyle söylüyor. dolayısıyla yapım şirketi ve yayıncı için, en iyi sezon (en başarılısı anlamında) aslında bu sezon. ancak dediğim gibi, bu açık olarak uzatılmış ve konsantre ol(a)mayan bir sezondu. dolayısıyla 5/6 tane bıçak gibi bölüm izlemek yerine, 8 adet "sulandırılmış" bölümle yüzleştik. 


dizinin müziklerine ayrı paragraf açmak şart

şilili müzisyen cristobal tapia de veer'in müzikleri harikulade. her sezon sonuna, jenerik müziğinin linkini koymam bundan. ancak kendisi mike white'la, kullanılan müziğin bazı yerlerinin kesilmesi sebebiyle kavgalı ve kendisi sonraki sezonlarda olmayacak. bu ne yazık ki kötü haber, çünkü diziyle özdeşleşen tuhaflıkta bir soundu vardı ve artık bunu deneyimleyemeyeceğiz. bu aralar ünlü djler bile kendisinin the white lotus için yaptığı müzikleri remikslemekle meşgul. anlayacağınız kendisi epey popüler şu anda.

sondan bir önce, sevgili jennifer coolidge'den bahsetmemek olmaz

ilk olarak american pie filminde "stifler's mom" olarak tanıdığım coolidge, 1. ve 2. sezonda gönlümü tekrardan kazandı. ilerde bu dizi anıldığında, hatırlanacak ve uzun süre unutulmayacak bir performans sergilemiş. ona da çok kalp olsun! <3


the white lotus muazzam bir dizi ve zaman zaman belki de hepimizin düştüğü acınası halleri ve zayıflıkları çok güzel ti'ye alan bir yapım

kara mizahını bulunduğu konumla pekiştiren ve başrolü her zaman çekim yaptığı toprakların kültürel kodlarına ve yerel atmosferine veren bir dizi aynı zamanda. buralarda yaşanan kurgulanmış hikayelerde sınanan karakterler, bazen de bir tatilin ve bununla gelen hava değişiminin, aslında bir çok değişkeni tetikleyen olaylar silsilesine dönüşümünü, bizlere keyifle izletiyor. bu sebeple yapımın, içerdiği cinsellik ya da argoyla değil de, materyalin kendisinin tam anlamıyla bir "yetişkin dizisi" olduğunu anlamak zor olmuyor. tüm bu faktörler dizinin değerini anlamamıza ve bundan sonraki sezonu ilgiyle beklememize neden oluyor. bu güzel diziyi herkese tavsiye ederim. hoşçakalın!