1990'ların Tekrar Tekrar İzlemekten Bıkmayacağınız En İyi Filmleri

1990'lı yıllarda çoğu şey gibi sinema da kalite olarak yüksek seviyelerde seyrediyordu. Bu dönemin (bizce) en güzel filmlerini sıralayarak sinemaseverler için izlenecek filmler listesinin kabarmasını sağlamak boynumuzun borcu.
1990'ların Tekrar Tekrar İzlemekten Bıkmayacağınız En İyi Filmleri
Groundhog Day


Magnolia (1999)


filmi seyrettiğim üç saat sonunda, hayat bu işte ve böyle devam edecek diye mırıldanarak yatağa doğru yollandım, yaptığım yanlışlar ve üzdüğüm insanları düşündüğüm bir gece geçirdim. içimden ben şimdiye kadar kasıtlı olarak kimseyi üzmedim ve asla hiç kimsenin benden nefret etmesini istemiyorum diye sayıkladım. bi türlü uyuyamadım. kötü hissettim. yaşadıklarımı boş hissettim. bir an kafayı yediğimi zannettim. fimde beni bu kadar karıştıran neydi bilmiyorum ama beynim uzun zamandır hiç çalışmadığı kadar çalıştı hem de benim kontrolüm dışında. o çocuk gibi böyle şeyler olur deyip geçmek istedim ama gökten kurbağa yağacak kadar kötü bişey yaptığımı düşündüm. sonra uyudum. sabah ben yine aynı bendim.

American Beauty (1999)


film çıkalı yıllar olmuş, yıllardır gerek afişinin hoşuma gitmemesi, gerek de fight club'a haksızlık yapıldığını düşünmem sebebiyle antipati beslediğim, izlemeye değer bulmadığım filmdi.

dün izledim; ve bugün de...

hissettiğim ama sözlerle bile anlatmaya çalışsam anlatamayacağım bir çok şeyi bu şaheserde öyle bir anlatmışlar ki, ağlıyordum. belki 1999 da 19 yaşında bu filmi izlememek bu yaşımda izlemek çok isabetli bir şeydi. 19 yaşında bu hisleri yaşatmazdı. o yaşta fight club'ı izlemek 30+ da da bu filmi izlemek lazım. gerçekten filmi anlatacak söz bulamıyorum. hayatın raw image'i.
fight club'ı geride bırakıp o kadar oscar almasını şimdi anlıyorum. ilk 20 filmim içerisinde fight clubtan daha üst bir sıraya yerleşti.

keşke seneye öleceğimi bilsem de ben de lester gibi içimden geldiği gibi yaşayabilsem.

True Romance (1993)


bir sinemasever olarak bir filmde görmek isteyeceğim tüm özellikleri içinde barındıran bir başyapıt. içinde aşk vardır ama herhangi bir filmde görebileceğiniz yapmacık aşklardan değil, gerçek tutkulu bir aşk. aksiyon vardır; sırf yapılmış olsun diye değil filmin bütününe uygun heyecanlı ve gerçekçi. mizah vardır ama tahmin edebileceğiniz gibi kara mizah.yan rollerde birçok ünlü oyuncu ve keşfedilmeyi bekleyen karakter vardır. inanılmaz güzel müzikleri vardır. sonuç olarak kaç kere izlenirse izlensin asla bıktırmayacak bir filmdir.

Naked (1993)


varoluş ve nihilizm üzerine, kelimeler, anlamları ve sebepleri ile beyninize tecavüz eden bir mike leigh harikuladesi. uzun süresine, bitmek bilmeyen dialogları ve sürekli değişen olay örgüsüne rağmen sıkılmak bir tarafa, sizi ekranınıza kilitleyen bir film. bundaki en büyük pay ise, çapaksız ve duru oyunculuğu ile david thewlis ile ağzı açık bırakan performansı.

neden aradığımız hayat içersinde, bir başına, yalnız ve çıplağız hepimiz. doğduktan sonra kesilen göbek bağımız ile...

Groundhog Day (1993)


insana ümit ve mutluluk aşılayan bir filmdir. karamsar bir döneminizde izlerseniz sonunda olan olaylar sayesinde size gökyüzünden iyimserlik yağdırır.

--- spoiler ---

evet, belki de mutsuz günlerimizin bitmemesinin tek nedeni o gün yapabileceğimiz iyiliklerin tümünü yapmamış olmamızdır. kim bilir? belki de bize her yeni gün bir şans daha verilmektedir... mutlu olmak ve mutlu etmek için. sevindirmek ve sevmek için. biz bunu anlayana kadar da o günler bitmeyecektir.

--- spoiler ---

The Truman Show (1999)


muhteşem bir tanrı-kul eleştirisidir bu film. hele hele christof'un filmin sonunda söylediği o sözler yada fırtına sahneleri tanrı ile insan arasındaki ilişkiyi çok çok güzel bir şekilde özetlemiştir, hatta budur. ha bi de good day good afternoon and good night!

Miller's Crossing (1990)


film noir'in hakkını veren ve hatta onu hat noir gibi bir alt tür bile kazandırabilecek kadar hoş bir cohen biraderler klasiği. ayrıca gabriel byrne'in yediği dayağın haddi hesabı olmamasına rağmen bir defa dahi karşılık vermemesi ve gelip ayaklarımı kırmanız için bekliyorum şeklindeki umursamaz ve kabullenmiş tavrı ayrı bir karizma katmaktadır kendisine. türün klişelerini çok güzel harmanlamış olan bu gangsterler dünyası filmi aynı zamanda hammet'a bir saygı duruşu niteliğindedir.

Goodfellas (1990)


izleyicinin içinde bastırdığı şiddet duygusunu başarılı bir şekilde tatmin eden, scorsese ürünü bir mafya ve suç filmi klasiği. joe pesci bagajdaki can çekişen cesede elindeki ekmek bıçağını 6-7 kere sapladığında, ray liotta eşini taciz eden adamın süratini tabancasının kabzasıyla dağıttığında ve sayısız daha bir çok aksiyonda, ürpertinin yanında garip bir haz duymamızın sebebi bu galiba. gerçek bir olaydan uyarlanmış olması filmin cazibesini önemli ölçüde arttırıyor ve 150 kusur dakikalık filmin tek solukta izlenmesini sağlıyor. robert de niro ise filmde yer aldığı her karede klasını konuşturuyor zaten.

the godfather üçlemesi ve scarface ile birlikte türünün en iyilerinden. ayrıca, bu filmi beğenenler bunu da beğendi:

(bkz: cidade de deus)

La double vie de Veronique (1991)


kieslowski'nin en güzel filmidir.
o tüm sinemasına yayılan naiflik bu filmde doruk noktasına ulaşmıştır. ardından gelen üç renkte de aynı doğruyu takip ederek grafiğin devamlılığını sağlamış olsa da, bu filminin yeri her zaman ayrı. irene jacob'un harika oyunculuğu, ışığın harika kullanımı, görüntülerin mükemmelliği, müziklerin eşsizliği derken birden "izlediğim en güzel filmlerden biri" mertebesine de ulaşır.

Deconstructing Harry (1997)


oturup ciddi ciddi üzerinde çalışılması gereken eğlenceli, eğlenceli olduğu kadar derin woody allen filmi. woody allen'a hayran olmak için gerekli ve yeterli sebep. yaşamayı beceremeyen bir adamın sevilme isteği üzerine bol bol aforizma diyoruz ya hani onlardan içeren woody allen filmi. ve daha hakkında bin ton tanım yapılabilinecek şukela film. amma velakin son sözü harry kendisi söylemiş zaten:

"there are women. we don't know if there is a god, but there are women....and some of them shop victoria's secret."