Adını Farklı Gruplarla Duyduğumuz Progresif Rock Tam Olarak Nedir?

Porcupine Tree, Pink Floyd, Opeth ve dahası... Pek çok grubun "progresif (progressive)" olarak adlandırıldığını gördük ama bu sıfatın tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyor olabiliriz. İnceleyelim.
Porcupine Tree
Progressive (progresif): İlerici, yenilikçi, ileri düşünceli.

progressive rock’ın esas amaçlarından birisi progresif kelimesinden de anlaşılacağı gibi müzik türünü o esnadaki durumundan daha ileriye götürmek, o müziğe yeni bir şeyler katmaktır. bu da o müzik türünde daha önce yapılmamış olan bir şeyi deneysel diye tabir edebileceğimiz bir anlayışla icra etmekle olabilmektedir.

progressive kelimesi müzikte sadece rock müziği için kullanılmamaktadır

yeri geldiği zaman progressive jazz tanımı da yapılabilmekte, birçok insanın cazın çehresini değiştirdiğini düşündüğü bilimum miles davis ve charlie parker albümleri için de progressive jazz tanımı yapılabilmektedir. rock’n’roll’un the beatles’ın love me do 45’liğinden sonraki tarihsel gelişimine baktığımız vakit, 60’lı yılların ingiliz rock müziğinde the beatles dışında en popüler olmuş gruplar olan the who, the yardbirds, the rolling stones, the small faces, the beach boys ve bu listenin uzayacağı birçok gruptaki müzikal anlayışı inceler ve bu grupların müziklerinin tarz olarak ufak nüanslarla birbirlerinden ayrıldığını, fakat özellikle erken dönem çalışmalarında yaptıkları çalışmaların genellikle blues kökenli ve bluesy ritm ve sololarda bir ortak payda sahibi olduğunu görürüz.

bu grupların erken dönem müzikleriyle progressive rock arasındaki farklar, progressive rock müziğindeki rock’ı bluesy olmadan icra etme girişimleri, 60'ların rock'ının basit fakat enerjik ve ruh yüklü melodileri yerine daha deneysel girişimler ve bunu gerçekleştirebilmek için gerekli olan müzikal bilgi ve teknik virtüözite idi. aslında 60’lı yıllarda yukarıda bahsi geçen grupların bazılarının progressive rock olarak nitelendirilebilecek albümlerine rastlamak da mümkündü. sözgelimi the beach boys’un 1966 tarihli pet sounds albümü, rock arkeologları tarafından tarihteki ilk konsept albüm kabül edilmekte, bir albümün baştan sona belli bir çerçeve içinde müzik yaptığı ilk albüm olarak rock’a progresif bir katkı sağlamaktaydı. benzer bir şekilde the beatles’ın 1967 tarihli albümü sgt. pepper’s lonely hearts club band de bu anlayışı takip eden oldukça progresif olarak nitelendirilebilecek bir albümdü. ingiltere müziğe bu şekilde katkılarda bulunmaktayken benzer dönemlerde a.b.d’de ise frank zappa ve grubu the mothers of invention, çıkardığı birbirinden özgün ve ilginç albümlerde rock’ı hem geliştirmekte hem de tarz olarak dallanıp budaklandırmaktaydı.

Frank Zappa ve The Mothers of Invention

1969 senesi ise gerçekten müzik için dönüm noktası sayılabilecek bir seneydi

çünkü 70’li yılların progressive rock müziğine damgasını vuracak olan yes ve king crimson, ilk albümlerini çıkarmışlar, özellikle king crimson ilk albümünde 70’li yıllarda adeta bir moda halini alacak olan senfonik rock müziğini in the court of the crimson king albümünde fevkalade progresif bir anlayışla icra etmişti. aynı şekilde, özellikle 1973 senesine kadar progressive rock adına önemli çalışmalar vermiş olan jethro tull’ın 1968 tarihli ilk albümü this was’da da blues müziğinin ingiliz folk müziği konusuna da oldukça hakim olan ian anderson’ın flütüyle buluşması gerçekleşmişti.

ingiltere’de bu saydığım gruplar dışında emerson lake and palmer, van der graaf generator, gentle giant, genesis ve yine birçok önemli grup, almanya’da can, tangerine dream ve diğerleri, italya’da le orme, il rovescio della medaglia, il balletto di bronzo, banco del mutuo soccorso, museo rosenbach, area, arti e mestieri ve yine saygıyla andığımız diğerleri, türkiye’de de en çok bilinenler olarak barış manço ve kurtalan ekspresi, cem karaca ve dervişan, erkin koray’ın elektronik türküler albümü ve çalışmaları günümüzde açığa çıkabilmiş bir 70’ler grubu olan 21inci peron, gerek rock müziğini ileriye götürmek, gerek kendi ülkeleri çerçevesindeki rock müzik anlayışına yeni bir şeyler katabilmek amacıyla oldukça sağlam çalışmalara imza attılar. iyi müzisyenlerden kurulu bir topluluk olmasına rağmen bluesy bir rock müzik yapmayı, 60’ların rock’n’roll’unu 70’lerin sound’u, anlayışı ve sertliğiyle devam ettirmeyi progressive rock’a yeğleyen ve bu konuda en başarılı örneklerden birisi olmuş olan deep purple ise (ilk iki albümü hariç çünkü deep purple’ın ilk iki albümü oldukça progressive’di) progressive rock’ın 70’li yılların hard rock müziğiyle arasında olan farkın en güzel örneğini teşkil etmekteydi. aynı şekilde progressive rock’ın en zirvede olduğu dönem olan 1973 senesinde çıkardığı quadrophenia albümüyle 60’lardaki sertliğini, 70’lere rock opera formatında taşımış olan the who da, progressive rock’la senfonik hard rock arasındaki farkı gözler önüne seriyordu.

The Who

progressive rock yapan grupların albümlerinde hissedilen diğer bir önemli husus ise, bu grupların her geçen sene bir önceki albümlere göre kendilerini daha da ilerletme gayretinde olup dinleyicinin karşısına farklı çıkma prensipleriydi. bu müzik türünü yine virtüözitenin mümkün mertebe ön planda olduğu jazz rock'tan ayıran farkı ise, progressive rock'ın %100 rock'tan ibaret bir müzik olması olarak belirtebiliriz (ki zaten jazz rock müziği de soft machine örneğinde de görüleceği üzere yer yer progressive jazz rock olarak da nitelendirilebilmektedir).

dünyadaki bu furya, 1977 senesinde zirvesini yaşayan punk’ın popülaritesinin progressive rock’ı baltalamasına kadar devam etti ve 70’lerin sonu ve 80’lerin başındaki dönemlerden sonraki rock müziğinde 70’li yıllarda müziğe katkıda bulunmadaki hırs ve samimiyet her ne kadar zaman zaman heavy metal’e yeni bir anlayış kazandıran iron maiden ve yine kendine özgü bir metal grubu olan dream theater gibi grupların yadsınamaz katkılarına rağmen, popüler bağlamda eski yoğunluğunda işlenmedi...

Dream Theater


Final yorumu

müziğin mimari suretinden hareket edecek olursam; progressive öğeler barındıran herhangi bir yapıt, mimari projelerin en sonuncusu olan diploma projesine tekabül ediyor. yüklü bir program, karmaşık ağlar, birbirinden çok farklı bölümleri bir bütün oluşturacak şekilde kompoze edebilme becerisi, enstrüman (mimari ya da müzikal fark etmez) hakimiyetinin en üst seviyelerde olması ve tüm bu elemanları birbirine kenetleyecek bağlayıcı eleman: ruh.

gotik katedrallerin karanlık tavanları, görkemli opera binaları, inanılmaz taş ustalığı, vitraylardan geçerken loşluk büyüsüyle kaplanan gün ışığı klasik müzik parantezinden çıkamamışken, progressive rock belli bir zamana ait olmak yerine tüm çağların en karmaşık yapılarını kanatları altına alıyor. müzikal açıdan 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış olması, 1882 yılında yapımına başlanmış olan la sagrada familia'yı ve onun büyük mimarı gaudi'yi progressive başlığına almaya engel olmuyor. the alan parsons project'in gaudi albümü ve la sagrada'ya ithaf ettikleri şarkı, tam olarak yakışıyor bu mimari harikaya. sanki progressive rock, zamanın başından beri varmış da birisi onu notalara ancak yarım asır önce dökebilmiş, sese dönüştürmeyi başarabilmiş. icat gibi değil de keşif gibi. o yenilikçi ruhu, mükemmeli arama serüveni, hiç yapılmamış olanı hayal etme becerisi ve detay hakimiyeti müzikten önce yapılarda, romanlarda, tablolarda ortaya çıkmış (picasso'ya da progressive demek çok yanlış değil) ve zamanı gelince de albümlere yansıtılabilmiş.

The Alan Parsons Project | Gaudi | La Sagrada Familia


utanmadan iddia ediyorum: dünyanın en iyi planlanmış havaalanı ile camel'in 1974 doğumlu mirage albümü arasında, mies van der rohe'ın kusursuz crown hall'ı ile eloy'un 1977 çıkışlı ocean albümü arasında pek bir fark yoktur. ikisi de mevcut teknolojiyi, bilgi birikimini, yaratıcılığı, disiplinler arasındaki ilişkileri büyük bir yetenekle bağlamış ve ruh ile mühürlemiştir. bakanın ya da dinleyenin hissettiği görkem, büyülenmişlik ve detaylara duyduğu hayranlığın kaynağı budur.

progressive rock, belli bir döneme ait olmayıp her zaman şık kalacak binalar gibi, zaman içinde güncelliğini hiç yitirmeyecek ve bestelendikten tam 32 yıl sonra, asya ve avrupa'nın arasında kalmış bir ülkenin güney kısmında, güneş gören bir evin görece küçük bir odasında, bilgisayarın karşısında oturup bir şeyler yazmaya çalışan gençten bir adama ilham verecek şarkılara ev sahipliği yapacaktır.

Dinlerken İnsanı Masalsı Bir Atmosfere Sokan Müzik Türü: Senfonik Metal

Metal Müzik Bitti mi?