Akademisyen Olabilmek İçin Çok Uzun Süre Çabalayan Birinin İşsizlik Dönemi

Uzun bir süre işsiz kalan bu Sözlük yazarının hikayesi, okumaya değer.
Akademisyen Olabilmek İçin Çok Uzun Süre Çabalayan Birinin İşsizlik Dönemi
iStock

işsizlik... lisans sonrası tam 3 yıl içinde bulunduğum, birçok şeyden feragat etmek zorunda kaldığım, 9 yıl süren ilişkimin bitmesine sebebiyet veren, birisi “ne iş yaptığımı sormasın” diye dua ettiğim, kendimi toplumda gereksiz bir insan gibi hissettiğim çok kötü bir dönem, süreç.

lisanstan dereceyle mezun olduğumda çok parlak, idealist hayallerim mevcuttu. bu hayallerimi çeşitlendirmek adına yüksek lisansa da başlamış ve dört bir yandan tüm kurum, kuruluş sınavlarına katılıyor; üniversitelerin akademik kadro ilanlarına başvuruyordum.

kimi sınavları geçip mülakatlara kalıyor kimi sınavlarda ise ben başarısız oluyordum. asla ve kat'a bir referans bulma niyetinde değildim. ilk mülakatlardan elendiğim zamanlar “demek ki yeteri kadar başarılı değilim. eğer gerçekten başarılı olursam, tüm sorulara doğru cevap verirsem, her şeyi layıkıyla yaparsam beni nasıl eleyecekler ki” düşüncesiyle her başarısız sınavdan sonra daha da hırslandım. ki bu durum kimi puanlarımı yükseltmeme sebebiyet verdi.

ama olmadı, her başvurudan elim boş döndüm

yükseğimin ikinci yılında kız arkadaşımın annesi artık bu ideallerimden vazgeçmemi, bir iş bulup çalışmamı; kariyermiş, akademiymiş boş vermemi yavaş yavaş dillendirmeye başlamıştı. hı allah var, kız arkadaşım beni bildiği ve bana inandığı için tek bir şey dahi söylemedi ancak annesi, her görüşmemizde bir işe girmemi söyleyip durmaya başlamıştı. ancak kız arkadaşıma güvendiğimden pek kulak asmadım.

hani büyüklerimiz derler ya “bir kızın aklını anası doldurur” diye. ve bir gün geldi çattı, çok da büyük olmayan bir tartışmamızın ardından ayrılma kararı aldık. diğer tartışmalarımız gibi bir şey sanırken kendisi 3 ay gibi kısa bir süre geçince bir devlet memuruyla nişanlanıp 1 ay sonrasına da evleniverdi. kendimi bir halt olamamış, gereksiz bir insan olduğumu hissettiğim andı.

ben ise hâlâ ailemden harçlık alan eşşek kadar adamdım. gerçi adam dahi diyemiyordum kendime. şükür ki ailemin durumu fena değildi ancak yine de birilerine yük olma hissi, arkadaşlarımın bir şekilde iş güç sahibi olması, evlenip çoluğa çocuğa karışanların olması ayrı meseleydi. son olay sonrası ise her şeyi bırakıp yüksek lisansım devam ederken asgari ücretle çalışan işçi oldum. akademinin, kariyer hayallerimin önemi yoktu artık.

bir işte çalışmak iyi geldi. onu da sağ olsun kuzenim ayarladı. yani işçi olabilmek için dahi kendim bir şeyleri başaramadım. tezi, sınavlara hazırlığı bıraktım. yaptığım iş basitti. kafa yorulmayacak bir işti. çalıştığım yerde üni mezunu 2-3 kişiydik ki onlar da borçları için kısa süreli çalışmaya başlamışlardı. yüksek yapan tek kişi ise bendim. hiç zoruma gitmedi. hatta sağolsunlar saygı gösterdiler. hoşuma bile gitmişti.

böylelikle tez sürecimin son senesine geldim. kurum sınavlarında da sürekli başarısız oluyordum. umudumu da kesmiştim zaten. elimde yalnızca yds ve ales puanım vardı. bu sebeple yalnızca araştırma görevlisi ilanlarına başvuruyordum. baktım yaptığım iş ömürlük değil. e hafif kafamı da toplamışım biraz. istifa edip 3-4 aylık bir sürede tezimi tamamlamaya çalıştım. psikiyatrik yardım da alarak tezimi tamamlayabildim.

devlet-özel tüm ilanlara başvuruyor ama gelgelelim her mülakattan itinayla eleniyordum

çünkü çalıştığım için sınavlara çalışmayı da bıraktığımdan daha düşük puanlar almaya başladım. neyse ki ales ve yds puanların geçerliliği uzundu fakat bizzat kendi hocalarım bile açılan ilanların kişiye özel olduğunu, o kişi gelmezse ancak bir şansımın olacağından bahsediyordu. ülkemin 5 coğrafi bölgesine de mülakatlar sebebiyle gidiyor; yol ve konaklama masraflarıma psikolojik hasar da ekleniyordu. bazı mülakata kaldığım üniversitelerin basında çıkan liyakatsizlik haberlerine bakıyor, aile okulu olmuş olanlara gitmemeye karar verdim. hem masrafı hem sonucu belli olan bir sınavı karşılayacak maddi-manevi gücüm yoktu.

artık canıma tak ettiği için ben de referans bulayım dedim. benim başım kel miydi? (bu süreçte iyice döküldü gerçi ama neyse) ancak sağdan-soldan birçok dedikodu duymaya başlıyordum. falanca yerdeki müdür 100.000 lira istiyormuş, şu kadro için referans 50.000 imiş. işe girdirme karşılığı iki maaşa anlaşılmış vs.

sistem buysa, işler böyle yürüyorsa, bu kokuşmuşluk ve çürümüşlüğe bulaşılmadan bir yerlere gelinemiyorsa el mecbur kabul ettim. ama ne oldu bilin bakalım? muhtarından tutun ankara'ya varana dek eş-dost vasıtasıyla birilerini bulmuştum ama olmuyordu. ona cv gönder, buna rica et derken hepsinden de ya ret geliyor ya da en iyi ihtimal yedek aday oluyordum. vermeyince mabud neylesin mahmud hesabı rızkımın da kısmetimin de bağlandığını, artık benden bir halt olmayacağını düşündüm. birilerini bulmanın da işe yaramadığına kanaat getirdim. allah'ın yürü ya kulum demesi gerekiyordu.

tez savunmamı da verip artık marketlerde kasiyerlik için başvurmayı düşündüm

hiç olmazsa bir marketin yönetim kadrosuna kadar yükselmeyi hedefime koyacaktım. geçenlerde üni'den arkadaşım bir ilanın açıldığını, kendisinin başvurduğunu, bana da “başvursana beraber sınava girelim” dedi.

size tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki sırf üni'den arkadaşımla birlikte sınava girebilmek, sırf başvurmuş olabilmek için başvurmuştum. sınavın konularına bir sayfa dahi açıp bakmadım. sınavdan çıkınca kötü geçmiş, verdiğim sınav parasına acımıştım ki arkadaşım ertesi gün yine başka bir kurumun sınav açtığını söyledi.

ikinci sınava tenezzül dahi etmedim. param boşuna gidiyordu. tez savunmamı da verip kaderime yazılanı beklemeye koyulacaktım ki hiç ummadığım şey oldu. kurum sınavını geçmiş ve mülakata kalmıştım. şaşırdım. sınavda bilmediğim soruları sallamış olan ben, yanlışın doğruyu götürmemesi sayesinde mülakata kalmıştım.

ve en nihayetinde, “nasıl olsa alınacaklar bellidir” diyerek ve tamamen beklentisiz bir şekilde o kadar rahat girdim ki mülakata; bundan öncekilerde neden bu kadar kendimi sıktığımı sorguladım. gram heyecan, stres yapmadan karşımdaki jüri üyeleriyle o kadar sakin bir şekilde konuştum ki zaten kaybettiğim mülakatlardan alışıktım her şeye. öyle ki mülakat sonucuna arkadaşım haber verdi. normalde sonuç açıklama tarihinde sabahtan itibaren web sitesini yenileyen ben hiç oralı bile değildim. sonuçlarımıza baktığımızda ikimizin de başarılı olduğunu gördük. ve ben, inanın ekrana bakıp nasıl tepki vermem gerektiğini bilemedim. ağlayamadım, sevinemedim, şaşıramadım, heyecanlanamadım da. öylece bakakaldım.

sevgili ahali; umudunu kaybetmiş, işsizlikten ya da hayallerinden vazgeçip karamsarlığa düşmüş kardeşlerim…

bunu buraya yazmak istedim çünkü benim de başımdan hangi badirelerin geçmiş olduğunu bilmenizi ve böylelikle geleceğinize ve hayallerinize dair elimden geldiğince ufak da olsa umut olabilmeyi istedim. ''e artık senin tuzun kuru'' diyebilirsiniz ancak bu sebeple uzunca yaşadıklarımı yazmaya çalıştım. belki benden daha kötü durumlar yaşadınız ya da yaşıyorsunuz. ben de tam umudumu kaybetmişken bir şeyi başarabildim. şeytanın bacağını kırabildim. dilerim siz de gönlünüzden geçen hayallere er ya da geç kavuşur ve sizin hikayelerinizi buradan okuruz.

herkesin gönlündeki hayali yaşaması dileğiyle.

not: hı, şunu da söylemeden geçemeyeceğim. eski ilişkimin şimdi olmamasından dolayı gayet rahatım. üstelik hayatımda biri olmamasına rağmen “böyle olması gerekiyormuş” diyebiliyorum. ancak yine de onca yıl başarısız sonuçlarıma beraber baktığım kadınla başarılı sonucuma da beraber bakmayı isterdim. evlilik mutluluğunu olmasa da en azından bu mutluluğu birlikte yaşamayı hak etmiştik diye düşünüyorum.