İşsizlik ve Parasızlığı Konu Alarak Zor Zamanları İnsanın Yüzüne Vuran Filmler
The Pursuit of Happiness (2006)
milyoner yatırımcı chris gardner'ın gerçek hayat hikayesini anlatan film. aman depresyondayım aman aşk acısı çekiyorum bilmem ne diyenler (kendimde dahil) oturup izlesin, geçim derdi neymiş, hayatta kalmak nasıl zormuş görsünler. filme gelince hem will smith hem de oğlu süper oyunculuk çıkarmışlar, hatta ben olsam ufaklığa yardımcı erkek oyuncu oscarını verirdim valla. son zamanlarda izlediğim en başarılı filmlerden birisi olmuş diyebilirim.
Cinderella Man (2005)
bir insanın hayatında aynen imparatorluklar gibi, kuruluş-yükseliş-duraklama-lale-gerileme ve çöküş devirleri yaşanır. bu dönemler bazen bir gün, bazen seneler sürer. bu film çöküş dönemine girmiş bütün insanların izlemesi gereken bir filmdir. insanı yaşatan ve ottan ayıran şey mücadele duygusudur. eğer bu duyguyu unutmuşsanız, bu film biraz olsun bu duyguyu size verecektir.
Biutiful (2010)
filmin aslında panzehir bir etkisi var. mutlu olduğunuz zamanlarda içinize birden buhran düşer; "ulan mutluyum ama hayatta da elem, dert, keder çok yahu!" dersiniz. fakat bir yandan da onu tarif edemezsiniz. içinizdeki bu riyakar karmaşayı tarif edemedikçe buhranınız ivme kazanır. ardından bu filmi izlersiniz, nedenleri bulursunuz. peşi sıra da abes bir rahatlama gelir...
Los lunes al sol - Güneşli Pazartesiler (2002)
bir işçi filmi. yani direkt hayatın, geçinebilmenin, bir şeyler yapabilme, ezilmeme, mutlu olabilme, ayakta kalabilme çabasının anlatımı. yaşananlara - yaşanamayanlara dair ufak bir kesit olarak sunulan bir film olarak kabul edip de öyle izleyene gerekli tatmini yaşatan... biraz nalına, bolca da mıhına vuran... olabildiğince doğal diyaloglar ve replikler arasına gizlenmiş tespitler karşısında gördüğünü yorumlayabilme yetisine sahip olan izleyiciye sırıtan duru bir anlatım.
"bugün günlerden ne" sorusu ve verilen cevapla başlar film ve yine aynı soru ve cevapla biter; durum farklı olsa da. büyük bir boşluk içerisinde başlayan yeni bir hafta ve o haftanın ilk iş günü. "bugün pazartesi..."
I, Daniel Blake (2006)
film, dünyanın en gelişmiş ülkelerinden ingiltere'de bile açlık sınırında yaşayan, çocuklarına taze meyve alabilmek uğruna eskortluk yapmaktan başka çaresi kalmayan katie ve bilgisayar kullanmayı bilmeyen ama kendi deyimiyle "verilse bir günde koca bir ev inşa edebilecek" zamanı geçmiş, çağa ayak uyduramayan, tutunamayan daniel'in kesişen hayatlarına ayna tutuyor.
filmin temel sorgusu, kendine, çevresine yabancılaşmış, duyarsızlaşmış, bireyci, post kapitalist toplumda çok temel, çok basit insani değerlerin dahi olmaması üzerinedir.
Uzak (2002)
bir imge olarak her yere sızmış "uzak" kavramı filmde mevcut. gariplik (ya da güzellik belki) filmin içinde olduğunuz, filme bu denli yakın durduğunuz hissi veriyor olması. her şey birbirine uzaktı oysa ki. mehmet'in geldiği köy, mehmet'in bir gemide gideceği tüm ülkeler, "hep siz mi gezeceksiniz, biraz da biz gezelim" kelamındaki olabilirlik, istanbul'a gelip anadolu değerlerinden uzaklaşmak, kanada'ya uçan kadın, parkta dolaşan çiftler, bir kadın teni, alelacele hoyratça yapılan bir seks seansı, mehmet'in yaslandığı araba, yusuf'a tutulan samsun sigara...
Kauas pilvet karkaavat - Sürüklenen Bulutlar (1996)
ulan bu kadar da olmaz kodumun dünyası demekten, bir yandan da gülümsemekten film boyunca kendimi alamadığım ama nihayetinde kara bulutların nihayet, bir zahmet çekilmeyi bildiği, içime münir özkul'lu adile naşit'li işçi-esnaf filmlerinin acısını-balını bırakan sadelik. ve şarkılar. bu insanlar mutluluğu en çok hak eden insanlar. fast food çöptür ve servis yoktur. güreş pek kıymetli bir atasporumuzdur.
Midnight Cowboy (1969)
sıradan insanların en basit, kolay hayallerini bile gerçekleştiremediği bir hikaye. dustin hoffman'ın ne kadar baba bir aktör olduğunu görmek için de bir fırsat. zira ilk filmi the graduate'te mükemmel canlandırdığı karakterin tam zıttını aynı mükemmellikte oynamaktadır.
Manbiki Kazoku - Bir Aile İşi (2018)
harika film. filmin ilk dakikasından itibaren doğallığın getirmiş olduğu bağlayıcılıkla sanki film izlemiyor da karakterlerin etrafından onları gözetliyorsunuz ve her şey gözünüzün önünde yaşanıyor hissini veren sıcak bir film yapmış hirokazu koreeda. filmde oyunculuk yok ve her şey gerçekmiş gibi. bunu bir filmde yapmak gerçekten zor. bu durumu asghar farhadi filmlerinde de çok görüyorum. burada da görmek çok hoş oldu. inanılmaz sıcak ve dokunaklı bir film ve verilmek istenen mesaj hikayenin altına çok güzel yedirilmiş. sonsuza kadar sürseydi bu film yine izlerdim sıkılmadan herhalde.
Ladri Di Biciclette - Bisiklet Hırsızları (1948)
1948 yapımı bir vittorio de sica filmi. yönetmenin ve italyan yeni gerçekçiliği'nin başyapıtı sayılır. yönetmenler ve sinema eleştirmenleri arasında yapılan anketlerde hemen hemen hepsinde en iyi on film arasına girebilmiş ender filmlerdendir. hatta kimi sinema eleştirmenlerine göre dünya sinemasının en iyi dramasıdır ki bu yargıya ben de sonuna kadar katılıyorum. hiçbir film bu denli dramatik olamaz. melodramdan uzak, sanatı gözardı etmeyen, realist çizgide ve oldukça yalın... işte ben buna film derim.
Inside Llewyn Davis (2013)
llewyn davis tüm diğer coen kardeşler karakteri gibi bir kaybeden, ya da yetenekli olmasına rağmen "kazanamayan" diyelim. şanssızlıklar peşini bırakmaz. film bir fargo değildir ama oldukça karamsardır. evet hepimiz biraz llewyn davis'iz aslında... onlardan farklı olduğumuz için başarısız ya da ezik gözükme potansiyelimiz her an vardır. zaten o çok marjinal ünlüler de biraz başarılı olmasa llewyn davis olacaktır, sadece şans yüzlerine gülmüştür.