Almanya'da Yaşayan Milyonlarca Türk Neden Sağlam Lobicilik Yapamıyor?

diaspora toplulukları içinde “model azınlık” (model minority) kavramı, özellikle batı'da yaşayan göçmen grupların nasıl algılandığını ve bu algının onların sosyal konumlanışlarını nasıl etkilediğini anlamak açısından önemlidir. uzak doğulu amerikalılar (çinli, japon, koreli) ya da yahudi diasporası gibi bazı gruplar bu çerçevede “örnek azınlık” olarak görülürken, almanya gibi ülkelerde yaşayan türk göçmenler bu kategoriye genellikle dahil edilmez. peki neden?
model azınlık mitine giriş ile başlayalım. başarılı azınlık efsanesi tam olarak nedir?
“model azınlık” kavramı, belirli azınlık gruplarının;
yüksek eğitim seviyesi, suça bulaşmama, sistemle uyumlu olma, güçlü aile yapısı ve ekonomik başarı gibi özelliklerle genelleştirilmesini ifade eder.
amerika’daki uzak doğulu topluluklar ve yahudi diasporası, bu tanıma sıklıkla uyan gruplar olarak gösterilir. ancak bu başarıların arkasında yalnızca bireysel çaba değil, tarihsel travmalarla şekillenmiş toplumsal stratejiler de vardır. japon-amerikalılar örneğinde, ii. dünya savaşı sırasında yaşanan toplama kampları gibi deneyimler, bu topluluğun “aklanmak” ve “sadakat” göstermek için sistemle uyumlu bir yaşam sürmesini neredeyse zorunlu hale getirmiştir.
teknik olarak abd’deki en büyük etnik köken grubu hala alman asıllı amerikalılardır. ancak buna rağmen bugün amerikan kamuoyunda “alman-amerikalı” kimliği görünmezleşmiştir. bunun temel nedeni, özellikle i. ve ii. dünya savaşları sonrası yaşanan kitlesel damgalanma ve bunun ardından gelen özsavunma temelli asimilasyondur.
isimler ve soyisimler anglo-sakson isimlerle değiştirdiler: schmidt -> smith, müller -> miller, weiss-> white, zimmermann -> carpenter, bauer -> farmer
etnik kurumlar ya kapatıldı ya da ingilizceye dönüştü. kiliselerinde bile ingilizce vaaz vermeye başladılar.
kendi aralarında bile alman dili konuşulmak tamamen bırakıldı.
bu, bir tür "görünmez model azınlık" örneğidir. ya da bir asimilasyon jestidir diyebiliriz. alman-amerikalılar o kadar başarılı bir şekilde asimile oldular ki, artık bir azınlık olarak değil, beyaz amerikalı çoğunluğun parçası gibi algılanıyorlar. almanlar “beyaz amerikalı” şablonuna kolayca entegre olabildi haliyle. dolayısıyla alman örneği, model azınlıkların yalnızca başarıyla değil, görünmezleşme üzerinden de şekillenebileceğini gösterir.
bu örnek, model azınlık olmanın sadece başarıyla değil, bazen görünmezleşme, sessizleşme ve kimlikten feragatle de mümkün olduğunu gösteriyor. burada önemli bir fark da fiziksel görünümden kaynaklanmaktadır: japon ve tabii ki çekik gözlü olmalarından dolayı diğer uzak doğulu göçmen amerikalılar için bu tür bir görünmezleşme imkansızdı. buna karşın beyaz tenli almanlar, etnik kimliklerini gizleyerek veya terk ederek amerikan toplumuna çok daha kolay biçimde entegre olabilmiş, hatta çoğunluk içinde eriyebilmiştir.
model azınlık mitinin gölgede bıraktığı konulardan biri de, yahudi toplulukları içinde tarihsel olarak var olan suç yapılarıdır. bunlar kamuya pek yansıtılmaz çünkü antisemitik anlatıların tetiklenmesi istenmez. ancak tarihsel olarak yahudi kökenli çete liderleri ve suç ağları mevcuttur, ancak, yahudi toplumunun geneliyle özdeşleştirilmemiş, hatta toplum içinde dışlanmış ve görünmez kılınmıştır. bu da model azınlık imajının ne kadar stratejik bir şekilde yönetildiğini gösterir.
örnek olarak; meyer lansky örneği meşhurdur. israil’e sığınmış ama “kamu güvenliğini tehdit edebilir” denilerek sınır dışı edilmiştir. benzer şekilde israil’in kuruluş yıllarında bazı yerel mafyatik yapılanmalar da oldu ama kısa sürede şin bet tarafından bastırıldı. gerçi, konumuz olan azınlık kısmından tamamen farklı bir konu, bilgi olarak burada bulunsun yine de.
peki türkler neden bu mite dahil değil ya da olamadılar?
bunu ben dört maddeye indirgedim, tabii ki daha da genişletilebilir.
1. göçün niteliği ve kökeni
almanya başta olmak üzere batı avrupa’daki türk diasporası, büyük ölçüde 1960-70’li yıllarda ekonomik gerekçelerle, kırsal bölgelerden gelen düşük eğitim profillerine sahip işçilerden oluşmuştu. bu göç, işgücü açığını kapatmaya yönelik bir politikayla şekillenmiştir. dolayısıyla bu kuşak, sistemin alt basamaklarında yer almış ve “fabrika işçisi göçmen” kimliğiyle tanımlanmıştır.
yani esasında, çalışmaya giden bu ilk kuşak, almanya için bile kalıcı göçmen beklentisi ile alınmamıştı. en azından belli bir birikim yahut emeklilik ile birlikte dönmeleri planlanıyordu hesapta.
bu da bizi ikinci maddeye getiriyor.
2. eğitim ve yapısal dışlanma
almanya’daki eğitim sistemi, türk kökenli çocukları uzun süre hauptschule gibi meslek okullarına yönlendirmiştir. nitekim, onların almanya içinde sadece gerekli bir eğitim almalarını kafi olduğu düşüncesi ile yapılmış bir politika idi bu. bu da nesiller boyunca mesleki ve sosyal yükselişi sınırlamıştır. model azınlıkların aksine, türk çocukları sistematik olarak aşağıya yönlendirilmiştir diyebiliriz.kırsal bölgeden gelen ve oraya entegre olamadığı gibi kendi çocukları da eğitimden yeterince nasibini alamayan sistemsel olarak alt tabaka görülen bu kesimin almanya içindeki görüntü örgüsü de bir sonraki maddeye taşıyor bizi.
3. medyadaki temsiller
türk göçmenler, avrupa medyasında genellikle sorunlu, geri kalmış, cinsiyetçi veya radikal dini gruplarla ilişkilendirilmişlerdir. bu tür olumsuz imgeler, topluluğun bireysel başarılarını gölgede bırakmış ve “başarılı türk” figürü yaygın bir algı haline gelmemiştir.
4. iç ayrışmalar ve güvensizlik
türk diasporası içinde mezhep, etnik, siyasi, sınıfsal ve kültürel ayrışmalar oldukça yaygındır. bu da kolektif bir kimlik ve dayanışma kültürünün oluşmasını zorlaştırmıştır. model azınlıklar genellikle kendi içlerinde uyumlu ve organize topluluklardır; oysa türk diasporasında topluluk içi çatışmaları diğer sorunlardan önce gelmektedir.
şimdi gelelim yeni nesil beyin göçü ve değişen profile
son 10–15 yılda almanya ve diğer batı ülkelerine gelen yeni kuşak türk göçmenler, doktorlar, mühendisler, akademisyenler ve yazılımcılar gibi yüksek eğitimli bireylerden oluşuyor. bu grup, model azınlık kriterlerine daha fazla uyum gösterse de henüz genel algıyı değiştirecek kadar görünür ve örgütlü değil. dananın kuyruğunun koptuğu nokta da sanırım bu kısmı; "zaten örgütlü de olmak istemiyorlar". bu nokta özellikle gözden kaçırılmayacak kısım; çünkü bu bir kırılma, bu yeni kuşak göçmen türkler, çoğu zaman birbirlerinden uzak durma eğilimi gösteriyor. yani almanya'da türk bakış açısını değiştirebilecek profile sahip olmalarına rağmen bunu tercihli olarak kullanmama eğilimdeler.
bu durumun da nedenleri muhtemelen şunlar:
-“ben onlar gibi değilim” psikolojisi ile ortaya çıkan eski göçmen kuşaktan ayrışma arzusu.
- türkiye'den uzaklaşmalarına neden olan zemini hissetmek istememeleri; yani siyasi ve kültürel gerginliklerden kaçınmak için oluşturulmuş topluluk içi çatışmalardan uzak durma refleksi.
-başarıyı dayanışmayla değil bireysel çabayla sağlama eğiliminden kaynaklı bir profesyonel bireycilik. kıskanılma / aşağı çekilme korkusu.
-türk toplumunun kendi içindeki birbirine olan güvensizlik algısı. (bkz: hemşehri hemşehriyi gurbette sikermiş)
tüm bu unsurlar, yeni kuşak türk göçmenlerin potansiyellerine rağmen neden hala kolektif bir güç haline gelemediklerini anlamamıza yardımcı olur.
ancak burada kritik soru şudur: model azınlık olmak gerçekten arzu edilen bir hedef midir? bu kavram çoğu zaman azınlık gruplarını sisteme uysallık ve/veya sessizlik karşılığında kabul eden bir kalıba sokuyor. başarı, çoğu zaman kimliğin bastırılması, geçmişin unutturulması ve sistemle uyum adına kendini görünmez kılma pahasına gelir. alman-amerikalıların asimilasyon süreci bu açıdan dikkat çekici ama düşündürücüdür.
türk diasporası için asıl mesele, model azınlık olmak değil; kendi tarihsel ve kültürel özgüllüğüyle var olabilen, dışlayıcı olmadan uyum sağlayabilen, çok katmanlı bir topluluk bilinci kurabilmektir. bunun yolu da, birbirinden uzak durmaktan değil; birlikte üretmekten, paylaşmaktan ve yeniden güven inşa etmekten geçer.
bu dayanışmanın en stratejik alanlarından biri de bu başlığın suali olan lobiciliktir. yahudi, ermeni veya yunan diasporalarının yıllardır yürüttüğü etkili lobicilik faaliyetleri, devletlerinin desteğiyle değil, toplum temelli ve nesiller arası aktarılan bir bilinçle şekillenmiştir.
bu zayıflığın temel nedenlerinden biri de kültürel olarak birey olamama sorunudur. türk toplumu tarihsel olarak bireyden ziyade ümmet, cemaat veya tebaa bilinciyle şekillenmiş; bireysel haklar yerine kolektif aidiyetler öne çıkmıştır. birey olamamak, kişisel ifade alanlarının zayıf kalmasına, özgünlüklerin bastırılmasına ve kişilerin kendi adına değil, genellikle "temsil ettiğini düşündüğü bir lider figür" aracılığıyla var olmaya çalışmasına neden olmuştur. bu da farklı grup ve hiziplerin ortaya çıkmasına, dolayısıyla kolektif gücün bölünmesine yol açar.
sonuç olarak, bireysellikten mahrum bir toplumsal yapı, yurtdışındaki siyasal ve kültürel temsiliyet açısından da zayıflığa neden olur. lobicilik gibi kolektif eylem gerektiren alanlarda etkili olunabilmesi için yalnızca örgütlenme değil, bireysel bilinçlenme ve kendi sesine sahip çıkabilen bir topluluk inşası da şarttır. başarı hikayelerinin kurumsal etkiye dönüşmesi, ancak belli kültürel eşiğin aşılmasıyla mümkündür.