Almanya'yı Zamanla Bir Dünya Devi Haline Getiren Kritik Atılımlar
almanya'nın neden dünya devi olduğunun birçok ve uzunca cevabı olmakla birlikte, konuyu temelinden ele almakta ve ilk çıkış noktalarından bahsetmekte fayda vardır. çünkü almanların tarih içerisinde gerek 1.dünya savaşı sonrası kendi imkanlarıyla, gerekse de 2.dünya savaşı sonrası amerikan yardımlarıyla küllerinden yeniden doğmasının tek bir ortak nedeni vardır ve o da 19.yüzyılda yerleştirdikleri devlet sistemi ve toplum yapısıdır. burada klasik kültürel çıkarımlar yerine ağırlıklı olarak iktisadi ve eğitim bazında değerlendirmeler yapılmıştır.
endüstri devrimi'nin ortaya çıktığı ingiltere, kendine has girişimci-devlet/parlamento ilişkisi, kıta avrupasından ayrı bir ada olması, yine kendine has bankacılık sistemi, hindistan gibi stratejik sömürgeler üzerinden yarattığı pamuk endüstrisi ile odunsuzlaşma sonrasında artan kömür ihtiyacı ve bu kömür madenlerinin limanlara yakın olması ile birlikte teşvik amaçlı çıkarılan yasalar ve birçok faktör neticesinde önce pamuğa bağlı tüketim endüstrisi ardından da demir ve çeliğe bağlı ağır sanayi atılımlarıyla dünyanın tartışmasız lideri konumuna gelmişti.
ingiltere, öncü sanayi olmanın verdiği kaderi yaşayarak zirveyi görürken 19.yüzyılın ortasına gelindiğinde potansiyel rakipleri önce fransa ardından da abd ve almanya olmuştu. fransa ve abd'ye ayrı başlık açmak gerektiği için almanya ile devam edeceğiz.
yurt içi yatırımlardan sonra yurtdışına açılan ingiliz sermayesi, pamuk endüstrisi sayesinde geri kalmış ülkelerle sömürge-egemen devlet ilişkisini sürdürürken ağır sanayi yatırımlarıyla abd ağırlıklı olmak üzere almanya ve avrupa'ya da yatırımlar yapıyordu. ingiliz sanayi devriminin bir mühendislik devrimi değil de hayatı pratikleştiren ve üst düzey teknoloji gerektirmeyen, bilimsel değil de imalat ağırlıklı yapısı onu taklit edilebilir kılıyordu. ancak girişimcilerin ve çıkar lobilerinin denge halinde parlamentoda verdiği mücadeleler sayesinde talep bazlı ilerleyen ingiliz sanayisinin aksine kıta avrupasının sermaye eksikliğinden dolayı tek şansı devlet eliyle sanayileşmeydi. bu yüzden kendi sanayicisini ingilizlere karşı koruyan, kendi sermayesini yaratmaya çalışan ve türkiye'de de ilk defa 1908 sonrası rağbet görmeye başlayan milli iktisat anlayışı almanya'yı da sarmıştı.
almanya’da bariz sermaye eksikliği vardı. 1820-30’larda ustalık ve zanaatkarlığın temsilcisi geleneksel lonca sistemi hala varlığını sürdürüyordu ve bu bize önemli bir ekonomik dönüşümün henüz var olmadığını gösteriyordu. ancak yine de yavaş da olsa değişimler vardı. 1811’de almanya'da bir zanaatkarın lonca sistemine kayıt olma zorunluluğu kaldırılmıştı. ticaret serbestliğinin ülkeye girişi ise 1850’yi bekleyecekti. özel sektörün üzerinde devletin büyük bir denetim ve sıkılaştırma etkisi bulunuyordu. devlet, almanya’da madenlerin büyük çoğunluğunu kendisi işletiyordu. ancak kaynak yetersizliğinden demiryolu inşaları gecikmekteydi.
1789 fransız devrimi, aslında girişimciliğin önünü açabilecek ve işini kolaylaştıracak birtakım düzenlemeleri ve yasaları beraberinde getirmişti. bu yasalar almanya dahil diğer kıta avrupası ülkeleri tarafından da büyük oranda örnek alınmıştı. örneğin endüstrinin mali gereksinimleri devlet eliyle ve devlet teşvikiyle ilerliyordu. 1830’larda belçika’da bir yatırım bankacılığı hayata geçirilirken, hollandalı bankerler de ülke içinde nereye yatırılacağı konusunda kararsız kalınan çeşitli sermayelerin endüstride kullanılması için gerekli teşvik ve yönlendirmeleri benimsiyordu. 1850’lerde ise bu banker profili, özellikle de almanya’da hem banker hem yatırımcı kimliğine sahip ve böylece endüstri sektörüne büyük oyuncu olarak katılan büyük bankalara dönüşecekti.
almanya'nın bu konudaki farkı bankaların hem endüstriyel yatırımcı hem banker profilinde olmasıydı. bankaların sahipleri sanayi kuruluşlarının yönetim kurulunda yer alıyor, bu sanayi kuruluşlarına kendi bankalarından kaynak sağlıyorlardı. daha sonra bu endüstriyel kurumlara verdikleri borçları ödeme garantisi sağlamak amacıyla sermaye piyasasında bu kurumlara ait menkul kıymetleri ihraç ediyorlardı. böylece endüstriciler aldıkları sermaye sonucunda yaptıkları yatırımlarla bu bankalara olan borçlarını geri öderken aynı zamanda piyasada güven kazandıkları için kısa vadeli faiz oranlarıyla tekrar uzun vadeli borçlanabiliyorlardı. burada anahtar nokta banka sahipleriyle endüstri yönetim kurullarının aynı kişilerden oluşmasının piyasaya bir güven tazelemesi ve muhtemel finansal riskleri en aza indirgemesiydi. ve tabii bir de borç alan kurumların sermayeyi nereye yatıracaklarının gerek bankalar gerekse de devlet eliyle denetlenmesiydi.
dolayısıyla bu bankalar hem karşılaşılan riskleri üstlenmek için yeterli mali güce hem de girişimci rolünü üstlenmek için bu alanda gerekli bilgi ve uzmanlığa sahipti. öte yandan bu büyük bankalar devletin öncelikleri içinde endüstrinin gelişmesini teşvik etme ve cesaretlendirmeye yönelik bir amaçla kurulmuş, yani ulusal politikaların araçları olarak hizmet etmektelerdi.
almanya 1873'te kapitalist dünyayı sarsan ilk büyük ekonomik durgunluktan da başarıyla çıkmıştı. ülkede mali kriz yaşayan küçük bankalar endüstri dünyasıyla iç içe olan büyükler tarafından satın alınarak kangrenli uzuvlar kesilmiş, büyük bankalar daha da fazla sermaye kazanarak bu sermayeyle endüstriye olan yatırımı daha da arttırmışlardı. bankalar yatırımlarını elektrik, kömür , demir-çelik endüstrisine ve demiryollarına yapıyorlardı. 1880’lerden sonraki net yatırımların %50’si deutsche bank, dresdner bank ve darmstädder bank gibi büyük bankalarca finanse ediliyordu. almanya artık hem demir ağlarla örülmüş hem de büyük bir sanayi gücü haline gelmişti.
ingiltere'nin finans ve siyaseti tek merkezde toplayarak oluşturduğu modern devleti almanlar finans ve sanayiyi merkezde toplayarak oluşturuyordu. peki almanya'da bu merkez neden siyasete sirayet etmiyordu? devletle ilişkisi neydi? iyice büyüyen ve oligopoller oluşturan bu kurumlar neden bürokrasiyi direkt olarak yönetir hale gelmiyordu? alman girişimciliğinin ve gelişimciliğinin bireycilik ve protestan ahlak gibi sebepleri artık tek neden olarak gösterilmese de hayli revaçtadır. bu sorunun da cevabı benzeri bir kültür kodunda aranabilir pek tabii.
tabii şunu da söylemek gerekir ki almanya’da kapitalizm, bir burjuva devrimiyle değil, aksi bir durumda iktidarını kaybedeceğini düşünen aristokrasi tarafından oluşturulmuştu. almanya’da liberal burjuvazi güçlüydü. otoriteye bağlı, itaat ve saygı ahlakına sahip bir orta sınıf mevcuttu. almanya’nın kapitalizme uzanan yolu, burjuva devrimi yapmaya gönülsüz bir burjuvazi ve onlara istediklerinin büyük bölümünü devrimsiz vermeye hazır bir devletin işbirliğinden geliyordu. bu bileşimde siyasi denetim, aristokrasi ve bürokratik monarşideydi.
19.yüzyılda sadece iktisatçıların değil, zeki politikacıların da bildiği bir şey vardı, o da ekonomik büyüme için ekonomik liberalizm gerekiyordu. bu liberalizmden kasıt ülkenin sınırlarının her türlü ticarete açılması değil, ülkenin kendi üreticisinin önündeki engellerin kaldırılmasıydı. almanya'yı birleştiren bismarck'ın ılımlı geçiş politikası bunda hayli etkiliydi. almanya’da gücünü 1860’ların başına kadar hala koruyan loncaların zanat üretimi üzerindeki kontrolleri, 1859’da avusturya’da, 1860’larda ise almanya’nın büyük bölümünde yerini "gewerbefreiheit" denilen her türlü ticarete girme ve yapma özgürlüğüne bıraktı. bu anlayış sonunda kuzey alman federasyonu’nda ve alman imparatorluğu’nda tam anlamıyla yerleşti. almanya milli iktisat anlayışıyla yükselirken dışarıya bilhassa da ingilizlere karşı koruduğu kendi ülkesindeki milli girişimciyi de ticarette devlet denetimi altında özgür bırakmaktaydı. ardından yine devletin madencilik üzerindeki katı denetimden taviz verilmiş, böylelikle “hükümetten izin almış” herhangi bir girişimcinin bulduğu maden üzerinde hak iddia edebilmesine ve faaliyette bulunmasına olanak sağlanmıştı. aynı dönemde anonim şirketlerin kurulması kolaylaştırılmış ve üzerindeki bürokratik denetimler hafifletilmişti.
almanya, aynı zamanda ülkedeki eğitim seviyesi açısından da avrupa’nın en önde gelen 1-2 ülkesinden biri olmuştu. 1875 yılında avrupa’da okuma yazma bilmeyen erkeklerin oranı almanya’da %2’ydi. bu oran ingiltere dahil avrupa'nın açık ara en iyi oranıydı.
alman devleti, mühendislik mesleğinin çıraklıktan geçtiği ve pratiğe dayalı sistemin egemen olduğu ingiltere'nin aksine endüstrileşmek için gerekli sermaye konusunda eğitimin önemini biliyordu. eğitim o kadar önemliydi ki ingiliz endüstri devrimini izleyen yıllarda endüstriyel gelişmenin temeli artık bilimsel gelişmeye bağlıydı. almanya’nın ingilizlerin cambridge'i ve fransızların polytechnique'i gibi seçkin üniversiteleri yoktu. ancak liseleri iyiydi ve çok sayıdaydı. böylece fransız ve ingilizler gibi az sayıda seçkin kişiye üstün bir eğitim vermek yerine çok sayıda nüfusa kitlesel olarak ve yeterli seviyede eğitim verebiliyorlardı. alman liseleri teknik yönelimli ve kendine hastı. toplum topyekün gelişiyordu.
almanlar böylece ingiltere’nin endüstri devriminin başlangıcındaki topyekün girişimci yaratma politikasının bir benzerini eğitimde kullanarak eğitimli bir nüfus oluşturmuştu. bu da ülkenin bundan sonraki yüzyılında rekabetin her daim dinamik bir unsur olarak yer alacağını bize gösteriyordu. ülke aynı zamanda buhar gücü olarak 1850’de 4 kat gerisinde olduğu fransa’yı sadece 30 yıl içerisinde büyük bir farkla geçerek 1880'de avrupa’nın 2. buhar gücüne sahip ülkesi haline gelecekti.
1900'lü yıllara gelindiğinde ise almanlar, pik demir, çelik ve kömür üretiminde devasa topraklara sahip abd'nin arkasından gelip ingiltere'yi geçerek 2.sıraya yükseliyordu.