Amerika, Trump'ın 2. Döneminden Beri Dış Siyasette Ne Yapmaya Çalışıyor?

abd, rusya / ukrayna savaşı için başladıkları müzakere süreci ile büyük bir paradigma değişikliğine işaret ediyor... peki nasıl bir değişiklikten bahsediyoruz?
bunun için donald trump ve dadaşlarının sürekli şikayet ettiği, önceki paradigma nasıl kuruldu ona bir bakalım
-amerika'nın uluslararası alanda kendine atadığı rol nedir?
+dünya liderliği.
-peki zamanında neden bu kadar ağır bir sorumluluğun altına girdiler?
+kendi çıkarları için.
şimdi şöyle düşünün ikinci dünya savaşı patlayana kadar abd görece kendi halinde bir ülke. dev arazilere sahipler, girişimcilere de imkan veriyorlar. o nedenle zenginler.
ancak bu zenginliklerini politik influence olarak kullanmıyorlar pek. o dönemin büyük başları ingiltere, almanya, fransa ve rusya.
amerika'nın dünyada söz sahibi oluşu ikinci dünya savaşı ile oluyor ancak onda bile çok gönüllü değiller. polonya 1939'da işgal ediliyor. abd yardım falan gönderiyor ama savaşa katılması 41'deki pearl harbour'ı buluyor.
peki dünya kaynarken ve güç dengesinden pay kapma şansı varken neden abd savaşa girmiyor?
bunun üç sebebi var.
1) adamların tuzları kuru. savaşın yaşandığı yer avrupa ve bombaların londra değil michigan'da patlama ihtimali çok düşük.
2) great depression. ekonomi 1929'da zaten altüst olmuş. abd yeni yeni methodlar deniyor krizden kurtulmak için ve savaşın maliyetini çekmek istemiyorlar.
3) üretimdeki öngörü eksikliği. bu acımasız bir durum ama tarihin de bir gerçeği. savaş dönemlerinde teknoloji gelişir ve bazı sektörlerde üretim patlaması olur. gerçi zor durumda bir ülkeysen tarladaki insanı alıp mermi fabrikasına götürmen gerekiyor. o sıkıntı. ancak abd gibi her yere yetişebilecek tarımın, sanayi altyapın ve insan gücün varsa süpergüce dönüşürsün. ki öyle de oldu zaten.
bir önceki paradigma da böyle kuruldu. abd, savaş sırasında üretim patlaması yaşadı. özel sektör üretimini üçe beşe katladı. yeni yeni teknolojiler geliştirdiler. mesela ford, tank motoru üretiyordu bir ara.
savaş bittikten sonra da dediler ki yahu biz o kadar yatırım yaptık. elimizde dev fabrikalar var. bizim işçi bir oturuşta diğer işçilerin ürettiğinin 3 katını üretiyor. biz bundan vazgeçmeyelim. üretimi özel sektöre aktaralım. ürettiğimizi de satalım. zenginliğimize zenginlik katalım.
ama ortaya şöyle bir problem çıkıyor: biz üreteceğiz ama kim alacak?
avrupa'da taş üstünde taş kalmamış, üzerine savaştan sağ çıkan sovyetler'in avrupa'ya çökme ihtimali var. dünyanın en büyük nüfuslarından birine sahip olan çin, yıllarca ingilizler'in dayağını yemiş, yetmemiş üzerine bir de japonya vurmuş. japonya yüzyıllar süren izolasyonuna son vermiş, yüzünü de batıya dönmüş ama sonra zıvanadan çıkıp abd'ye saldırmış. üzerine abd gövde gösterisi yapmak için ülkelerinde 2 tane atom bombası patlatmış.
satış yapacak pazarı nereden bulacaksın?
abd diyor ki madem pazar yok, pazarları kendimiz yaratalım. bundan sonra avrupa'ya, japonya'ya ve potansiyel pazar olarak gördükleri her ülkeye yardım yapmaya başlıyorlar. bu pazarlarda savaş patlamasın da işler bozulmasın diye üzerine nato'yu kuruyorlar. siz bizden ürün alın, bizim şirketlerle ortak olun, silah milah uğraşmayın biz size satarız tank tüfek ne varsa, siz pazarları bize açın üzerine biz de sizi koruyalım askeri olarak diyorlar.
bir önceki paradigma böyle işliyor ancak hiçbir sistem mükemmel değil tabii ki.
gelişmekte olan ülkeler savunmaya muhtaç. o nedenle abd'nin sürekli bir yerlerde askeri üs açması buraya da milyarlarca dolar para yatırması gerekiyor.
gelişmiş ülkelerde ise vatandaş sürekli bir şey istiyor. yenilenebilir enerji diyor, sosyal devlet diyor, iş / hayat dengesi diyor. diyor da diyor. abd bir hükümetle anlaştı diyelim. avrupa'da vatandaş o kadar güçlü ki yüzde 2 vergi arttıralım dediğin zaman sokaklara dökülüyorlar. abd'nin çıkarına engel oluyorlar. daha ileri gittiğinde hükümeti deviriyorlar. zaten herkes koalisyon içinde olduğu için 2 3 istifa erken seçime gidilmesine yetiyor.
paradigma değişikliği de burada geldi tam olarak. çünkü 50'lerde 60'larda işler iyi gidiyordu ancak vietnam'dan sonra fark ettiler ki abd'nin çıkarını korumak için bazen çok büyük adımlar atması gerekiyor ve bazen harcadıkları paranın, insan gücünün falan götürdükleri getirdiklerinden çok altta kalıyor.
avrupa ülkeleri ise amerika için iyice sinir bozucu bir vaka. çünkü savunma işini komple amerika'ya bırakıp ceplerinde kalan paralar ile kendi vatandaşları için sosyal devletler kuruyorlar. görünüşe göre nebraska'da vergi ödeyen çiftçi dolaylı olarak almanya'da işsizlik maaşı alan vatandaşın harçlığını veriyor.
donald trump da masayı devirmek için fırsat kolluyordu zaten. kabak ukrayna ve zelenski'nin başına patladı.
donald trump ve ekibi artık diyor ki bizim için pazar olmanız, bizim ürünlerimizi almanız yetmiyor. çünkü sizde işler iki dakikada bir değişiyor. ayrıca kafanız atıyor gidip ürünleri çin'den alıyorsunuz, bize satmanız gereken ucuz ürünleri gidip başkasına satıyorsunuz. bu iş böyle yürümez.
aslında daha öncesinde de abd'nin tavrı böyledi bu arada. bu yeni bir şey değil. paradigma değişikliği ise söylenen şeylerin tonunda belli oluyor.
eskiden de kanada'dan, meksika'dan ab ülkelerinden bir şeyler talep ediyorlardı ancak bu talepleri diplomasinin yollarında kaybolabiliyordu.
paradigma değişikliği de iki şekilde gerçekleşti
birincisi abd artık taleplerinde daha direkt, kullandığı dil de daha sert. mesela bize izin verin grönland'a askeri üs kuralım, burada limanlara yatırım yapalım, şirketlerimiz gelsin madencilik yapsın demiyor. çünkü böyle dediği zaman yapabilecekleri şeyler danimarka'nın yasalarıyla sınırlı. ayrıca bir hükümet abd üssüne tamam dediği halde yerine gelecek başka bir hükümet buna itiraz edebilir.
o nedenle abd daha direkt hareket ediyor. grönland için danimarka'dan izin istemiyor. direkt grönland'ı istiyorlar mesela.
ya da ukrayna meselesinde önce ukrayna'yı kurtaralım, eğer zelenski hükümeti baştan gitmezse 5 - 10 yılda yasalar geçer ukraynalı ya da çinli şirketlerle rekabete gireriz ve oradaki değerli madenleri bir şekilde alırız demiyorlar. yardım istiyorsan, bize madenleri vereceksin diyorlar.
paradigma değişikliğinde ikinci adım ise dünyanın amerika'ya muhtaç olduğu algısı üzerine kurulu. bu bir kısımda doğru aslında. abd dünyanın en büyük ithalatçısı, dünyanın dört bir yanından ürün satın alıyorlar. her önemli kurumun yönetim kurulundalar (dünya sağlık örgütü hariç, çünkü donald trump seçilir seçilmez buradan ayrılma kararı almıştı). yani abd olmadan dünya siyasetinde pek bir şey yapmak mümkün değil. avrupa bile abd gelsin de ukrayna'yla rusya'yı barıştırsın diye bekliyor.
ancak donald trump burada beklenen şekilde davranmıyor. ülkesini daha izole edecek adımlar atıyor. kanada, meksika ve avrupa'daki ülkelere ithalat için vergi getiriyor. ukrayna için barış görüşmelerine ne ukrayna tarafını ne de ab ülkelerini davet ediyor. bundan sonra ben yapacağım siz de kabul edeceksiniz diyor.
dediğim gibi bu bir süre daha böyle gider. amerika'nın taleplerini kabul eden de olur. (köşeye sıkışmış ukrayna'nın çok fazla seçeneği yok gibi duruyor) ancak en büyük sonuçlar buradan doğacak gibi duruyor. çünkü ukrayna savaşta çok yoruldu. hem ekonomisi çöktü hem pek çok genç insanını kaybetti hem de toprağından oldu. sonuçta savaşın hızlı bir şekilde sonlandırılmasını istiyorlar. ancak donald trump'ın dayattığı barış koşullarının hepsi ukrayna'nın aleyhine. ne barış için garantörlük var ne tazminat falan var ne kaybettiği toprakları geri almak var. üzerine abd'ye de 500 milyar dolar borçlanıyorsunuz.
buradan ne çıkar çok belli değil, burayı okumak da ancak kahinliğe girer çünkü ukrayna, rusya ve abd arasındaki durum dünyada bir ilk sayılır.
ancak bunun ileride abd için çok zararlı sonuçları olabilir. neden? çünkü ukrayna içine düştüğü durum nedeniyle koşulları kabul etse bile dünyadaki her ülke bir daha ukrayna'nın durumuna düşmemek için çalışmalara başlayacaktır.
ukrayna olmamak için ne yapmanız gerekir? birinisi nato'yu boşverip kendi ordunuza yatırım yapmalısınız. ikincisi herhangi bir anlaşma masasında sırtınızı abd'ye yaslamamalısınız. bu özellikle avrupa için geçerli. orada orduya yatırım yapmanın yollarını aramaya başladılar, avrupa birliği ortak ordusu falan da konuşuluyor.
bu bir nokta. ikincisi de ticaretle alakalı. amerika diyor ki bana ürün satma. satacaksan da yüzde 25 kota patlatırım.
bunun şöyle bir sonucu olacak
birincisi araştırmalar gösteriyor ki bu tür ek vergiler geldiğinde ilk etkilenen kişiler son kullanıcılar oluyor. yani masraf amerikan vatadaşının cebinde patlayacak. o nedenle amerika'da enflasyon artacak gibi duruyor.
ikinci durum da amerika'nın uluslarası ticaretten dışlanması demek. şöyle düşünelim. mesela biz a ülkesiyiz ve en büyük ihracat kalemimiz arabalar olsun. bir de b ülkesi var. bu arkadaşlar da ilaç üretip satıyor. ikimizin de en büyük müşterisi amerika.
daha sonra amerika çıkıp diyor ki ikinize de vergi getirdim sana yüzde 30 öbür ülkeye de yüzde 50.
ilk başlarda ikimiz de zorlanırız. üretim kapasitesi düşer, insanlar işsiz kalır falan. ama fabrikada oturup kara kara amerika bizi affetsin diye bekleyecek halimiz yok. ticaret böyle dönmez. bir çözüm bulmamız lazım. gidip b'ye diyoruz ki ben sana araç satayım sen de bana ilaç sat. evet ikimizde de amerika kadar nüfus yok. o kadar satış yok ama dükkan dönüyor mu dönüyor. zamanla amerika'ya 6'ya satmak varken birine 2'ye birine 1'e birine 3'e satarım yine 6'yı tamamlarım diyoruz.
peki diyelim ki bu durum gerçekleşti. hem artık amerikan ordusunun beni korumasına ihtiyacım yok, hem de ticaret için yeni ortaklarım var. uluslarası bir kriz oldu, trump zaten küstüm oynamıyorum havasında takılıyor. bu krizi kendi çıkarıma göre mi çözerim, yoksa trump'a komisyon ödeyip bir de üzerine aleyhime çıkacak kararı kabul mü ederim? tabii ki kendim çözmeyi tercih ederim. böyle böyle amerika tüm masalardan dışlanmış olur.
ki zaten ülkelerin amerika ile ticaret yapmasının bir sebebi de oradaki yönetime hoş görünüp nato şemsiyesi altında kalmak. ikisi de gittikten sonra neden abd'yle muhattap olsun ki ülkeler?
bu arada bu yazının yazıldığı dönem olan 2025 başlarında bu henüz zor görünüyor. ancak lider sadece amerika'dan çıkmıyor. zor zamanlarda diğer ülkeler de risk alabilen insanları çıkarabiliyor. ki doğanın kanunu gibi bir şey bu zamanla çıkacaktır bu tür şahıslar.
sonuç olarak
trump'ın 4 yıllık ikinci başkanlık dönemi bittiğinde amerika bu yoldan gitmeye devam eder mi tartışmalı. ancak bu kafada giderlerse güçlerinin çehresi değişecek. bundan da zararlı çıkma ihtimalleri var.
çünkü bu gücün olayı tüm müttefikleri desteklemek, gerekirse strese girmek gerekirse maddi zarara uğramak ancak nihayetinde dünyadaki tüm kararları veren kişiler olmaktı. şimdi bu durumu ellerinin tersiyle itiyorlar ancak farkında değiller. şimdilik her istediğimizi herkese yaptırırız kafasındalar. ama mesela zelenski'nin trump ile görüşmesinde dellenmesi abd'nin otoritesi için iyiye işaret değil.
çünkü bunu herkes izliyor ve bundan sonra istediklerini alamayacaklarını bilen müttefikler amerika'yı o masalarda ister mi, orası tartışma konusu.