Amerika ve Fransa'nın Şarap Üretiminde Birbirlerinden Aldıkları Üzüm Bağlarını Kullanması
fransa'da şarap yapımında kullanılan üzümlerin neredeyse tamamı amerika'dan gelmiştir.
amerika'da şarap yapılan üzümlerinse neredeyse tamamı fransa'dan gitmiştir.
böyle biraz karışık göründü ama tam olarak böyle. en baştan anlatayım.
yüzyıllar önce güney amerikaya gelen ilk avrupalılar buradaki bazı bölgelere "vinland" (şarap diyarı) adını vermiş. bu bölgelerde uçsuz bucaksız üzüm bağlarını görünce coşan avrupalı denizcilerin kısa süre sonra sevinçleri kursaklarında kalmış. çünkü buradaki yerli üzüm türlerinden yaptıkları şarap içilecek gibi değilmiş. yine de her hâlükarda şarap üretmeye devam etmişler. gel zaman git zaman avrupa'dan gelen yeni gezginler yanlarında getirdikleri safkan fransız üzümlerini amerikan topraklarında yetiştirmeye başlamışlar. ilk başlarda bu üzümler amerika'daki parazitlere ve hastalıklara direnemeyip ölünce, fransız üzümlerini amerikan üzüm köklerine aşı yapmışlar ve başarılı sonuç almışlar. böylece amerika kıtasında fransız üzümlerinden üretilen şaraplar içilmeye başlanmış. tabi, arada büyük fark var. fransız üzümlerinden yapılan şarabı bir kere tadan kişi bir daha amerikan üzümünden yapılan şaraba tövbe ediyormuş. böyle böyle mevzu yayıldıkça fransız üzüm bağları amerikan topraklarını işgal etmeye başlamış. günümüzde dahi yeni kıtanın en ünlü şarapları fransız üzümleridir. arjantin'deki malbec fransa'nın cahors bölgesinden, şili'deki merlot yine fransa'nın batısından gitmedir. meşhur california kırmızıları bordeaux üzümlerinden yapılır, efsanevi beyazları da chablis'den gitme chardonnay üzümünden. oregon'da en çok yetiştirilen üzüm pinot noir'dır der konuyu kapatırım. yoksa örnekler çoktur.
buraya kadar normal. 1850'lere gelindiğinde ise kader minik bir oyunla şarap tarihinin en heyecanlı safhasını başlatmış; phylloxera salgını. avrupadaki şarap bağlarının büyük soykırımı.
phylloxera denen parazit aslında amerika'da yaygınmış
tarih boyunca da amerikan üzümleri bu parazite direnecek şekilde evrimleşmiş. ancak phylloxera amerika-avrupa gemi seferleriyle avrupaya ilk kez adım atınca, daha önce böyle bir canlıyla hiç tanışmamış olan fransız üzümleri adeta nükleer saldırıya uğramış şehirler gibi darmadağın olmuşlar. avrupalı çiftçi de doğal olarak arka arkaya telef olan bağları gördükçe olanlara anlam verememiş. sadece birkaç sene içinde rüzgarla yayılan bu parazit avrupa'daki tüm bağların neredeyse %80'ini öldürmüş, şarap üreticileri adeta amı götü dağıtmış, henüz bağını bahçesini bu lanet parazite kaptırmayan bir kısım çiftçi de korkudan üzüm bağlarını söküp yerine başka bitkiler dikmeye başlamış. neyse ki avrupada şarapçılık tam olarak bitmeden duruma uyanan birileri çıkmış. amerikan üzüm köklerinin bu parazite karşı dirençli olduğunu fark etmişler ve fransa'daki neredeyse tüm bağlar yenilenmiş. önce dikilen amerikan köklerine ertesi sene fransız üzümlerini aşılayarak bu işin üstesinden gelmişler. 1900'lere gelindiğinde özellikle fransa'da parazit salgınından etkilenmeyip orijinal kökünde yetişen 300-500, hadi bilemedin 1000 bağ kalmış. bunlar da zaten yaşlandıkça ve bağ yenileme zamanı geldikçe risk almak istemeyen üretici amerikan köklerine geçiş yapmış. günümüzde fransa'daki neredeyse tüm türler genetik olarak kodlanarak amerikan kökünün genlerini taşıyan fransız üzümleridir.
bu süreç fransız ekonomisine öyle zarar vermiş ki, şarap yapımını ve olası hataları anlayıp kendilerine de anlatması için pastörizasyonun, kuduz aşısının ve daha bir sürü şeyin mucidi ünlü biliminsanı louis pasteur hükümet tarafından göreve çağrılmış. fermentasyonun formulünü, alkolün şeker yiyen bir tür maya mantarı tarafından üretildiğini, açığa çıkan gazın karbondioksit olduğunu, şarapta bulunan asit ve tanen miktarlarını ilk kez tanımlayan kişi de pasteur olmuş. büyüksün pastör.
velhasıl, ilk dediğimize gelirsek
bugün amerika'da şarap yapımında kullanılan neredeyse tüm üzümler fransız menşeli iken, fransa'dakiler de amerikan üzümlerinin genlerini taşırlar.
işte bunlar hep bilgi, hep genel kültür.
son olarak: limitinde içelim ki, yaşlanınca da içebilelim.