HİKAYE 17 Ağustos 2017
135b OKUNMA     1427 PAYLAŞIM

17 Ağustos Depreminde Evi Yıkılan Bir Sözlük Yazarının Boğazınızı Düğümleyecek Hikayesi

Sözlük yazarı "molla leon zelig macmanus el ayyar kutal", sizi deprem gecesi yaşadığı her ayrıntıyı anlattığı bu yazıyla o acı günlere döndürecek. Verilen kayıplara, yaşanan acılara, hem merhametin hem de kötülüğün tavan yaptığı deprem günlerine geri dönüyoruz.
iStock.com

yer adapazarı. tam göbeği, çark caddesi'nin başı. doğma büyüme çarşı çocuğuyum...

erenler'den bir ev aldık ve kârlı bir biçimde 2-3 ay sonra sattık..97'de yeni bir eve taşındık. teyzemlerin evindeyken alt katımızda oturan rahmetli ananem ve dedem bizim o kârlı sattığımız evi aldığımızı duyunca hasetlerinden veya başka bir sebepten (bunu hala anlayamadık) biz evi satmadan biraz önce hemen karşımızdaki daireyi satın aldılar. biz orayı satınca ve yeni eve geçince, onlar da eski evlerini satıp yeni evlerine geçtiler. böylece birbirimizden uzak kaldık.

yeni evimiz çok güzeldi, kocaman bir terası vardı. mahallede bir sürü arkadaşım olmuştu. sabahtan akşama sokaktaydık. önceden cadde apartmanında oturduğumuz için hiç yaşayamadığım çocukluğumun acısını 1,5 senede burada çıkarmaya çalıştım. sünnetimi o evde yaptık. o evde terası bir bahçeye çevirip çilek ekip yedik. 98'deki o bir anlık vurup kaçan depremi ve depremin ne olduğunu ilk o evde anladım vs...

99 ağustos ayına geldik

anne tarafının tüm şurekası almanya'dan gelmeye başladı. kuzenler, teyzeler, dayılar, yengeler. büyük teyzem kendi evini kiraya verdi ve kuzenimle izinlerinde yine bizimle kalmaya devam ettiler. küçük teyzemin ortanca oğlu 11-12 ağustos'ta geri döndü, izni bitmişti. teyzemin kızı ve teyzem bizdelerdi sadece. dayımlar dedemlerde kalıyordu. akşamları biraraya gelip harala gurala şamata gırgır yapıyorduk. küçük teyzemin büyük oğlu kalp ameliyatı geçirdi ve onlar o yüzden gelememişti türkiye'ye.

15 ağustos geldi çattı... mahalleden arkadaşım olan emircan ile başka çocuklar yüzünden küsüştük..karşı komşumuz ihsan abilerdeydik akşam..bana basket maçında kırdığı ve bantlarla yapıştırıp bizi güldürmek için sakladığı gözlüğünü gösterdi, gözüne taktı ve yine güldük.

16 ağustos oldu... en yakın aile dostlarımızdan olan 4. kattaki komşumuzun sözü vardı ve gece 11'e kadar söz hazırlıklarına yardım ettik. ertesi gün yeni evlenen bir çiftin boş olan 2. kata taşınacağı konuşuldu (evimiz 5 katlıydı, dükkan üstünde 4 kat, biz 1. kattayız. dükkanların tavan uzunluğu çok yüksekti, sonradan da öğrendik ki alttaki buzdolabı tamircisi kolonlardan da birini kesmiş dükkanı büyütmek için).

gece 12 oldu... kuzenim ve kardeşim ile ben bizim odamızda yatıyoruz her zamanki gibi. hava sıcak olduğu için kardeşim ve kuzenim yer yatağındalar. bense ranza olan yatağımızın her zamanki gibi üstünde yatacaktım ki 2 yıllık ranzada hatırladığım kadarıyla ilk defa o gece altta yatmak istedim. bir garip his düştü içime... uyumuştum...

ve gözlerimi açtım

dışarıdan gürültüler... yıldızları görüyorum ranzanın baş tarafından, inlemeler geliyor. rüya değil sanırım... ve sanırım deprem oldu. kardeşim ağlıyor, evet bu o. teyzem çığlıklar atıyor. ölmeye yakın birinin inlemesi geliyor, annemin sesi. teyzemle konuşmaya çalışıyorum, onu sakinleştirmeye çalışıyorum ve kısmen duruluyor. yaşım 12. teyzem 50 yaşında o zaman. teyzeme deprem olduğunu söylüyorum. kardeşimin yarası beresi olup olmadığını soruyorum sıkıştığım yerden, "göremiyorum, taşa toprağa gömülü" diyor. "nur ablam nasıl?" diyorum, "o burada değil oturma odasına gitti uyumaya" diyor. "sen nasılsın?" diyorum, "bende bir şey yok" diyor. koridorunda başında telefon var oraya git 112, 155, ne varsa ara diyorum. "annemi babamı gördün mü?" "hayır"... taş şıkırtıları, toz, nefes alamıyoruz. teyzem duymadığımı zannedip konuşuyor kendi kendine "öldü anan baban, öldü..." başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor. inleme devam ediyor, annemi düşünüyorum, ölmek üzere. babamın iniltisi gelmiyor, demek ki o annemden önce öldü. bir tek banyo var aramızda, nasıl girebilirim oraya acaba? düşünüyorum... kardeşimle konuşuyorum, kardeşim ağlıyor,"annee" diyor. ona fıkra anlatıyorum, evet. komik fıkra. olaysa trajikomik... teskin etmeye çalışıyorum, onu kurtaracağımı söylüyorum. dışarıdan gelen sesler berraklaşıyor: "mahmut abiii!!!!! candan ablaaaa!!! mollaaaa!!!!! yılmaaaaz!!!" bunlar komşularımızın sesleri. hasan abi'nin, ihsan abi'nin, nuray abla'nın, sevgi abla'nın, 4. kat komşularımızın. hamdolsun allah'ım öleceksek bile bizi düşünen, bizi kurtarmaya gelen komşularımız var... o komşular ki az kalsın birbirimize mirasçı kılınacaktık hani. bağırıyorum ben de ama duymuyorlar, ben nasıl onları duyuyorum peki? 2-3 dakika bağırıştık, duymuyorlar. kardeşime bağırmasını söylüyorum, sesi yetmiyor. annemle babam da cevap vermiyor bağıranlara, sanırım annem de öldü. bir kocaman besmele çekiyorum ve sıkıştığım yerden kurtulmaya çalışıyorum. ha gayret, derin bir nefes... kurtuldum suntadan betondan. şimdi ayak ucuna kadar sürünmem ve çıkmam lazım buradan. bir besmele, kocaman bir nefes ve ha gayret. her yer kapkara. göremiyorum hiçbir şeyi. sadece banyo olduğunu anlayabiliyorum gördüğüm boşluğun. duvarlar yok. sürüne sürüne çıktım ranzadan. ranzanın üstüne duvar devrilmiş. yani üst ranzada yatsaydım... ayaklarımın üstüne basıyorum şu an yatağın ucundayım. 4-5 metrelik bir uçurum var aşağıda, bu nasıl iş? bitişik nizam olan yandaki apartman bizden ayrılmış. şimdi bu boşluğa düşmeden yatağın etrafından dolaşmam gerek. demirler bile fırlamış allah'ım. her yer yıkık. demirlere tutunmaya çalışıyorum, sağ elimin üstü kesiliyor demirden. kocaman bir yara... sağ ayak baş parmağım kesiliyor, hissediyorum çok acıyor. bir adam var elinde ayakkabı taşıyor, bağırıyorum duymuyor. nasıl duymaz ya rabbim? bekle yılmaz geliyorum... geldim. "ihsan abiii", "mollaaa duyuyor musun", "abi buradayız" "neredesiniz", "abi odadayız, terasın kenarında" -bizim odamız terasla yan yanaydı- "durum ne ?" "yılmaz kımıldayamıyor, gömülü" "annem babamdan ses yok" "geliyorum korkmayın"... ve artçılar, artçılar... ranzada sıkışıkken bile titriyorum, sallanıyorum. her şey zangırdıyor, her sarsıntıda daha çok yıkılma sesi, her sarsıntıda daha çok çığlık. kardeşimin başının ucunda devrildi devrilecek duran beton parçasını aşağıya atıyorum. etrafını temizlemeye çalışıyorum. kafası pimapenin tam ortasında, bir kolu pimapenin plastiğinin altında, vücudu betonların altında, bir tek kafası açıkta... ihsan abi geliyor. terasla odanın arasında 2 metre boşluk oluşmuş. ihsan abi bir şeyler yapıyor ve yanımıza geliyor. kardeşimi çıkarıyoruz. sol kolu sakatlanmış herhalde. yüzü gri. terasa geçebilmek için çamaşır direğini büküyor ihsan abi. o direk nasıl büküldü anlamadım. bir de kalas gibi bir şey koyuyor onun yanına. üstüne bir battaniye seriyor. kardeşimin bebeklik battaniyesi miydi o? hatırlamıyorum. yerlerde oyuncaklarımız. sünnetimde gelen paralarla aldığım oyuncaklarım. power rangers'lar, action man'ler... fotoğraf albümlerimiz ? işte şu poşette... alsam mı ? annemi babamı nasıl hatırlayacağız? almıyorum, çünkü o hengamede yanımızda taşıyamayız... bir damla gözyaşı iniyor gözlerden fakat o kazağımı alacağım. hava soğuk olursa kardeşime veririm, ben giyerim.

terastan aşağı iniyoruz... mahşer böyle mi olacak allah'ım? karşı bina yanıyor, alevlerin içinden iniltiler geliyor, "kurtarın" sesleri... her yer zangırdıyor, sokak sakinleri sokağın ortasında oturuyor, biz de oturuyoruz. bakkal tevfik arabasının teybini açmış, radyodan alıyoruz haberleri... asrın felaketi. ölü sayısı bilmem kaç... acil yardım lazım. tevfik amcayla sarılıyoruz birbirimize, o da ağlıyor... kardeşime sarılıyorum. sakın uyutma diyorlar, iç kanama olabilir. su istiyor kardeşim, çok susamış... biraz içiriyorum. çok korktuğumuz ve toplarımızı kesen halit amca tir tir titriyor korkudan, "kafayı yedi" diyorlar... kuran-ı kerim okumaya çalışıyor. sokaktan çıkamıyoruz, yangın var baş tarafta, araba var 2 tane, patlayabilir her an, arka tarafta ise hiçbir şey yok ama çıkamıyoruz. oralarda da arkadaşımız ali'nin annesi enkazda kalmış. ona yardım etmeye çalışanlar var. bir ara teyzemle kuzenimi görüyorum, sonra kayboluyorlar ortadan. nereye gittiler? bizi burada bırakmış olamazlar herhalde...

sabah oluyor, göz gözü görmeye başlıyor

durum çok feci... sokakta 12 bina vardı ve 4'ü yıkılmış. komşularımız ihsan abi ile hasan abi sürekli bir yerlere gidiyorlar, enkazlara yardımcı olmaya çalışıyorlar, haber almaya çalışıyorlar dünyadan. ihsan abi'nin gözünde bir gözlük. her yeri bantlı. evet, basket oynarken kırdığı gözlük var gözünde. sonradan konuştuğumuzda normal gözlüğünü bulamadığını ve ilk eline geçen gözlüğün o her yeri bantlı gözlük olduğunu söyledi. "sokaktan çıkalım insanlar caddeye yürüyor" deniliyor. bosna caddesi. gerçekten adını hak etmiş bu cadde. 90'ların bosna'sına dönmüş. her yer enkaz, ne olduğunu anlayamayan binlerce insan... boş gözler, ağıtlar, çığlıklar, etek giyen erkekler, yarı çıplak insanlar... mahşer günü gibi. kimse aldırmıyor birbirine. "annemle babam öldüyse bize kim bakar" muhasebesini yapıyorum, kardeşimden hayatta ayrılmam... komşulara soruyorum "ölmüşler midir?" diye..."saçmalama" diyorlar ama kenardan duyuyorum konuşulanları. "yazık oldu, bu yaşta yetim kaldılar..." 2 damla gözyaşından gayrisi akmıyor gözümden, çünkü tutuyorum kendimi... kardeşim yarı baygın durumda, bitkisel hayatta sanki... saatler ilerliyor, askerler gözüküyor... ellerinde kazma kürek... komşular bizim evin oralarda bir şeyler yapmaya çalışıyor. kumarbaz amcamı görüyorum, köyden gelmiş. onun da arası babamla bozuk ama gelmiş. kardeşimle yan yanayız. "cenazeleri almaya geldim" diyor. köye haber vermişler "mahmut ile candan öldü" diye. kim verdi bilmiyorum. yine ağlamıyorum, sıkıyorum dişlerimi. kardeşime daha çok sarılıyorum. komşular askerlerle tartışıyor, belki yalvarıyor bizim enkazda kurtarma çalışması yapılması için. bizim yanımıza gelip gidiyorlar. bizim binada o an bir tek annem ve babam var. 2 kat boş ve oraya yarın gelecek bir çift vardı, 3. kattakiler tatilde, 4. kattakiler yürüyerek çıkmışlar apartmandan. apartman baklava dilimi gibi yıkılıyor ve üst katlar yola seriliyor... 2 ve 3'ün kurtulma şansı yok, tıpkı babamla annem gibi... babamla annem zemine gömülü. biz teras tarafında olduğumuz için açığa çıkıyoruz. komşular askerlerle. dayanamıyorum artık, ağlıyorum. ve bir bağırış, çığlık; sevinçten, umuttan deli divane olmuş bir çığlık geliyor koşarak. binlerce insanı yara yara geliyor: "mahmut abiyle candan abla yaşıyor!" ayaklanıyoruz, sarılıyoruz birbirimize. biz de koşuyoruz umuda doğru. büyük teyzemin oğlu da orada, yalçın abim. teyzem yıllarca itti kaktı yalçın abimi, "paralarımı çalacak" "beni öldürüp mirasa konacak" dedi, hakir gördü... bizse hep sevdik yalçın abimi. çünkü o garibandı. o yalçın abim elleriyle "teyzem" diye diye toprağa saldırıyor. ben de koşuyorum, beni tutuyorlar, yaklaştırmıyorlar. babam gözüküyor, herkes şükrediyor... 10 metre yanımızda feryat figan. emircan ölmüş enkazda. annemi ellerinden çekiyorlar belli, "oğullarım nerde? yılmaz molla nerde?" diyor... "burdayız anne" diyorum. ana şefkati... ölümle pençeleşirken bile evlatlarını soruyor. annem süre süre çıkarılıyor... "allah'ım şükürler olsun" diyor kim varsa orada. 10 metre yanımızda yine bir feryat figan. emircan'ın annesi, babası da ölmüş...

annemi battaniyeden bir sedyeyle arabaya bindiriyorlar, tümene götürüyorlar müdahale için, hastahaneler iflas, herkes tümene götürülüyor. annem "çocukları da getirin" diyor, yalçın abim sanırım annemle gidiyor. babam da dedemlere bakmaya gidiyor amcamla. kardeşimle ben bekleyeceğiz, bizi almaya gelecekler birazdan. kaldırıma geçiyoruz, onlarca ölünün olduğu bir enkazın önünde sağ salim oturuyoruz yine kardeşimle. "oturduğunuz yerden kalkın, artçı depremler oluyor o enkaz yola doğru gelir" diyorlar ve onlarca kişi kaçıyor sağa sola. biz de az ileriye gidiyoruz. kardeşimle ben kaldırımda aval aval sağa sola bakarken, ortanca teyzem ve eniştem geçiyor önümüzden. onlar da alamancı ve izindeler. evleri bize çok yakın. fakat beni görmüyorlar, bense laf atamıyorum. evet atamıyorum, neden? çünkü ortanca teyzemiz bütün aileyle kavgalı. hep dedikoducu, ara bozucu olarak bilinirdi. bir ay annemle, bir ay dayımla, bir ay kızıyla vs. konuşmazdı. ben, öz yeğeni, öz teyzeme "teyze" deyip seslenemiyorum böyle bir durumda "ailelerimiz hala dargın mı ?" diye düşündüğümden. biraz cesaret toplayıp cılız bir "teyze" sesi çıkıyor ama kim duyar o hengamede. biraz sonra dedem geliyor, aramış epey bizi. tümene doğru gidiyoruz. bir aile vardı, çok yakındık, mustafa amca, yasemin teyze, enes abi, özge ve yeni doğan kardeşi. çark caddesi'nin başındaki binadaydılar. hani şu sevgili döner'in olduğu bina. bina hem çökmüş hem de yanıyor. duruyorum biraz, soruyorum kurtulan var mı diye. yok. binadan bir kişi kurtulmuş diye bir söylenti çıktı sonra. o da balkondan aşağı uçmuş. geri kalanlar yanarak can vermiş. 5 kişilik aileden bir tek enes abi yaşıyor çünkü o an almanya'daydı. almanya'ya gitmeden önce, depremden taş çatlasın 1 hafta önce, yasemin teyze "bu sefer göndermek istemiyorum, kötü bir his var içimde" diyordu. ben çocukluk arkadaşım enes abi ile depremden beri konuşmuyorum. konuşamıyorum. dilim varmıyor laf atmaya. bir ara kafayı sıyırdı dediler... bilmiyorum son halini. yürüyoruz tümene. sol tarafta yerlere saçılmış eşyalar, makarna dolu tencere, içinde kaşığı duruyor. yolda bakkaldan su alıyor dedem, bakkal suyu parayla satıyor. günahını almayım ama belki de normalden yüksek bir fiyattı. dedem adama çıkışıyor. yola devam ediyoruz. tümendeyiz. yıllarca önünden geçtiğimiz, hep içerde ne var diye merak ettiğimiz tümen. annem orada, ananem, dayım, büyük teyzem ve kızı nur ablam, laf atamadığım teyzem, eniştem. annemin belden aşağısı tutmuyor. yanımızdaki sedyede biri ölmüş, onu kaldırıyorlar, kamyonete koyuyorlar. kamyonette bir sürü ölü var... onun yerine kolu kopuk birini getiriyorlar, o yatıyor. yine artçılar. "öğlen saat 12'de büyük deprem bekleniyor bina diplerinden çekilin" anonsu... elime ayağıma pansuman yaptırmaya gidiyorum ve yanlış hatırlamıyorsam bende 3-4 sene sürecek olan pansuman yapılırken, kan görürken bayılma durumu ilk defa orada oluyor. kardeşim kolunu oynatamıyor, sol kolu çok kötü. kimse bir şey yapamıyor. kardeşim çorba istiyor."çorba istiyorum" diyor. o günden sonra 1 hafta boyunca neredeyse her gün bu cümleyi söyledi ve bundan başka bir şey söylemedi. ananemler eve gidiyor, hem yengemlere bakmak için hem bize yemek getirmek için. babam eş dost akrabaları soruşturuyor, var mı bir şey diye. dayısı enkazdan çıkmış. bizi stada götürüyorlar öğleden sonra. annem kardeşim ve nur ablam arabayla götürülüyor. ben babam ve teyzem yürüyoruz. yolda babamla teyzem dünyanın yalancılığından, zenginliğin geçiciliğinden bahsediyorlar. teyzem babama "verdiğin sadakalardan, insanlara yaptığın yardımlardan dolayı bir şey olmadı bize" diyor. stada giriyoruz. babamın bir zamanlar yeşil çimlerinde beşiktaş'a fener'e cimbom'a gol attığı stada. çok az insan var henüz. yavaş yavaş geliyorlar. 5-6 gibi dayım, yengem, çocukları, ananem vs. geliyor. ara ara komşular geliyor, emircan'ın bir ablası-mine abla- sağ çıkmış enkazdan, diğer ablası da-asuman- gezideymiş o yüzden evde yokmuş o gece. mine abla boyunluklu bir şekilde sedyede geliyor. yanına gidiyoruz. doktorlar uyarıyor "annen baban sağ deyin lütfen" diyorlar. soruyor, "sağ ikisi de, emircan da, gördük" diyoruz -sonradan emircanlar'in evini bizim apartmanın yıktığı söylentileri çıkıyor, güya bizim apartmanla onlarınki çarpışmış, bizimkinin bi kısmı onlarınkinin üstüne devrilmiş ve bundan biz sorumluymuşuz gibi bizimle konuşmadılar bir müddet- pistte yürüyorum saatlerce. neler olduğunu düşünüyorum... ne yapmam gerektiğini düşünüyorum. eğer küçük teyzemin oğlu 1 hafta önce gitmemiş olsaydı, ben üstte yatmak zorunda kalacaktım. eğer içime bir his düşmeseydi ben yine üstte yatacaktım. eğer nur ablam yerden kalkıp oturma odasına gitmese üzerine duvar yıkılacaktı. eğer odadaki çekyatı açsaydı üzerine yine duvar yıkılacaktı. eğer odamızdaki kitaplık hayret verici bir şekilde olduğu yerde takla atmasaydı da normal bir şekilde devrilseydi kardeşimin kafasına yıkılacaktı. eğer annemle babamın ayak uçlarındaki hantal gardrop üzerlerine düşmeseydi belki başları da annemin ayağı gibi kolon altında ezilecekti. emircan bana küs öldü. düşünceler düşünceler... büyük teyzemle nur ablam yok ortalıkta. akşam oluyor. hava kararıyor. tanıdıklar da var. sedyelerden birine uzanıyorum. üstümüze bez germişler. yıldızları görüyorum sedyenin baş tarafından, inlemeler geliyor. rüya değil sanırım. ve sanırım deprem oldu...

17 ağustos 1999 günüm şu an hatırlayabildiğim kadarıyla böyle geçti, bundan sonra anlatacaklarım bu günün sebebiyle olan şeyler

büyük teyzem ve nur ablam piyasada yoklar, öğreniyoruz ki helikopter bunları almış götürmüş. stada saatte 1-2 helikopter geliyordu yaralıları taşımak için. günlerce yerlerini öğrenmeye çalıştık, nur ablamın nişanlısı yanımıza geldi, o da bizden medet umuyor. bulamıyoruz işte. enişte depremden mepremden korkuyor, babamla annemin arasında yatmak için izin istiyor. birkaç ipucu buluyoruz götürülmüş olabilecekleri yerler hakkında, enişteye söylüyoruz, onların peşinden gidiyor, iz sürüyor... sonra öğrendik ki gazeteye falan manşet olmuşlar. sebebini hatırlamıyorum... ama şunu epey hatırımızdan çıkarmadık; teyzem ve nur ablam kardeşimle beni ortada bırakıp kendi dertlerine düştüler (aç parantez)... ablamın eli çatlamış, teyzemde de ufak tefek yaralar... en büyük yarayı bizim kalbimizde açtılar halbuki. 3-4 yıl konuşmadık teyzem ve kuzenimle. sonradan çok dil döktüler, aslında öyle bir şey yapmadıklarını anlatmaya çalıştılar. ben hala mutmain değilim, hatta annem de değil. yaptılarsa da sineye çekmiş olduk, candır, akrabadır dedik... fakat babam 11 sene konuşmadı. kendisini feci biçimde kazıklayan onlarca akrabası, eşi dostu, hatta kardeşleri varken bunca senedir tavır yapması çok saçma (kapa parantez)...

babamın gözleri şişik ve kıpkırmızıydı. bir sakatlığı yaralanması yoktu ama çok feci bi görüntüsü vardı. buna rağmen sağa sola koşturuyordu. dayımlar yengemler de geldi stada bir kaç kere sanırım. yengemler çok korktuğu için almanya'ya geri dönmek istemişler. dayım da tamam demiş. yengem alman. çocukların adı türkçe ama alman kültürüyle yetiştiler. dayımlar istanbul'a gidecekler ama nasıl gidecekler? yol bilmez iz bilmezler... babam götürecek arabayla. 3-4 gün sonra enkaz kaldırma çalışmalarına gidiyor babam. işe yarar eşyaları çıkaracaklar. kuzenimin cep telefonu geçiyor elimize. fil hafızasına sahip olduğum için geçen sene es kaza söylediği pin kodunu hatırlıyorum ve telefonu açıyorum. hüsniye teyzem arıyor, küçük teyzem. açıyoruz, konuşuyoruz, hüngür hüngür ağlıyor. "uçağa atlayıp geliyorum ne lazım söyleyin" diyor. 10-15 gün sonraya bilet varmış, bekliyoruz... günler geçiyor babam hala millete yardım etmek için seyyar yardımcı gibi dolaşıyor, iki oğlu ve sakat eşi statta gariban gariban yatıyor... bir gün bilmem ne bey geliyor "sizin gitmeniz lazım yeni yaralalılar geliyor" diyor, bir gün bilmem ne bey geliyor "burayı kapatıyoruz şuraya geçin" diyor... annemi zorla helikoptere almak istiyorlar, sakatlığı çok ağırmış. kabul etmiyor. çünkü onu alırlarsa biz yanında gidemeyeceğiz. ayrıca helikopterle şehir dışına gidenlerden kaybolanlar oluyor, hemen yayılıyor haber. ki hala taşkentler'den (adapazarlılar bilir) kayıp bir abla var, 12 sene oldu hala bunların kızı kayıp bildiğim kadarıyla. haber yok... ki daha kimler kimler kayboldu... ilaçlar, iğneler, ufak tedaviler... annem yavaş yavaş yürümeye başlıyor. neredeyse tüm işleri ben yapıyorum. su getir götür, giyecek geldi sıraya gir, ekmek alınacak kuyruğa gir, ilaç geldi doktora git, pansuman var şunu yap. kardeşim de yavaş yavaş açılıyor... ben de her pansumanda küt diye yere düşüyorum.

küçük teyzem gelene kadar pek çok insanla muhatap oluyoruz statta. kimisi mısırlı, kimisi hindu, kimisi yunan. kimisi psikolog, kimisi asker, kimisi kızını kaybetmiş, kimisi bacağını kaybetmiş, kimisi gönüllü olarak enkaz kaldırma çalışmalarına gelmiş. ne hikayeler, ne hayatlar..

ilçelerden tanker tanker su getiriyorlar, ekmek getiriyorlar, meyve, sebze, hazır gıda... çuval çuval eşya geliyor. şurada 6-7 sene önceye kadar o eşyaları giymeye devam ettim ben. kimin kıyafetini giydiysem, eşyasını kullandıysam, kimin gıdasını yediysem gönderenden allah razı olsun.

enkaz kaldırmalar devam ediyor, bir gün benim de gitmem gerekti. hastalık bulaşmasın diye maske takıyor bulabilenler, ben de babama maske götürüyorum. aman allahım... her şey daha netleştiği için yıkımın, ölümün boyutlarını daha iyi idrak ediyorum... birkaç tanıdığa rastlıyorum. fethi abi, taksici. eskiden manav olan bir dükkanda yatıyorlar. dönüşte stada almıyor beni asker. girişler yasakmış. içeride annem var diyorum dışarıda bekle diyor. biz burada kalıyoruz diyorum inanmıyor. çünkü artık çoğu insan kalacağı yeri belirlemiş. biz ve birkaç insan dışında statta kalan kimse yok...

seyyar fırın kurdular mısırlılar, ekmek çıkarıyorlar. zannedersem o günlerdi. değilse de bir şey fark etmez. sabah saat 6 falan... anadolu'nun yiğit delikanlı askerlerinden iki tanesi baş ucumuza gelmişler. biri diyor ki; "uyandıralım da sıcacık ekmeği verelim yesinler, açlardır." diğeri diyor ki; "bence uyandırmayalım baksana ne güzel uyuyorlar, bi şeye sarıp sarmalayalım uyandıklarında sıcak yerler." bu ne güzel bir samimiyettir... bu ne güzel bir şefkattir... hazır asker demişken, (aç parantez)... ergenekon mergenekon ne varsa temizlensin orduda, yıllarca milletin anası bellendi... ama depremde her şeye rağmen o rütbeliler bile ellerinde kazma taşıdılar, o subayların eşleri yemek hazırladı bize, yardımcı oldular. yaralarımızı sardılar. giren girdi ama o subaylar sayesinde diğer ölü soyguncuları cesaret bulamadılar enkazlara girmeye... vur emri vardı. bu yüzden depremde bize ve tüm depremzedelere hangi askerin, subayın yardımı dokunduysa allah razı olsun hepsinden... heşke hep milletle olsalar(kapa parantez)...

küçük teyzem geldi sonunda... insanın yardımına koşan biri olduğunda huzur doluyor, korku nedir bilmiyor gözü. çadırlar, fenerler, erzaklar, kıyafetler. ne varsa ne bulduysa getirmiş teyzem yanında. diğer akrabalar da yağdırmışlar ne gerekiyorsa. kilo sınırı da yok çünkü deprem bölgesine yardım olarak geliyor. teyzem "burada kalınmaz artık" dedi. evet kalınmaz da nerede kalacağız? çark mesire'ye. millet oradaymış... harbiden de millet oradaydı. 5-6 sene öncesine kadar garip bir keçi cinsi vardı mesirede, onların kafesine yakın bir yerdeydi, kurduk çadırları. enteresan 2-3 gün. yağmur yağıyor, ıslanmamak için ne taktikler. bir yerden bir ses geldi: ya-hu sizin bir halı sahanız vardı!..ne halı sahası? sahibi olduğunuz bir halı saha vardı ya hani... harbiden lan bizim ekmeğimizi kazandığımız bir halısahamız vardı. kaç gün geçti ama halı sahaya ne oldu diye bir soru gelmedi aklımıza hiç. hemen atladı gitti babam. halı saha da yıkılmış... yani yıkılmış derken kafeterya bölümü. saha duruyor ama kınalı mıcırları bütün mahalleyi kapatmış, bizim halı sahamıza da parsel parsel kurulmuşlar... neyse, topladık eşyayı geçtik oraya...

bağcılar belediyesi sağolsun yemek dağıttı her gün. tabi açgözlü şerefsizler her yerde. hemen iki kap fazla yemek için numaralara başvurmalar... yetim kalan kardeşleri sıradan dışarı atmalar. aman yarabbim... bir tarafta merhamet, bir tarafta zulüm. arasında 2 metre var. belediyeden bir abiyle samimi olduk. bize epey yardım etti. giyecek de verdi, yiyecek de verdi. bu arada halı sahanın çimleri mahvoluyor. her çadıra 3-4 taş bağlanıyor sağlam durması için. millet gündüz evinde yemek yapıyor, tuvalete giriyor, eğleniyor, gece bizim halı sahadaki çadırlarına yatmaya geliyorlar. birinin de evinde bir tanecik çatlak matlak yok... bunlardan bir tane puşt var, eski püskü bizim gibi kıyafetler giyerken bir baktık ki takım elbise çekmiş üstüne. allah allah... tam da mahalleye yüklü bir yardımın geldiği günün ertesi günü. meğer bu gavat muhtarla mı artık kiminle neyse anlaşmış, erzağı apartman kiralayıp yığmış stok yapmış... gelen nakit yardımları da cukka. dedikodu mu dediniz? bir adamın yüzüne bunları söylediğinizde para çıkarıp size "bu da sizin olsun o zaman" diyip ibnece sırıtıyorsa bu iş pek dedikodu değildir gibime geliyor... sonra biz bu macırlarla kavga ettik, yine birkaç olay oldu da neydi hatırlamıyorum ama bunlar haksız yani, onu hatırlıyorum. babamın yerinde olsam siktirin gidin derdim ama babam bir şey demedi. bir tek tuvaletin anahtarı bizde olduğu için kilitledik ve biz kullandık. dedem beni bunların çocuklarıyla konuşturtmadı, o yüzden atari oynayamadım. canım acayip sıkılıyordu. kitap falan bulabilene aşk olsun. avare avare dolaştım günlerce. bir gün bir abi geldi, babamı gazetede öldü diye yazmışlar... haber alamayan pek çok arkadaşı öldüğünü zannetmişler.

günler geçiyor

ananemle dedemler kendi evlerinin oraya çadır kurmaya karar verdiler. biz de almanya'ya akrabaların yanına gidiyoruz, babam hariç. babam buradaki işleri tamamlayacak, öyle gelecek. neredeyse haftada bir istanbul almanya konsolosluğu'na gidiyoruz. vizeler, işlemler... çok değişik günlerdi. çok garipsemiştim o zaman gördüklerimi, yaşadıklarımı. biz yıkık dökük bir şehirden geliyoruz, karşımda güneri cıvaoğlu beyaz aşırtmanları çekmiş koşu yapıyor.

halı sahaya bizim köyden tankerle su getiriyorlar 2 günde bir... halam sürekli erzak getiriyor. halamın oğlu bir poşet veriyor bize. fotoğraf albümlerimiz... hani o binadan çıkarken alıp almamakta tereddüt ettiğim. allah'ım dünyalar benim oluyor. daha ilk günlerde bir punduna getirip çıkmış bizim odaya ve akıbetimizi bilmediği için "öldülerse hatıra olur" diye almış. arabayla bir yerlere gidiyoruz, evraklar, evraklar evraklar. eş dost ziyaretleri. insanlar birbirine dert anlatmaya çalışıyor. zor anlar... artık ölen öldü, kalan kaldı. artık deprem şakaları başlıyor. doğaldır... biz bile depremle ilgili komik hikayelere gülüyoruz. ve haberler geliyor... ilkokuldan sınıf arkadaşım mine enkazda can vermiş. yeliz ile filiz yüzünden bana küsen mine ölmüş. "şerafettin amca bahçenden su içen var" diye bağırdığımız şerafettin amca... gördüklerinden, yaşadıklarından ötürü intihar etmiş. mehmet abi var mafya, babamın yakın arkadaşlarından, hiçbir şeyden gözü korkmazdı, depremden korkmuş. depremde ölen arkadaşlarını anlatırken anlıyorum. o betimlemeleri yaparken titriyor...

almanya'ya gidiyoruz... ilk defa uçağa biniyorum. yıldızlara daha yakından bakacağım. rüya değil sanırım. almanya'da da çok hikaye sahibi olduk ama anlatmaya gerek yok bu yazıda. küçük teyzemlerde kalıyoruz ağırlıkla. orada depremden ötürü geceleri uyuyamadım. annem ve kardeşimle aynı yatakta yatıyorduk. karşımdaki gardrobun her gece üzerimize devrileceğini düşünüyordum ve buradan kaçış planları yapıyordum. günlerce uykusuz kaldım... akrabalarımızla kavgalar, annemle teyzemler küser... bir akşam onda bir akşam bunda kalırız... arkadan konuşmalar, dedikodular, incir çekirdeği bile dolmaz. neyin mücadelesini veriyor bu insanlar? 3 ay önce kardeşiniz, yeğenleriniz ölüyordu ve siz hüngür hüngür ağlıyordunuz, gördüğünüzde taş gibi sarılıyordunuz. üzüntüler... annem depremden önce hep bizim bir kere yurt dışında yılbaşı kutlaması görmemizi istediğini söylerdi. deprem vesilesi ile yılbaşı kutlaması da gördük. ama her gece bu ölü kokan, çamur kokan, hastalık bulaşmasın diye toplu mezarlara kireç dökülen, doğru düzgün elektriği suyu olmayan bu memleketi özledim. belki biraz nihat doğan kafasında olsaydım "benim koyunum bile farklı bakıyor" cümlesi 14 sene önce söylenmiş olurdu. gözümde tütüyordu adapazarı... ve hala burnumun ucunda karşı komşularımızın enkazdan çıkarılamayan cesetlerinin kokusu...

dayanamadık, biraz da kaçar gibi atladık geldik memlekete

ev yok bark yok, çadır madır toplandı. ne yapacağız ? karasu'da özsu sitesinde kalıyoruz..babamın arkadaşıydı sahibi. zaten babamın arkadaşı olmayan pek kimse yoktur..karadeniz kudurmuştu o sene, dalgalar dalgalar. tsunami diye bir kelimeyi biliyor olsaydık o zamanlar, inanın bir allah'ın kulu kalmazdı oralarda. ve full doluydu özsu. millet istanbul'dan kaçmış oraya gelmiş kalmaya deprem korkusuyla. afedersiniz çük gibi bir antenle gün boyu kanal bulmaya çalışıyorum. bir tek ntv ve atv çıkıyor. idare ediyoruz. boğucu, bunaltıcı, vaktin geçmediği günler. her gün palamut yiyoruz. iyi palamut yapmıştı o sene... yoğun telefon trafikleri, tekrar geri çağırıyorlar. elde başka seçenek yok, yine gidiyoruz. bu sefer okula başlıyorum. okulun ilk gününde ağlıyorum gurbet ellerde, ama bir türk'ü ağlarken görmesinler diye en arkalara geçiyorum. çat pat almanca ile sınıfın en başarılı öğrencisi oluyorum. dayak yiyen türkler'i koruyorum. bileklerimle falan değil, çat pat almancamla. almanlar seviyor beni, hiçbir türk'e sarılmadıkları gibi sarılıyorlar bana. sanırım insan olmak biraz da bu. 2 kere deprem seansı yaptık. öğretmen bana o gün neler yaşadığımı anlatmamı, varsa çektiğimiz fotoğrafları getirmemi rica etti. ben de tolga diye bir türk arkadaş tercümanlığında insanlara yaşanılanları anlatmaya çalıştım. fotoğrafları gösterdim. hepsi üzüldü. yine boynuma sarıldılar... sanırım yine insan olmak biraz da bu. türkiye'ye geldikten sonra hiçbir devlet memurunun, öğretmenin, müdürün veya öğrencinin umurunda değildim. sadece bir başarı ögesi oldum. elin gavuru resmen bağrına bastı beni. falanlar ve filanlar... babamı oraya alabilmek için annemin alman bir arkadaşı ile babama formalite evliliği yaptıracaklar. annem gençliğinde çalıştığı işyerinin patronu sayesinde iş buluyor, bana büro işi diyor ama bulaşık yıkıyor biliyorum. kardeşim yaramazlıktan haşaralığa, oradan da fırlama çocuk makamına erişiyor. annem çok zorlanıyor kardeşime mukayyet olmada. ben de zorlanıyorum tabi... her gün vukuat... kindergarten'e götürüyorum, getiriyorum. türk kahveleri, türk kebapçıları, camiler. türklük'ün buluşma mecraları. ama beni hiçbir şey doyurmuyor. çoğu şey eksik benim için orada. kuzenlerim arkadaşlarım vs. çok boş... annem de dayanamıyor sonunda. 15 sene çalışmaya ara vermiş bir kadın, hele de çalıştığı zamanlarda büro işindeyken bulaşık yıkamaya düşen bir kadın ne kadar dayanabilir bu işe? aç da kalsak açık da kalsak o boktan şehre döneceğiz diyoruz, allah büyük. gitmeden önce okuldan kaydımı aldıracağım. öğretmen ve arkadaşlar çok üzülüyor gideceğime. resmen veda seremonisi yapılıyor. türkiye'de ortaokuldaki veda seremonisi ise bir tane piçten yediğim tokat olmuştu.

türkiye'deyiz

dedemlerin çadırda kalıyoruz bir müddet. erzak taşımalar, su taşımalar... dedemin açtığı kuyuyu tuvalet olarak kullanmalar. korktuğum için yalnızca bir kere eve çıkabildim. karanlık, boğucu, garip günler... dayım diyor ki "evleri yıkıldığı için ben candanlar'a bir ev alacağım." merhum anneannem "onlara alma bize al" diyor, ellem ediyor gullem ediyor kendine aldırıyor evi. kendi evleri sapa sağlam ayakta hem de. dayım da böyle bir adam, onları hayatta kıramazdı. bizi de çağırıyorlar aldıkları eve. el mecbur, gidiyoruz. elde avuçta sıfır... kurban bayramı yanılmıyorsam. giyecek bir şeyim yok. yardımlardan gelen şeyler ya bol ya dar ya bilmem ne. dedemler arayıp kızıyor "çabuk eve gelin bu saatte dışarda durmayın" diye. iş olsun diye. sırf fıtratlarından. eskiden beri böylelermiş. teyzemleri dayımları zevk olsun diye dövermiş dedem.. bir aşırtmanla sweat beğeniyorum, 5 milyon tutuyor. yani şimdinin 5 tl'si. hiç unutmam. veremiyoruz parayı, çünkü o kadar para yok babamda. sadece üst alıyoruz, çakma nike yamuk yumuk sarı bir kazağımsı. kardeşime alamıyoruz. az eşyamız var, doğal olarak sık giydiğimiz için yıkamak lazım. ananem yıkatmıyor, çok su harcanıyor para çok gelir diye. kavgalar kavgalar. yediğimiz lokmanın hesapları. yemeyince kızıyorlar yiyince burnumuzdan getiriyorlar. aman allah'ım, nasıl kavgalar, nasıl surat asmalar, ne ithamlar, şaşırırsınız. bu böyle olmayacak. enkazı kaldırdılar nasıl olsa, o halde baraka yapacağız arsaya...

barakaya başlıyoruz, an be an her aşamasında bulundum. en son çatıyı koyup yattığımızı hatırlıyorum. tuvaletimiz yok. çok afedersiniz kovaya da hacet giderdiğimi bilirim. komşularda tuvalete giriyoruz. hepsinden allah razı olsun. bir konteyner geliyor, mutfak ve tuvalet onda. ortaokul... kardeşim de ilkokul... bakkal tevfik vardı ya hani, şu arabasından radyo dinlediğimiz, godoş herif utanmadan borç listesi asmış bakkalın kapısına. zaten pezevenk bir esnaftın, şimdi iyice ispatladın. bir de kuruşu kuruşuna istiyor. ölülerin borçlarını bile yazmış. babam görüyor bunu, 1 milyon 650 bin liraydı sanırım bizim borç, 2 milyon veriyor üstü kalsın diyor. halı sahayı ortağa satıyoruz. para lazım... soğuklar, yağmurlar, fareler, sülükler... 5.5 sene bu barakada kaldık. bunalımlar, minör majör depresyonlar, ayak sallamalar, obsesyonlar, sabaha kadar anamla babamın kavgalarını dinlemem hep bu barakadaydı. baraka 24 metre kare, konteyner 16. iki oda... birinde oturuyoruz, gece kardeşim orada yatıyor. diğerinde annem-babam ve ben. 5.5 sene... dile kolay. buna rağmen neredeyse yapılan tüm sınavlarda, okul bazında, şehir bazında ilk üçteydim. iyi bir liseyi kazandım barakadayken. baraka aslında bereket de getirdi... ilk orucumu barakada tuttum. başlarda arkadaşlarımdan çekinmiyordum barakada kalıyoruz diye, ama birkaç arkadaşım alay edince ve bazıları da gösteriş meraklısı olunca, saplantılar, anksiyete bozuklukları başladı. derken gel zaman git zaman... adapazarı'nın en nezih muhitinde bir ev aldık. yıkılan binanın arsasını 4. kat komşumuza -halis amca öldü, oğlu enis abi'ye- sattık. sonra orayı da sattık. yıkılan evin hemen karşısında bir eve kiracı olduk. 4 sene de oradan barakayı izledim. sonra şimdiki ev...

ben ve kardeşim hala gözlerimin önünde duran terastan çıktık, annemle babam şuradaki 30 cm'lik boşluktan çıktı işte... şuradaydı... halit amca'nın kafayı yediği yer şurası işte... emircanlar'ın evinin oraya bakıyorum, ablası asuman oflu bi puştla evlendi. yeşil alanı iskanda çevirtip eve dahil ettiler, yeni bina yaptılar. ellerinde patladı. ihsan abi ve hasan abi'ye bakıyorum... ihsan abi evlendi bu arada, 9-10 sene oluyor. tebrikleri bana gönderin ben ona ileteyim. hasan abi her zaman biraz çılgındı ama her şeye rağmen onlar aynı yerdeler. aynı evde, aynı samimiyetteler. allah sizden razı olsun be abilerim...

bir küçük tohumdan kocaman bir çınar ağacının çıkması gibi, bu 45 saniyelik olay benim hayatımı doğurdu adeta. 8 saat sürdü bu yazı. hayat bu işte... bir ana yol var ve onun çevresindeki tali yollar... ama bakın yazıyı güzel sonlandırdım son düzlükte. bana göre, dönüm noktası 17 ağustos 1999 olan hayatım da güzel bir şekilde sonlansın inşallah.

ama en son şunu söyleyeceğim; her türlü yanlış işine rağmen adapazarı'nda aşevi kuran ve helikopterle denetime gelen sedat peker'den de allah razı olsun. bir gram yemeğini yemedim ama yiyenler için helal olsun. sürprizi sona bıraktım: ben adapazarlı'yım ve doğal olarak sedat peker'in yeğeniyim.

ekleme: çeşitli sebeplerden ötürü yazıdaki isimler değiştirildi, birkaç açıklama çıkarıldı.
mevzu bahis akrabalardan herkes birbiriyle darıldı gibi. halamlar, teyzemler, annem, babam, kardeşim, kuzenlerim vs... kimin kime küs olduğunu kompleks bir diagramla ancak açıklayabilirim. insanlar kötü günleri çabuk unutuyorlar. keşke yarın ölecekmiş gibi yaşayabilsek...