1990'lı Yılların Defalarca Dinlemeye Doyamayacağınız En Güzel 20 Albümü
dürüst olmak gerekirse top 50 ya da top 100 albümü yazmak çok detaylanacağı ve ince eleyip sık dokumak gerekeceği için çok uzun süreceğini düşündüm, bir başka deyişle üşendim. bu açıdan 90'lardan en sevdiğim 20 albümü yazmayı tercih ediyorum. rock müzik ağırlıklı olmak üzere, metalden elektroniğe hiphopa kadar farklı türleri kapsıyor. en az kendinden önceki 10'lular kadar (decade'in türkçesini bulup, yaygınlaştırana plaket verecem) kendine has, tür patlamasının yaşandığı, farklı bir dönem olan 90'ları yazmak zevkli olacak.
20) radiohead - the bends (1995)
radiohead'in kafaları yakmaya başladığı albümü. bu albüm ok computer'daki deneysel işlere girdikleri bir albüm değil fakat katıksız alternative rock'ın yapıldığı tapılası, hem agresif hem depresif bir yapıda, gitarları en güzel radiohead albümü (bkz: just) (bkz: planet telex).
bu albüm için ok computer'a hazırlık aşaması denebilir. mesela my iron lung'ı paranoid android'in prototipi gibi görmüşümdür. the bends'deki üstün müzikaliteyi ok computer'da temel olarak kullanmışlardır. ok computer'da her şeyi bu temel üzerine kurmuşlardır. radiohead sevilecekse kesinlikle bu albüm dinlenerek sevilmelidir. debut albümleri olmasa da radiohead adına her şeyin başlangıcı bana göre bu albümdür.
yağmurlu günlerin vazgeçilmezi albümden öne çıkan parçalar: the bends, just, my iron lung, black star
19) red hot chili peppers - blood sugar sex magik (1991)
rhcp'nin 17 şarkıdan oluşan 74 dakikalık funk rock başyapıtı. grubun alternative rock'a kayıp ününe ün katmadan önce, ilk sıçramasını yaptığı albüm. en junkie, en funky, en enerjik hali. benim keşke hiç olmasaymış dediğim, "breaking the girl", "under the bridge" gibi arada tempo düşüren, sonraki albümlerinde sıkça karşılaşmış olduğumuz alternative yapıda birkaç şarkının da olduğu albüm.
öne çıkan parçalar: if you have to ask", funky monks, blood sugar sex magik, apache rose peacock, sir psycho sexy
18) morbid angel - covenant (1993)
death metal'in ağır toplarından. debut albümleri altars of madness'ı bu türde en tepeye koyarım, bu albüm de kesinlikle en tepelerdedir. grup albümlerini alfabetik sıraya göre çıkardığı için bu albüm üçüncü albümleri olmaktadır. altars of madness'daki ipini koparmış kuduz bir köpek gibi, hızlı, sert, saldırgan, çiğ sound; bu albümde "world of shit", "god of emptiness" gibi şarkıların etkisiyle yer yer durulmuş, daha oturaklı bir hal almıştır. albümün geneline hakim, karakteristiği denebilecek gitar tonu, kullanılan efektler başından sonuna uğursuz bir havanın hakim olmasına sebep olmuştur, şarkılar lanetlenmiştir desem yeridir. şarkılar daha vurucu, kayıt daha toktur. davul yine sandoval'ın ellerinde tavizsiz ilerler.
öne çıkan parçalar: world of shit, blood in my hands, angel of disease, god of emptiness
17) godspeed you black emperor - f# a# oo (1997)
gybe post-rock'ı en deneysel şekilde yapan grupların başında geliyor. daha çok sizi bir mooda sokmaktan ziyade, sanki bir film izletiyormuş havası veriyor. özellikle bu albümde bu hissi veya derinliği çok daha fazla hissediyorum. ambient'in hakimiyetinin de bunda payı var tabi. bir filmde birkaç sahneyi kaçırınca filmden kopar, yakalayamazsınız ya bu albümde de aynı şekilde dinlerken tamamen bağlılık gerekiyor. bir rüyadan uyandıktan sonra, aynı rüyaya devam etmek ne kadar zorsa, bu albümü de dinlerken birkaç dakikalığına uzaklaşsanız, kaldığınız yerden devam etmenin çok mantığı kalmıyor.
üç parçadan oluşan albümde öne çıkan parçalar: the dead flag blues, east hastings, providence. (albüm, içindeki parçaların ayrılamayacağı bir bütünlükte ve devamlılıkta olduğu için, öne çıkan figür şarkıdan ziyade albümün kendisi oluyor)
16) nirvana - in utero (1993)
hep genel bir kanı vardır ya bir grup bir albümle gerçek anlamda patladıktan sonra genellikle bir sonraki albümün hayal kırıklığı yaratacağı düşünülür. çoğunlukla da bu gerçekleşir. bu hayal kırıklığının sebebi albüm aynı tarzda yapıldıysa bir öncekinin çok altında olmasıdır, albüm çok farklı bir tarza yönelinerek yapıldıysa da bu sefer grubun karakterinden ödün verdiği görülür. bunu başarabilen çok az grup vardır. mesela radiohead kid a'de ikinci seçeneği seçmiş ve çok başarılı olmuştur. in utero da tam ilk seçeneğe örnek.
nirvana çizgisini hiç bozmadan nevermind ile aynı kalitede ve vuruculukta sadece onun kadar mükemmel olmayan bir albümle devam etmiştir. nirvana'nın popülerliği hiç düşünmeden devam ettiği bu albümde o kadar net ki. steve albini ile çalışmak istemeleri de bunun başka bir göstergesi. bu albüm bleach'e nevermind'ın olduğundan daha yakındır. noise catchy gitarlarıyla, agresif davullarıyla nirvana dinleyicisini sonuna kadar mutlu edecek bir albüm. hatta birçoklarının favori albümüdür.
albümden öne çıkan parçalar: serve the servants, heart shaped box, very ape, milk it
15) dredg - leitmotif (1998)
ah keşke dredg hep böyle kalsaydı dediğim ilk stüdyo albümleri. alternative, progresif türlerin karışımı. üretkenliğin, yaratıcılığın tavan yaptığı, tüyleri diken diken eden bir müzik. harika çift gitar melodilerin üzerine, müptela olunası ritimlerin döşendiği, vokalin bir başka güzel olduğu, bu kadar teknik olup müzikte ruhun dibini görmüş, agresif ama oldukça hüzün kokan bir albüm. vokal sürekli hep feryat halinde bazen duygusallaşıyor bazen sinirleniyor. özellikle albümdeki movement serisi tek kelimeyle mükemmel.
sanırım albümler bu kadar kompleks, teknik, atmosferi yüksek aynı zamanda akılda kalıcı olduğu için, bu adamlar canlı konserlerinde çok iyi performans gösteremiyorlar. suç adamlarda değil bence, müziğin canlı icra edilemeyecek kadar mükemmel olması.
öne çıkan parçalar: lechium, traversing through the arctic cold we search for the spirit of yuta, movement iii, movement iv
14) pixies - bossanova (1990)
kim deal ile grup arasında problemlerin olduğu ve kim deal'lı son albüm. ama en az ilk iki albüm kadar güzel ve grup içinde sorunların olduğuna dair hiçbir ipucu vermiyor. favori pixies albümü düşündüğümde hiçbir zaman karar verememişimdir, ilk üç albümün hepsine eşit mesafedeyim. ama bir pixies best of çıkarsam en çok şarkı bu albümden olur. nedense bu albüm ilk albümlere göre biraz geri planda kalır, hakkı verilmez. kim deal'ın vokallerini en sevdiğim albümdür aynı zamanda. konu pixies olunca, çok da analiz edecek bir taraf olmuyor, tek yapmak gereken kendini akışa bırakıp, büyüleyici müziğin keyfini çıkarmak.
öne çıkan parçalar: velouria, ana, blown away, stormy weather
13) a tribe called quest - midnight marauders (1993)
normalde çok hiphop/rap taraflarında dolanmam. bunda bu türü 2000'lerde tanımanın verdiği yanlış algıda sebep olmuş olabilir. eleştiriden ve köklerinden sıyrılıp iyice gösteriş, para ve kadın üzerinden yürüyen bir tür haline evrildiği bir dönemdi sanırım. sonra bu albümü duydum, nasıl sevebildim böyle diye düşünmeye başladım. kesinlikle çok farklı, garip şekilde çok güzel gelmişti. altyapıda kullanılan beatler, caz müziğe göz kırpan bas ritimleri, arada giren üflemeli ve klavye, değişen vokal kullanımları benim için göz ardı etmek imkansız oldu. ama asıl beatlerden bahsetmek istiyorum. bu gruptan sonra çok hiphop/rap grubu araştırdım o beatleri hiç bir yerde bulamadım. her şarkının kendine has, akılda kalan beatlerine eşlik eden baslar ve havaya sokan sözler. tek kelimeyle kusursuz bir albüm.
öne çıkan parçalar: steve biko (stir it up), electric relaxation, oh my god, keep it rollin
12) mayhem - de mysteriis dom sathanas (1994)
black metalin manifestosu. yanlış anlaşılmasın, bu adamlar bu albümü yaptı da black metal ortaya çıktı gibi bir durum değil tabi ki. ama bana biri black metal ne dese, git bu albümü dinle derim. dönemin metal scene içinde en sansasyonel ismi belki de. 91'de intihar eden vokalisti mi dersin, 94'te bıçaklanarak öldürülen bir başka üyesi mi (bkz: hep vokalistlerin intihar etmesi). her neyse albüme gelecek olursak, genel black metal standartlarından kayıt kalitesi açısından ayrılıyor. dönemine göre çok dinamik, temiz bir kayıt var. temiz kayıtla, o ruhu yakalanabileceğinin en güzel örneği. son derece enerjik, agresif, hırslı. bu albümdeki vokaller genellikle sevilmez ama es geçilmemesi gereken karakteristik noktalarından biri. freezing moon isimli black metal marşı da burda yer alır. çıkış tarihi 94 olsa da aslında kayıtlara 87'de başlanmıştır, 91'de vokalistin intiharından dolayı albümün çıkışı hayli gecikmiştir.
öne çıkan parçalar: freezing moon, life eternal, buried by time and dust.
11) tortoise - millions now living will never die (1996)
deneysel, hipnotize edici bir başka enstrümantal tortoise albümü. grup chicago'ludur. (türkiye'de olsa ikinci bir davulcu alana kadar, bir tane vokal alaymış eleştirilerine maruz kalacak gruptur aynı zamanda) tnt ve tortoise albümleri de çok başarılı olsa da bu albüm müzik adına çok daha kafa açıcı bir konumda. djed gibi bir başyapıt her gruba nasip olmaz. ambient'den elektroniğe, post-rockdan caza ve progresive çok farklı türlerden beslendiği için, bu albüm için en uygun kelime bence deneysel olsa da, albüm çıktığı dönemde grup için "amerikan post-rock hareketinin babası" tarzı nitelemelerde bulunulmuş.
öne çıkan parçalar: djed, glass museum, the taut tame, gamera, restless waters
10) pavement - slanted and enchanted (1992)
pavement'ın debut albümü. bir lo-fi klasiği. çoğunlukla "crooked rain, crooked rain" daha çok sevilir, ben de seçme konusunda çok zorlandım, hangisi daha iyi diye gerçekten çok kafa yordum fakat karar veremedim. yazı tura atmak gibi çok mantık dışı bir şekilde bu albüm daha geride kalmış oldu. çünkü grubun ilk iki albümü birbiriyle kıyaslanamaycak kadar kendine özgü ve muhteşem. "crooked rain, crooked rain" nispeten daha alternative tarzda ve daha güzel olabilir ama bu albümdeki gerginliği, saflığı ve yüzsüz hali hiçbir şeye değişmem. bu sıfatlar kendini albüm kapağında da hissettiriyor. müziğin içeriğini kusursuz yansıtan kapaklardan. bu albüm sabahtan akşama kadar aralıksız dinlenecek albümlerden.
öne çıkan parçalar: no life singed her, in the mouth a desert, conduit for sale!, jackals false grails: the lonesome era
9) the jesus lizard - goat (1991)
tarihteki en underrated gruplardan, dolayısıyla albümlerden biridir. noise/alternative rock kulvarında en kaliteli ve en şiddet eğilimli işlerden. baslarına hasta olunasıdır. noisy/hastalıklı havanın oluşmasında vokalden sonra en etkili etken kuşkusuz baslar. bu kadar net ve güzel basların olduğu albümler dinlemeyi seviyorum. davul tonu da çok hoşuma gider bu albümde. aksak ritimlerin agresif gittiği şarkılar en farklı taraflarından biri.
amerika'da dönemin çoğu noise/post/math rock grubuna prodüktörlük yapan steve albini'nin eli değmiştir. kurt cobain'in de favorilerindendir bu albüm. kısaca konserde göt baş dağıttıran şarkılardan oluşur goat.
öne çıkan parçalar: then comes dudley, seasick, monkey trick, lady shoes
8) sigur ros - agaetis byrjun (1999)
kuşkusuz en popüler ve belki de en iyi post-rock albümü. bu nitelemeleri kazanmakta da haksız sayılmaz. sanki bambaşka, bu dünyadan bağımsız bir ortama ışınlıyor insanı. dinginlik bu albümü tek kelimeyle karşılıyor. nedense sigur ros'un diğer albümlerine pek alışamamışımdır fakat bu albüm çok başka bir noktada. flugufrelsarinn 'nin girişi albümdeki favori anımdır. birgün uzaylılar inerse dünyaya, sempatilerini kazanmak için, dünyalıların bu albümü dinletmesi gerektiğini düşünüyorum. diğeri için: (bkz: dark side of the moon), (bkz: fleet foxes).
öne çıkan parçalar: svefn-g-englar, flugufrelsarinn, hjarta? hamast (bam bam bam), olsen olsen
7) slint - spiderland (1991)
slint'in 91 tarihli albümü. dünyanın en değer görmemiş albümü olabilir. adamlar 23-24 yaşındayken böyle bir albüm çıkartıyorlar ortaya, helal olsun demekten başka laf düşmüyor. ne kadar post-rock'ın atası olsa da - led zeppelin'in metal grubu olmaması ama metalin atalarından sayılma olayı gibi veya aynı mantıkla stooges ile punk arasındaki ilişki gibi - günümüzdeki post-rock dan hayli uzak ve kendi döneminde amerikan alternative akımından türemiş noise rock/lo-fi/grunge gibi türlerin ışığında ortaya çıkmış bir rock albümü.
illa bir türe bağlanacaksa bu albüme math-rock en uygun kalıp olur. ama bence kendi döneminden beridir, tür olarak "tanımlanamayan cisim" özelliğine sahiptir bu albüm. good morning, captain nasıl bir parçadır, nasıl bir ruh hali içinde yapılmıştır? bu albüm sanki deli birinden çıkma gibi. aşırı dengesiz, tahminsiz bir hava var albümde. çok sessizken aniden sinir krizi geçirip etrafa saldıran sonra yeniden durgunlaşan, sinir nöbetleri geçiren bir deli bu albüm. brian mcmahan açık ara dahi bir insan. adamlar müzik yapmamışlar, onu yaşamışlar.
6) pavement - crooked rain crooked rain (1994)
90'lara damgasını vurmuş bir başka pavement albümü. grubun ilk albümleri, lo-fi klasiği slanted for enchanted'dan sonra biraz durulup alternative'e yöneldiği, iyi de yaptığı tadından yenmez albümü. 90'ların havası, suyu her şeyi sinmiş bu albüme, çıktığı dönemle iç içe geçmiş bir albüm. 90'lar rock nasıldı diye sorulsa bu albümün dinlenmesini tavsiye ederim. fark etmeden sizi bağımlısı yapan bu albüm ilk başta stephen malkmus'un sözleri, vokali ve gitarlarıyla bağlıyo fakat dinledikçe albümün hayat boyu yanınızdan ayırmayacağınız bir özelliğinin olduğunu fark ediyorsunuz. malkmus vaktinde albümden çıkan single için insanlar cut your hair'i değil canonball gibi şarkıları tercih ettiler demiş. o dönem için belki malkmus'un umduğu popülerliğe ulaşamadı fakat uzun vadede en unutulmayacak albümlerden birine imza attı pavement.
yaramaz bir naiflikte ilerleyen albümden öne çıkan parçalar: cut your hair, unfair, range life, fillmore jive
5) neutral milk hotel - in the aeroplane over the sea (1998)
nostalji ve özlem kokan bir albüm. bu albüme çok zor alıştığımı hatırlıyorum. albümün sizi kabullenmesi çok zor oluyor ama kabul edildikten sonra da bağımlılık yapıyor. geçmişe bir ağıt gibi. vokalin uyumsuz görünen sesi, alıştıktan sonra albümün en güçlü karakterlerinden biri oluyor. güçlü akustik gitar tonu da albümün önemli noktalarından. elektro gitar kullanmak yerine, o gücü vermek için gitarın tellerine son kuvvet vurulduğunu duyuyorsunuz. albümün çok masalsı ve çocuksu bir tarafı var. bunda sebep çok çeşitli enstürmanların -özellikle üflemelilerde - kullanılmış olmasının payı büyük.
albümün iniş ve çıkışları çok bol. "the fool" gibi yavaş, hüzünlü, ensturmantal bir şarkıdan sonra, "holland, 1945" gibi tam tersi tempoda yüksek tempo şarkıyla devam edebiliyor. ama hepsi içi ortak bir özellik var, bu albümde hüzün sabit. şarkıların çoğunlukla kime yazıldığını öğrendikten sonra bu hüzün haliyle artıyor: albümü konsept olarak değerlendirmek doğru olmasa da genel olarak hollanda'da bir evin gizli odasında nazilerden saklı halde yaşayan fakat yıllar sonra bulunup, yahudi kampında öldürülen 16 yaşındaki anne frank ile ilgili. bu grubun son stüdyo albümü. geçen sene uzun bir aradan sonra konserlere başladılar diye hatırlıyorum, umarım yeni bir albüm de kaydederler.
albümün öne çıkan parçaları: in the aeroplane over the sea, holland 1945, communist daughter, ghost
4. boards of canada - music has the right to children (1998)
hani "öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler" başlığı var ya, işte bu albüm de dinlenildiğinde ufku iki katına çıkaran albümler'den.
bu albüm müziğe bakış açımı tamamen değiştirmiş, kulaklarıma elektronik/ambient/deneysel her türlü kapıyı açmıştır. albümün tek sevmediğim yanı "the color of the fire" şarkısı. albümden silmek zorunda kaldım o şarkıyı. afedersiniz aniden, loş bir ortamda çalmaya başlayınca adamın altına sıçtırıyor. korku filmlerine karşı hassas bir insan olarak, bu şarkıyı kaldıramıyorum. bu yüzden benim için albüm 18 değil 17 şarkıdan oluşuyor. albüm için bizar (tam karşılık türkçesi yok), paralel evrene hoş geldiniz diyebilirim.
şarkı aralarında kullanılan geçişlerin hastasıyım. hayır bir de happy cycling gibi bir şarkıda o müziğin içine, köprü amacıyla martı veya benzeri kuş sesi kullanım nasıl bir dehanın ürünüdür benim aklım almıyor. albümdeki klavyelerden hiç bahsetmiyorum. albümün musicgasm geçirten noktası, ritimden veya efektlerden ziyade kullanılan klavyeler. kısaca bu şarkılar ritmiyle, efektiyle, klavyesiyle beni benden alıyorlar. bu albüm için thom yorke'a kid a'i yaptıran albümdür denir.
öne çıkan şarkılar: sixtyten, turquoise hexagon sun, roygbiv, aquarius, smokes quantity, happy cycling
3) radiohead - ok computer (1997)
genellikle bu tarz listelerde ok computer tatava yapma bas geç mantığıyla ilk sıraya konur ama benim gönlüm el vermedi, 1. ve 2. sıradakilere haksızlık olacağını düşündüm, o yüzden tatava yapmak durumunda kaldım. her neyse, şimdi bu albüm için ne denir bilemiyorum. sırayla övgü cümleleri dizmek çok da mantıklı gelmiyor artık. adamlar genius yapmışlar, konumundayım. radiohead'in brit-rock dan deneysel işlere geçişinde köprü görevi görmüş albümü de denebilir. belki de bu yüzden en güzel albümleri. çünkü bunda ikisinden de iz var. köprünün her iki yanı da ((bkz: the bends), (bkz: kid a)) muhteşem olunca, köprü bir geçiş noktası olarak kusursuz bir müziğe ulaşmış oluyor.
bu albüm çoktan rock klasiklerinin arasında yerini aldı. bugün klasik müzik şaheserlerinden bahsettiğimiz gibi, bundan 500 yıl da sonra en iyi rock albümlerinden bahsedilirken, biliyorum bu albümün ismi ilk bahsedilenlerden olacak. bu tarz fikirler yüzünden, bu albümün overated olduğunu düşünenler var, onlara tavsiyem bir kere daha dinlemeleri olur.
sabit bir depresiflik içinde çoğunlukla yerlerde sürünüp sonra arada birden kopuşa gelen albümden öne çıkan parçalar: paranoid android, let down, climbing up the walls, the tourist
2) my bloody valentine - loveless (1991)
ismi bullet for my valentine adlı gruba benzediği için sırf antipatiden bu gruptan uzak durduğum zamanlara lanet ediyorum. geç olsun güç olmasın diyelim.
bu albümü dinlemeye başlayalı bir seneden fazla olmamasına rağmen, şu an 2. sırada, plağı da şu an pikaba takılı dinlenmekte. henüz hiç dinlemediğim 90'lara ait, bu kadar etkileyici başka bir albüm kalmış mıdır bilemiyorum ama loveless bambaşka bir albüm. shoegaze adlı bir türü ortaya atıp, o türden çıkan albümlerin, bu albümün kıyısından bile geçememesi, bir tek shoegaze için geçerlidir sanırım çünkü bu tüm türler için geçerlidir ki çoğunlukla bir türün yaratıcısı albümden sonra daha iyisi veya yakın güzellikte olanı her zaman çıkmıştır.
ama bu albüm bir maçta yüz sayı atan wilt chamberlain gibi, hiçbir şekilde yaklaşılamıyor. bu albüm, resimdeki empresyonist devrim gibi. onun gibi silinmiş, net değil, ifade değil ama görünüm açısından son derece soyut. sanki bu albümü bir resim kağıdına çok net, belirli çizgilerle kaydetmişler ve sonra da gelip parmaklarıyla bu görüntüleri veya çizgileri yayarak, bozarak bir şaheser ortaya çıkarmışlar. bu grup kesinlikle resmin manet'sidir. ufak bir bilgi olarak, robert smith 'in gelmiş geçmiş favori albümüdür. sırf bu sebepten, adamın kafasına bak diye, the cure'a hali hazırda olan fazlaca sevgim katlanıp, artmıştır.
albümden öne çıkan parçalar: only shallow, when you sleep, sometimes, soon
1) nirvana - nevermind (1991)
evet 90'ların 1 numarası, bir açıdan tatava yapmadığım kabul edilebilir belki. bu albüm bana hep kapatılmış karınca deliğinin açılması sunucu, milyonlarca karıncanın kitleler halinde, dışarı çıkmasına sebebiyet vermek gibi geliyor.
bu kadar noisy/sert/agresif bir müziğin istemeden sadece kendisinin değil, komple rock endüstrisinin patlamasına sebep olması bazen sadece şans mı yoksa mükemmeliyet mi diye düşünüyorum. mantıklı olan ikincisi sanırım. bizim normal şartlarda bugun "abi nirvana da çok underrated ya" falan diye konuşmamız gerekirdi. bugün çok daha fazla underrated olması gereken tonla grubun daha az underrated veya overrated olmasının sebebidir bu albüm. bu tarz müzikle gerçek anlamda patlamak harika bir olay. gayet underground scene bir müzik yaparak, mainstream piyasayı sollamak milyonda bir oluyor sanırım. yanlışsam düzeltin, bence sonuncusu nevermind'dı.
bu patlamadan sonra in utero'yla bildikleri gibi de yollarına devam ettiler. bu şarkıları bana güzel yapan, tabi ki patlama olayı değil. nirvana ünlü olmasa ben yine bir numaraya koyacak ama bu sefer değeri bilinmemiş, underrated gibi kavramlar kullanacaktım. sanki nirvana kurulduğunda, ilahi bir güç gelmiş de aralarında nevermind'a karşılık cobain'in canı diye bir anlaşma yapılmış.
albümün öne çıkan parçaları: smells like teen spirit, in bloom, come as you are, territorial pissings, stay away
nirvana - come as you are
bu arada albümle ilgili değişik bir detay: bu albüm sound city adlı 70'lerde ticari başarısı yüksek, çok iyi albümlere imza atan, ama 80lerdeki teknolojiye ayak uyduramadığı için batma noktasına gelmiş bir stüdyoda kaydediliyor. bu albüm sayesinde, sound city belini çok güzel doğrultuyor. (kaynak: dave grohl'un yönetmenliğini yaptığı sound city adlı film. hatta rage against the machine de ilk albümlerini, nevermind'ın kaydedildiği yer olsun diye burada kaydediyor. devamında da adamların işleri açılıyor yani.)