2019 Yılının En İyi Albümleri
Western Stars - Bruce Springsteen
patron'un yeni solo albümü. otobiyografisi born to run ve (bkz: springsteen on broadway) ile kendini belli eden "unumu eledim eleğimi astım ve olgunluk dönemi eserleri veriyorum artık" döneminin en yeni ürünü diyebiliriz. albümün sesörgüsü de bu hissiyat doğrultusunda sakin, bilge ve olgun tınlıyor. biraz da 2006 tarihli magic'e benzettim yaylıların sık kullanımı nedeniyle (ancak magic, bush döneminin karanlığı nedeniyle daha politik ve sert bir albümdü). western stars, tucson train ve there goes my miracle ilk dinleyişte dikkati çekenler. açıkçası the river box seti, broadway şovu ve otobiyografisi nedeniyle bu aralar springsteen'e doymuştum, bana verebileceği yeni bir şeyler olduğundan da şüpheliydim ama western stars tüm bu şüpheleri yaktı geçti. leziz bir albüm tam anlamıyla.
Trust in the Lifeforce of the Deep Mystery - The Comet is Coming
şarkılardan summon the fire şu an favorim, evet 2019'un değerli albümleri arasında. guillaume perret tadı da alıyorum, o da güzel. elektronik ögeler de çok yaratıcı kullanılmış, fütüristik tonlar çok iyi. olmuş.
Assume Form - James Blake
james blake’in 2019’un ilk günlerinde yayınlanan 4. stüdyo albümü. birçok platformda yılın en iyileri arasında yerini daha yıl bitmeden aldı bile.
dinlediğiniz ilk anda uzaklara götüren albümün sound'unda yine polydor imzası var. ek olarak bu kez travis scott ve andré 3000 gibi isimlerle de çalışılmış. söze "know i may have gone through the motions my whole life" diyerek başlıyor ve tüm şarkılarda piyanoyla birlikte “tüm hayatının” gölgesindeki duygu seline sürüklüyor. don't miss it parçasında “everything is about me/i am the most important thing” sözüyle de aslında kendine odaklı bir albüm olduğunu kendi ifade ediyor. albümde 136 kez "i" kelimesi geçmesi de fun-fact olarak burada dursun.
ispanyol elektro flamenko sanatçısı rosalia ile düet yaptığı "barefoot in the park" ise başlı başına konuşulması gereken, yoğun melodisiyle duyduğunuz an yerinize çakılmanıza neden olan, pitchfork'un da "unutulmaz" olduğu konusunda onayladığı, başka bir eser olmuş.
2016'da yayınladığı kendine has deneysel elektronik tarzıyla the colour in anything albümünden sonra beyoncé, jay-z, frank ocean, kendrick lamar gibi isimleri de kendi "yeraltı elektronik" ortamında ağırlayan başarılı müzisyeni hep sahnelerde, hatta istanbul’da da görmek istiyoruz.
Norman Fucking Rockwell - Lana Del Rey
dinlemeden duramadığım ldr albümü. hiçbir albümünün ultraviolence’ı geçemeyeceğini sanıyordum ama bu geçti ve sevindim de buna. bu albüm o şaheseri nasıl geçebildi? bu albümde lana del rey çok daha samimi, sözler insana çılgın attırır, kendini aşmış. hope is a dangerous thing mesela bence şiir diye okunur ve en kişisel şarkısı, hatta fazla kişisel bir şarkı. müzikal anlamda da her şey daha samimi, aklıma bol bol nick cave’in birden softlaştığı şaheseri the boatman’s call geldi. ikisi de piyanonanın baskın olduğu günlük niteliğinde kişisel albümler. puan falan veremem ama özellikle california’nın ağzıma sıçtığını söyleyebilirim. muhteşemsin, lana del rey. adın pj harvey’lerle cat power’larla anılmayı hak ediyor.
Ghosteen - Nick Cave and the Bad Seeds
kapağa kanmayın. içerde acı var. şaheser şaheser şaheser! sen naptın nick cave, nasıl bir dehasın ya! yaşıtın müzisyenler saçmalarken sen matemli halinle diskografine bir sanat eseri daha ekleyebiliyorsun! bazı şarkılarda ağladım. korkunç bir şey evlat kaybı, hem de o yaşta. acısı vokaline, enstrümantasyona, her şeye yansımış. zor bir albüm. bir dinlemeyle notunu vermeyin. 10/10 hatta 11/10.
Gece - Altın Gün
albümü oldukça beğendim. ama yanıp sönen alarm ışıklarına da değinmeden olmaz. elbette türk müziği bir derya. alıp yorumlanacak binlerce şarkı var. ama bu formülle daha nereye kadar gidilebileceği hakkında soru işaretlerim var. muazzez ersoy gibi nostalji 12'ye kadar albüm çıkarmaları yerli dinleyicide kesinlikle bir bıkkınlık yaratır. yabancı dinleyicide de altın gün'ün albenisi aynı formül devam ettikçe kaybolacaktır. bu sorun elbette grubun kendi şarkılarını yazması ile aşılabilir. ancak grubun şarkı yazarlığındaki becerileri şu an için başka bir soru işareti. özellikle "şoför bey"i düşününce kendi şarkılarında türk müziğinin klasikleri haline gelmiş şarkılar kadar başarılı olma ihtimalleri ne kadar yüksek, bilinmez. yine de bu albümdeki sound'u koruyarak yepyeni ürünler çıkarmaları herkes için hayırlısı olacak. ama bugüne baktığımızda grup, hem büyük ölçüde plaklarda kalmış bir müzik tarzını günümüze taşıyor, hem halk müziği şarkılarının üstündeki tozları alıyor, hem türk müziğine yurtdışında dinleyici buluyor, hem de müzik kritiklerini etkiliyor. yani şu ana kadar her şey yolunda. 4/5 verdim gitti.
Igor - Tyler, The Creator
müzisyenlerin yeni şeyler denemesini takdir edip, çoğunu da beğenmem. henüz iki kez dinleyebildim, şimdilik takdir ediyorum. her işini diğer albümleriyle kıyaslayacağımız için işi hayli zor olsa da birkaç parça dikkatimi özellikle çekti bile. albümü hazırlarken etkilendiği bir çok müzisyen olduğunu düşünüyorum, çok renkli bir dönemdeyiz. birkaç tur daha dinleyelim bakalım, çok yaşa çiçek çocuk.
I,I - Bon Iver
albümü dinledikçe favoriler ve pek de favori olmayanlar olarak ayrılmaya başladı zaten. çıkış parçası olarak seçilen hey, ma içinde çok güzel anlar barındıran hem ikinci albümün şarkılarının yapısını kullanması ve bir önceki albümün etkilerini taşıyan tam sentez bir şarkı olmuş. bu nedenle çıkış şarkısı olarak seçilmesi manidar bence. vurmalılar bu albümdeki diğer birçok şarkıda olduğu gibi inanılmaz güzel aranje edilmiş.
şunu söylemeliyim albümün düzenleme, kayıt işi tam bir usta işi olmuş. ilk veya üçüncü albüm gibi justin vernon'un kişisel bir projesi gibi durmaktan ziyade çok daha grup albümü olmuş bu nedenle. albümün bir yarısı elektronik örenklerle bezeli şarkılar (ki kimi ritmler olduka ucuz geliyor kulağa), diğer yarısı da zaten şekline katkıda bulundukların 2000'ler folk/indie müziğine yakın duruyor.
All Mirrors - Angel Olsen
abd'li folk-rock müzisyeni angel olsen'ın dördüncü stüdyo albümü. bir önceki harika albümü my woman'da önemli yer kaplayan synth'lerin yerini yaylıların aldığı, olsen'ın klasik söz yazım tarzının gitardan çok bu yaylılarla birleştiği, biraz da nostaljik bir sesörgüsüne sahip bir albüm. the end of the fucking world'ün soundtrack'ine benzer biçimde tınladığını söyleyebiliriz. hemen silinip gitmeyecek kayıtlardan biri nazarımda.
Africa Speaks - Santana ft. Buika
isminden de anlaşılacağı üzere afrika ezgileriyle bezeli albüm. üretkenliği ve gelişimi ile yıllara meydan okuyan santana her zamanki gibi etkileyici. benny rietveld 'in bas gitar tonu, partisyonları dolu dolu, gümbür gümbür. paylaşırken "basları duyuyor musun ismet" caps'i ile paylaşmalık hehe.
Yılın en iyi yerli albümü: Yersiz Göksüz Zamanlar - Redd
günlerdir dinlediğim canım redd albümü. garip bir his var içinde. bir albümden ziyade sanki hep beraber buluşmuşuz da yanıbaşımızda çalıp söylüyorlar gibi. canımız hafif sıkılmış, hava ne kış ne bahar, biraz yemiş bolca içmişiz, ağız dolusu küfürler etmişiz, bir miktar gülmüş inceden ağlamışız...özlemişiz bolca ama geçirdiğimiz zamanlara da iyi ki demişiz. saatler geçtikçe, can acısı arttıkça doğan'ın sesi iyice buğulanmış. biraz daha acıtmış. ama sonra sabah olmuş güneş doğmuş birkaç saat önceki halimize gülüp geçmişiz.
bence böyle işte. fazlası var azı yok. güzel insanların güzel albümü. iyi ki gelen...