SİNEMA 6 Ekim 2022
22,3b OKUNMA     518 PAYLAŞIM

2022'nin En İyi Filmlerinden Biri Sayılan Decision to Leave'in Detaylı İncelemesi

Bu senenin ses getiren filmlerinden Decision to Leave'i (Ayrılma Kararı) enine boyuna bir inceleyelim.

filmin yönetmeni park chan-wook benim için yaşayan en iyi 3 yönetmenden biri

sinemasının içinde takıntılı olduğu, fetişleştirdiği, yönetmen, sanatçı olarak onu işaret eden her türden ayrıştırıcı entelektüel, yaratıcı derdini görmek bana tarifsiz bir haz veriyor. gelgelelim böylesine büyük bir dehanın bile kendi kalıplarına yenildiğini (hadi yenilgi demeyelim) ya da kendi kalıpları, sınırları, takıntıları içinde anlatının retorik üçgenine (ethos, pathos, logos) kısıldığını görmek biraz canımı sıkıyor. çünkü park'ın bir sanatçı olarak sahip olduğu deha bugün büyük yönetmen diye adlandırılan birçok sanatçıda yok. büyüleyici fikirlerle boğuşma hususunda görüp görebileceğiniz en cesur, yaratıcı 3-5 yönetmenden biri. o fikirleri kusursuzlaştırdığı zanaatçılığı cabası. yapabileceklerinin menzilini görüp, sezip, şahit olunca neden daha fazlasını yapmıyor (yapamıyor değil) diye hayıflanıyorum. belki de park'ın da en büyük laneti sinema sanatı için benzersiz bir başyapıt, modern bir klasik olmuş oldboy'u biraz erken çekmiş olması. zira böylesine katıksız işler sanatçıların boynuna büyük bir lanet kolyesi takıyor.

işte park'ın son filmi de yönetmenin tüm obsesyonlarını taşımakla birlikte hikaye etmeye değer olan şeyin altında yatan boşluğu maalesef doldurmayan bir merkezden hareket ediyor. sürekli bir hareket, sürekli bir yaratıcılık, hatta teknik anlamda baş döndürücü bir yaratıcılık, keskin bir zanaatkarlık, öykü anlatma babında tembel olmayan, aksine geleneksel anlatıyı da arada ters yüz eden bir meydan okuma hali ama nihayetinde park'tan beklenen keskinlik, patlama ya da yıkıcılığı geri plana atan, aşkın ideası için romanesk, edebi bir derinlik gereksindiğini itiraf eden ama bu itirafın altını dolduramayan, derinleştiremeyen bir tür (maalesef) yüzeysellik (yüzeysellik ağır oluyor ustam özür diliyorum) ya da hafiflik var filmde.


park'ın son iki filmdeki temel meselesi kadın filmi yapmak bana göre

bir önceki filminde de belirtmiştim, feminist filmler yapmıyor park ama kadınlar hakkında filmler yapmak istiyor ve bu işi birçoklarından iyi yapıyor. mesela hollywood sinemasında bir tür olarak ifade edilmese de erkek filmleri vardır. her şeyiyle erkek egemen alanın inşasını taşıyan, o kodlarla yaratılan ama yine de bir ''tür'' olarak adlandırılmayan erkek filmleridir bunlar. ve bilinir ki özellikle 1960 yıllarda yükselen feminist dalganın birbirine karşı kapalı duran toplumsal zeminlerin arasındaki sınırları kaldırıp sarsmasıyla ve özellikle cinsellikle ilgili arkaik temsilleri dolaşımdan çıkarmasıyla bir tür erkek dayanışmasına, korumacılığına ve dostluğuna atıfta bulunan filmler türemiştir. feminist hareket kadınlara erkek normlarını ve elbet romansını dayatan kültürel temsil sistemini bozmuştur. kadının pasif, güçsüz ve yardıma muhtaç bir konuma yerleştirildiği, erkeklerin erk ve iktidar öznesi olarak idealize edilen (hem bir tür kurtarıcı) prestijli erkek temsilleri darbe almıştı feminist hareketin yükselişiyle. o dönemde butch cassidy and sundance kid, midnight cowboy, the sting, papillon, easy rider gibi filmlerin üst üste gelmesi tesadüf değildir. ve hatta erkeğe ait maço, korumacı, mağrur ve yalnız erkek kahraman mitini yeniden idealize edilmesi için don siegel ve clint eastwood'un başını çektiği dirty harry filmleri çekilmeye başlar.

işte park özellikle son iki filminin romantik, erotik gerilimini kadınlar yani bir bakıma femme fatale karakterler ve elbet sinemasının başından beri içinde dolanıp durduğu noir janrı üstüne kurarken sinema tarihinin ve özellikle noir teşebbüslerinin karakteristiği olan "şeytan kadın" örgesini yeniden konumlandırıyor ve bu konumlandırmayı kadınları yine femme fatale örgesini şeytanileştiren erkek egemen alanın dışına taşıyarak türsel olmayan bir norm belirleyerek kadın filmi yapmaya çalışıyor. noirların çoğunlukla kadını ''şeytanlaştıran'' femme fatale mitini tereddütsüz bir şekilde ters yüz ediyor. yanlış şüpheliyi kurtarmaya çalışan ve onun ağına düşen dedektif klişesini romantik açıdan edebi ve incelikli bir zemine oturtarak, onu şeytanlaştıran erkek egemen alanın söyleminin yanlılığını, taraflılığını da yıkmaya çalışıyor. en bilindik örneklerden biri olan basic instinct filmindeki gibi kadın karakterine cinsel, libidinal, erotik bir persona, kompozisyon giydirmeden, ölümle eş değer bir arzu nesnesi haline getirmeden romantik bir fotoğraf içinde karakterini ayrıntılandırmaya çalışıyor. zaten final seçimiyle kadın karakteri yani femme fatale'i şeytani bir dürtünün, bilinçdışı bir ölümün temsili gibi göstermek yerine aşkı için kendini feda eden romantik bir karakterin temsili haline getirerek janra olan takıntısını ve onu yeniden yıkıp yaratma hususunda duyduğu özel çaba ve arzunun sonuçlarını önümüze bırakıyor. bu tavrı bile aslında onun kalıplara, ezberlere nasıl savaş açtığını, hikaye anlatma yöntemlerini her açıdan nasıl önemsediğini ve arayış içinde olduğunu gösteriyor. fakat tüm bu yenilikçi anlatma pratiği istediği şeyi kusursuz şekilde ortaya çıkarmasını sağlamıyor bana kalırsa.


cannes'te en iyi yönetmen ödülünü alması boşa değil park'ın

obsesyonlarına bu kadar bağlı ve onları sürekli geliştirip, dönüştüren, yaratıcılık ve zanaat hususunda bu kadar yetenekli olan bir ustanın boş elle dönmesi ayıp olurdu zaten. ki bu film en iyi park filmlerinden biri değil.

hikaye anlatmayı ve onun biçimlerini çok iyi bilen bir yönetmenin hikayesinin dramatik darbesinin, etkinliğinin zayıflığına kani olduğu, entrika, dolambaç, twist ya da kırılmalar için zaten özellikle yeni bir alan aramadığı fakat bu zayıf ve tanıdık hikayenin derinleşmek için katıksız bir şekilde ihtiyaç duyduğu merkezden genele yayılacak hassas, yumuşak, zarif, arkeolojik dokunuştan, edebi açıdan karakteri zenginleştirecek duygusal ve sezgisel yoğunluktan, karakter ağırlıklı katmanlı geçiş nüanslarından azade olduğu gerçeği maalesef gün gibi ortada. film her anında park karakterlerinin üstlerinde altın bir madalyon gibi taşıdığı duygusal kimlikleri, o kimlikleri ifade ederken insanların duygusal olarak mantıksız sebeplerden dolayı peşinden gidip, içine düştükleri şiddet dolu (fiziksel, duygusal) durumların peyzajını taşıyor mesela her zamanki gibi. ama bu defa senaryosunun dokunuşlarını doğru yapamıyor. üstelik daha acı olan hikayeyi ağırlaştıracak bu özsel, edebi, poetik lezzeti inatla ve ısrarla mekan, kurgu, biçem ve türlü teknik cambazlılarda araması. hikaye ve karakterine odaklanmak yerine onları sunacağı biçeme daha çok odaklanması. seyirciyi ikna için biçeme değil de öyküsüne abansa, teknik açıdan daha az zanaat, öykü açısından daha yoğun, şiirsel bir işçilikle uğraşsa, zaten sahip olduğu ve eserinin finaline kondurduğu o dahiyane, şiirsel, ve kalp büken dokunuşu filminin geneline yaysa bir oldboy vakası daha izleyerek en azından bir on sene kendisine duacı olacaktık. yine de sağ olsun büyük usta, belirli ölçüde büyük ve lezzetli bir yapıtın izlerini sürdük sayesinde. ama umarım bizim gibi manyakları yeni filmi için hem 6 yıl bekletmez hem de bir daha düştüğü bu tuzaklara düşmediği başka şahikalar çekmeye devam eder.

decision to leave, orijinal ismiyle heojil kyolshim yılın açık ara en iyilerinden.