SİYASET 15 Ağustos 2017
25,7b OKUNMA     852 PAYLAŞIM

68 Yıl Arayla Meydana Gelen 11 Eylül Saldırıları ve Reichstag Yangını Arasındaki Benzerlik

Bu iki olayın sonucunun kime yaradığıyla ilgili bir yazı yazmış Sözlük yazarı "zeenogr delorange".


27 şubat 1933'te;

yani hitler'in şansölye olmasından bir ay sonra (ki hitler'in şansölye olmuş olması bile geçici bir demokrasi nanesi olarak sabırla karşılanmakta ve bir an önce sonlanması beklenmektedir otoritelerce), alman parlamento binası reichstag'ta "hiç beklenmedik" bir yangın çıkar. kundakçı olarak marinus van der lubbe adında bir hollandalı komünist tutuklanır ve suçlu bulunarak idam edilir. ancak her şeyin göründüğü kadar açık olmadığı yakında anlaşılacaktır...

şansölye hitler ve halkı da arkasına alacağı şüphesiz görünen nazilerin zoruyla başkan hindenburg, weimar anayasasının 48. maddesinin devreye sokulması konusunda anlaşır (bir yerden tanıdık geliyor değil mi?). 48. madde, genel olarak, acil bir ulusal güvenlik sürecine girilmesi gerekli görüldüğünde devreye sokulabilecek bir takım sivil hak kısıtlamalarını içermektedir. her türlü kişisel hak, düşünce özgürlüğü, eyalet yasaları, basın özgürlüğü, vs artık devlet otoritesinin dilediği gibi kısıtlayabileceği ve aslında gerekçe göstermeden yok sayabileceği bir takım eski konular olarak rafa kaldırılmıştır bu maddenin yürürlüğe konmasıyla.


hala tam olarak nazilerin örgütleyip örgütlemediği açığa kavuşamamış bir olay olan reichstag yangını, tarihçiler tarafından 2. dünya savaşının başlayabilmesini sağlayan yegane sebep olarak gösterilebilecek kadar önemlidir. zira nazi hükümeti, bu olay sayesinde ulusal ve uluslararası anlaşmaları yok sayma hakkını kendinde görmüş ve hem ülke içi hem de ülke dışı otoriteler, gayet haklı paranoyalarının olduğu "sözde" ispatlanmış olan nazi hükümetinin uygulamalarına uzun bir süre ses çıkarmamıştır.

aynı şekilde 9/11 olaylarının da kaynağı aslında pek önemli değildir;

 ister bir takım arap teröristler yapmış olsun, ister pentagon ya da bir takım amerikan yeraltı grupları düzenlemiş olsun, hatta isterse uzaylılar gelip yapmış olsun... önemli olan nokta, bush'un da aynı hitler gibi bu tür bir fırsatla karşılaştığında durumu köküne kadar değerlendirebilmiş ve değerlendirmekte olmasıdır. üstelik bush yönetimi, şu ana kadar nazilerden çok daha hızlı gitmiş; aynı süre içinde daha çok can kaybına neden olmuş, daha çok ülkenin kontrolünü ele geçirmiş, kuralları daha fazla ihlal etmiştir. daha da önemlisi, hala, olup bitenlere ses çıkarmaya başlayan önemli bir ülke yoktur ortada.


bu iki olay tüm bu benzer yönleriyle ele alındığında bizi daha ne gibi durumların beklediğini kestirmek güç olmayacaktır. görünürde o kadar da ciddi bir durum olmadığını ve birleşik devletler yönetiminin o kadar da ileri gitmeyeceğini düşünenlere bir tarih dersi vermek gerekirse şunları söyleyebiliriz sanırım:

almanya, reichstag yangınından 6 yıl sonra polonya'ya girerken, bu olaya, o zamana dek almanya'nın hareketlerine tamamen sessiz kalmış olan koca avrupa'dan sadece ingiltere ses çıkarmıştır. 

üstelik, aslında ingiltere'nin tutumu da tamamen göstermelik olmuştur; polonya'yla yaptığı savaş yardımlaşması anlaşmasını yerine getirmemesi halinde küçük düşeceğini farkeden ingiliz hükümeti, hitler'den, polonya'yı bir an önce ve sessiz bir şekilde ve de yasal prosedürlerin fazla dışına çıkmadan ele geçirmesini "rica" eder. aslında hitler'in en önemli tarihsel hatası, bu gibi ricaları sert bir şekilde geri çevirmesi ve müttefiklerin onurunu savaşa girmezlerse beş paralık hale gelecek şekilde alaya alması olmuştur. günümüzde bu işler çok daha usulüne uygun yapılabilmektedir. artık "önemli" sayılan bir müttefikinizi bile (üstelik en gururlularından birini) bütün dünya önünde küçük düşürerek ısınma hareketleri yapmak mümkün olabilmektedir. "devir para devridir" mottosu tüm dünyaya benimsetilmiştir, ancak hala en ciddi ordu oluşumu bu mottoyu benimseterek dünyayı silahsızlandırmış olan ülkenin elindedir. hatta aynı ülke, zamanında* insan öldürme rekorunu elde etmiş olmasına rağmen bu rekorun dritte reich'a ait olduğuna bütün dünyayı inandırabilecek kadar da başarılıdır; pragmatisttir.


bu arada birleşik devletlerin ikinci dünya savaşı sonrasında devşirdiği nazi uzmanlar, sadece teknoloji alanında değil, pratik felsefe, devlet idaresi, kitle yönetimi ve uluslararası ilişkiler gibi alanlarda da önemli yerlere getirilmiştir. 

hatta o zamana kadar duyguları dışında pek bir yeteneği olmayan ve yaratıcı düşünmeyi beceremeyen ve fakat yazılı, belirli prosedürleri uygulamak konusunda hırslı olabilen birleşik devletler, bu sayede bir çok alanda kullanabileceği formülize edilmiş senaryolar elde etmiş ve günümüze kadar bunları pek revize etmeden kullanmıştır. yani bilinen bir gerçektir ki; günümüz amerika'sının taktik kitabı, aslında, nazi almanya'sının taktiklerini belirleyen kişiler tarafından yazılmıştır. bu durumda, birleşik devletler'in içinde bulunduğu konularda, benzer başlangıçların benzer sonuçlar doğuracak benzer gidişatlarla süreceğini düşünmek yanlış olmayacaktır.