SİNEMA 1 Nisan 2024
20,1b OKUNMA     222 PAYLAŞIM

96. Oscar Ödül Töreni'nde Verilen Ödüllerle ABD Dünyaya Ne Anlatmak İstedi?

Üzerinden yeterince zaman geçtiğine göre, bu yılın Oscar'larını genel bir değerlendirebiliriz sanki.

"özür dileriz japonya, affedersiniz kızılderililer"

uzun bir zamandır beklenen oscar töreni nihayete erdi ve pek de sürprizi yaşanmadığı, heyecanı bi tık sönük, eski şaşasından uzak bir tören oldu. ancak törende belki de herkesin fark etmediği, ödüllendirilen filmler üzerinden verilen bir takım mesajlar vardı. yani akademi, ödül kazanan filmleri seçerken, belli bir motivasyon üzerinden yürüdü. bu gözle izlendiğinde, aslında akademi sıkı sıkıya bağlı olduğu, özel formüllerle ödülleri dağıttı. bu sebeple ödül töreni, 2020'den beri en hesapçı/kitapçı ödül töreniydi. tabii bir çok kaliteli filmin yarışması, filmleri izleyen ve hakkındaki incelemeleri okuyan sinema severler için, törenden talep ettiği heyecanı yakalama fırsatı da sundu. şimdi de ödüllerin ardında bıraktığı mesajlara odaklanalım;

en baştan söyleyelim, gecenin tartışmasız kazanan (winner) filmi oppenheimer, abd'nin g-7 ortaklarından, en gelişmiş ekonomilerden olan japonya'da gösterime girmedi. film gecikmeli olarak orada da vizyona girecek ancak bir müddet sonra. tam olarak 29 mart 2024 tarihinde. peki japonya'da gösterime girmeyip oscarlara boğulan filmin yanında, japon yapımı filmler oscarda ne yaptı?

gecenin yabancı ülkeler arasında esas kazananı açık bir şekilde japonya'ydı. görsel efektlerde, aslında teknik kapasitesi kendinden daha yüksek olan the creator'ı, godzilla minus one geçmeyi başardı. yine teknik açıdan daha çarpıcı, bol karmaşık sanat alegorili ve üst düzey seviye animasyon spider-man across the spider-verse'i miyazaki ustanın eleştirmenlerin övdüğü ancak seyirciyi bölen filmi, the boy and the heron geçmeyi başardı. bu abd'den çıkan yapımlar yerine japon yapımların seçilmesi, açık şekilde jürinin takdir hakkını kullanmasıydı. onlar yerine abd yapımları seçilseydi, buna hiç kimse itiraz etmezdi.

tüm bunlar şu anlama geliyordu; abd gayriresmi bir biçimde, japonya'ya atılan bombalar için, ülkeden kültür-sanat diliyle özür dilemiş oldu. aslında 3. japonya yapımı film de oscara adaydı. alman wim wenders'in perfect days isimli filmi, japonya adına yarışıyordu. ancak o da, kendi yarıştığı uluslar arası kategoride çok güçlü olan holokost anlatısı, rahatsız edici başyapıt the zone of interest'e biraz da "mecburiyetten" yenildi. böylesi çok güçlü bir rakibi olmasa, emin olun japonya törende hat-trick (üçleme) yapardı.

abd'nin bu nükleer şovu, kesinlikle ama kesinlikle cevapsız kalmayacaktır. yani bu şova japonya'nın kayıtsız kalması düşünülemez. oppenheimer'a cevap niteliğinde bir yapım, mutlak surette önümüzdeki yılarda japon sinemacıların elinden çıkacak ve biz bu filmi de deneyimleme imkanı bulacağız. eğer bu film epey sert bir söylem içerirse, sadece cannes, berlin ya da venedik gibi festivallerde, yani atlantik okyanusunun doğu kıyısından ödül alabilecektir. abd'deki ödül töreni ve festivaller tarafından da, kuvvetle muhtemel görmezden gelinecektir.

1988 tarihli, oppenheimer'ın antitezi işlevi gören anime başyapıtı hotaru no haka (ateşböceklerinin mezarı) isimli filmle ilgili yazımı da mutlaka okuyun


japonya ve japon sineması demişken, bu sene en iyi animasyon dalında, kariyerinin ikinci oscarını kazanan, japon yönetmen - büyük üstad hayao miyazaki, ilk oscarını kazandığında sene 2003'tü ve miyazaki o törene, abd'nin saldırgan ırak politikasından ötürü, bu işgali protesto amacıyla gitmediğini söylemişti. miyazaki bu sene yine törene katılmadı. bu seneki gelmeme sebebinin de, abd'nin gazze saldırılarına çanak tutması olduğu söyleniyor. bununla beraber bizler şuna eminiz ki, abd'nin 1945 yılında japonya'yı boydan boya bombalaması ve sonunda attığı iki nükleer bomba esnasında, küçük hayao'nun henüz 4 yaşında bir ana kuzusu olmasıdır. 2. dünya savaşında, ülkesinin yüzbinlerce insanını kaybeden ve bu travmayla büyüyen bir çocuk. ben o küçücük çocuğun, içindeki yangının söndüğüne inanmıyorum. hatta buna eminim. çünkü kendisinin bütün filmlerini izledim ve o yıkımın binbir çeşit yansımasını eserlerinde gördüm. o'nunla empati yaptığımda ise, kendisinin yerden göğe kadar haklı olduğunu görmek, hiç de zor olmadı.

peki abd diğer özür dilemesi gerekenlerden, yani kızılderililerden (natives/amerikan yerlileri) özür diledi mi?

hayır, dilemedi. sadece "pardon" dedi ve ekledi; "siz şimdi bu 10 adaylıkla yetinin, diğer törenlerden aldığınız ödüller size teselli olacaktır." dendi. yani abd kibar bir dille, "buraya medeniyeti biz beyazlar (soluk benizler) getirdik. o yüzden bu kadar "pardon" ile yetinmeyi öğrenin." dedi. ancak bu siyaset/politika burada bitmez. çünkü bu kadarlık gösteri, abd'nin güç şovunu izleyen, dünyanın geri kalanını kesmez. bu konunun, yani kızılderili soykırımının üstüne gidecek, yazar ve yönetmenler mutlaka olacaktır. biraz da şansları yaver giderse, oscar heykelciklerine de elbette ulaşacaklardır. çünkü er geç kızılderili bir kadın ya da erkek oyuncu, o ödüle kavuşacaktır. bu hepimize, unutulmaz bir şov ve ağlamaklı gözlerle birlikte sunulacaktır.

bilgi: akademi, 1973 yılında en iyi erkek oyuncu oscarını almayı reddeden marlon brando'nun töreni protesto için gönderdiği kızılderili kadın sacheen littlefeather'dan, törende kendisine yapılan aşağılamalar ve çirkin protestolar nedeniyle özür dilemişti. kaynak : akademinin özrü


şimdi de gecenin iki önemli filmi oppenheimer ve killers of the flower moon'un, çok sayıda adaylık almalarına rağmen, neden biri 7 ödüle kavuşurken, diğeri sıfır çekti, onu irdeleyelim. akademi ve dolayısıyla abd'nin nüvesini oluşturan jüri içinde yer alan kişiler için, daha çok önem arz eden konu şudur; "abd çıkarları, her şeyin üstündedir." dolayısı ile ülkenin dış dünyaya yapacağı propagandanın her halükarda ağır basması kaçınılmazdı. bunun için kızılderililere yapılan soykırımdan ötürü dilenecek özür, başka bahara pekala bırakılabilirdi. öncelik mutlaka oppie'ye verilmeliydi. işte martin scorsese'nin bahtsızlığı, aslında işlediği konu değil, oppie ile aynı seneye denk gelmesiydi. çünkü jüri için öncelik abd çıkarlarıyken, ikincil motivasyon kaynağı da, akademinin bir süredir abd dışı ülkelerin kültürünü yansıtan, sanat tandanslı filmlere prim verilmeye başlamasıydı. dolayısı ile bu iki filmle (oppie & poor things) çarpışan martin scorsese'nin filminin nefesi kesildi, oksijensiz kaldı ve yapım, törenden eli boş döndü. scorsese filminin vizyon tarihini 2024 yılına sarkıtmış olsaydı, kadın oyuncunun yanında, filmiyle daha bir sürü oscar alacaktı. ne diyelim, kısmet değilmiş.

akademinin içinde son yıllarda yükselen art-house (sanat filmi) sever kitlenin, yoğunlaşmaya başladığı, özellikle son 10 yılda gözlenmeye başlamıştı. guillerme del toro'ya verilen oscar, moonlight, birdman, artist, everything everywhere all at once, nomadland, the power of dog ve en görkemlisi parasite'in güç gösterisi, tüm bunların zirvesi olmuştu. aksi takdirde poor things asla bu kadar ödül alamaz, bir çok dalda barbie'ye kaybeder, geceyi belki de sıfır çekerek kapatmak zorunda kalırdı. aynı kitlenin cannes film festivali'nin sırayla şampiyonu ve ikincisi anatomy of a fall ve the zone of interest'e de toplam 3 heykelcik verdiğini es geçmeyelim.

(poor things aslında tam olarak art house bir film de değildir. orta-düşük bütçeli, art house/mainstream (ana akım) arasında kalan, art house'a daha yakın duran melez bir yapımdır.)

"peki abd niye böyle bir çelişkiye imza attı? yani, aynı gece hem atom bombası propagandası yapıp, hem de japonlardan özür dilemek, tuhaf değil mi?" şeklindeki sorular aklınıza gelebilir. ancak burada anlamamız gereken şudur ki, abd yaklaşık bir asırdır dünyanın #1 ekonomik ve politik/siyasi gücüdür. dolayısı ile böylesi bir süper gücün, dünya siyasetini şekillendirirken, herkes eline bakar. yani oyunun kurallarını koyan da, istediği coğrafyada kartları dağıtan da, oyuncuları seçen de abd'dir. kendi süper gücünü yansıtan tüm kararları, düşman listesine koyduğu ülkeleri tehdit ederken de, geçmişte yaşanan acılara da duyarsız kalmadığını gösterirken de alır. büyüklük, hem her istediğini pervasızca yapma ve yaptırma kabiliyetine sahip olabilmek, hem de istediğini affedip, dilediğin ülkelerle ilişkiyi sıcak tutma girişimlerinde bulunup, bu hassas dengeyi kusursuz biçimde ayarlayabilmekle ilgilidir. çünkü hegemonik güç olmanın temel şartlarından biri de budur.

işte 96. kez akademinin verdiği oscar ödüllerinin, tüm dünyaya gönderdiği mesajlar bunlardı

gecenin manşeti ise; rusya'ya, çin'e, iran'a ve kuzey kore'ye gönderilen "seni haritadan silerim!" mesajıydı. ayrıca şubat 2022'den beri, rusya'nın işgaliyle onbinlerce insanı katledilen ukrayna'nın hikayesinin bir bölümünün anlatıldığı, 20 days in mariupol isimli belgeselin de, oscar kazandığını ekleyelim. işte tüm bunlar, bu seneki ödül töreninin, yoğun biçimde siyaset içerdiğinin kanıtlarıdır. gecede ödül alan ve törenden eli boş dönen filmleri, bu bilgiler ışığında okumamızın daha faydalı olacağı kanısındayım. neyse ki tekme/tokatsız, "hatalı zarf" skandalsız, pürüzsüz tonda geçen bir gece oldu. 2025'teki 97. oscar ödül töreninde görüşmek üzere, sağlık ve sinema dolu günler dilerim.