SİYASET 16 Mart 2016
33,3b OKUNMA     1172 PAYLAŞIM

ABD Başkanlık Seçimlerine Dair Her Şey

Sözlük yazarı ''immanuel tolstoyevski'', şu sıralar ön seçim çalışmaları süren 8 Kasım 2016 ABD başkanlık seçimlerine dair detaylı bir yazı yazmış. Okuduktan sonra ortamlarda ABD seçimlerine dair rahat rahat konuşabileceğinizi garanti ediyoruz.
iStock.com / Zerbor

[%10 daha ayrıntılı hali blogda. fakat dayanamadım, aradaki asıl fark olan trump'ın desteğinin analiz kısmını burada da en sona ekledim]

[medium severlerse buraya, 11 dakikalık okuma imiş]

***

hangisi daha korkutucu bilemiyorum:

trump gibi tamamen ideolojisiz birinin, sırf hakaret ve boş konuşmayla bu kadar popüler olabilmesi mi, yoksa ideolojileri çok daha tehlikeli olan alternatiflerinin daha makul ve anaakım gözükmeleri mi? iki durum da akılcılıktan olabildiğince uzak.

konuya yabancı olanlara uzun uzun anlatayım, bu 8 kasım 2016 abd başkanlık seçimlerinin olayı nedir, trump neyi temsil etmekte ve bunlar niye herkesi ilgilendirmeli:

arkaplan:

1) abd'de üç ana parti var: her alanda gittikçe sağa kayan cumhuriyetçiler, avrupa standartlarına göre merkez-sağ sayılabilecek demokratlar ve the rent is too damn high party

2) demokratların sola yatkın olanlarına liberal denir, yani bu kelime avrupadaki anlamıyla kullanılmaz. zaten liberalizm, bu anlam esnekliği yüzünden tartışılması en verimsiz konulardan. en liberal demokratlar, kendilerini sosyalist olarak tanıtabilirler (bkz: bernie sanders), fakat bazıları da "liberal" etiketini bile fazla sol bulurlar ("blue dog democrats"). ideolojileri eyaletine göre değişir.

3) cumhuriyetçilerde ise geniş bir spektrum yok, en fazla "çılgın muhafazakar" ve "daha çılgın muhafazakar" olarak ayrılırlar. zaten siyasi sağ, fikir ayrılıklarına değer verirmiş gibi davranma ihtiyacı duymaz pek. vergi ve regulasyona dogmatik biçimde karşı, zengini kayıran, aşırı zengini aşırı kayıran, tarihsel revizyonizmi seven (reagan'ı ilahlaştırmak), çevreyi sallamayan, askeriyeyi fetişleştiren, türkiye veya polonya seviyesinde dindar, bilim/azınlık/kadın/sendika karşıtı bir duruş, özellikle son 10-15 senede amerikan sağının tamamını ele geçirdi. bu katı norma uymayan üyelere rino denir (rhino, yani gergedan ile aynı telaffuza sahip, ama açılımı "republican in name only" - "sadece ismi cumhuriyetçi") ve bunlar bir fıçıya konulup okyanusa atılırlar. bu kombinasyona sahip olan ama din hanesinde "dindar" yerine "yobaz" yazanlar evanjelist blokudur. bunların çoğu dünyanın 6000 yaşında olduğuna, yarın öbürgün isa'nın dirileceğine (second coming) ciddi ciddi inanır. "vergi ve regulasyona karşı" kısmını 2 ile çarparsak liberteryan blokunu (rand paul), tüm bileşenleri 2 ile çarpıp üstüne 5 birim "popülizm" eklersek tea party blokunu buluruz. bugünün cumhuriyetçi partisinin, bir zamanlar köleliğe karşı olan ilerici kuzeyliler tarafından kurulduğunu, abraham lincolnün ilk cumhuriyetçi başkan olduğunu düşünmek şimdi garip geliyor.

4) abd'de yerel seçimlerin (belediye, eyalet) ötesinde, federal hükümet için 2 senede bir temsilciler meclisi seçilir (alt meclis), 6 senede bir senato (üst meclis), 4 senede bir de başkan. dolayısıyla başkanlık seçimi döneminde, hem başkan, hem tüm temsilciler, hem de senatörlerin üçte biri (rotasyonlu) seçime girerler.

5) alt meclis kalabalıktır, nüfusa oranlı sayıda vekil gönderildiğinden büyük eyaletlerin etkisi fazladır. senato ise ufaktır, her eyaletin ikişer temsilcisi vardır. popülizme gebe olan alt meclis ile elitist yapıdaki üst meclisin birbirini dengeleyeceği düşünülür, hem politikalar bakımından hem de eyaletler arası güç dengesi bakımından (tüm amerikan tarihi hamilton çizgisini takip eden "merkeziyetçiler" ile jefferson çizgisini takip eden "yerelciler" arasındaki bir mücadele olarak okunabilir).

6) yasama organlarının kuvveti başkanlığa denktir, onu dengelerler. bu mümkün çünkü başkanla aynı partiden olan vekiller bile, konumlarını başkana borçlu değildirler. seçimle gelen başkan, bizdeki gibi partisinin lideri değildir, kendine yakın isimleri merkezi bir listeye yazdırarak yalakalığı mükafatlandıramaz. başkanı dengelemek önemli, çünkü başkanlık tek kişiden ibaret değil, koca bir yürütme kadrosunun yüzü. her başkan, kabineyi ve şükran günü bağışlanacak hindiyi seçmekle kalmaz, birkaç bin kişinin atamasını da yapar.

7) son ana kuvvet olan anayasa mahkemesi (supreme court) seçime tabi değildir. 9 üyesinin giydikleri robdöşambrlar kendilerine +250 karizma kazandırır, hiçbir politikacı da onları görevden almakla tehdit edemez, zira görev süreleri hayat boyudur. ayrılan oldukça yenisini o dönemki başkan atar ve adayın senato onayından geçmesi gerekir.

8) kuvvetler ayrılığı örneği: herhangi bir dönemde alt meclisin cumhuriyetçi, başkanın demokrat, üst meclisin yarı yarıya bölünmüş ve anayasa mahkemesinin de en son 3200 sene önce değişmiş olması mümkündür.

iStock.com / EdStock

9) her türlü seçime partiler dışından bağımsız olarak katılmak mümkün. pratikte bu seyrektir ve temsilciler meclisi için daha olasıdır, zira bir kişinin ufak bir seçim bölgesinde partileri aşan bir popüleritesi olabilir. bernie sanders bunlardan biri. bu tipler meclise girdikten sonra da herhangi bir partiyle ittifak yapabilirler (caucus). fakat senato için, hele hele başkanlık için ciddi bir organizasyon lazım. teknik olarak, son bağımsız başkan, abd'nin ilk başkanı olan george washington idi. bir partiye üye değildi. zaten ancak muzaffer komutanların böyle lüksleri olabiliyor. fakat washington, muzaffer komutan standardına göre dahi ekstra saygın bir adamdı, zira 2000 sene önceki cincinnatus gibi samimi olarak işi gücü bırakıp çiftliğine dönmek istiyordu (onun kadar "sıradan" değildi tabii, nihayetinde rafine zevkleri olan büyük bir toprak ağasıydı) . "bu kadar ayrı kafada adam başka birinin altında birleşmez paşam" diye bunu zar zor ikna ettiler, o da en fazla iki dönem yapma şartıyla kabul etti. ondan beridir de aday olan her bağımsız seçimi kaybetti. bernie sanders bu yüzden demokrat partiden aday oluyor.

10) abd bir medya sirki olduğu için, her yeni başkanlık seçimi kampanyası biraz daha erken başlar. aylardır gündemde bu önseçimler var ve bunlar bittiğinde esas seçim kampanyası başlayacak. bilgilendirmeyen, ama sürekli tekrarla insanları duygusal olarak manipüle eden ve bitmek bilmeyen bir haber fırtınası. bir başkanlık döneminin neredeyse son 2 senesi bu goygoyla geçer. işin demokrasi açısından daha felaket yanı ise, zaten hizmet süreleri 2 sene olan alt meclis üyelerinin, seçildikleri gün, ertesi dönem için bağış toplamaya başlamaları gerekmesi. ortalama haftada 10 bin dolar getirmeleri gerekli, mühim bölgelerde bu meblağ katbekat fazla. ortalama bir senatör ise bunun 7 katını getirmek zorunda. hizmet süresinin çoğu, bir dahaki dönemi garantilemek için geçiyor. bir bakteri gibi, kendi kendini idame ettirmekten başka gayesi olmayan bir sistem.

11) başkanlık seçimine her parti birer adayla girer. önce bu adayların belirlenmesi için, her parti kendi içinde bir seçim dönemi yürütür. buna primary denir. bunun sonunda, şanslı adayın sahnede kılıç kuşanacağı, spotlar altında excaliburu taştan çekip çıkaracağı, parti kurultayı vardır.

12) bu kurultaya her eyaletin parti teşkilatı, nüfusuna oranlı bir sayıda delege gönderir. primarylerin amacı, bu delegelerin hangi adaya oy vereceklerini belirlemektir zaten. ama her eyaletin kendi kuralları vardır. bazılarında, o eyaletin primarysini kazanan aday tüm delegeleri alırken, bazılarında delegeler oy oranına göre paylaştırılır. bazı eyaletlerde de süper-delege denen bir grup kertenkele vardır, ölümlü seçmenlerin oyları onları bağlamaz, kurultayda istedikleri adaya oy verebilirler.

13) genelde primarylerde sadece o partiye kayıtlı olanlar oy kullanabilirler. bu parti üyeliğinden farklı bir şey, sadece "ben demokratım" diye bildiriyorsunuz, aidat vermeye gerek yok. ve bu kayıt, sizin oyunuzu bağlamaz, kimse oyunuzun hesabını sormaz. zaten primarylerde oy kullanmak zorunlu değil (genel seçimlerde bile değil) ve seçimler bizdeki gibi tatil günleri yapılmaz. dolayısıyla işini gücünü bırakıp, primarylerde oy kullanan kayıtlı insanlar, o partinin en ateşli tipleridir (hüloooğ). daha tarafsız veya makul olan insanların bu evrede sesleri duyulmaz. nüfusun üçte biri kayıtlı olmadıklarından, bağımsızlar olarak anılırlar.

14) her eyalet primarysini aynı anda yapmaz, pirelli takvimine göre sırayla giderler. o yüzden, erken primary eyaletlerindeki ateşli seçmenin, yarışın kalanına etkisi oransız derecede büyük oluyor. iowa, new hamphsire gibi normalde kimsenin umrunda olmayan ufak yerlerde başarılı olamayanların momentumu kesiliyor, kurultayı beklemeden adaylıktan çekiliyorlar. bu noktada kariyeri biten bir siyasi, doğal ömrünün kalanını bir lobi şirketinde veya haber kanalında "son derece senior danışman" olarak sürdürür

***

adaylar

1) demokratlarda hillary clinton, taa dışişleri bakanlığına ilk atandığından beri, partinin kaçınılmaz kaderi olarak gözüktüğü için, kimse karşısına çıkmadı. fakat clinton'ın dezavantajları var:

Hilary Clinton - iStock.com / andykatz

a) sağ cenah yıllardır daha da sağa kayıp mobilize olurken, obama'nın uzlaşma adına sol politikalardan kolaylıkla ödün vermesi, liberallerde bir ezikliğe yolaçtı ve bunlar clinton gibi, obama'dan bile merkeziyetçi birini istemiyorlar.

b) türkiye'de en yavaş gündem esnasında bile manşete taşınmaya değer görülmeyecek bazı skandallar

c) tutarsız, fırsatçı, makyavelist politik duruşları

d) halkın siyasi hanedan alerjisinin, bill clinton sevgisinden fazla oluşu

2) bernie sanders, bu konularda tam ters biri. onyıllardır aynı tutarlılıkta, kimsenin onun dürüstlüğünden şüphesi yok. tecrübeli ama hep aykırı durduğu için, hala siyaset çarklarının dışında biriymiş gibi kendini konumlandırabilir. hiç çekinmeden sol popülizmi yapması, ezilmiş liberallere ilaç gibi geliyor. kayıtlı genç demokratların %80 üstü oyunu bu 74 yaşındaki adama veriyorlar. kendini demokratik sosyalist olarak tanıtan birine karşı (sosyalist kelimesi amerikan politikasında zehirdir), tüm parti kodamanlarını etrafında toplamış clinton organizasyonunun bu kadar zorlanması, onlar için utanılacak bir durum.

Bernie Sanders - iStock.com / andykatz

3) sanders'ın politikaları (evrensel sağlık hizmeti, bedava yüksek eğitim, zengine daha fazla vergi) aslen sosyal demokrattır ama abd'de sosyalizm denir. onyıllardır gündemlerinde sovyetler olmasına rağmen (daha doğrusu tam da o yüzden), abd halkı sosyalizmi en az tanıyan halktır. mesela obama rekor seviyedeki açığı kapatmak için, en zengin kesimin vergi oranını %33'ten %36'ya çıkarmayı teklif ettiği için komünist olmuştu sağ medyaya göre, ki bu bill clinton dönemi vergi oranıydı, yeni bir artış değildi. amerikan sağı, kendi ufak dünyaları içindeki bu ufak oynamaları binle çarpıp, iyi ile kötünün epik bir mücadelesi olarak görmeye meyillidir. o yüzden de ne uzlaşmaya, ne akılcı bir tartışmaya müsaittirler.

4) hillary clinton, şaka maka adaylığını kaybedeceğini anlayınca, sanders'a karşı kendini şöyle konumlandırdı:

a) sanders iyi hoş ama seçilebilir değil. önümüzdeki bir sene boyunca, halkı bu kış sosyalizm gelecek diye korkutmak kolay. oysa benim tüm kirli çamaşırlarım ortada artık, ne zamandır hep bana çalışıyorlar.

b) ben obama'nın varisiyim, bu merkezci gözüken, ama gıdım gıdım bizi sola taşıyan politikaları yürütelim. obama'yı bile bu kadar zorlamış sağcı temsilcilerin, çok daha solcu yasalar geçirmelerini ummak aptalca. cumhuriyetçilere verilecek hiç bir taviz bu politikaları gerçeğe dönüştürmeye yetmeyecek. bizim tabanımız bile bu kadar solcu politikalar sözkonusu olduğunda bölünmüş durumda.

c) sanders sadece ekonomi hakkında konuşuyor ve ona da bir tek açıdan yaklaşıyor. bu ülke, tek konuya odaklanmak için fazla büyük. benim dış politika, ulusal güvenlik, ticaret konularında tecrübem daha fazla. putin'le pazarlık masasına benim gibi bir anasının gözünün mü oturmasını istersiniz, çok sevdiğiniz ama saftirik olan amcanıza benzeyen sandersın mı?

5) clinton adaylığı alacaktır. önümüzdeki primaryler güneyde ve oradaki yoğun zenci nüfusu clinton için banko. genç tabanını, genel seçimden soğutmamak için sanders'a bir pozisyon önerebilir. aksi takdirde küstürülen ve genel seçime katılmayan her genç oyu, cumhuriyetçilere birer hediye olur.

6) cumhuriyetçilerin primarysinde bir ara yaklaşık 18-20 aday vardı, tam evlere şenlik. 10 adayın katıldığı münazaralar yaptılar tv de. araya ben karışsam farkeden olmayacaktı, olmadı da. artık o durumda bir tartışma olmuyor, simultane basın toplantısı oluyor. herkes önceden çalışılmış, focus grouplar üstünde test edilmiş kelimeleri papağan gibi tekrarlıyor. ve nüanslı görüşler yerini en baz duygulara, en mal fikirlere bırakıyor. bu idiocracy kısmen çağın iletişim şartlarının bir sonucu. ayakta kalan adaylar:

a) donald trump

Donald Trump - iStock.com / andykatz

popülist, anti-establishment (yani parti kodamanlarına karşı), diğer adayların toplamından zengin olduğu için kendi kendini finanse ediyor, ideolojisiz (bir kaç sene önce demokrat adayı olabilirdi). en büyük destek onda, fakat onu sevmeyen de hiç sevmiyor. rakip adaylar azalıp onun karşısında konsolide oldukça, işi zorlaşacak.

b) ted cruzdini fanatik, anti-establishment (tea-party destekli), en sağcı ekonomi politikası bunda, genel seçmene çekici değil. uyuyan güzel ben carson da bu ayarda dinci ama o kesimin favorisi artık cruz.

c) marco rubio

Marco Rubio - iStock.com / mphillips007

hillarye karşı en ideal aday. genç, göçmen, amerikan rüyası örneği, dış politikada tam şahin, establishment'ın asıl istediği. ve tüm bu "makul" görünümlü paketin altında, tam bir yeni sağcı var (tea party). her alanda fanatikleşen sağın keskin bir örneği rubio. kasich de buna benzer bir konumda ama rubio kadar pazarlanabilir olmadığından zayıf.

d) jeb bush: geçen gün bıraktı. parti kodamanlarının bir numaraları sevgilisiydi, çok para topladı. bu bağışçıların, kingmakerların önemli bir kısmı rubio'ya kayar.

***

genel seçim

1) genel seçimlerin galibini toplam oy belirlemez. electoral college diye akıllara ziyan bir sistem var, bunun sonucu olarak asıl mesele, iki parti arasında kalmış bir kaç eyaleti (swing state) kazanabilmek. zira her halükarda en büyük eyaletler olan califrornia ve new york demokratlara, texas ise cumhuriyetçilere gidecek. asıl ohio ve florida gibileri belirleyici. bu arada kalmış eyaletlerde de asıl belirleyici olan, bağımsızlar. ülke bu kadar kutuplaşmışken, partiler arası geçiş pek olmuyor. ronald reagan 50 eyaletin 49'unu kazanmıştı, bugün isa gelse bunu beceremez (new england bölgesiyle kuzeybatı isa'ya oy vermez bence).

2) benzer bir gariplik kongre seçimlerinde de var: eyaleti seçim bölgelerine öyle bir ayırıyorlar ki (bkz: gerrymandering) bölgelerin büyük çoğunluğunun hangi partiye oy vereceği %80-20 gibi büyük farklarla belli oluyor. mesela şehir merkezlerinde yaşayan çoğunluk demokratlara verip 5 temsilci çıkarıyor, kırsal bölgelerde yaşayan azınlık cumhuriyetçilere veriyor ama bu kırsal kesim 10 bölgeye bölündüğü için 10 temsilci çıkarıyorlar. hem demokratik değil, hem de kutuplaştırıcı bir sistem.

3) velhasılı kelam, kongredeki dengenin ve özellikle de başkanlık seçiminin kaderi, aslında bir kaç eyaletin bağımsızlarına kalmış vaziyette. parti kodamanları da (establishment) eninde sonunda, bu tiplere hitap edebilecek adayları istiyorlar. o yüzden cruz veya sanders uzak ihtimaller. ama işte demokrasi iki ucu keskin bıçak, bu kodamanlara karşı trump ayakta kalabildi. dolar milyarderi bir reality show yıldızı olursan, kimse sana bir şey diyemez. ben hala rubio ihtimalini trump'dan yüksek görüyorum, hele ki kasich yarışı erken bırakıp paranın rubio'da odaklanmasını sağlarsa. eğer böyle olursa da, genel seçim gerçekten 50-50 ihtimal. yok trump çıkarsa, o zaman genel seçimi hillary kazanacaktır.

4) peki bu seçimin önemi ne?

dış politika açısından fazla bir şey değişmez. belki göstermelik olarak cumhuriyetçiler daha agresif olurlar. asıl fark iç politikada. vergi ve bütçe politikaları halihazırda orta sınıfı daraltıyor, cumhuriyetçiler bunu kötüleştirir. örneğin trump kadar saldırgan konuşmayan cruz'un planladığı bütçede progresif vergi tamamen yokoluyor, düz vergiye geçiliyor. bunun getirdiği 10+ trilyon dolarlık yükün nerdeyse %50si, tepedeki %1'lik kesime verilen ayrıcalıklar. %30u, tepedeki %0.1'lik kesim için. bunu "bireysel özgürlük" veya "ufak devlet" görüşü adı altında savunan dindar hristiyanın peygamberi, "zenginin cennete girmesi devenin iğne deliğinden geçmesi kadar zor" demişti. "makul" gözüken rubio'nun da aşağı kalır yanı yok, mesela yatırım gelirlerine vergiyi yokediyor (zenginlerin gelirlerinin büyük kısmı borsadan, fondan, faizden olduğu için, efektif vergi dlimileri %0'a yaklaşırken, orta sınıf biri %30-35 vergi verecek).

ve zenginlik farkının hızlanarak arttığı bir abd, tüm dünya ekonomisi için kötü haber. buradaki orta sınıfın alım gücünün düşmesinin veya sosyal gerilimin artmasının yankıları endonezyadan da duyulur, almanyadan da, kastamonudan da, kurtuluş yok.

***
***
***

trump ile ilgili detaylı ekleme

trump bu seferki yarışa tek bir konu üzerinden girdi: obama'nın abd doğumlu olmaması ihtimali ("birther movement"). adamın doğum kayıtlarını, cumhuriyetçi partiden olan hawai valisi bizzat onayladı, bunlar yine vazgeçmediler. fakat bu tipleri, nasa'nın hiç bir zaman aya gitmediğine inanan çatlaklarla bir tutmamak lazım. zira arkasında toplanıp birleştikleri bu saçma davalar, aslen yüzeyin altında yatan nedenleri maskeliyor: bu nedenlerden biri tabii ki ırkçılık. fakat en ilginci bu değil.

trump'ın şovu tutunca ve yasadışı göçmenlik konusuna sıçrayınca, maskesi "dobra adam, politik doğruculuk onun umrunda değil" şeklinde evrildi. destekçileri bunun önemine kendilerini inandırırken, trump'ın söylevlerinin gerçekdışılığına önem vermediler ("tüm sınıra bir duvar öreceğim ve bunu meksika'ya ödettireceğim" veya "milyonlarca izinsiz göçmenin hepsini sınırdışı etmeliyiz").

trump'ın adaylığı somutlaşınca ve diğer alanlara sıçradıkça, onu gırgıra alanların kahkahaları, yavaş yavaş sinirli gülüşmelere, sonra da beş karış açık ağızlara dönüştü. işte tam da bu noktada, bence trump'ın insanlara gerçekte ne sattığı, ne pazarladığı belli oldu: olmayan bir geçmişe duyulan nostalji.

bu çok kuvvetli bir duygu ve bu yüzden trump'ın seçim sloganı, "make america great again" (amerikayı tekrar yüceltelim). bunun ima ettiği şey, yüzeysel olarak, obama döneminde amerika'nın dip yaptığı. elbette her türlü veri tersini söylüyor: obama döneminde abd'nin işsizliği azaldı, resesyon durdu, şirket karları fırladı, borsa arttı, sektörel iflaslar önlendi (özellikle otomotiv), dışişlerinde bush dönemine göre prestiji arttı, vs.. fakat bunların bir önemi yok. işin açıkçası, trump'ın şu ana kadarki kampanyasında mantığın ve verilerin hiç bir önemi yok, kendisi bir tane bile ayrıntılı policy (politika) önermiş değil.

buna ihtiyacı yok çünkü trump'ın mesajının tutmasının asıl nedeni, obama'nın veya ırkçılığın çok ötesinde, insanların ellerinin altından kayıp giden bir dünyayı canlandırmak istemeleri. hayatları boyunca inandıklarının aksine, amerika'yı amerika yapan insanlar olmadıklarını farkedenler, yani wall street'e, silikon vadisi'ne, hollywood'a yabancı olanlar, trump'ın mesajını rahatlatıcı buluyorlar.

gaylerin saklanmadığı, düşük katma değerli işlerin yurtdışına taşındığı, göçmenliğin arttığı, zengin-fakir farkının tavan yaptığı bu yeni, hızlı, garip dünyaya uyum sağlayamayan, ekseriyetle beyaz ve kırsal olan insanların, kendi kendilerine anlattıkları bir masal "make america great again". eğitimsiz kısımda bu masal, ırkçılıkla, milliyetçilikle ve tabii ki kritik düşünme yetisi eksikliğiyle harmanlanıyor. yoksa dobralıktı, obama'nın komünistliğiydi, gizli müslüman oluşuydu, politik doğruluğun boğuculuğuydu, vs, işin yüzeydeki kısmı, insanların çoktan vermiş oldukları kararları rasyonalize etme kısmı.