Animasyon Filmi Tadındaki Anlatımıyla Vücudumuzun Savunma Hücreleri: Akyuvarlar
akyuvarlar olmasalardı ilk enfeksiyonda ölmüştük. akyuvarlar vücudun savunma hücreleridir deyip ilkokul tanımı yaptıktan sonra, türlerini burada basitleştirerek anlatmak isterim. wikipedia'dan açıp bakınca bir sürü tıbbi terim var, onları normal insanların anlayabileceği dile çevirerek şöyle bir yazı yazabiliriz.
akyuvarlar (nam-ı diğer lökositler) beş alt gruba ayrılır
bunlar arasında lenfositler ise kendi altında üç gruba, o üç grubun biri de kendi altında dört gruba ayrılır. karıştı dimi? durun baştan başlayalım
- lökositler
* nötrofil
* eozinofil
* bazofil
* lenfosit:
- b cell
- t cell: cd4+, cd8+, gamma delta t cell, suppressor t cell
- natural killer cell
* monosit
genel olarak vücudumuzun savunma ordusu bu elemanlardan oluşuyor. şimdi hepsini tek tek tanıyalım:
nötrofil
vücutta savaş alarmı verildiğinde ilk koşan akyuvar türüdür. yetişkin bir insanda akyuvarların yaklaşık %60'ını oluştururlar. asıl hedefleri bakteri ve mantarlardır. fagositoz yapabilen (patojeni içine çekip yer), peşine düştüğü bakteriyi cehennemin dibine kadar kovalama dürtüleri olan hücre tipidir. toplamda 3-4 kere fagositoz yaptıktan sonra ölürler. yaşamları 6 saat ile 5 gün arasında değişir.
eozinofil
bu arkadaşlar kanda az sayıda bulunan elite birliklerdendir. olayları parazitlerle savaşmak olduğu için ortalama bir insan hayatı boyunca bunlar genelde yan gelip yatarlar. ancak yardımcı oldukları diğer konu da alerjik iltihapları kontrol etmektir. eskaza bir yerden parazit kaptıysanız eozinofiller yılların tembelliğiyle o parazitin başına üşüşür, adama hayatı dar ederler. bu arkadaşlar astım gibi alerjik hastalıklara sahip insanların sıkıntı sebebidir zira alerjik reaksiyonlarda tavan yaparlar. normal bir yetişkinin akyuvarlarının sadece %2-3'ünü oluşturan bu arkadaşların ömrü yaklaşık 1,5 haftadır.
bazofil
bazofil arkadaşlar da genellikle parazit ve alerjilerle uğraşan tiplemelerdir. eozinofillerden farkları ise kendilerinin direkt saldırmak yerine eozinofillere "aha orada şerefsiz, dalın!" şeklinde hedef gösteren damar genişletici histamini salgılamalarıdır. histaminin olduğu yerde kan akışı hızlanacağı için eozinofiller olay yerine daha hızlı gelip davetsiz misafirin ümüğüne çörekleniverirler. bazofiller aynı zamanda alerjik reaksiyonun da sebebidir, yani aslında çok aktif olmaları sizin zararınıza olur, alerji yapan patojenden daha fazla sıkıntı verirler işlerini bitirene kadar. bu "ne senle, ne de sensiz" konulu çalışmanın ürünü olan arkadaşlarımız kanda sadece %0,4 gibi bir oranda bulunarak en az sayıdaki akyuvar sıfatını hak ederler, duruma göre de kanda birkaç gün boyunca avare avare gezerler.
lenfosit
vee işte zurnanın zart dediği elemana geldik. lenfositler bağışıklık sistemi lejyonerleridirler. nötrofiller bunların yanında ayak işçileri gibidirler. lenfositler ağır abilerdir, her ortama girmezler, çoğunlukla kanda bile bulunmazlar, zira öyle kan gibi dandik taşıma yolları kullanmazlar, bu yüzden kendi yollarını yapmışlardır, o da lenf sistemidir. normalde kanda sadece %30 civarında bir oranda gezerler, çok da uzun ömürlüdürler. ergenlikte sahip olduğunuz lenfositlerin bir kısmı mürüvetinizi görebilir, çocuğunuza bunların elini öptürmeniz gerekebilir. lenfositlerin başlıca hedefleri virüsler ve tümör hücreleridir. bir enfeksiyon durumunda önce nötrofiller ortama akar, ancak baktılar ki düşman bakteri değil virüs, geri çekilip meydanı lenfositlere bırakırlar. çok kompleks bir emir-komuta zincirleri vardır, bunu da aşağıda anlatıyorum.
b cell
bunlar bir nevi lenfosit komutanlarıdır. b-cell lenfositleri genellikle ayık gezerler ve diğer götü kalkık kardeşlerinin aksine bunlar kanda dolaşacak kadar alçakgönüllü tiplerdir. b-cell dışarıdan uyarılabilen iki lenfositten biridir, yani ortamda bir huzursuzluk varsa önce laf b-cell'e gider. b-cell düşmanla göğüs göğüse çarpışmaz, iki yöntemi vardır. birincisi düşman bellediği organizmanın üzerine yapışarak çoğalma ve hareket kabiliyetini kısıtlayan ve organizmayı içten yok eden antijenler üretir, bunları artillery misali bombardıman şeklinde uzaktan gönderir, ikinci olarak da lenf sisteminde boş boş dolaşan t-celllere "allahsız mısınız lan gelin buraya" diye sinyal gönderir.
t cell
bu arkadaşlar avare gibi gezerken b cellerden gelen sinyal ile lenf sisteminden çıkıp kana katılırlar. kendi altlarında dört grupları vardır:
cd4+: bunlar uyanınca b ve diğer t cell arasındaki koordinasyonu sağlar, bir nevi telsiz elemanıdır. "abi dalakta saldırı var", "karaciğer işgalden kurtuldu" gibi komutları iki taraf arasında götürür getirir.
cd8+: bunlar lenfosit kabadayılarıdır. kahveden çağrılan adam gibidirler, birden akın eder kafa göz virüs ve tümör hücrelerine dalarlar. sitotoksik hücrelerdir, yani olayları hücre öldürmektir. kendilerinden olanın bile gözünün yaşına bakmadıkları görülmüştür, bunların gazlanması yüzünden ebola'nın yol açtığı cytokine storm insanları öldürmektedir. genelde dalmadan ilk cümleleri "anamı ne karıştırıyon lan!" olur.
gamma delta t cell: bu arkadaşlar doğuştan gelen bağışıklık ile sonradan edinilen bağışıklık arasında komutan görevindedirler. yani bir patojen tanımlandığında ön cepheden bunlara sinyal gelir "bak bakalım hacı bunu daha önde dövdük mü" şeklinde bir soru sorulur. bu arkadaşlar da önlerine kalın bir kitap koyar ve sayfalarını çevirmeye başlar, duruma göre "hacı biz doğmadan bunları bellemişiz, üflesen ölürler" veya "aga biz bunları bir sene önce köteklemişiz, şöyle şöyle dalmışız" veya "oğlum bunlar ne lan sıçtık, kafanıza göre girişin beni de haberdar edin" diyebilirler ve öndeki elemanlar da bunun verdiği tarife göre dalar.
suppressor t cell: bu arkadaşlar ise enfeksiyonun geçtiği yerdeki sersemlemiş savunma elemanlarını gidip döver. bir nevi drill sergeant tadındaki bu hücrelerin "oğlum ne yatıyonuz lan kalksanıza" diye tekmelediği enfeksiyon yüzünden uyuşmuş ("suppress" edilmiş) akyuvarlar teker teker "noluyo olm, bunu kim yaptı söyle gidip evinden aldıralım" şeklinde ayaklanır ve patojeni gebertmeye giderler. bunlar dördüncü ve son t cell lenfosittir.
natural killer cell
bu arkadaşların şu ana kadar heykeli yapılmadıysa, sebebi taşşaklarına beton yetişmeme riskindendir. bu abiler uyarılmadan kanda gezen ikinci lenfosit tipidir, ortam zabıtasıdır. kanda ilerlerken sağa sola bakarlar, eğer bir virüs veya tümör hücresi görürlerse yanlarında biterler. "hişş oğlum ne ayaksın sen, apoptosis zamanın gelmiş ne işin var burada" derler, karşısındaki hücre de "yaa biraz soğuk kaptım bişeyim yok abi, hazımsızlık var abi" dese de "olm sen neden kendi kendine bölünüp duruyorsun kontrolsüzce, sen mi kesiyosun lan buranın raconunu" şeklinde hücreye bir mark of death koyar ve yürüyüp gider, arkasına bile bakmaz. işaretlediği hücre de aksiyon filmi sahnesi gibi arkasında infilak eder. bağışıklık sisteminin en imrenilen elemanlarıdır, nötrofiller kendi aralarında bunların amcalarının omurilikte çalıştığı için böyle rahat iş bulduklarını fısıldarlar.
monosit
son gardiyanımız monosit, diğerlerinin tamamından farklıdır. monositler kanda pek bir işe yaramaz, sudan çıkmış balık gibi sağa sola bakarlar. ancak dokuda bir iltihap olduğu zaman haldır haldır koşarlar. bu arkadaşlar kanı geçerek dokuya girebilen tek akyuvar tipidir, olaya yerinde müdahale konusunda uzmanlaşmışlardır. dokuya geçtikten sonra isimleri makrofaj olur ve gece yemek verilmiş gremline döner, canavar gibi saldırmaya başlarlar. eğer dokudan girmeye çalışan bir patojen varsa orada onu bellerler, sonra kendileri de ölürler. kanda %5 kadar bir oranda mevcutturlar, duruma göre saatler ile günler arasında gezen bir hayatları vardır.
genel olarak akyuvarlar ve bağışıklık sistemimiz eğlenceli bir anlatımla böyledir
aslında ciddi bir konu olmasına rağmen gayet ben şu işlevlerini ve emir-komuta yapılarını okudukça neden vücuttaki kanın içinde geçen ve lökositlerin hayatını anlatan bir animasyon filmi çekilmedi hala onu merak ediyorum.
sağlıklı kalın, lökositlerin kafasını bozmayın. en çok da natural killer'ın kafasını bozmayın, kendileri geceleri uçan bir terördür adeta.