MÜZİK 15 Ağustos 2022
17,7b OKUNMA     404 PAYLAŞIM

Arctic Monkeys'in Ortaya Çıkışından Bakkaldan Azar Yiyişine Kadar Olan Hikayesi

Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da konser veren, konser çıkışı Beyoğlu'nda bir bakkal tarafından fırçalanan Arctic Monkeys grubu ilk olarak nasıl ortaya çıktı? Hangi albümleri yaptılar, nasıl çıkış yakaladılar? İşte başından sonuna Arctic Monkeys grubunun öyküsü.

grup üyeleri 85, 86'lı yıllarda doğmuşlar. hepsi orta sınıf ingiliz ailelere sahip. alex turner ve matt helders hem komşu çocukları, hem de aynı sınıfa gidiyorlar. jamie cook karşı komşuları. andy nicholson yine aynı mahalleden arkadaşları. (sonra grubu bırakıyor, tur yapmakta zorlandığı için. ileride pişman olsa da iş işten geçiyor. bas gitaristler turlamaktan çok haşlanmıyor ve gruptan ayrılanlar onlar oluyor genelde, ilginç.) gruba sonradan andy'nin yerine dahil olacak olan nick o malley ile de yine aynı çevredeler ve ortak arkadaşları var.
çocukluk dönemlerinde 90'lı yıllara damga vuran hip hop kültürüyle büyüyorlar. wu tang clan, dr. dre ve outkast dinliyorlar. 


2000'li yılların başında ise the strokes gibi rock grupları fırtına gibi esiyor. arctic monkeys üyelerinin üstünde en çok etkisi olan grup şüphesiz. (2018 tarihli albümleri i just wanted to be one of the strokes sözleriyle açılır.) bu grupla birlikte gitara ilgi duyuyorlar. şanslılar ki alex turner'ın babasının müzik öğretmeni. onunla birlikte müzik enstrümanlarına ulaşıyorlar. 15 yaşına geldiklerinde aslında grup çoktan oluşmuş oluyor.


arkadaşların partilerinde, orada burada gig (kısa süreli işler) yapmaya başlıyorlar. milletin eline, yaptıkları şarkıların cd'lerini tutuşturuyorlar. sonra gig'lerden birinde bir kız bunları çekip myspace'e atıyor. oradan domino records'a ulaşıyor bir şekilde. (domino'nun patronu tamamen beğendiği grupları bağlayan biriymiş. kendi zevkine göre, yani çok satar bunlara imza attırıyım gibi bakmıyormuş gruplara. zaten arctic monkeys dışı patlayan bi grup da yok şirkette.) şirket yetkilileri yüksek bir meblağ ile arctic monkeys'i bağlıyor. gruba daha sonra başka şirketlerden teklif gelse de bu şirkette tam otorite oldukları için başka şirketleri kabul etmiyorlar. 


ilk albüm ingiltere'de 1 haftada en çok satan albüm rekorunu kırıyor. the beatles falan geride kalıyor, o derece. alev alev bir piyasaya giriş oluyor yani.

ilk iki albümlerinde (whatever people say i am that's what i'm not ve favourite worst nightmare) daha önce bahsettiğim gibi hip hop ve rock'ı birleştiriyorlar. hızlı sözler, rhyme, gitar. tam olarak iki tarzın karışımı. özellikle parlatılması gereken iki nokta var burada. birinci alex turner'ın lirik zekası. 16 yaşında hayran olunacak seviyede sözler yazmayı başarmış. bazen ilk albümü dinlediğimde kıskançlığımdan çatlıyorum bunlar nasıl aklına gelmiş de yazmış diye sjhshsskksj. ikinci nokta ise matt helders'ın takdir edilesi yeteneği. normalde bateriyi kendi istememiş bana o enstrüman kaldı ben de mecbur onu çaldım diyor. 2000'li yıllarda gördüğümüz en iyi baterist bence. zaten daha sonra iggy pop ile de çalıştı. müzik dünyasının önde gelen kişileri hep yeteneğinden bahsetti.


üçüncü albüm dönemi (humbug) biraz karışık tepkiler topluyor. ilk iki albüm dönemi çıkmadıkları festival kalmamış, almadıkları ödül kalmamışken (mercury prize bile var) üçüncü albüm dönemi biraz köşelerine çekiliyorlar. queens of the stone age solisti çok sevdiğim josh homme ile takılmaya başlıyorlar. grubun müziği onun etkisiyle ağırlaşmaya başlıyor.

ilk iki albüm dönemi daha sivilceli ergen gibi görülürken (ki şarkılar pek de öyle değil aslında) artık olgunlaştık büyüdük mesajı verilmeye çalışılıyor belli ki. (my propeller gibi bir şarkıyla açılıyor albüm.) artık 20lerimize geldik ağır abi olduk albümü tam slskslslsş bir de bu dönem alex turner, alexa chung ile birlikte. albüm öncesi alexa amerika'ya taşınmayı teklif ediyor ve alex de kabul ediyor. yani hem josh homme hem de amerika'ya taşınmalarıyla grubun britishliği erimeye başlıyor diyebilirim. ingilizler o yüzden ilk iki albümü çok benimserken diğer albümlere "onlar da iyi ama ilk iki albüm başkaydı" gözüyle bakıyor.


dördüncü albüm dönemi (suck it and see) humbug'da da olduğu gibi çok başarı elde edemiyor. yine alex'in lirikleri övülüp geçiliyor. 

kırılma noktası beşinci albüm dönemi (am) oluyor. tam amerikan kültürü albümü. artık daha yavaş sözler daha akılda kalıcı melodiler var. alex'in british aksanının yerinde yeller esiyor. ama en çok tutulan albümleri oluyor global olarak. hala spotify uk'de listede 2013'de çıkan albüm, düşünün. eleştirmenlerin de en sevmediği albümleri bu olabilir. şarkıların soundları birbirinin aynısı eleştirisi yapılıyor hep. ama tam konser albümü. humbug ve suck it and see daha slow şarkılar olduğu için rock konseri için çok da uygun kaçmıyor gibi. ilk iki albüm de takip edilemeyecek kadar hızlı. ingilizler bile zorlanıyor alex'i takip ederken. ana dili ingilizce olmayan bizler nasıl takip edelim ahahaha.


sonra uzun süreli bir araya giriyor grup. aralarda tabii alex'in bir diğer grubu olan the last shadow puppets ile projeleri var ancak o bambaşka bir yazının konusu. yeri gelmişken şuna da değineyim. arctic monkeys'in beyni, kalbi, gözü, kulağı alex. tüm şarkıları o yazıyor, besteleri o yapıyor. diğerleri onun üstüne enstrümanlarını çalıyor. (yine belirtmekte fayda var. matt helders burada nick ve jamie'ye göre tam bir star.) hatta başlarda press tour olayını matt üstlense de alex zamanla utangaçlığından sıyrılınca onu bile üstleniyor. grubun diğer iki üyesi jamie ve nick'in zaten canına minnet onlar baştan beri press olayına girmiyor. yani tam kontrol alex'in kendisinde diyebiliriz.


the last shadow puppets da ise en az alex kadar etkin bir isim var o da grubun diğer üyesi miles kane. geri çekilip alex napıyosa yapsın üstüne ben de bi şey tıngırdatırım demiyor tüm sürece ortak oluyor.

ve çıkan son albümleri (tranquility base hotel & casino) döneminde ise hem eleştirmenler, hem hayranlar büyük şaşkınlığa uğruyor. rock grubu olarak bildiğimiz, gitar ve bateri ağırlıklı şarkılarla tanıdığımız arctic monkeys piyano albümü yapıyor. gitar çok fazla yok, yazının başından sonuna övdüğüm, alıştığımız matt helders baterisi yok. baştan beri bu albümle ilgili hep düşündüğüm şey keşke alex'in solo projesi olsaydı şeklinde. bu albüm o kadar ama o kadar arctic monkeys değil ki... alex beşinci albüm sonrası belli ki kendi köşesine çekilmiş ve dinlenmek istemiş. kendine hayali bir otel yaratmış ve bunun üstüne senaryolar kurmuş. çok kişisel bir albüm bence. asla konserde bangır bangır dinlenecek bir albüm de değil. kötü bir albüm değil bence bu arada ama arctic monkeys albümü olarak değil, alex albümü olarak dinliyorum ben. babası alex küçükken hep jazz ve piyano müzikleriyle büyütmeye çalışmış onu. sanki ona biraz ahde vefa gibi.


şöyle bir tüm albümlere baktığımızda albümlerin korelasyonları aslında çok düşük. yani birbirinden alakasız temalar ve enstrümanlar var. arctic monkeys şudur diyemiyorsunuz. bu yüzden gelecek albümü merakla bekliyorum. her defasında şaşırtmayı başarıyorlar; iyi ya da kötü.

yeni albüm ısınma turlarına istanbul ile başlamalarına çok sevindim. umarım yine gelirler ileride. ve geldiklerinde zorlu psm yerine başka bir yerde yapılır. 10 bin kişilik bir alanda yapılması şart; bu adamlar küçük bir grup değil. stadyuma koysan doldururlar yani. bunun dışında, konser performanslarını çok beğendim. canlı dinlediğim için şanslı hissediyorum.