Az Kişi Tarafından Bilinen Şaheser Niteliğindeki Neo-Noir Filmler
"film noir" dendiğinde aklımıza gelen filmler az çok bellidir. humphrey bogart'ın başrolünde yer aldığı ve john huston'ın yönettiği the maltese falcon (1941) türün tarifini yapan filmlerden biridir. ya da billy wilder tarafından çekilmiş olan double indemnity (1944) filmi aklımıza ilk gelen filmlerdendir. sunset blvd. (1950), the postman always rings twice (1946), out of the past (1947), the third man (1949), touch of evil (1958)... liste böyle uzayıp gider. ancak bazı filmler vardır ki "film noir" türünde çekilmiş olup biz sinefiller tarafından keşfedilmeyi beklemektedirler. bu listeyi oluştururken de imdb'de 10 binden az kişi tarafından oylanmış ve sinemasal anlamda başarılı bulduğum filmleri listeye almaya karar verdim. bu açıdan liste, tamamen kendi kişisel sinema zevkime göre hazırlanmıştır.
10) the big clock (1948)
george stroud artık çalışmaktan yorulmuş bir beyaz yakalıdır. yoğun çalışma temposu sebebiyle uzun zamandır ertelediği balayına çıkmak için fırsat kollamaktadır. sırf bunun için, şirketi bir dikatatör gibi yöneten patronu earl janoth ile tartışmayı bile göze almıştır. patronu janoth ondan işlerinin başında kalmasını ister. ancak stroud'un daha fazla çalışacak mecali kalmamıştır. patronuyla giriştiği laf dalaşı sonucunda işinden kovulur. bunun üzerine kafasını dağıtmak için gittiği bir barda şans eseri patronu janoth'un alımlı ve güzel metresiyle kaşılaşacaktır. metresi ona, birlikte janoth'a şantaj yapma teklifinde bulunur. ancak işler bu andan itibaren hiç de tahmin edildiği üzere ilerlemez. filmdeki hemen hemen her karakter kendini istemediği ve öngöremediği bir belanın içinde bulacaktır.
9) thieves' highway (1949)
“thieves' highway”, jules dassin'in kara listeye alınıp avrupa’ya kaçmak zorunda kalmadan önce amerika’da çekebildiği son filmlerden biridir. ayrıca, art arda çektiği birbirinden güzel “film noir” örneklerinden de bir diğeridir. savaş gazisi nick, memleketi california’ya dönmüş ve kamyonet şoförlüğü yapmaya başlamıştır. babasının da yıllarca yaptığı gibi kamyonetiyle elma taşımacılığı yapacaktır. ancak karşısına, babasının bacaklarını kaybetmesinden de sorumlu olduğunu öğreneceği mike figlia adında vicdansız ve merhametsiz bir rakip çıkacaktır. nick, babasının intikamını almak ve işleri yola koymak üzere kendi kedine söz verir.
8) where the sidewalk ends (1950)
bir kumarhane bataklığında başlayan kavga beklendiği üzere bir cinayetle sonuçlanacaktır. olay yerine gelen mark dixon ismindeki detektif cinayetin sorumlusunu az çok tahmin edebilmektedir. dixon, suçlulara uyguladığı aşırı şiddet sebebiyle bir süreliğine işinden uzaklaştırılmış, zamanında babasının da azılı bir suçlu olması sebebiyle de tüm suç dünyasından nefret eden bir polistir. ancak olayı araştırdığı sırada bir türlü kontrol edemediği öfkesine yenik düşecek ve kendisini hiç beklemediği bir suç sarmalının içinde bulacaktır. bu sarmalın içerisinde sadece suçlularla değil aynı zamanda kendisiyle de büyük bir mücadeleye girişecektir.
7) they live by night (1948)
"they live by night", amerikalı ünlü yönetmen nicholas ray’in ilk filmidir. film, vizyona girdiği yıl eleştirmenlerce beğenilmesine rağmen gişede yapımcılarını zarara uğratmıştır. ancak ilerleyen yıllarla birlikte, özellikle de “criterion collection”a girmesinin ardından film ayrı bir önem kazanmaya başlayacaktır. sinema eleştirmenlerince "couple on the run" yani “kaçan çift” alt türünün de ilk örneklerinden biri kabul edilmektedir. bu anlamda, bonnie and clyde (1967) gibi bir şaheserin de öncülerinden biri olmayı başarmıştır. film, planlandığı gibi gitmeyen bir hırsızlık hikâyesini konu alır. bu başarısız hırsızlık girişimi, ilerleyen sahnelerde büyük bir aşkın doğmasına da yol açacaktır. fakat bu aşkın da başarılı olup olmayacağı şüphelidir. “they live by night”, yalnızca “film noir” türünün değil aynı zamanda melodramın da güzel örneklerinden biridir. özellikle de son sahnesiyle izleyenleri ağlatacağına hiçbir şüphem yoktur.
6) brute force (1947)
komünist olduğu gerekçesiyle amerika'da kara listeye alınan ve amerika'da iş bulamadığı için fransa'ya göç etmek zorunda kalan jules dassin'in hollywood'da çekebildiği muhteşem film noir'lerden bir diğeri de "brute froce" filmidir. hapisten kaçma temalı filmler arasında en gerçekçi ve acımasız olanlarından biridir. efsanevi aktör burt lancaster'ın canlandırdığı mahkum joe collins, hapishaneyi tek yumruk rejimi ile acımasız bir şekilde yönetmeye çalışan capt. munsey'e karşı bir isyan çıkarmanın hazırlıklarını yapmaktadır. fransa'ya göç ettikten sonra rififi (1955) gibi bir başyapıta imza atan dassin'in kesinlikle izlenmesi gereken filmlerinden biridir.
5) the harder they fall (1956)
“the harder they fall”, humphrey bogart’ın son filmi olması açısından önemli bir filmdir. bogart, bu filmin ardından yakalandığı kanserin ilerlemesi ve önlenememesi sebebiyle hayata gözlerini yummuştur. fakat “the harder they fall”, sadece bu sebeple değil her yönüyle de muazzam bir “film noir” örneği olması açısından izlenmeyi hak eden bir filmdir. bu açıdan gerçek anlamda kıyıda köşede kalmış ve keşfedilmeyi bekleyen bir hazinedir. bogart’ın diğer büyük filmlerinin yanında bu film ne yazık ki unutulup gitmiştir. film, boks camiasında yaşanan şike faaliyetlerini, izleyicinin merakını zirvede tutmayı başararak anlatır. filmin başarısında dinamik oyunculukların da büyük payı vardır. bogart, açgözlü ama aynı zamanda da iyi yürekli spor yazarı rolünde elinden gelenin en iyisini yaparken ona eşlik eden metot oyuncusu rod steiger ise canlandırdığı paraya doymak bilmeyen nick karakteri ile harikalar yaratır. bogart ile karşılıklı oynadıkları sahnelerde bogart’ı rolüyle o denli bastırmaktadır ki bogart bazı yerlerde onu durdurmak zorunda kalır ve bizler buna bizzat şahit oluruz. uzun lafı kısası “the harder they fall”, bogart için sinemaya müthiş bir veda filmidir.
4) the set-up (1949)
spor temalı bir film noir örneği... konu itibarıyla oldukça basit bir film aslında. stoker isimli 35 yaşına gelmiş ve eski formunu artık kaybetmiş bir boksörün, 23 yaşında ve önüne geleni indiren genç bir boksörle yapacağı maçı kaybetmesi gerekmektedir. şehrin kötü adamı little boy, genç boksörün üzerine yüklü miktarda bahis parası yatırmış ve bu sebeple de büyük bir heyecanla stoker'ın kaybetmesini beklemektedir. "the set-up" filmi ucundan da olsa pulp fiction (1994) filminde bruce willis'in canlandırdığı butch karakterine de ilham vermiş gibi durmaktadır. sinematografisi göz dolduran bu spor temalı film noir'i mutlaka izleyin derim. bir boksörün psikolojine derinlemesine gerçekçi bir şekilde yaklaşan birkaç filmden de biridir aynı zamanda.
3) the narrow margin (1952)
film, günümüz polisiyelerinin vazgeçilmez konularından biri olan tanık koruma programının 1952 yılında işlenmiş versiyonudur. iki polis memuru, hayatını kaybetmiş büyük bir çete liderinin eşini, kocasının pis işlerini anlatabilmesi için mahkemeye yetiştirmeye çalışmaktadır. bunun için de uzun bir tren yolculuğu yapmak zorundadırlar. ancak işler planlandığı gibi gitmez. kadını susturmak isteyen kötücül güçler, polislerin ve tanığın peşine düşeceklerdir. çekildiği yıla göre izlemesi heyecanlı, müthiş bir film. filmin başları dışında geri kalanı hep trende geçiyor. bu daracık alanda yarattıkları gerilim ve heyecanı takdir etmemek mümkün değil.
2) criss cross (1949)
bazı filmler vardır nasıl bu kadar az bilinebilir diye hayret edersiniz. bu filmler kazılıp bulunmayı bekleyen birer hazinedir. bu filmlerden biri de robert siodmak’ın yönettiği, burt lancaster’ın ise başrolünde oynadığı “criss cross” filmidir. lancaster’ın canlandırdığı thompson karakteri, los angeles’a eski karısını bulmak için geri döner. boşanmış olmasına ve etrafındaki herkesin bu kadından uzak durması için onu defalarca uyarmasına rağmen thompson kalbine söz geçirememektedir. ancak tüm bunların dışında onu, eski karısına tekrar kavuşabilmesini engelleyen daha büyük bir engel beklemektedir. eski karısı, slim dundee adında acımasız bir gangsterle takılmaktadır. işin kötü tarafı slim de bu kadına âşıktır.
1) nightmare alley (1947)
listede yer alan filmler arasında beni en çok şaşırtan filmin bu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. gerçek anlamda kıyıda köşede kalmış bir başyapıt. sinema tarihi için o kadar kıymetli bir film ki bu kıymetin farkında olan guillermo del toro, filmi yeniden çekmeye karar vermiş. filmin 2021 yılında vizyona girmesi bekleniyor. guillermo del toro'nun 1947 yapımı orijinal klasiğe nasıl yaklaşacağı ise bir merak konusu. filmi tamamen mi taklit edecek yoksa kendi tarzıyla filmi yeniden mi yorumlayacak açıkcası heyecanla bekliyorum. ancak siz ne olursa olsun 1947 yılında çekilmiş olan bu gizli hazineyi mutlaka izleyin.