Bir Dönem Atari Salonuna Gittiği İçin Bol Bol Azar İşitmiş Efsanevi Nesil
oynamak ayrı, gitmek ayrı olaydı bizde. atari salonunun karşısında kahve vardı. onlara görünmek istemezdik. o zamanlar niyeyse bu ayıp bir şeydi. sonra haklı çıktım maalesef. kahveden bir işgüzar amca, "sizin oğlan atariye gidiyor ha" diye yetiştirmiş babama. yani neyi yetiştiriyorsa, gidip üst katta saksıda hint keneviri suluyoruz sanki. tabi babam da kızdı falan.
sanki kahvede koca adamların sabahtan akşama oynadığı tavla, okey, domino oyun değil. bak bu da şimdi aklıma geliyor, o zaman düşünememişim bu savunmayı, çocukluk işte:)
evime yürüyerek yarım saatlik bir mesafede bir atari salonu vardı, yaşlı bir teyze işletiyordu. lakabı da "anne" idi.
10'lu yaşlarda 50 tane velet "anne iki jeton versene" diye üşüşürdük kadının başına.
bir gün dağ tepe düz gitmişim, çölleri aşmışım o atari salonuna ulaşmak için. girdim kapıdan ve
-anne bi jeton versene
-sonra gel oğlum sen hadi.
teyzenin masasının önünde iki sandalye vardı ve iki tane kocaman adam oturuyordu bu sandalyelerde adamlar önce bana baktı ve sonra kadına döndü ve dedi ki, "bu da mı senin çocuğun ya?" kadın hı mı dedi.
masanın üzerinde adamın telsizini gördüm ve "tamam o zaman" deyip çıktım dışarı.
ebeveynlerin imzaladığı kağıtlar oluyordu hani, atari salonuna gitmemize izin verdiğine dair. hiçbirimizin o izin kağıdından yoktu. çünkü o dönem, atari salonu dedin mi, anne babanın gözünde teksas katliamı sahneleri oluşuyordu ve püskürerek hayır diyorlardı.
kadında böyle bir yöntem bulmuş olsa ki, he benim oğlan bu deyip yırttı o an benden örneğin.
fakat ben dışarıda her şeyi birleştirdim kafamda
...ve bir koşmaya başladım ki peşimde swat ekipleri, tepemde helikopter görüyorum adeta, o zaman gta yok ama 5 yıldızım işte.
depar depar depar.
koşuyorum mirkelam gibi.
bu adamlar kesin bu anne olayını anlamıştır, peşime düşmüştür diyorum, bir yandan ağlıyorum bir yandan hala koşuyorum. annem öğrenirse bana oklavayla girer diyorum, biraz daha hızlı koşuyorum, biraz daha ağlıyorum.
salak mıyım ben düz yoldan gider miyim. takip ediyorlardır diye, bi' sağa dönüyorum bir sola dönüyorum. yürüyerek 30 dakika olan yol, koşarak 1 saate çıktı.
mahalleye döndüğümde götümden nefes alıyordum. bir daha da atari salonuna gitmedim. son oldu benim için.
the king of fighters ve mustaphayı tek jetonla bitirmiş nesildir.
siyah cam üstüne kırmızı şeritli bir dükkan gördüğünde sevinen nesildir.
nedense içeride ayıp birşey varmış gibi camları karartmalı olurdu hep. ben street fighter da hep dayak yerdim ama mustafa'da iyiydim bak. yıllar sonra bunların emülatörünü buldum hepsi vardı, bilgisayarda da oynadım tabi. ama aynı heyecan oldu mu dersen, ne arar.
nedense gidince korkarak gidiyorduk.tanıdık,eş,dost,arkadaş görür de gider anne ve babaya yetiştirir diye.okula yakın bir atari salonumuz vardı, okuldan kaçar giderdik saatlerce o salonlarda zaman geçirirdik. saatlerce snow bros atari oyunu sırası beklerdik. diğer oynadığım oyunlar şiga, mustafa, stret fighter ve sunset riders'tı. bizim atarici çok uyanıktı, bazen hafta sonları atari salonu çok kalabalık olunca şalteri indirirdi, elektrik gitti diye bizi kandırırdı. maksat daha çok jeton satsın diye.bir keresinde de stret fighter oynayınca atari kolunu kırar gibi yapmıştım atariciden dayak yemiştim hey gidi hey!
kapıdan içeri girerken kerhaneye gidiyormuşcasına insanların bakışlarını üzerimize toplardık. jeton kontrolleri olurdu dükkanın sahibi tarafından. ara sıra polis falan basardı. daha ilkokul yıllarında bize hayatı özet geçen efsane yerlerdi vesselam.
(bkz: las vegas)
bodrum katı atari salonlarının rutubetli kokusunu bilen nesildir.
okuyunca anladım ki yalnız değil mişim demek ki bu gizli saklı gitme konusunda. niye o zamanlar bize mafyayla takılıyor, uyuşturucu alıyor, geneleve gidiyor muamelesi yapılırdı anlamam. gizli saklı sigara içerken yakalandığımda babamdan "yapma evladım iyi bir şey değil bu" diye sakin sakin nasihat dinlemiştim de atariye gittiğimi öğrenince "hayvan herif, lan sen ne işin var oralarda" diye gözlerinden ateş saçarak höykürmüştü bana.
bir keresinde de mahalleden arkadaşla atariye gittiğimizden şüphelenen annelerimiz bizi çapraz sorguya almıştı. çıkışta birbirimize "konuştuğumuz gibi anlattın, ötmedin di mi lan?" diye sormuş, güvenememiştik. ahah
gerçi işin heyecanı da, keyfi de biraz bu gizli saklı gitmekten, yakalanma korkusundan geliyordu sanırım. yoksa street fighter'da iki adam üstüste dövmüşlüğüm yoktur. bir beceremedim şu şoryukeni.
sarı 500 liraya jeton almış ve polis baskınlarında arka kapıdan kaçmış nesildir aynı zamanda.
ilk gittiğim zaman heyecandan aldığım jetonların bir kısmını harcamayıp eve götürmüştüm. eşofmanımın sağlam cebine koyup fermuarı kapatıp öyle saklamıştım. kafaya bak ya sanki kıçımla eroinle sınır geçmeye çalışıyorum. harbiden korkardım babama yakalanacağım diye ama hiç yakalanmadım.
(bkz: geçemiyosan geçiyim)
(bkz: yanına giriyim mi?)
en büyük hastalığım ve zevkimdi. bir de o yaşlarda gittiğimiz şehirlerin atari salonlarını mutlaka gezmek gibi bir huy edinmiştim. şu an dönüp baktığımda "pezevenge bak, sanki atari salonlarının vedat milör'ü " diyorum. sağolsun ailem de hiç "oğlum oralara gitme" falan gibi telkinlerde bulunmadı. önünden geçtiğimizde "aa atari salonu unkindled girecek misin?" derlerdi.
bu atari salonlarının meşhur olan bir olayı vardı. polis baskınları.
herkesin en çok korktuğu şeydi nedense. ben yaşadığım şehirdeki atari salonlarında açıkçası kötü bir olaya rastlamadım hiç. ama at hırsızı tipli adamların takıldığı yerler de görmedim değil gezdiklerim arasında.
neyse bir gün harçlığı gömmüşüz mk 3 ultimate başında. annemden de harçlık istemeye utanıyorum. girdim atari salonunun arkasından "polis geliyooooo" dememle beraber bir anda salon bomboş. 3-5 tane büyük abi kaldı. yetişebildiğim kadar kalan oyunları oynadım. bunu anlayan atari salonunun sahibi halit abi bir miktar ağzıma sıçtı ve beni bir daha içeri almadı. sonra da nasıl bir beddua ettiysem adamlar kapadı salonu.
sonrasında o güzel insanlar o güzel atlara binip bir bir gittiler.
atari kesinlikle underground dünyaya açılan bir kapıydı.özgürleştirici bir yönü vardı ama yine de tedirgin ederdi. içeri her girdiğinde bunu hissederdin. gördüğünden çok daha derin olduğunu anlaman uzun sürmezdi ve bu derinliğin boyutu tam bir muammaydı.