Çağımızın En Tehlikeli Savaş Aletlerinden Biri: Nükleer Denizaltı
Nükleer denizaltı nedir?
uzun süreli denizaltı devriyeleri için icat edilmiş, enerjisini nükleer reaktörden sağlayan bir denizaltı modelidir nükleer denizaltı. koca bir demir yığını olmasına rağmen, nükleer reaktör kullanılması, makina gürültüsünü azaltarak, ultrasonik radardan kaçabilecek kadar sessizlik sağlamaktadır.
Nükleer denizaltının tarihsel gelişimi
denizdeki silahların geleceği hakkında bilhassa ateş gücü konusunda dünyada gelişen teknolojiler, atom enerjisiyle birleşince, deniz gücü ve deniz harbi konusunda bu aletler gelecekte deniz gücünün anahtarı ve bir donanmanın bel kemiği olabilecek potansiyele sahiptir. amerikalı amiral hyman g. rickover'ın bu konuda geleceği görmesi ve nükleer denizaltıların gelecekte bir donanmanın hem su üstü hem de su altında vurucu gücünü oluşturacağını savunması takdire şayandır. zira giderek gelişen bu aletler, gerçekten de denizaltıların tarihsel rolünü gelecekte bir hayli değiştirecek gibi durmaktadır.
insanlık tarihinde tekerlek nasıl basit ama devrimsel bir icatsa kürek ve yelken de öyle icatlardır. denizcilik tarihinde buhar motorları, yelkenli harp gemileri, kadırgalar gibi savaş tarihini değiştirdiğini iddia edebileceğimiz devrimsel icatlar ve silahlar, nasıl bir etki yarattıysa nükleer tahrik sistemleri de öyle bir etki yaratmıştır. çünkü nükleer tahrikli bir su üstü veya su altı biriminin menzilinden söz edemeyiz. bunun sebebi nükleer tahrikli sistemler, mürettebatın ihtiyaçları haricinde ikmal gereği duymazlar. bu yüzden dünyayı hiç ikmal yapmadan 5-6 defa dolaşabilecek aletlerdir bunlar. denizaltılar az sonra değineceğimiz üzere asıl gücünü gizlilikten alan silahlardır. uzun yıllar boyunca bu aletlerin en büyük handikapı, çeşitli ihtiyaçlar için kendisini tespit ettirme ve hatta batırılma pahasına su üstüne çıkma ihtiyacı olmuştur.
denizaltılar, iki dünya harbinde gösterdikleri başarılar ile öne çıktıkları modern zamanda tüm taktik ve stratejilerin değişmesine neden olmuştur. ancak belirli aralıklarla su üstüne çıkma mecburiyetleri asıl gücünü gizlilikten alan bu platformlar için ciddi bir risk oluşturuyordu. ikinci dünya savaşı süresince özellikle almanlar, u boat’lar için bu sorunun üstesinden gelmek maksadıyla birçok sistem geliştirmiş, hiçbir sistem istenilen başarıyı sağlayamamıştı. daha sonra 1950’ler itibariyle denizaltıların imdadına atom enerjisi yetişmişti.
denizaltı denilen silahın en önemli özelliği , gizlenme olanağından azami ölçüde yararlanarak beklenmedik saldırılarla dünyanın en güçlü deniz kuvvetlerini bile bozguna uğratabilme kapasitesidir. bir denizaltının varlığının söylentisi bile koca bir deniz harekatını engelletecek kadar bir caydırıcılığa sahiptir.
ikinci dünya savaşında almanlar ingilizleri; amerikalılar da japonları denizaltılar yoluyla abluka altına almıştır. bununla birlikte belirli aralıklarla su üstüne çıkma zorunluluğu bu silahın handikapı olarak kalmıştır. özellikle radar sistemlerindeki gelişmeler ve elbette sonar, kendini veya şnorkelini su yüzüne çıkaran denizaltıların tespit edilmesini kolaylaştırmıştır. denizaltının gerçek anlamıyla denizin altında tüm harekatı icra edebilecek bir platform haline gelmesi nükleer reaktörlerin geliştirilmesiyle mümkün olmuştur.
nükleer reaktör tarafından üretilen elektrik, hem denizaltının seyrinde hem elektronik sistemlerin işletilmesinde hem de denizaltı içindeki havanın filtrelenip mürettebatın görevini devam ettirmesi için kullanılmaktadır.
atom enerjisinin denizaltılar için kullanılması fikri amerikan amirali hyman g. rickover tarafından şiddetle savunulmuştur. rickover, görüşlerini 1951'de senatoya kabul ettirerek bu alandaki ilk çalışmayı başlatmıştır. bu çalışmanın ürünü olan ve jules verne'in "denizler altında 20.000 fersah" adlı kitabına gönderme olarak uss nautilus (ssn-571) adı verilen ilk nükleer denizaltı, 1954'te hizmete girmiştir. denizaltı 1958'de kuzey kutbu'nun altından geçerek nükleer tahrik sisteminin denizaltılara ne gibi yeni kabiliyetler kazandırdığını göstermiştir. 1 ağustos'ta başlayıp 5 ağustos'ta sona eren bu yolculuk nükleer denizaltıların ortaya koyduğu yeniliklerden sadece biridir. artık dalış durumunda görev yapabilme süresini belirleyen etken platformun depolayabildiği yiyecek stoku ile belirlenir hale gelmiştir. uss nautilus'un su üstüne çıkmadan dört ay görev yapabilmesi, doğal olarak sscb'nin dikkatini çekmiştir. su üstü gücü olarak nato'nun gerisinde kalan kızıl donanma, büyük bir hızla nükleer denizaltı inşasına başlamıştır.
özellikle kış aylarında kuzey buz denizi'nin kalın bu tabakaları ile kapanması, sovyet donanması'nın nükleer denizaltılara olan ilgisini daha da yükseltmiştir. bu kapsamda moskova, diğer tüm ülkelerin envanterindekinden fazla sayıda nükleer denizaltı inşa etmek için gereken ödeneği ayırma konusunda tereddüt etmemiştir. sağladığı avantajlar nedeniyle hem batı hem de doğu bloğu tarafından büyük önem verilen nükleer denizaltılar, soğuk savaşta en çok kullanılan savunma aracı olmuştur.
avcı ve kıyamet silahı
nükleer denizaltılar, taarruz ve balistik füze olarak iki kategoride değerlendirilir. her iki denizaltı kategorisi de stratejik ve taktik amaçlar için kullanılır.
"avcı-katil" olarak da doktrinde geçen taarruzi nükleer denizaltıların birincil hedefi, nükleer-balistik füze denizaltılarıdır. ikincil görev ise düşmanın su üstü filolarına ve ticaret hatlarına taarruz görevleri icra etmektir.
balistik füze denizaltıları ise ikincil nükleer taarruz amacıyla geliştirilmiştir. olası bir üçüncü dünya harbinde kara konuşlu siloların öncelikli olarak imha edileceğini değerlendiren iki süper güç, karşılık verebilmek için nükleer başlıklı füzelerini denizaltılara yerleştirerek okyanuslara dağıtmıştır. bu yapı, daha kısa menzilli füzelerin de birbirlerine karşı kullanılabilmesi ve ateşlemeden sonra düşmanın reaksiyon verebileceği sürenin düşürülmesi için de büyük avantajlar sunmuştur. tüm bu özelliklerine ilave olarak balistik füze denizaltılarının muharebe kabiliyeti, taarruz denizaltıları ile mücadeleye girebilecek derecede üstündür. taşıdıkları değerli mühimmat nedeniyle kendilerini açığa çıkarmamak için askeri ve ticari gemilerine saldırmasalar da bu görevleri taarruz denizaltıları kadar başarıyla yerine getirebilmektedirler. bildiğimiz anlamda konvoy harbi yapmak ise doktrinlerde genellikle konvansiyonel denizaltılara düşer.
bir de üçüncü bir ara sınıf olarak nükleer güçte çalışan ve seyir füzeleri ile donatılan denizaltılar geliştirilmiştir. bu modeller, asıl olarak sscb tarafından amerikan görev kuvveti'ne (task force) yönelik olarak tasarlanmıştır. nükleer harp başlığı taşıyan süpersonik seyir füzeleri ve yine nükleer başlıklı uzun menzilli 650mm torpidolar taşıyan bu denizaltılar, uçak gemisi çevresinde toplanmış bir görev kuvvetini savaşın ilk dakikalarında kullanılamaz hale getirmekle görevlidir.
abd ise benzer şekilde bir su üstü gücü bulunmayan kızıl donanma için böylesi bir denizaltı geliştirmeye ihtiyaç duymamıştır. bununla beraber seyir füzelerinin kara taarruzlarında yüksek etki göstereceğini değerlendiren amerikan deniz kuvvetleri kurmay başkanlığı, soğuk savaş yıllarında kendi denizaltılarına bu kabiliyeti kazandırmıştır. rusların özel rampalardan ateşleme metodundan farklı olarak abd denizaltıları, seyir füzelerini torpido tüplerinden hedefe gönderebilir. bununla beraber abd de 2000'lerde bu göreve özel virginia sınıfı denizaltıları geliştirmiş ve bir kısım ohio sınıfı denizaltıyı seyir füzesi ateşleme platformuna dönüştürmüştür. özellikle körfez savaşı ve balkan müdahalelerinde nükleer denizaltılar, kara hedeflerine yönelik füze saldırıları gerçekleştirerek birer su üstü gemisi rolü de üstlenmiştir.
okyanusta kedi fare oyunu
ortaya ilk çıkışlarından berlin duvarı çöküp soğuk savaş bitene kadar geçen sürede nükleer denizaltılar, atlantik ve pasifik okyanuslarında dünyanın en ölümcül kedi fare oyununu oynamıştır. nükleer bir denizaltı, görev tanımı gereği kendini göstermediği için yaptığı işler hiçbir zaman kamuya yansımamaktadır. soğuk savaş sürecinde, amerikan ve sovyet denizaltıları denizin altında pek çok kez çatışmıştır ; ancak bu olaylar hiçbir zaman kamuya yansımamış ve resmi ağızlardan çıkarlar doğrultusunda doğrulanmamıştır. genel kanının aksine sovyetler birliği, yalnızca nicelik değil, nitelik bakımından da batılı rakiplerinden bu konuda ilerideydi. genelde titanyumdan yapılan ve çift gövdeli olan rus denizaltıları, 1970'lerle beraber sürat ve derinlik avantajını ellerinde bulundurmaya başlamıştır. abd, rakibine kaptırdığı bu üstünlüğü ancak 90'ların başında soğuk savaş sona ererken dengeleyebilmiştir.
yıllar içinde okyanuslardaki bu yarışa çin, fransa, hindistan ve ingiltere de aktif olarak katılmıştır. nükleer denizaltı konusunda nato üyesi ingiltere , halen atlantik'te önemli bir güç oluşturmaktadır. 1982 falkland muharebesinde arjantin'in general belgrano kruvazörü, hms conqueror denizaltısı tarafından torpido ile batırılmıştır. bu harekattan sonra savaş boyunca arjantin su üstü filosu bir daha limanlarından çıkmamıştır. bu olay, tarihte bir nükleer denizaltının ilk ve tek deniz muharebesinde kullanım örneğidir. tek bir aletin bütün arjantin deniz kuvvetlerini limana hapsetmesi, umarım nükleer denizaltıların ne derece caydırıcı özelliği bulunduğuna dair fikir vermiştir.
nükleer silahlarını nato'nun kontrolüne bırakmak istemeyen fransa ise paktın askeri kanadından bu konuda ayrılarak kendi nükleer denizaltı gücünü oluşturmuştur.
tüm bu çalışmalar içinde en dikkat çekeni ise çin'dir. soğuk savaş yıllarında caydırıcı amaçlı küçük bir nükleer denizaltı filosuna sahip olan çin donanması, gücünü nitelik ve nicelik açısından artırmaya başlamıştır. halen kendi sularında görev yapan bu gücün, yakın gelecekte pasifik ve hint okyanusları'nda geniş çaplı devriyelere başlaması olasıdır. böylesi bir durumun başta abd olmak üzere tüm batılı ülkeleri de rahatsız edeceği aşikardır.
nükleer denizaltıya sahip bir diğer ülke hindistan da diğer kullanıcılardan farklı olarak kendi tasarlamadığı bir sistemi envanterinde bulundurur. rusya'dan 1980'lerin sonuna doğru proje 670 skat (nato kodu : charlie) sınıfı bir denizaltıyı kiralayan hindistan, günümüzde de yine kiralama yöntemiyle proje 971 shchuka-b (nato kodu: akula) sınıfı bir denizaltıyı elinde bulundurur. hint donanması, özgün tasarım bir platform için çalışmalar yapsa da henüz kendisine ait böyle bir platforma sahip değildir. hindistan'a benzer şekilde brezilya da fransa'dan sağladığı teknik destekle nükleer denizaltı geliştirmeye çalışmaktadır.
türkiye, yunanistan gibi yeşil su donanmalarında ise idamesi son derece masraflı olan denizaltıların kıyı sularında saklanma kabiliyeti de düşüktür. boyutlarının büyüklüğü ve yaydıkları manyetik iz nedeniyle konvansiyonel denizaltılara nazaran sığ sularda daha kolay tespit edeilebilen bu sistemlerin bir diğer dezavantajı da nükleer reaktörün yaydığı yüksek sıcaklıktır. bu dezavantajlar uçsuz bucaksız okyanusların derin sularında çok da önemli değildir, bu nedenle köklü gelenekleri ve büyük denizaltı filolarına rağmen almanya, italya, türkiye, yunanistan gibi birçok yeşil su donanması nükleer denizaltılara yönelmemiştir.
ancak şurası var ki, türkiye (günümüz koşullarında ütopik kalsa da) bir gün dünya denizlerinde (daha doğru bir deyişle okyanuslarında) söz sahibi olmak istiyorsa asırlar boyu oluşturup oturtmaya çalıştığı bahriye geleneğine artık tam bir şekil vermeli ve güçlü bir donanmanın günümüz şartlarına göre koşulu olan nükleer tahrikli denizaltılar ve uçak gemileri için en azından ön çalışmalar yapmalıdır.
günümüz koşullarında türk deniz kuvvetleri'nin harekat sahası olan akdeniz'de uçak gemisi veya nükleer denizaltı fikri her ne kadar türkiye için gereksiz ve bir o kadar saçma bir fikir olsa da geleceğe yatırım olarak köklü bir denizcilik geleneği yanında nükleer bir altyapı da ister. günümüz şartlarında beyin göçünü önleyip türkiye'de nükleer enerjinin altyapısını oluşturacak beyin takımına sahip çıkmak ve bu kimselere sermaye sağlamak başta donanma olmak üzere devletin ve silahlı kuvvetlerin tüm kurumlarının yararınadır. zira türkiye'nin bir mavi su donanması olarak dünya denizlerinin istediği yerine menzil sınırlaması olmadan su üstü/su altı muharebe araçlarını gönderebilmesi, dünyanın en uzak bölgesine bile operasyon yapabilip, sınırsız amfibi kuvvet sevk edebilmesi için bunlar şarttır. ancak yazıda belirttiğim gibi şu an için ütopik, uçuk ve saçma bir fikir olsa da geleceğe dair mavi su donanması olmak, türk bahriyesinin önemli hedeflerinden biri olmalıdır...