TARİH 9 Mayıs 2017
679b OKUNMA     2894 PAYLAŞIM

Çayınızı Kahvenizi Alın Gelin: Başlangıçtan Günümüze Seksin Entrika Dolu Tarihi

Günümüzün en büyük tabularından seksin nerelerden geçerek bugünkü halini aldığını ve farklı toplumlar tarafından nasıl yorumlandığını Sözlük yazarı "diesel1907" uzun uzun, güzelce anlatmış.


şu anda mevcut büyük dinlerde ve toplumlarda nasıl "tabu" olarak görülüyorsa antik çağlardaki dinlerde ve toplumlarda da o kadar kutsallaştırılan ve hatta zaman zaman insanı tanrıya yaklaştıran bir ibadet olarak görülen bir aktiviteydi. bu entry'de zaman makinemize atlayıp antik çağlara bir yolculuk yapıyoruz ve seks kavramının günümüze kadar nasıl şekillenip tabu halini aldığını tarihsel ve tarafsız bir gözle inceliyoruz.

bir uyarı yapayım: bu yazının içeriği bazı konularda (din, cinsellik...vs) hassasiyeti olan insanları rahatsız edebilir (+18).

önce müziği verelim.


antik çağlardayız. henüz israil haricinde tek tanrılı organize dinler ortaya çıkmamıştı ve israil'de de kendilerine museviler diyen küçük bir topluluk belki de dünya tarihinde ilk kez tek tanrılı organize bir dine inanmaktaydı. bu din henüz çeşitli versiyonlarıyla ve güncelleme paketleriyle beraber dünya'ya yayılmış değildi.

şimdi antik yunanistan'dayız.

iki adet kendilerini tanrı yoluna adamış, mübarek mi mübarek olan, alınları secdeli olmasa da cükleri nurlu insan ikina sıkıla çalıştıkları mesleklerinde kazandıkları helal parayı harcamak için yaşadıkları şehrin en büyük ve görkemli tapınağına doğru ayaklarındaki tahta terlikleri toprak zemine vura vura fiti fiti yürümekteydi. tapınakta görevli her biri azize seviyesindeki fahişeler de gelen vatandaşlarla para karşılığı çeşitli cinsel hazlar tattırarak ibadetlerini yerine getirmeleri sağlıyorlardı ve tanrı ile kul arasında bir köprü görevi görüyordu. evet yanlış okumadınız. o dönemlerde tapınaklarda para karşılığı fahişelerle seks yapmak insanı tanrıya yaklaştıran bir aktivite olarak görülüyordu.

aslında o dönemde özellikle bazı toplumlarda seksin her türlüsü ibadet sayılabiliyordu çünkü sadece insanların değil hayvanların da çoğalmak ve yavrulamak için kullandığı bu aktivite tanrı katında çok makbul olmalıydı ki insanlara bu kadar zevk ve keyif vermekteydi. o dönemki yaygın inanca göre tanrı insanların sevişmesini istemeseydi bunu çok zevkli yapmazdı. seks bugün olduğu kadar o gün de çok gizemli ve merak edilen bir şeydi. o zamanki insanlara göre, mesela bazı hayvan türlerinin cinsi münasebete girmeden önce birbirlerine kur yapmaları aslında çeşitli tanrı'ları yüceltmelerinin bir parçasıydı ve hayvanlar da bu şekilde ibadet ediyordu.


peki bu inanış ilk olarak nasıl ortaya çıkmıştı?

antik dönemlerde teknoloji pek gelişmediği için gerek savaşlarda, gerek tarımcılıkta, gerek insanın elini attığı diğer girişimlerde en fazla askere/işçiye/elemana sahip olan taraf kimse her zaman o kazanırdı. bugünkü gibi bir füzeyle bin düşman askerini telef edererek ahirete intikal ettirmeniz ve tanrısıyla buluşmasını ve yaptıklarının bir bir hesabını vermesini sağlamanız pek mümkün olmadığı için sahip olunan asker sayısıyla cephede alınan başarılar arasında pozitif bir korelasyon mevcuttu. her ne kadar o dönemlerde de kamera görünce sırıtarak "bin romalı 10 bin persliyi yok eder" diyen bazı insanlar mevcut olsa da bunu cephede görmek pek mümkün olmuyordu.

bu durumda milletler hem asker hem de üretimde görev alan işçi sınıfının sayısını mümkün olduğunca yüksek tutmak istiyordu. age of empires (eycof) deyişiyle, insanlar o dönemde sürekli köylü ve asker basıyordu. bu durumda da üreme oldukça önemli bir aktiviteydi. bir millet ne kadar hızlı ürerse o kadar hızlı güçlenebilirdi. üremenin yolu da seksi kutsallaştırmaktan geçiyordu. o dönemlerde henüz tek tanrılı organize ve kuralci dinler ortaya çıkmadığı için bu konuda ortada bir tabu da yoktu. yani bugün kulağa neredeyse korkutucu gelen "tanrıyla yakınlaşmak için sevişme" fikri o dönemde toplumlara gayet normal geliyordu ve bu görüş günlük hayatın bir parçası haline gelmişti.

o dönemlerde kadın vücudu tanrı'nın en önemli sanat eserlerinden ve ödüllerinden biri olarak kabul ediliyordu ve çocuk doğurarak insanlığın neslinin devam etmesini sağlayan kadın rahmi tanrı'ya açılmış kutsal bir kapı olarak görülüyordu. yani kadın vücuduna hem manen hem de madden çeşitli anlamlar yüklenip tapılmaktaydı. bazı romalılar buna tepki olarak "dünya kadar malın olacağına fındık kadar...." şeklinde bazı sözler kullansa da halkın çoğunluğu bu tepkinin yersiz olduğunu düşünüyordu ve bu tür cümleler söyleyenlerin ağızlarına iz bırakacak şekilde terlikle veya yakınlarda mevcutsa bir adet kürekle vuruluyordu.


o dönemde çoğu milletin kullandığı 28 günlük takvimler zannedilenin aksine sadece ay'ın 28 günlük hareketine ithafen değil aynı zamanda kadınların 28 günlük adet takvimlerine ithafen de hazırlanmıştı. 28 günde bir ay nasıl yenileniyorsa kadın vücudu da aynı şekilde 28 günde bir yenileniyordu ve bu dönem insanının hayranlıkla izlediği ve tesadüf olamayacak kadar önemli bir olaydı.

ta ilk insandan beri çocuk yapmak için bir kadınla bir erkeğin birleşmesi gerektiği içgüdüsel olarak da olsa biliniyordu ve sevişme sırasında duyulan o gizemli ve esrarengiz hazzın dünya-dışı veya dünya-ötesi olduğu düşünülüyordu çünkü dünya'daki hiçbir şey o hazzın yerini tutamıyordu (dikkatinizi çekerim, o zamanlar henüz "orgazmdan daha zevkli anlar" başlığı icat edilmemişti). cinsellik sadece haz veren bir şey değil aynı zamanda insanın doğayla bütünleşmesi ve bir olması anlamına geliyordu. eski inanışlara göre "cinsel arzu" dünya'nın yaratılışında kullanılan enerjilerden biriydi ve çoğu zaman tanrılar bile bu arzudan muaf değildi.


bunun bir istisnası vardı, o da sporcular ve atletlerdi. özellikle erkek sporcular vücuttan sperm atarlarsa erkeklik ve güç kaybedeceklerine inandıkları için özellikle müsabakalardan önce haftalar sürecek bir seks orucuna başlıyorlardı. buna karşılık aristo'ya göre ergenliğe giren bir erkeğin hem fiziksel hem de zihinsel ve ruhsal olarak gelişimini tamamlaması için aktif bir cinsel hayata sahip olması gerekiyordu ve buna sporcular da dahildi. bu yüzden müsabakalardan sonra veya boş zamanlarda onlar da ortama ayak uydurmalıydı.

iş bununla da kalmadı. milattan önce yaşayan antik insanlar hem ahiret inancına sahip olmadığı (ahiret inancı hıristiyanlıkla beraber yaygınlaştı) hem de kısa ömre sahip olduğu için (ortalama insan ömrü 30-35 sene) bu kısa ömürlerinde tadabildikleri kadar zevk tatmaya önem veriyorlardı ve hayatta tattıkları zevkleri tanrıların bir hediyesi olarak görmekteydiler. tanrılar insanlara cinsellikten zevk almayı bahsettiyse ve kısa ömür verdiyse bu kısa ömure ne cinsel konularda ne de başka konularda sınırlar koymak ve çeşitli zevkleri (o dönemlerde inanılmayan bir) ahirete ertelemek olmazdı.

örneğin çıplak heykelleriyle yunanistan'ın bir çok noktasında bugün bile sünnetsiz çükünü sergilemeye keyifle devam eden ve yaptıklarıyla truva savaşının çıkmasında önemli bir rol oynayan priam'ın oğlu paris bir dönem yakışıklılığını ve cazibesini de kullanarak her gördüğü kadınla çima etmekteydi. bir gün abisi onu "yakışıklılığını ve cazibeni kullanarak bu kadar kadınla birlikte olman ayıp değil mi" diye sorgulayınca paris "(dönemin tanrıçalarından biri olan) afrodit bana yakışıklılık ve cazibe vermişse bunu kullanmamak ve bunun nimetlerini yememek ona (afrodit'e) hakaret etmek gibidir" diye cevap verir. her ne kadar paris'le ilgili anlatılan bir çok şey efsane olsa da ona atfedilen bu söz o dönem halkın önemli bir kısmının fikriyle paralellik içermektedir.


yukarda dediğim gibi o dönemde yaşayan insanlarda seks dahil olmak üzere tanrıların insanlara verdiği nimetleri tüketmek ve bunlardan zevk almak tanrılara teşekkür etmeye eşdeğerdi. bu dönemde "günah" gibi bir kavram olmadığı gibi cinselliğin günah kabul edilebilmesi için herhangi bir toplumsal konsept de oluşmuş değildi. yani az önce bahsettiğim zaman makinasına atlayıp milattan önce 500 yılına gittiğimizde dönem insanlarına "günah la günah" dersek yüzümüze boş boş bakmaktan başka bir tepki vermeyecekleri kesindir çünkü "günah" kavramı organize dinlerle beraber ortaya çıkmıştı. hatta bugünkü dini terimlerle o dönemki seksüel ritüelleri açıklamaya kalkarsak kullanmamız gereken gelime "günah" kelimesinden çok "sevap" kelimesi olmalıdır çünkü dönem görüşüne göre seksüel ritüeller tanrı'yı yüceltmenin bir yoludur, yani bir ibadet veya tasavvuftur (yazıyı buraya kadar okumuş olanlara yoklama: aramızda çarpılan var mı?).

mısır'da firavunlar dönemi öncesinde en önemli tanrılardan biri min isminde bir bereket tanrısıydı. min'in mevcut heykel ve resimlerinde neredeyse gözümüze gözümüze giren penisi oldukça dikkat çekicidir.



ilginçtir ki firavunlar dönemi başlayıp firavunlar kendilerini tanrı ilan ettikten sonra bile min önemli bir yer tutmaya devam etmişti. her firavun görevinin başına gelince ilk olarak min'e bağlılık yemini ederdi ve sonra bir seromoninin parçası olarak herkesin gözleri önünde nil nehri kıyısında çırılçıplak soyunduktan sonra nil nehrine doğru mastürbasyon yapıp spermlerini nehre doğru akıtırdı. bu sayede yeni tanrı olarak atanan firavunumuz min'den aldığı yetkiyle nehri kutsamış ve bereketlendirmiş olurdu. bunun dışında yine eski mısır tanrıları olan seth ve horus arasında yaşanan bir "osbir yarışması" var ki onun detaylarını öğrenmek isteyenler internette ufak bir arama yapabilirler.

eski toplumlar nil ve fırat nehri gibi bereketli ve bölgedeki insanların tarım yoluyla hayatını idame ettirmesine yardımcı olan büyük nehirlerin tanrıların mastürbasyonunun (bilimsel adıyla: osbir) sonucu olduğuna inanmaktaydı. inanışa göre ne zaman bu büyük nehirlerden birinin suyu azalsa o dönemde inanılan tanrılardan biri o nehre doğru mastürbasyon yaparak bereketini arttırıyordu. mesela sümer tanrılarından enki'nin görevlerinden biri fırat nehrinin sürekli olarak doluluğunu sağlamaktı (eline sağlık).


mısırlılar'a göre diğer tüm tanrıları yaratan yani tanrıların tanrısı olan atum bir gün can sıkıntısından mastürbasyon yapmıştı ve onun boşalmasıyla biri erkek biri kadın olmak üzere 2 insan meydana gelmişti (atum ismi "attırmaktan" mi geliyordu acaba?). bunlar ilk insanlardı ve diğer tüm insanlar bunlardan türemişti. sanıyorum "peçeteden kendi imkanlarıyla doğma" terimi da burada doğmuştu. bu inançlara ve efsanelere göre antik çağlarda sadece cinsel birleşme değil mastürbasyon da kutsal bir yere sahipti.

"dünya'nın en eski mesleğine" sahip olduğu söylenen ve mesleğini lidyalılar parayı icat etmeden önce bile çeşitli şekillerde icra etmekte olan fahişeler paranın icadıyla ve yayılmasıyla beraber yeni bir hüvviyet kazandı. bir yanda devletin işlettiği genelevlerde çalışanlar, bir yanda bağımsız çalışarak devlete vergi ödeyenler ve kazançlarını legal ve kutsal bir yere taşıyanlar, bir yanda asıl mesleği müzisyenlik olan ama bahşiş toplamak için bir yandan da bu mesleği icra edenler, bir yanda kedicikler yani tapınak fahişeleri derken bir sürü çeşit fahişelik ortaya çıkmıştı. hani bugün hastahanelerde parmağını ağzına götürüp "sessiz olun" işareti yapan hemşire resimleri var ya, o işaret eskiden "burada olanlar burada sır olarak kalacak, sakin dışarıya anlatmayın" yani "what happens in vegas stays in vegas" anlamına geliyordu ve antik çağlarda verilen bazı partilerde ve bazı genelevlerde bu işaret sıklıkla kullanılıyordu.


yukarda bahsedilen meslek sahiplerinin bazıları toplum tarafından saygı görürken bazıları toplumun en alt tabakası olarak düşünülüyordu. bazı fahişeler "devremülk" sistemine dahildi. bu sisteme göre bir fahişeye 12 talip çıkıyordu ve bu kişi her ay bu 12 kişiden birine "hizmet" sunuyordu. bazıları sadece "zengin ve elit erkeklere" hizmet sunarken bazıları alt tabakaya da hizmet vermekteydi ve hemen hemen tüm versiyonlarda adet dönemi tatil kabul ediliyordu. normalde sadece roma vatandaşı hür erkeklerin giymesine izin verilen togaları kadın fahişeler de giymekteydi ve buna kimse karışmıyordu. erkek fahişeler köle olarak tanımlandığı için onların "aktif" tarafta olması yasaktı ve sadece "pasif" roller edinmelerine izin veriliyordu.

o dönemlerde şimdiki gibi homoseksüel-heteroseksüel gibi ayrımlar tanımlanmamıştı. daha doğrusu toplum tarafından bir insanın ya o tarafta ya da bu tarafta olması gerektiği aşılanmamıştı. böyle bir tanım yapılmadığı için böyle bir konsept de oluşmuş değildi. yani bir erkek kadınlarla da erkeklerle de cinsel yakınlaşma yaşayabiliyordu ve bu onu homoseksüel veya heteroseksüel yapmıyordu. gerçi o dönemde cinsellikteki ayrımlar daha çok "aktif-pasif" yani "alan-veren" şeklindeydi.

İki erkeğin yakınlaşmasını konu eden bir tasvir.

yani bir erkeğin erkeklerden mi kadınlardan mı hoşlandığına bakılmadan cinsel birlikteliklerde aktif taraf mı pasif taraf mı olduğuna bakılıyordu. genelde iki erkek cinsel birleşmeye girdiğinde soyça yüksek ve elit olanın aktif, soyça düşük olanın da (örneğin köle olan veya roma/atina vatandaşı olmayanlar) pasif olması bekleniyordu.

o dönemi anlayabilmek için şu anda bildiğimiz tüm zihinsel konseptleri unutmamız gerekiyor. örneğin antik bir şehirde eski bir tapınakta çırılçıplak soyunmuş ve herkesin gözleri önünde uluorta cinsi münasebete girmekte olan iki insan düşünün ve kendinizi bu iki insanın yerine koyun. bir anda "başkası yerine utanma" deneyimini yaşadınız çünkü insanların sizi o halde görmesi kafanızda utanılacak bir şey olarak canlandı. işte o dönemler bu utanılacak bir şey olarak görülmüyordu. aksine özellikle bazı dönemlerde bu "onur duyulacak" bir şeydi (tabi ki bu fikri şahsi olarak savunmuyorum, sadece o dönemki insanların hayatı ve bazı şeyleri nasıl gördüğünü açıklamaya çalışıyorum).

o dönemlerde roma'dan hindistan'a, yunanistan'dan mısır'a kadar geniş bir yelpazede halkın evinde bulundurduğu tabak, bardak, çömlek, çanak, vazo gibi eşyalarda dönemin cinsel hayatını gösteren minyatür, resim ve figürler görmek gayet mümkündü.


bugün müzelerde sergilenen bu vazolarda görülebileceği üzere heteroseksüel ilişkilere yer verildiği gibi gay ve lezbiyen ilişkilere veya toplu ilişkilere de gayet açık ve net bir şekilde yer verilmekteydi. gerçi o dönemde "üzerinde çima resimleri olan çanağa nimet konmaz, çarpılırız" diyen dayılar olmuş mu bilmiyoruz ama bu çanakların çok popüler olduğunu biliyoruz. nimet demişken, o dönemde bazı fırıncıların kadınlara cinsel haz vermek için dildo şeklinde ekmekler çıkarttıkları da biliniyor. bugün ekmek insan emeğini simgelediği için bir kutsiyeti var ve özellikle türk kültüründe ekmeğin kırıntısının yere dökülmesi bile günah kabul edilmektedir. o dönemde demek ki anadolu coğrafyasında ekmeğe bakış açısı daha farklıymış. en azından ekmekten dildo yaptığı veya bunu kullandığı için çarpılan birine rastlamıyoruz. o dönemde fırıncılarda dönen dedikoduları, fırıncıların haylaz çıraklarının oynadığı türlü oyunları ve o dönemde çeşitli esnaf ile çekilen emrah filmlerini düşünmek bile istemiyorum.

bugün turistik mekanlarda gırgır niyetine satılan bereket tanrısı heykeli o dönemde tüm ihtişamıyla ve çeşitli boyutlarda olmak üzere insanların evlerinin vazgeçilmez eşyalarından biriydi. bazı evlerde her odaya bir heykel düşebiliyordu. özellikle misafirlerin ağırlandığı yemek odalarında en büyük ve ihtişamlı heykeller sergileniyordu. evinizdeki bereket heykelinin çükü ne kadar büyükse o kadar iftihar etmeliydiniz ve sizin evdeki çük mutlaka komşunun (heykelinin) çükünden büyük olmalıydı.

Yunan bereket tanrısı Priapus.

aynı dönemde cinsellik içerikli hikayeler anlatan çeşitli el yazması porno kitaplar ve karikatüristler tarafından çizilen çeşitli porno mecmualar elden elde dolaşmaktaydı. bunun dışında başta yunanlar olmak üzere bir çok antik milletlerin tiyatro gösterilerinde cinsellik konusu hiçbir sansüre uğramadan tepe tepe kullanılıyordu.

gerçi milattan önce 4. yüzyıldan önce cinsel içerikli vazo ve çömlekler giderek azalmaya başlıyor. o dönemde ne olup da bu vazolarda azalma yaşandığını bilmiyoruz. belki yukarda bahsettiğimiz dayı "ben anama bacıma bu kasede yemek yedirmem" diyerek isyan başlatmıştır ve piyasadaki cinsel içerikli mutfak malzemeleri piyasadan çekilmiştir. belki de o dönemdeki yerel gazeteler dönemin hükümetine yaranmak için "biz o kadar da godoş değiliz ya" deyip bu vazoları kuponla vermeyi kesince evlerde de kullanımı da zamanında arcoroc/arcepal yemek takımlarında olduğu gibi bıçak gibi kesilmiştir. sebebi bilinmemekle beraber cinsel içerikli çanak çömleklerin çoğu atina'da üretilmesine ve kullanılmasına rağmen büyük çoğunluğu italya'daki kazılarda bulunmuş. yani bir dönem bu vazo ve çömlekler yunanistan'dan italya'ya geçirilmiş ve italya'da kendilerine müşteri bulmuşlar.

Büyük İskender (2004) filminde İskender ve sevgilisi olduğu düşünülen Hephaistion.

antik dönemlere ait bir başka ilginç nokta da birbirlerine her konuda bağlanan homoseksüel ve biseksüel askerlerdi. milattan önceki yıllarda o dönemde bilinen dünya'nın 3'te 2'sini kılıcıyla fetheden büyük iskender'in çocukluktan beri en iyi arkadaşı hephaistion amyntörös'tu. bir çok tarihçi bu ikisi arasında bir aşk olduğunu düşünüyordu. ikisinin bulunduğu tüm savaşlarda birbirlerini canları pahasına korudukları dikkat çekiyordu. üstelik bu iskender-hephaistion ikilisinden başka diğer askerlerde de görülüyor. iskender'in ordusundaki bir çok askerin aynı kendileri gibi asker olan erkek sevgilisi vardı ve birbirine ölümüne bağlanıp savaşan bu çiftlerin savaşlarda müthiş bir performans gösterdiği görülmüştü. zamanında yunan filozof plütarkhos/plato da buna dikkat çekmişti.

antik yunanlarda ve romalılar'da aristokrat sınıf toprak sahibiydi. devlet aristokratlara belli bir ölçüde toprak vererek karşılığında savaş zamanı asker temin etmelerini sağlıyordu. bu da bu sınıfın savaşlara yolladığı asker sayısı ve toprak miktarlarıyla övünmeleri anlamına geliyordu. antik dönemin ortalarına doğru işler biraz değişti ve roma ve yunan devletleri kendi ordularını kurmaya başladı. bu da aristokrat sınıfın savaş kazanmadaki önemini azaltacaktı. bu sefer birbiriyle yarışıp üstünlük taslamak için spora ve hayatın diğer ögelerine sarılmaya başlayan aristokratlar bu dönemde cinselliğin kurallarını da yeniden yazmaya başladılar. ilk olimpiyat oyunları da bu dönemde organize edildi.

kaşlı, güçlü ve heybetli gençlerin olimpiyatlara hazırlanmak için kullandığı idman alanları zengin ve orta yaşlı aristokrat erkeklerin uğrak yerlerinden biri haline gelmişti.


burada çoğu zaman çıplak bir şekilde idman yapan ve tüm adelelerini sergileyen genç erkeklerin vücudunu izleyen ve onlara cinsel obje gözüyle bakan bu paralı kodamanlar zaman zaman beğendikleri erkekleri parayla yataklarına atmaktan da çekinmiyordu. tabi ki bu erkeklerle sınırlı değildi. aristokrat kadınlar da kocalarından gizlice bu tür oyunlara girmekten çekinmiyordu.

sonradan güç kazanan organize dinlerle beraber insanlar arasında yeni yeni yayılan fikirlerden biri "mükemmel tanrı" fikridir. tek tanrılı dinlere göre tanrı mükemmeldir, eşsizdir, doğmamıştır, doğurmamıştır, kimse ona benzeyemez, günahsızdır ve asla kandırılamaz! bundan önce çok tanrılı dinlere inanan insanlar bu fikre oldukça yabancıydı çünkü inandıkları yüzlerce tanrı içinde iyi olan da vardı, kötü olan da vardı, şehvetine yenilenler de vardı, birbiriyle savaşan da vardı, birbirine aşık olup evlenen de vardı, sevip de kavuşamayan da vardı ve her tanrı insanlar gibi zayıflıklarla ve çeşitli eğilimlerle doluydu. yunan filozof homer'a göre tanrılar hırsızlık, cinayet ve yalan söyleme dahil insanların düştüğü bir çok hataya düşebilirdi.

aslında bunun sebebi antik çağlardaki çoğu milette (yunanlar, romalılar, mısırlılar ve hindistanlılar başta olmak üzere) herkesçe sevilen ve bazı konularda meziyet sahibi olduklarına inanılan bazı insanlar öldükten sonra kendilerine "tanrılık" veriliyordu ve yıllar sonra bu kişiler kendine ait tapınak ve inananlara sahip oluyorlardı.


özellikle roma imparatorları insanlara tanrılık bahsetme yetkisine sahipti ve bunu cömertçe kullanıyorlardı. örneğin ölen eşini veya annesini tanrıça ilan edip adına tapınak inşa ettiren roma imparatorlarının sayısı hiç de az değildi. bu tanrılaştırma fikri daha sonra vatikan tarafından bazı dindar kişilere ölümlerinden sonra verilen "azizlik" makamına benzese de arada farklar mevcuttu çünkü tanrılık makamını elde edebilmek için yapılması gereken belli bir kriter mevcut değildi. ölümden sonra tanrılaşabilmek ve sonraki nesiller boyunca tapınılabilmek için o dönemki insanların saygı ve sevgisini kazanıp roma imparatorunun kalbine girmek yeterliydi.

tabi ki o dönemde romalılar, hintliler, yunanlar ve mısırlılar arasında çeşitli "tanrı transferleri" de olmaktaydı. bazen yunanlar'ın tanrılarından biri farklı bir isimle hindistan'da, hindistanlılar'ın tanrıları veya tanrıçaları farklı bir isimle roma'da ortaya çıkabiliyordu. bir kültürden başka kültüre transfer olan tanrının bazı özellikleri de yeni kültürüne daha rahat adapte olabilsin diye değişebiliyordu ama genel hatlarıyla bir çok özellik korunuyordu. kolay kolay değişmeyen bir şey varsa o da çeşitli tanrı ve tanrıçaların türlü türlü cinsel fantazileri olduğuydu ve o tanrı ve tanrıçalara tapan insanların da o fantezileri kendi adlarına yapılan tapınaklarda birer ibadet ruhuyla yaşadığıydı.

o zamanlar antik insanlar tarafından pek bilinmeyen ama sonradan popülarite kazanan "mükemmel ve kusursuz tanrı" fikri günah kavramını da yanında getirdi çünkü insanlar mükemmel bir tanrı'nın yeryüzündeki temsilcileriyse onu en iyi şekilde temsil etmeye çalışmalıydı. bazıları erkek, bazıları kadın olan antik tanrıların aksine tek tanrının cinsiyeti olamazdı ve cinsel hayatı da olamazdı. bu da tek tanrılı dinler yayıldıkça çeşitli coğrafyalarda cinselliğe sınırlamalar getirecekti.

Hint tanrıçası Shiva.

aslında tek tanrılı dinler de bu işi bir anda gerçekleştirmedi ve herşey aşamalar halinde gerçekleşti ama buna yazının ilerleyen bölümlerinde değineceğiz. bu dönemde roma imparatorluğu boyunca çok popülerleşen latince bir sözde dendiğine göre "amantes sunt amenteş" yani "aşıklar çılgındır" denilerek iki aşık insan arasında geçen herşeyin o aşkın bir parçası olarak görülmesi gerektiğine dikkat çekiliyordu. aşıklar çılgındır, yani onları yaptıklarından dolayı suçlayamayız. tabi ki buradaki "aşıklar" kelimesi önemlidir çünkü antiklerde bile bazı sınırlar vardı. örneğin birinin rızası olmadan onunla cinsel birleşim yapılamazdı ama karşı tarafın rızası olduğu taktirde neredeyse herkesle herşey yapılabilirdi.

bu yazıda her ne kadar antik roma ve yunanlardan örnek versem de bu şekilde yaşayan tek millet bunlar değildi (yani adamları hususi olarak sapık ilan etmeyin diye söylüyorum). o dönemde hindistan'dan mezopotamya'ya, afrika'dan japonya'ya kadar bir çok toplumda benzer şeyler gözlemlenebilirdi. özellikle hindistan'da bugün turistler tarafından -hizmet almadan- ziyaret edilebilecek yüzlerce seks tapınağı mevcuttur.

ilginçtir ki dönemin ilginç tanrılarından birinin ismi "pan" olarak geçer. pan'ın vücudunun belden aşağısı keçi şeklindeyken belden yukarısı insan şeklindedir ve aynı bir keçi gibi boynuzlara sahiptir. pan'ın bir çok özelliği olmakla beraber keçilerle ve koyunlarla cinsel ilişkiye girerek küçükbaşla uğraşan çiftçilere bereket verdiğine inanılmıştır. ilginçtir ki hıristiyanlıktan sonra ortaya çıkan "şeytan" veya "iblis" anlatımlarında pan'ın resimleri, heykelleri ve tasvirleri kullanılmıştır.


kendisinin keçilere hallenirken resmedildiği ve müzelerde sergilendikten kısa bir süre sonra vatikan'ın çok sert tepkisini çeken ünlü bir heykeli mevcuttur (günümüzde bir çok dilde kullanılan "panik" kelimesi de bu tanrıdan geliyormuş).

o dönemde çeşitli şehirlerde yaşanan dini bayram ve festivaller de cinsellikle doluydu. örneğin atina'da düzenlenen bir festivale bölgedeki bir çok şehirden insanlar akın ediyordu ve evlerine yeni seks teknikleri ve pozisyonları öğrenmiş bir şekilde geri dönüyorlardı. çeşitli festivallerde tanışan insanlar yemek tarifi paylaşır gibi sevişme tarifi paylaşıyor ve birbirlerinin bilgilerinden ziyadesiyle istifade etmekten çekinmiyordu. yani kısaca anlayacağınız bazı konularda cinsel devrim çoktan yaşanmıştı. zaten günümüze kadar gelen kamasutra benzeri teknikler de buradan geliyor.

yine bu festivallerde afrodizyak etkisi yapan bazı maddeler ve yiyecekler paylaşılıp bunların tarifleri elden ele dolaşıyordu (tabi o zamanlar oktay usta yok). kesin olmamakla beraber o dönemlerde "en çok hangi tarif cuk kaldıracak" turu yarışmalar yapılmış olabileceğini tahmin ediyorum. bugün sofralarımızın vazgeçilmezlerinden olan zeytinyağları bu festivallerde vücuda sürülerek bir nevi "yağlı güreş" turnuvaları düzenleniyordu (zeytinyağı aynı zamanda bir kayganlaştırıcı ve doğum kontrol yöntemiydi). bu dönemde yunanlar çeşitli meyvelerle (örneğin nar) şarapları karıştırıp çeşitli içecekler hazırlarken bu konuda biraz daha ilerlemiş olan mısırlılar çeşitli macun formülleri üzerinde çalışmaktaydı. isviçreli bilimadamları o dönemde daha doğmamıştı.


o dönemde kullanılan ve cinsel isteği arttırdığına inanılan yöntemlerden biri boyna penis şeklinde kolye takmakmış. demek ki o dönemde kuşu ötmeyenler halk tarafından ayıplanmadan toplum içinde göğsünü gere gere dolaşabiliyormuş. kısaca o dönemde şehirlere mancınıklar yağarken halk durmadan sevişirdi ve inanılan bir cennet olmadığı için yeryüzü cennete çevrilmişti. ayrıca yine bu dönemde evlerin ve tapınakların çeşitli yerlerinde penis şeklinde heykeller bulundurarak bu mekanların kötü ruhlardan korunduğuna inanılıyordu. yani o dönemlerde penis şeklindeki bibloların işlevi bugünkü nazar boncuklarına yakındı.

zaman zaman insanların bir araya geldiği toplu "orgy" partileri düzenleniyordu. bölgedeki belli başlı kediciklerin teşrif ettiği bu partilere herkes elini kolunu sallayarak giremiyordu. her orgy'nin kendine ait sponsorları ve bu sponsorlar tarafından belirlenen belli kural ve kriterleri vardı. belli tarikat ve gruplara üye olanlar o grubun düzenlediği orgy'lere katılma hakkı elde ediyordu. her orgy belli bir antik tanrıyı övmek ve ona ibadet etmek için o tanrıya inananlar tarafından dizan edilmişti. bu orgy'lere katılmak için uzun mesafeden gelenlere "hacı" gözüyle bakılıyordu. orgy partileri genelde çeşitli ayın ve ritüellerle başlayıp üyelerin sır paylaşımlarıyla devam ediyordu. bu esnada sayıları zaman zaman 2-3 bini bulabilen orgy katılımcılarına çeşitli içki ve maddeler verilerek "ilham" görmeleri ve dış dünyadan zihinsel olarak kopmaları sağlanıyordu. daha sonra da kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan cinsellik evresine geçiliyordu. bu orgy'lere köle ve özgür sınıftan katılanlar olsa da kölelerin "aktif", özgür erkeklerin de "pasif" roller alması yasaktı.


her ne kadar o zamanlar "sevgililer günü" icat edilmemiş olsa da 14 şubat tarihi antik romalılar tarafından şevkle kutlanan bir gündü. 13 şubatta başlayıp 15 şubatta sona eren bu bayramın ismi luperçalia'ydı ve bu bayram süresinde gerçekleştirilen bazı ritüeller sayesinde roma'nın ruhsal olarak temizlendiğine ve şehirdeki kötü ruhların kovulduğuna inanılıyordu. seks tanrısı inuus'un hususi olarak yüceltildiği ve onurlandırıldığı bu bayramdan önce bir çok romalı vatandaş 1 ay süren "seks orucuna" giriyordu ve bayram süresince bu bir ayda toplanan enerjiyi boşaltıyordu. bir ay boyunca seks orucu tutmuş olan romalı kadınlar o gün makyajlarını yapıyor, süslenip püsleniyor ve en seksi kıyafetlerini giyip sokağa dökülüyordu. erkekler de her türlü bakımlarını gerçekleştirmiş halde sokağa dökülüyordu. o gün roma'daki östrojen ve testesteron hormonları kilometrelerce öteden farkedilebilirdi.

festivalin başında şehrin dışında bir dağa çıkan erkekler keçi kurban ettikten sonra bu keçilerin kanlarını alınlarına sürüyordu. bundan sonra kurban edilen keçilerin derileri yüzülüyordu ve ufak şeritler halinde kesilip toplanan erkeklere dağıtılıyordu. bunun akabinde bölgedeki tüm erkekler sarhoş olana kadar şarap içiyordu. daha sonra şeritler halinde kestikleri keçi derilerini alıp roma sokaklarını turlamaya başlayan erkekler gördükleri kadınlara bu derilerle sanki kırbaçla vuruyor gibi hafifçe vuruyorlardı. bunun kadınların doğurganlığını arttırdığına inanılıyordu. bazı erkek ve kadınlar vücutları parlak gözüksün diye zeytinyağıyla kaplıyordu ve herkesin "malvarlığı" öldüğü gibi meydandaydı. akşamın ilerleyen saatlerinde artık sarhoş ve yorgun düşen insanlar evlerine kapanıyordu ve günü çeşitli cima aktiviteleriyle tamamlıyordu. aynı bayramın yunan ve mısırlı versiyonları da mevcuttu.


o dönemde hem elit kesim hem de toplumun diğer kesimleri zamanı gelince ve doğru eşi bulunca evleniyordu ama özellikler erkekler evlendikten sonra dahi zina yapmaya devam ediyordu. boşanma konusuna gelince, antik toplumların çoğunda boşanma aynı evlilik gibi normal görülüyordu ve bir çok kişi ömrü boyunca 3-4 defa evlenip boşanıyordu. hem erkeklerin hem de kadınların boşanma talep etme hakkı vardı ve boşanma için ortada çok güçlü bir sebep olmasına gerek yoktu. zaten çoğu zaman boşanma işine bakan bir mahkeme de yoktu. boşanan çift kalabalık bir meydana gelip "bu andan itibaren boşanmış bulunuyoruz" diye ilan ettikten sonra boşanmış sayılıyordu. boşananlar kısa süre içinde yeni birini bulup evleniyordu ve hayat onlar için devam ediyordu. toplumda boşananlara kötü gözle bakılması gibi bir şey yoktu. ilk evliliklerde anne babanın sözü geçerliyken ikinci evlilikten itibaren anne babalar kenara çekilip çocuklarının istediği kişiyle evlenmesine izin veriyordu.

sahi, ne olmuştu da binlerce yıldır sınırsız ve özgürce yaşanmakta olan ve tanrıları yüceltmekte kullanılan cinselliğin kredi notu bir anda "ibadet" seviyesinden "günah" seviyesine düşürülmüştü ve tanrı'nın kızgınlığını üzerine çekmişti?

tabi ki bu bir gecede olmadı. yani atalarımızın cükleri bir gecede cahil kalmadı. herşey bundan 2 bin yıl önce bıyıklı bir adamın elinde sigarayla "bunları ananıza bacınıza yapsalar hoşunuza gider mi?" demesiyle de başlamadı. her ne kadar bu değişim dinlerden önce başlasa da herşey organize dinlerin çeşitli toplumlarda "paralel" bir şekilde nüfuz kazanmasıyla hız kazandı.

bugün büyük dinlerin kaynağı olarak görülen musevilik dünyadaki ilk tek tanrılı inanışlardan biridir ve belli kurallarla çevrelenmiş organize bir dindir. musevilikte cinsel konularda bazı sınırlandırmalar görüyoruz. tevrat'ta diğer kavimlerden sözederken sıklıkla tanrı'yı yüceltme için seks yapma olgusu oldukça sert ifadelerle eleştiriliyor. aynı zamanda tanrı'nın "kızgın ve kıskanç" öldüğü, tanrı'dan başka kimseye şehvet duyulmaması gerektiği gibi ifadelere yer veriliyor. mesela bir pasajda musa'nın tanrı'sından başka tanrı'ya tapanlar "kendilerini pazarlayan fahişelere" benzetiliyor. musevilik sadece tek bir milletle sınırlı olduğu için bu dinin cinselliğe olan etkileri uzunca bir süre boyunca israil ve çevresiyle sınırlı kalacaktı.


bakire bir anneden doğup bakir olarak can verdiği söylenen (ki burada da cinsel bir sembolizm var) isa reyiz museviliği yeniden yorumlayarak yeni öğretiler ortaya atmıştı ve böylece sadece belli bir millet arasında yayılan musa'nın dini artık diğer milletlere yayılmaya hazır hale gelmişti. ilk olarak akdeniz çevresine yayılacak olan bu dinin kuralları isa tarafından belirlenmiş sayılmazdı. açıkçası incil'de yazılanlar doğruysa isa "ilk taşı günahsız olan atsın" demişti ve insanlara günah-sevap hesabı yapmaktansa tanrı'ya sevgiyle bağlanmalarını önermişti. zaten isa yeni bir din kurmak yerine museviliği yeniden yorumlamaktaydı. isa'nın ölümünden birkaç kuşak sonra özellikle paul'in bazı öğretileri paket haline getirip yaymasıyla beraber bu "işevilik" ve "hıristiyanlık" adı altında yeni bir dine dönüştü. artık dünya'da tek bir millete sınırlı olmayıp da organize kurallara sahip olan ilk din oluşmuştu.

gerçi hıristiyanlık öncesinde plüto ve homer gibi bazı filozoflar "topluma hakim olmak isteyen birinin önce kendisine hakim olması gerekir" diyerek toplumun üst kesimindeki insanların bazı konularda daha kontrollü yaşamaları gerektiğini iddia edecekti. plüto'ya göre milletleri yönetmek isteyen birinin önce nefsine hakim olabilmesi gerekmektedir ama daha sonra bu "nefse hakim olma" fikri hıristiyanlıkla beraber sadece yönetici sınıfına değil tüm topluma yayılacaktı. bunun tek sebebi dinsel veya ruhsal değildi.

Homeros

örneğin hıristiyanlık yayılmadan önceki dönemde roma imparatorluğunda üst düzey memur olarak hadim edilmiş kişiler tercih edilirdi.

bunun iki sebebi vardı:

1) o zamanlar yaygın olan bir görüşe göre hadim edilmiş erkekler çocuk sahibi olamayacağı için kendi çoluğunu çocuğunu değil de ülkeyi düşünerek hizmet verebilirdi.

2) hadim edilmiş ve cinsel hazlardan uzaklaştırılmış biri cinsellikle yoldan çıkartılıp ayartılamazdı.

o dönemde mısır'dan gelen bir tarikatın üyeleri de gönüllü olarak kendilerini hadim ediyordu ve üstün ahlak sahibi olduklarını iddia ediyorlardı. plüto'ya göre nefsine hakim olamayan bir devlet adamı rüşvetle veya cinsel tahrikle manipüle edilebilirdi (örneğin kleopatra tarafından manipüle edilen anthony) ve bunun önüne geçmenin tek yolu güçlü bir karaktere sahip olmaktı.

buna göre güçlü karaktere sahip olmanın bir parçası da cinselliğe dizgin vurabilme yeteneğiydi. zaten birçoklarına göre hıristiyanlığın şekillenmesinde fikirleriyle direkt olmasa da dolaylı olarak en büyük rolü oynayan filozoflardan biri plüto olacaktı. paul bunu bir adım öteye taşıyarak romalılar'a yazdığı bir mektupta "şehvetimizin ve bizi esir alan günahlarımızın değil tanrı'mizin kulları olmalıyız" diyecekti. bu fikir ilerleyen yıllarda başta justın olmak üzere bir çok önde gelen hıristiyan alım tarafından da devam ettirildi. hıristiyanlığın ilk yıllarında bazı kişiler cinsel günahlardan korumak için kendilerini hadim ettirdiyse de bu davranış bir süre sonra kilise tarafından yasaklandı.

Romalılara mektup yazan Paul.

aslında plato ile hıristiyanlık dönemi arasındaki dönemde ağustos ayına ismini veren roma imparatoru augustus'tan bahsetmek gerekir. ağustos ona göre ahlakı çöküntü yaşamakta olan roma toplumunu ahlaki yönden bir düzene sokmak istiyordu ve onun döneminde bu yönde belli başlı kanunlar geçirildi. buna göre roma vatandaşı hür kadınların köle sınıfıyla cinsel ilişkiye girmesi veya evlenmesi yasaklandı. ayrıca kadınların kocası hariç biriyle cinsel ilişkiye girmesi de ilk kez yasaklanıyor ve karısını başka erkekle basan bir adama o erkeğe tecavüz etme veya öldürme hakkı veriliyor. erkeklerin karısıyla ve kölesiyle ilişkiye girmesi serbest bırakılıyor ama karısı hariç roma vatandaşı özgür bir kadınla yatması yasaklanıyor.

augustus'un bu kararı almasının arkasında birkaç sebep vardı. bu sebeplerden biri ırksaldı (çünkü "soylu roma ırkının" diğer ırklardan hamile kalarak ırkın karışmasını istemiyordu) diğeri de ülkede uzun süredir devam eden kimin eli kimin cebinde müessesesine son vermekti. ironiktir ki augustus'un öz kızı julia bu kanunlar geçmeden önce yaptığı gibi geçtikten sonra da evli olmasına rağmen önüne gelenle yatmaya devam ediyor ve ağustus en başta buna göz yumarken bir süre sonra baskılara dayanamayıp kızını sürgün ettiriyor. açıkçası augustus'un kanunları hıristiyanlık dönemine kadar çok net bir şekilde uygulanmıyor. bir ara bazı romalılar augustus'a "kendi kızına sahip olamayan bu godos bu ülkeye mi sahip çıkacak" dese de kendisinin verdiği "daha düne kadar siz küsküden küsküye koşuyordunuz, hepiniz oradaydınız be!" cevabı sonucu sustular.

İmparator Agustus.

kısaca cinselliği öne çıkartan ahlak anlayışı ilk olarak dinlerle birlikte ortaya çıkmamakla beraber bunun özellikle avrupa'da yayılmasında dinler büyük bir rol oynamıştı. hıristiyanlığa geri dönüyoruz. hıristiyanlığın kurucusu olan paul'in öğretilerine göre eskiden kutsallık atfedilen tapınak ve kiliselerin yerine inananların vücudu gelecekti çünkü inananların vücudunu kutsal ruh kendisine yuva yapmıştı. kendilerini isa'ya teslim ederek kutsal ruh'a bedenlerinde ev sahipliği yapan hıristiyanlar tanrı'nın bir parçasını vücutlarında taşıyorlardı ve tanrı kadar temiz ve pak olmaya çalışmalıydı. artık her hıristiyan'ın bedeni tanrıya adanmış bir tapınak hükmündeydi. paul'a göre cinsellik konusunda nefsine hakim olabilenler tamamen cinsellikten uzak durmalıydı ve bunu yapamayacak olanlar da en azından evlenip tek eşlilik yaşamalıydı. bir süre sonra katolik ve ortodokslarda bir ruhban sınıfı ortaya çıktı ve bu ruhban sınıfının evlenmesi tamamen yasaklanırken normal vatandaşların evlenmesine izin verildiyse de boşanmasına izin verilmemeye başlandı.

aslında ilk hıristiyanlar paul'ün öğretilerini anlamak konusunda bazı kafa karışıklığı da yaşamıyor değildi. bunu paul'ün çeşitli yunan şehirlerine yolladığı mektuplardan da anlıyoruz. paul bir yandan cemaatlere "gelmiş geçmiş tüm günahlarınız affedildi" derken bir yandan da "günah işlemekten çekinin ve kendinizi günahlardan uzak tutun" diyordu. ilk hıristiyanlardan bazıları "tüm günahlarımız affedildiyse neden bu konuda titiz olalım ki" şeklinde bir kafa karışıklığı yaşıyordu. paul'ün öğretisini daha iyi anlayabilmek için o döneme ait başka bir bilgiye bakmamız gerekiyor.


o dönemde romalılarda ve yunanlarda toplum 2 katmandan oluşuyordu. bu iki katman soylular ve kölelerdi. soylular kendilerini ahlaki olarak kölelerden üstün olarak görüyorlardı ve kölelerin bir çok ahlak kuralından muaf olduğunu düşünüyorlardı. onlara göre köleler doğuştan ahlaksızdı ve ahlaklı olmak gibi bir gayeleri de yoktu (not: buradaki ahlak anlayışı cinselliğin epeyce ötesinde bir anlayıştı).

paul'a göre toplum yine 2 katmandan oluşuyordu ama bu katmanlar biraz daha farklıydı:

1) tanrı'nın köleleri

2) günahlarının köleleri.

paul her ne kadar hıristiyanların tüm günahları affedilmiş olsa da onların yine de günahlardan uzak durarak tanrı'ya günah-sevap hesabı yapmadan bağlanmasını istiyordu. paul'a göre tanrı'nın kölesi olan insan günahlarından arınmış ve kollanmış olacaktı, zira insan tanrı'nın yeryüzündeki halifesiyse buna uygun şekilde yaşamalıydı (buradaki ahlak anlayışına cinsellik de dahil).

ilk dönemde roma devletinin artık hızla yayılan bu yeni dine tepkisi çok sert oldu. kiliselere ayakkabıyla giren roma askerleri papaz-hatip okullarını da birer birer kapatmaya başladılar. şaka bir yana, roma imparatorluğu hıristiyanlığı kendisine bir tehdit olarak görmekteydi ve hıristiyanlara baskı uygulayabilmek için zaman zaman o dönemki insanlara bile "sapıkça" gelebilecek ve "hayda!" dedirtecek ithamlarda bulunmaya başladı. örneğin o dönemde romalılar tarafından yayılan bir dedikodu ve iftira kampanyasına göre hıristiyanlar ayinlerinde "adet kanı içip kendilerini cinsel ilişki için hayvanlara sunuyorlardı."


böylece daha o zamandan cinselliğin politik bir "iftira aracı" olarak kullanılma taktiği ortaya çıkmıştı. bir süre sonra bu mağduriyetten de beslenen hıristiyanlar ülkede giderek güç kazandılar ve bir süre sonra ülkeyi tamamen ele geçirme noktasına geldiler. bu kez de aynı araçları onlar kullanmaya başlayacaktı. artık hıristiyanlığa karşı gelen valiler ve diğer devlet adamları birer birer cinsel ithamlara uğruyordu ve görevinden oluyordu (o dönemde henüz şantaj kasetleri icat edilmemişti).

birinci yüzyılın sonunda hıristiyanlar devletin içinde belli başlı yerlere gelmişti ve yeni dönem roma imparatorları da bu yeni inanca biraz daha sıcak bakmaya, veya en azından daha fazla tolerans göstermeye başlamıştı. bu dönemde yazılan bazı mektup ve belgelerde "hıristiyanlığın fikir olarak son dönem yunan ve romalı filozofların fikirlerine yakın olduğu ve vatanını milletini sevip eski adet ve geleneklere de saygılı olan hıristiyanlar'ın hiçbir zaman roma imparatorluğu içinde bir devrim veya ihtilal peşinde olmadığı" yazıyordu. böylece roma imparatorluğunda yaşanan bazı korkuların önüne geçilecekti.

hıristiyanlar gerçekten de bir devrim peşinde değildi ama roma imparatorluğu'nda giderek nüfuzlarını arttırıyorlardı. gerek yerel yönetimlerde gerek imparatorluğun yönetiminde bir çok önemli mevkiiye hıristiyanlar gelmişti. o dönemde hıristiyanlar diğer roma vatandaşlarından daha ahlaklı ve güvenilir olduklarını cinsellikten örnekler vererek gösteriyordu ve bu da onların devlet içinde güçlenmesine ve daha çok mevki sahibi olmasına yardımcı oluyordu çünkü devlet içinde hıristiyanlar hariç güvenilebilir ve cinsellikle kandırılamayacak devlet adamı yok denecek kadar az sayıdaydı. artık hıristiyan olmayan romalılar bile hıristiyanlar'ın ahlaken kendilerinden üstün olduğunu kabul etmeye başlamıştı ve devlet içinde kümelenmelerine kimse ses çıkartmıyordu. koskoca imparator bile hıristiyan kesime "ne istediniz de vermedik" diye yaklaşmaya başlamıştı.


roma imparatorluğu dinsel karışıklıklarla boğuşmak istemiyordu ve ülkenin bir kısmı paganlardan ve önemli bir kısmı da hıristiyanlardan oluşmaktaydı. bu durumda iki inancın gelenekleri harmanlanıp ortaya karışık bir inanç sistemi oluşturulabilirdi. bu durumda yeni sistemin kurallarına da yeni yeni ortaya çıkan ve kendilerinin evlenmesine bile izin verilmeyen ruhban kesim karar verecekti, zira isa bey hiçbir zaman böyle bir sınıfın varlığından söz etmemişti (bu arada "isa reyiz" artık "isa bey" oldu çünkü ortaya attığı fikri tuttu ve dünyaya yayıldı).

hiç kuşkusuz yaratılan bir başka sınıf da "kadın-erkek" sınıfıydı. artık kadın ve erkek toplumun gözünde farklı yerlerdeydi. kadınlar erkekler tarafından korunup kollanması gereken namus objesi haline gelmişti. romalılar'ın bazı eski adet ve gelenekleri yüzyıllardır olduğu gibi devam ederken bazıları güncellenecekti.

bir toplumu kontrol altına alabilmenin en kolay yollarından biri onların hayatına türlü kanun ve kurallarla sınırlandırmalar getirmek ve onlara yaptıklarından dolayı suçluluk duygusu yaşatmaktır. bu da "günah" denen kavramın sadece dini kesimlerde değil aynı zamanda artık etkisi giderek azalan seküler kesimlerde de yayılmasına sebep oldu. bundan sonra eskiden gayet normal olarak görülen bir çok davranış "günah" haline gelmişti. bunu pekiştirmek için de ahiret inancı yayılmaya başlanmıştı. böylece insanlara "bu dünya'da tüm zevkleri tatmak yerine kendinizi kontrol ederseniz bir sonraki hayatta sonsuza kadar her türlü zevki tadacaksınız" deniyordu.

seks aynı zamanda politik rakipleri ekarte edebilmek için kullanılan bir silah haline gelmişti. artık politik rakiplere parayla tutulan kadınlar yollanıyor, sonra seks sırasında basılıp sadece politik kariyeri değil aynı zamanda tüm itibarı bitiriliyordu.

bu yeni düzende seks hala kutsal bir akvititeydi ama 2 şartla:

1) bir erkek ile bir kadın arasında yapılmalı.

2) yapanlar evlilik bağıyla bağlı olmalıdır.

hatta yeni düzene göre kendisini kocasına sunarak kocasını cinsel açıdan doyuran bir kadın tanrı'ya hizmet etmiş gibiydi, yani seks belli şartlara uyduğu taktirde yine ibadet statüsündeydi.


zaten insanların çocuk sahibi olup çoğalması hala ısrarla istenmekteydi. aslında bazı alimlere göre seks sadece çocuk yapma amaçlı olmalıydı ve bundan zevk duyanlar suçluluk duymalıydı. iş bununla da kalmamıştı ve boşanma yasaklanmıştı. böylece bir çiftin ömürleri boyunca sadece birbirleriyle, o da tanrı'ya tapacak mübarek ve nurlu çocuklar doğurmak için, seks yapması mümkün kılınmıştı.

artık hıristiyanlık avrupa'da yayıldıkça cinselliği, daha doğrusu cinselliksizliği merkeze alıp öne çıkartan bir ahlak anlayışı yayılmaya başlanmıştı. artık bir insanın ahlaklı mı ahlaksız mı olduğunu belirlemek için cinsel hayatına bakılmaya başlanmıştı ve kendilerini cinsel olarak hakim olabilenler üstün sayılacaktı. yayılan öğretilere göre insanlar hayvanlardan farklıydı ve hayvanlar gibi her yerde sevişemezdi. insanların sevişmesi mahrem olmalıydı ve herşey (evlilik yoluyla) kayıt altına alınıp kapalı kapılar ardında olmalıydı.

400'lu yılların başında yaşayan bizans lideri pulcheria bakire olmasıyla övünüyordu ve bunun kendisini tarihteki diğer devlet kadınlarından daha üstün bir yere koyduğunu düşünüyordu. o dönemde kilisenin de desteğini arkasına alan ve bir azize olarak ilan edilen pulcheria diğer hıristiyan kadınlara da örnek teşkil etmek için demir paraların üzerine kendi resmini bastırttı. devlet içinde epeyce güç ve söz sahibi olan pulcheria kilisenin istediği bazı kararları aldırtmak için bu gücü kullanmaktan çekinmedi. pulcheria döneminde bizans'ın her şehrine yeni kiliseler yapıldı ve dini cemaatlere bir sürü ayrıcalıklar verildi. kendisinin imparatorluğun başına geçmesi beklenen generallerden biriyle evlendikten sonra dahi ölene kadar bekaretini koruduğu ve hayatı boyunca hiç cinsellik yaşamadığı söyleniyor.

Pulcheria

hıristiyanlıktan da sonra sahneye çıkan islamiyet cinselliğe karşı hıristiyanlık ve museviliğe benzer bir yaklaşımı devam ettirdi. bu dinde de en büyük ahlak ölçütlerinden biri cinsel yaşamdı ve bu dinde de insanlar dünya'da çeşitli şeylere sabır gösterip asıl zevkleri ahirette tatmaya teşvik edilmekteydi.

iki organize dinden biri ortadoğuyu diğeri avrupa'yı ele geçirirken artık insanların giyim kuşamlarına bile belli kurallar ve düzenlemeler getirilmişti. artık vücudu kapatan kıyafetler giyilmeye başlanmıştı. bu toplumlarda tamamen erkekler egemen olmuştu ve kadınlar arkada kalacaktı. bir toplumda kadının yeri neyse cinselliğin yeri de bu oluyordu. örneğin kadın-erkek eşitliğine önem verilen toplumlar cinselliği daha özgürce yaşarken kadın-erkek eşitliğinde geri düşen toplumlarda cinsellik çok büyük bir tabudur. işte ortadoğu ve avrupa'da hızla bu yönde bir değişim yaşanmaya başlandı.

o kadar ilginçtir ki antik dönemde küsküler içinde yaşayan avrupalılar'ın amerika'ya yolladığı ve burayı keşfeden kaşifler kendilerinin bir çağ önce yaşadığı hayat stilini amerikalı yerlilerde gördüklerinde onları "ahlaksız ve sapık" olarak yaftalayacaktır. o dönemde ortadoğu ve avrupa'yı neredeyse tamamen ele geçiren cinsel ahlaki öğretiler henüz amerika'daki kızılderili toplumlara ulaşmamıştı ve bu toplulukların yaşam tarzı hıristiyanlık öncesi avrupa toplumların yaşantısına benziyordu.

afrika'dan avustralya'ya, güney amerika'dan kuzey amerika'ya kadar bir çok toplum hala baldırıçıplak gezmekteydi ve cinsellik hiçbir şekilde tabu değildi. misyonerler bu topraklara yayılarak ilk iş olarak cinsellik bazlı ahlak öğretilerini yaymaya başladılar ve buralardaki halka "günah" kavramını öğretmeye ve onları içinde bulundukları bu "ahlaki çöküntüden kurtarmaya" koyuldular.


anlatılana göre bir misyoner 1800'lerde amerika'da bor köye gelir ve kızılderilileri bir binaya toplayıp vaaz vermeye başlar. vaazda cemaate cehennemin ne kadar korkunç bir yer olduğunu, oraya gidenlerin nasıl acılar çekeceğini, ve şu anda karşısında bulunan herkesin cehenneme gideceğini söyler. bunu dinleyen kızılderililer dehşete düşerler. ertesi gün yine aynı misyoner gelir ve yine insanlara cehenneme gidip yanacaklarını ve çok kötü işkencelerden geçirileceklerini anlatır. bu bir hafta böyle devam eder. bir haftanın sonunda misyoner geri gelir ve verdiği yeni bir vaazda "tanrı'dan size müjde getirdim. affedilmenizin bir yolu çıktı" deyip hıristiyanlığı anlatmaya başlar. böylece bir hafta boyunca cehennemle korkuttuğu insanları avucunun içine alır. sonra da bu insanlara cinsellik merkezli bir ahlak anlayışının eğitimi verilir.

bu tür bir yaklaşım dünya'nın her yerinde cinselliği tanrı'yı (veya tanrıları) yücelten bir ibadet olmaktan alıp çok büyük bir tabu haline getirdi. avrupa'da viktorya döneminde işler daha da ilginçleşti. bu dönemde cinselliği çağrıştıran her türlü kelime ve kavram tabu sayılıyordu ve ayıplanıyordu. örneğin doktora giden bir kadın doktor "neren ağrıyor" dediğinde "bacağım" derken bile utana sıkıla söylüyordu. günlük konuşmalarda masa, sandalye gibi maddelerin "bacaklarından" bile sözedilemiyordu.

islam coğrafyaları da modernleşmeden payını alırken önce cariye kavramı ortadan kalktı ve sonra bir çok islam toplumunda erkeğin 4 eş alma fikrinden de vazgeçildi. yine de cinsellik tabu olmaktan kurtulmak bir yana daha da büyük bir tabu haline geldi. eskiden dini vaazlarda bile cinsellikten bahsedilebiliyorken bundan sonra cinsellikten hiçbir şekilde bahsedilmemeye başlandı.

evlenme yaşı da giderek yukarı çekilince evlilik dışı cinselliğe sıcak bakmayan toplumlarda halk arasında "abazanlık" denen durum ortaya çıkmaya başladı. artık insanlar 20'li yaşlarının ortasına veya sonuna kadar cinselliğe ulaşamıyordu ve bu da ilginç bir döngüye sebep oluyordu.

Giorgione, ‘Sleeping Venus’ (1510)

döngü şöyle ki: cinsellik tabu oldukça insanlar cinsel hayatı erteliyorlar ve insanlar cinsel hayatı erteledikçe cinselliğin tabusu güçleniyor (catch 22). ahlakı sekse indirgemek bir insanın seksten uzak durduğu sürece herşeyi yapabilip hala toplumun gözünde ahlaklı biri olarak kalabileceği anlamına geliyor. bu da modern tarih boyunca her zaman politik kazançlar için kullanılan bir koz olarak kaldı (örneğin bill clinton vakası).

böylece dünya'nın bir çok toplumunda cinsel doyumsuzluk yaşayan ve "bu dünya'da olmadı ama ahirette kuşkuye doyacağım" şeklinde düşünmeye başlayan insanlar türedi. kendileri cinsel doyumsuzluk yaşayan insanlar başkalarının da önüne taş koymaya başladılar çünkü başkalarının onların yaşayamadığı zevkleri yaşamasını bir hakaret olarak gördüler. bu durumda ahlak polisliği denen toplum unsuru ortaya çıktı. ahlak cinselliğe indirgendi ve cinsellik yaşamayan (veya yaşadığını gizleyenler) ahlaklı olarak görülürken diğerleri ahlaksız olarak görülmeye başlandı.

belki organize dinler ortaya atılırken amaç bu değildi.

belki amaç "bir sürü tanrı var hangisine inanacağımız şaşırdık, bir tane olsun yeter" şeklindeydi ama bunun getirdiği etkiler zamanla dağdan aşağı yuvarlanan çığ gibi büyüdü. yukarda bahsettiğim gibi birileri toplumu daha rahat kontrol altına alabilmek için dizayn etmeye çalıştı ve bunun için hayatın en ince ayrıntısına kadar herşeyine karışmaya karar verdi. cinsellik hayatın en önemli unsurlarından biri olduğu için değişimden en büyük payı alan da bu oldu.

ilginçtir ki gelişmiş ülkeler içinde organize dinlerden en son nasibini alan japonya'dır ve japonya'da cinsellik odaklı ahlak anlayışı da çok sonradan oluşmuştur. japonlar'ın günümüzde bile bir çok batı ülkesinde "ahlaksızlık" diyebileceği bir çok geleneği (örneğin: penis festivali) mevcut.

Japonya'daki Kanamara Matsuri denilen penis festivalinden bir görüntü.

bir şeyi tabu yaparsanız o geri teper çünkü insanlar o şeyi merak etmeye başlarlar.

zaten bunu zaman içinde değişen dil yapısında da görebiliyoruz. cinselliğin özgürce yaşandığı antik toplumlarda insanların günlük hayatta ettiği küfür ve hakaretlerde cinsel çağrışım bulunmazken (bu küfürlere bazı örnekler vermek gerekirse: "onursuz", "tembel", "korkak", "akılsız") cinselliği doyasıya yaşayamayan toplumların bu adeta dillerine vurmuştur ve her türlü küfür ve hakaret cinsellik üzerinedir, zira birine yapılabilecek en büyük hakaret o kişinin ya kendisine ya da ailesinde değer verdiği bir kadına (anasına, bacısına) cinsel bir şeyler yapmaktır (herhalde buna örnek vermeye gerek yok). bu da cinselliğin tabuluğunu arttırmaktan başka bir işe yaramıyor.

cinsellikle alakalı küfürlerde aslında bir "üstünlük" taşlama durumu var. eskiden kölelik düzeni varken köle sahibi biri köleleriyle istediği zaman cinsel ilişki kurabiliyordu. ayrıca kadınlar da birinin sahibi olduğu "mallar" arasında sayılıyordu. bu durumda biriyle cinsel ilişkiye girmek ona sahip olmak, ona karşı baskın olmak ve ona gücünü göstermek anlamına geliyordu. cinsel içerikli küfürlerin ortaya çıkışı da bu şekilde öldü ve küfürü eden kişi kendisini "aktif" küfürü yiyen kişiyi "pasif" olarak gördüğünü, yani onun üzerine bir üstünlüğü olduğunu göstermiş oldu.

buradan "antik çağlarda insanlar tuttuğunu öpüyordu" anlamı da çıkmasın. antik çağlarda cinsellik bir tabu değildi ama toplum sabah akşam durmadan sevişmek de değildi. toplum bu konuları bir "ayıp" olarak görmüyordu, ahlak tanımına dahil etmiyordu ama herkes günlük hayatına normal bir şekilde devam ediyordu. yani antik çağlarda yaşayan atalarımızı topluca godoş ilan etmenin de alemi yok.

bitti.