Çerezlik ve Komik Film İhtiyacınızı Fazlasıyla Giderecek Bir Yapım: The Invention of Lying
Nedir bu?
ricky gervais ve matthew robinson’un birlikte yazıp yönettikleri the invention of lying (yalanın icadı), 2009 yapımı bir komedi. ahlak, dürüstlük ve yalan üzerine, bolca dini göndermeyle bezeli, hafif hollywood romantiği baharatlı ve ama sonuçta tez elden izlenmesi gereken bir film. ricky gervais’in yıllardır yaratmaya çalıştığı mizahi üslup extras dizisiyle şekillenmiş, ghost town filmiyle de rengini belli etmişti.
yalan diye bir şeyin olmadığı, hatta dürüst davranmamanın bile yalan sayıldığı farklı bir evrende, herkes istisnasız ağzına geleni, aklına düşeni, içinden geçeni langır lungur söylemektedir. böyle bir dünyada bir kaybeden olmak elbette insana daha fazla koymaktadır. zira herkes kahramanımız mark’ın ne kadar şişman, ne kadar salak, ne kadar başarısız olduğundan “sesli” bir şekilde bahsetmektedir.
günün birinde, tam da yumurtanın kaba ete dayandığı bir anda, mark daha önce hiç yapılmamış, tarif dahi edemediği, isim bile koyamadığı bir eylem gerçekleştirir. yalan söylemek!
zekice detaylarla süslü bu leziz filmde ricky gervais eşi dostu da toplayıp harika bir ekip yaratmış. jennifer garner, jonah hill, rob lowe, louis ck, tina fey, philip seymour hoffman, edward norton vs. ilk fırsatta izleyiniz...
İnce detayları vardır bu filmin
the invention of lying... ters okumayla bakılacak olursa, dünyada yalan olmasa da hem cola'nın hem pepsi'nin var olacağı, dolayısıyla kapitalizmin sadece yalanla dolanla ilişkilendirilmediği, insan ihtiyaçları ile var olduğu, öte yandan yalan olmayınca film endüstrisinde geriye sadece metin okuyan yaşlı bir adamın kalacağı, birden fazla aktöre/aktrise, nice görüntü efekti, sahne tasarımına lüzum olmayacağı öngörüsünde bulunmuş, kişiyi düşünmeye iten nice materyalin tohumunu zihninize atıp izledikten sonra sizin çiçeklendirmenizi sağlayacak sinema eseri.
temel olarak akla takılan soru: "niçin insanlar her aklına geleni söylüyor?"
bunun yanıtı ise basit. film sadece yalan söylenmeyen değil bu tarz bir düşüncenin var olmadığı bir dünyada geçiyor. düşünceyi saklamak da bir nevi hinliktir. yani film dünyasını hayal ederken insanların sosyal ilişkilerinde "saf" kimseler olduğunu hayal etmeniz yeterli. mesele kesinlikle salt yalan üzerine değil, günümüzde sahip olduğumuz yontulmuş, içi boşaltılmış ve yeniden doldurulmuş bütün kavramlarımız üzerine.benim dikkatimi çeken bir başka konu ise yalanın olmadığı bir dünyada bile keskin çizgilerle kötü ve iyi mevcut bunun da ötesinde "kötü" cezbedici olabiliyor. son olarak sanırım din konusunda eleştirilmesinin altında kutsal ile dalga geçilmesinden ziyade dindarların çıkarcı insanlarmış gibi gösterilmesi yatıyor.
Spoiler içeren bir final notu
mark'ın çocuğunda da yalan söyleyebilmesinden, yeteneğin genetik olduğunu anlıyoruz. filmin bittiği noktadan sonra neler olabilir diye düşündüm de muhtemelen mark'ın çocukları da hayatta mark kadar başarılı olacaklar, güzel kadınlar / yakışıklı erkeklerle evlenecekler, çoluk çocuğa karışacaklar. uzun vadede mark'ın soyunun yaşayan insan populasyonundaki oranı gittikçe artacak ve bir noktada insanlığın büyük çoğunluğu mark'ın torunu olmuş olacak. çünkü yalan söyleyebilen insanlarla söyleyemeyenlerin rekabet etmesi çok güç. çok büyük bir evrimsel avantaj yani söz konusu mutasyon.
bir diğer açıdan, yalan söyleyebilen insan yüzdesi arttıkça bu yeteneğin getirdiği göreli avantaj da azalacak. bir noktadan sonra mark'ın torunları birbiriyle rekabet etmeye başlayacaklar ve dünya yeni bir nash dengesine ulaşacak. fakat yine de yalan söyleyemeyen birinin bu dünyada survive etmesi çok zor.