Dar Alanda Maksimum Gerginliğin Yaşandığı, En İyi 27 Hapishane Filmi
90'ların başı, bir kış akşamı... babam işten eve henüz dönmemiş, ablamsa odasında ders çalışırken, annem ve onun dizlerine kafasını koymuş olan ben, salondaki televizyonun karşısındayız. ışıklar kapalı ama mahalledeki deniz fenerinin her 3-4 saniyede bir yarattığı anlık aydınlıklar sebebiyle tamamen karanlıkta da sayılmayız. televizyonda bir film var. o zamanlar 1 saniye olsun yerimde duramazken filmin başrolünde benim yaşlarımda bir çocuğun olması ilgimi çektiğinden olsa gerek hayatımda ilk defa film izliyorum. bir hapishane filmi. çocuğun adı barış, kadının adı inci. "anne, filmin adı ne?" film benim için olağanüstü büyüleyici. çünkü hem binlercenin ilki hem de o esnada farkında olmasam bile yıllar sonra her hatırladığımda içimi özlem ve huzurla dolduracak bir anının müsebbibi. annemin saçlarımda gezen o narin elleri ve hâlâ kulağımda çınlayan, fısıldayarak dile getirdiği, "uçurtmayı vurmasınlar," sözleri.
diyeceğim o ki hapishane filmlerinin bende ayrı bir yeri var, çünkü sebebi birazcık duygusal. fakat elbette tek sebebi bu değil. hapishanede geçen filmler tarih boyunca hep ilgi çekici olmuştur, çünkü hem kasvetli bir ambiyans hem de kısıtlı bir hareket alanı içermesi sebebiyle seyircisine bol aksiyonlu bir görsel şölen sunamaz belki ama bunun yerine yüzlerce suçlunun bir arada bulunduğu korku ve paranoya dolu bir ortamda hayatta kalabilmek için yapılması gerekenleri, mahkum-gardiyan ilişkilerindeki sinir bozucu dengeyi, en ince detayına kadar planlanan kaçış hayallerinin nasıl bir stratejiyle hayata geçirilmesi gerektiğini ve o planları sabırlı bir aceleyle hayata geçirirken soğukkanlı kalabilmenin ne kadar hayati bir önem taşıdığını işleyerek insan psikolojisini en ince ayrıntılarına kadar gözlemleme imkanı sunar.
tabii şu da bir gerçek ki pek çoğumuz için hapishaneler tıpkı okyanusun derinlikleri gibi tamamen bilinmez bir ortam olduğundan oradaki gerçeklere sinemanın sihri sayesinde erişebilmek son derece tatmin edici bir deneyim olurken aynı zamanda türün eleştirel dil kullanan örnekleri vesilesiyle hapishanelerin birilerini cezalandırmak ya da rehabilite etmekten daha çok, aslında dünyadaki mevcut sistemin devamlılığını sağlamak için inşa edilmiş birer kapitalizm kalesi işlevi gördüğünü de her seferinde daha iyi kavramaktayız.
kıssadan hisse, hapishane temalı filmlerin sinema dünyasında oldukça özel bir yere sahip olduğunu düşünüyorum ve bu sebeple hem kendim için tasnif hem de film izlemeyi sevenler için tavsiye olsun diye sinema tarihindeki 27 muhteşem hapishane filmini aşağıya karalıyorum.
27) celda 211 (2009) - (daniel monzón)
gardiyan olarak bir hapishanede işe başlayacak olan juan, iki meslektaşı ona hapishaneyi gezdirirken birdenbire tavandan düşen bir parçanın üstüne düşmesiyle baygınlık geçirir. gardiyanlar onu ayıltmak için 211 numaralı boş hücreye götürür. juan bilinci kapalı halde hücrede yatarken hapishanede bir ayaklanma patlak verir. ayıldığında güç bir durumla karşı karşıyadır: hayatta kalmak için mahkûm rolü oynamak zorundadır.
26) un prophète (2009) - (jacques audiard)
altı yıllık cezasını çekmek üzere fransa'da bir hapishaneye gönderilen malik djabena, hayata karşı geç kalmış bir adamdır. ne okuyabiliyor ne de yazabiliyordur. henüz 19 yaşındadır ve diğer mahkumlara göre oldukça zayıf görünmektedir. genelde azınlıklardan olan suçluların bulunduğu bu hapishanede, bir çaylak olarak malik'in de çeşitli yükümlülükleri olacaktır. günden güne görevleri yerine getirdikçe hapishanede nüfuz sahibi olmaya başlayan malik, bulunduğu ortamda yavaş yavaş yükselip kendi planlarını yapmaya başlayacaktır. yeni yetme bir arap gencinin, mahkum olduğu cezaevinde mafya patronuna dönüşmesinin öyküsü.
25) hunger (2008) - (steve mcqueen)
ira ile ilgili olarak çekilmiş filmde, bobby sands’in insanlık dışı muamelelere maruz kalışı sert bir dille ele alınıyor. diyalogsuz sahnelerin vuruculuğu ile başlayan film, tüm filme yayılan dehşetli gerçeklik duygusu ile izleyeni kavrıyor. mahkumların battaniye ve yıkanmama eylemleriyle ilerleyen direnişleri, altı hafta süren açlık grevi ile doruğa çıkıyor. hayatı mücadele ile geçmiş sands’ın kendi vücudunu yaşamının son savaş alanı olarak addetmesiyle yaşanan dramatik süreç muazzam bir etkileyicilikle gözler önüne seriliyor. filmin etkileyiciliği sadece sands önderliğindeki mahkumların direniş destanından kaynaklanmıyor. zira hapishane mahkumlar için olduğu kadar, gardiyanlar için de tam bir cehennem.
24) the bridge on the river kwai (1957) - (david lean)
1943'te burma'daki bir esir kampındaki albay nicholson’ın liderlik ettiği esirler, kwai nehri üzerinde bir köprü yapmaları için japonlardan bir direktif alırlar. japon albay saito’nun köprüyü yaptırmaktaki amacı cephaneyi birliklerine kolayca dağıtmaktır. albay nicholson yapılabilecek en iyi köprüyü yaparak hem kendi gururunu ve askerlerinin motivasyonunu körüklemek hem de yitirilen gücü ve kaybedilen özgüveni geri kazanmak için japonların bu direktifini kabul eder. inşaat ilerledikçe nicholson köprünün düşmanına avantaj sağlayacağını tamamen unutur ve onu mükemmelleştirmek için elinden geleni yapmaya başlar.
23) das experiment (2001) - (oliver hirschbiegel)
bilim insanları insanların içgüdüsel dürtülerini ölçebilmek adına bir deney kurgulamaya karar verirler. deneye göre 8 kişi gardiyan, 12 kişi tutuklu olarak yalancı bir hapishaneye alınırlar. gardiyanlar, gardiyan rolünü, mahkumlar ise mahkum rolünü oynayacaklardır. her şey bir oyun olarak başlar ancak durumun gittikçe daha ciddi bir hal almaya başlaması, oraya para için gelen yirmi kişiyi rollerinin içerisine mahkum eder. artık sahte gardiyanlar gerçek gardiyan gibi davranmaya başlayacak ve bilim insanları deneyin kontrolünü kaybedeceklerdir.
22) the united states of leland (2003) - (matthew ryan hoge)
içine kapanık genç bir adam olan leland fitzgerald, kız arkadaşı becky'nin zihinsel engelli kardeşini öldürmekten hapse atılır. burada öğretmenlik yapan ve aynı zamanda da yazar olan pearl madison ile tanışır. bu arada, becky ve kız kardeşi julie de dahil olmak üzere cinayetten etkilenen diğerleri kendi sorunlarıyla uğraşmak zorundadır.
21) pardon (2005) - (mert baykal)
ibrahim, aydın ve muzaffer çok yakın 3 arkadaştır. sıradan birer vatandaş olan üç kafadarın yaşamı, içlerinden birinin bir hatası yüzünden tamamen değişecek ve her zamanki gibi akıp giden günler artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır. vaktinden çok sonra askerliğini yapan ibrahim nerede bir resmi kıyafet görse hemen oradan kaçar olmuştur. sadece masum bir korku gibi gözüken bu fobisi yüzünden sevdiği arkadaşları ve kendisinin başına gelmeyen kalmaz. arkadaşlarıyla beraber kendini mahkeme salonlarından, hapishaneye kadar uzanan bir yolculukta bulur. neler olup bittiğini anlamadan cezaevine düşen üç arkadaşın akılları hep dışarıdadır. ama geride kalanlar yavaş yavaş kendi yollarını çizmektedir.
20) the green mile (1999) - (frank darabont)
bir hapishanede gardiyanlık yapan paul edgecomb'un görevi, hücrelerinden alınan idam mahkumlarını elektrikli sandalyenin bulunduğu ölüm odasına kadar olan bir millik yeşil yoldan götürmektir. edgecomb yıllar boyunca bu yolda sayısız idam mahkumuna eşlik etmiştir. ama hiçbirisi onu john coffey kadar etkilemez. oldukça iri yarı biri olan coffey, iki küçük kızı öldürmek suçundan idama mahkum olmuştur. ürkütücü görünümünün aksine oldukça duygulu ve karmaşık bir iç dünyası olan coffey, bazı doğa üstü güçlere sahiptir. edgecomb onunla yakınlaştıkça artık hiç beklenmedik yerlerde mucizelerin olabileceğine inanmaya başlayacaktır.
19) przesluchanie (1989) - (ryszard bugajski)
stalinizm gölgesindeki polonya'da kabare şarkıcılığı yapan tonia, bir grup arkadaşıyla içki içerek geçirdiği bir gecenin sabahına uyandığında kendini bilmediği nedenlerle siyasi bir mahkum olarak hapiste bulur. hapishane yetkilileri onu sorguya çekerken hem ona işkence etmekte hem de onu küçük düşürmektedir. tonia ise anlam veremediği tüm bu olanlar karşısında hem hayatta kalmak için direnmeye hem de masumiyetini korumak için sahte bir itirafnameyi imzalamayı reddetmeye devam eder. tutukluluk süresi uzayıp da yılları bulduğunda, onu tutsak edenlerle olan ilişkisi daha da karmaşık bir hal almaya başlar.
18) in the name of the father (1993) - (jim sheridan)
gerry conlon isminde irlandalı bir genç 70'li yıllarda ingiltere'ye gelir. arkadaşları ile bir evde yaşarlar. bir polis baskınında hiç ilgisi olmadığı halde 1974 gyildford bombalamasından sorumlu tutulur. terörle mücadelede insan haklarının hiçe sayıldığı bir ingiltere dönemidir. babası da dahil ailesinden bazı kişiler tutuklanır. gerry'e fiziksel manevi işkence yapılır. kadın bir avukatın yıllar süren çabalarının da yardımıyla, gerry maruz kaldığı adaletsizliğe direnmeye başlar.
17) escape from alcatraz (1979) - (don siegel)
san francisco körfezi, 18 ocak 1960. frank lee morris, kayalık bir adada bulunan ve maksimum güvenlikli bir hapishane olan alcatraz'a getirilir. o zamana kadar hiç kimse oradan kaçmayı başaramamış olsa da, frank ve diğer mahkumlar ince eleyip sık dokuyarak detaylı bir kaçış planı hazırlamaya başlar.
16) große freiheit (2021) - (sebastian meise)
ikinci dünya savaşı sonrası almanya... hans, eşcinselliği suç sayan ceza kanunun 175. maddesi uyarınca art arda hapis cezalarına çarptırılmaktadır. bu madde, hans’ın özgürlük arzusunun önündeki hukuksal ve tek engeldir. fakat bu engel onun özgürlüğünü kısıtlasa bile, aşkı arayışını engelleyemeyecektir.
15) sciuscià (1946) - (vittorio de sica)
savaş sonrası roma'sında ayakkabı boyacılığı yapan iki çocuk, giuseppe ve pasquale, amerikan subaylarının ayakkabılarını cilaladıkları sokaklarda çalışırlar. en büyük arzuları bir at almaktır ve bunun için para biriktirmektedirler. ancak sonrasında karıştıkları bir hırsızlık olayı ikisinin de yolunu, deneyimlemesi arkadaşlıklarına yıkıcı bir şekilde zarar verecek olan çocuk hapishanesine düşürür. usta yönetmen de sica’nın filmi, fakirlik ve işsizlik dolu kaos dünyasına atılan iki genç çocuğun belalı yaşam öyküsünü anlatır.
14) uçurtmayı vurmasınlar (1989) - (tunç başaran)
annesiyle beraber hapis hayatı yaşayan beş yaşındaki barış’ın en yakın arkadaşı siyasi suçlu inci’dir. filmin anlatısı, tahliye olduktan sonra inci’nin barış’la ilgili anılarını hatırlaması üzerine kuruludur ama merkezde hep çocuğun olan biteni nasıl algıladığı yer alır. küçük barış ile inci arasında gelişen bu sevgi dolu dostluk, hapishane duvarlarını bile delen koskoca bir dünya yaratmalarını sağlar. hapishane avlusuna tebeşirle çizilen bir uçurtmanın neden uçmadığını soran barış’ın naifliği, gökyüzündeki bir uçurtmayı vurmaya çalışan hapishanedeki otoritenin saçmalığını da ortaya çıkarır.
13) cool hand luke (1967) - (stuart rosenberg)
asi ruhlu, başına buyruk ama sicili temiz bir genç olan luke, sarhoş olduğu bir gece ortada hiçbir neden yokken kasabanın parkmetrelerine zarar verdiği için hapse gönderilir. kaldığı hapishane bir nevi toplama kampını andırır, mahkumlar bütün gün yol yapımı gibi ağır işlerde çalıştırılırlar. şartlar çok çetin, disiplin ise sıkıdır. luke, aslında fazla bir ceza almamış olmasına rağmen, defalarca kaçma girişiminde bulunur. her girişiminde cezası daha da arttığı gibi kamp yöneticilerinin gittikçe vahşileşen baskılarına da maruz kalmaya başlar. bütün bunlar soğukkanlı duruşunu, inatçılığını ve iradesini kırmaya yetmez. bu özellikleriyle diğer mahkumların idolü haline gelir. onların yapamaya cesaret edemediğini yapmış, baskı ve kaba kuvvete karşı özgürlüğün sembolü haline gelmiştir. işte bu nedenle idareciler onun iradesini diğer mahkumların önünde kırmayı dener ve ilk bakışta bunu başarmış gibi görünürler. önceleri tamamen teslim olmuş gözüken bir luke diğer mahkumların umutlarını kırsa da son bir kaçma girişimiyle onların gözünde tekrar bir kahraman haline gelir. ancak yöneticiler artık daha ileri gitmesine izin vermeyeceklerdir.
12) starred up (2013) - (david mackenzie)
21. yüzyılın en iyi hapishane filmleri sıralamasında ilk sıralarda yer alan, sarsıcı ve hiç beklenmedik olayların ardı ardına geliştiği bu filmde genç mahkûm eric’in öyküsünü izliyoruz. eric genç olmasına rağmen şiddete olan aşırı eğiliminden dolayı ıslahevinden alınıp yetişkin hükümlülerin kaldığı bir hapishaneye nakledilir. aynı zamanda babasının da gün doldurduğu bu hapishanede kendini gardiyanlardan koruması, diğer tutuklularla işbirliği yapması ve hatta babasıyla yüzleşmesi gerekecektir. gelgelelim, onu yok etmeye yemin etmiş birtakım güçler de bu dört duvarın içindedir.
11) la grande illusion (1937) - (jean renoir)
birinci dünya savaşı'nda, aristokrat sınıftan gelen komutan de boeldieu ile işçi sınıfından gelme teğmen marechal keşif gezisine çıkarlar. ancak görevlerini başarı ile tamamlayamadan alman askerleri tarafından esir alınırlar. alman komutan von rauffenstein da, tıpkı boeldieu gibi aristokrat bir aileden gelmedir ve esirlerinin kendisi ile birlikte yemek yiyebileceklerini duyurur. yemek sırasında rauffenstein, boeldieu'nün de kendisiyle aynı sınıftan geldiğini, çok fazla ortak yönlerinin bulunduğunu fark etse de bu durum onların esir kampına gönderilmesine engel olmaz. komutan ve teğmen, kampta diğer askerlerin kaçış planlarına dahil olur. yüksek güvenlikli bu esir kampından tünel kazarak kaçmayı deneyeceklerdir.
10) american history x (1998) - (tony kaye)
geçmişin gölgesinde, öldürülen babasının intikamını almaya çalışan bir gencin hikayesini anlatıyor. babasının uyuşturucu satıcısı bir zenci tarafından öldürülmesinden sonra derek faşist bir çetenin önemli bir üyesi haline gelmiştir. babasının ölümünün intikamını bu örgütün kendileri gibi olmayanlara karşı yaptığı saldırılar ve tacizlerle almaya çalışan derek, bir gün, arabasını çalmaya çalışan iki zenciyi öldürür ve hapse girer. bu süreçte küçük kardeşi danny de ağabeyinin izinden gitmeyi seçer. derek hapiste geçirdiği süre boyunca bambaşka bir adam olmuş, yaptığı hatalardan pişmanlık duymuştur. artık bir “dazlak” değildir ve bundan sonraki amacı kardeşini bu yanlış yoldan geri döndürmeye çalışmak olacaktır.
9) két félidö a pokolban (1961) - (zoltán fábri)
başarılı futbolcu onodi, komunist ve yahudi macarların işçi olarak çalıştırıldığı bir toplama kampında tutsaktır. günlerden bir gün kampın komutanı ondan hitler'in doğum gününde almanlarla yapacakları maç için bir takım kurmasını ister. onodi, kamptaki diğer tutsaklardan kurduğu takımı bu önemli maça hazırlarken takım kamptan kaçmaya çalışır ve yakalanır. maçtan sonra öldürüleceklerini bile bile sahaya çıkarlar.
8) stalag 17 (1953) - (billy wilder)
ikinci dünya savaşı sırasında luftwaffe bölgesinde konuşlanan bir nazi kampında çeşitli milletlerden insanların yanı sıra onlarca amerikan askeri de esir tutulmaktadır. esir düşen amerikan askerleri aralarında bir kaçış planı yapar ve ilk adım olarak manfredi ve johnson isimli iki asker firar eder. ancak tünelden ilerledikleri sırada ateşli taarruzla karşılaşıp hayatlarını kaybederler. bu olay sonrasında aralarında almanlara haber sızdıran bir muhbir olduğundan şüphelenmeye başlayan askerler bu şaibeli durumu aydınlatmaya çalışır.
7) kongen av bastøy (2010) - (marius holst)
yaşanmış bir hikayeden uyarlanan film, norveç'in bastøy adasındaki ıslahevinde geçiyor. reşit olmayan genç suçluların tutulduğu bu hapishanede müdür ve gardiyanlar çocuklara sadistçe işkence etmekte ve onları ucuz iş gücü niyetiyle kullanmaktadırlar. fakat 17 yaşındaki erling'in bu işkence dolu delikte köle olmaya hiç niyeti yoktur. bu sebeple kaçmak için elinden geleni ardına koymamaya ve baskılara karşı genç mahkumlar arasında isyan çıkartmayı kararlıdır.
6) i am a fugitive from a chain gang (1932) - (mervyn leroy)
birinci dünya savaşı'ndan sonra bir güney eyaleti hapishanesinde suçlulara yapılan adaletsiz ve barbarca muameleye cesur, tavizsiz, eleştirel ve kavgacı bir bakış. 30'ların başında (bunalım döneminin zirvesinde) yayınlanmış protest filmlerin en güzel örneklerinden biri. film, büyük buhran'ın sıradan insan üzerindeki korkunç etkilerini ve işsizlikle karşı karşıya kalan, haksız yere küçük bir soygundan mahkum edilen bir birinci dünya savaşı gazisinin hikayesini işliyor.
5) un condamné à mort s'est échappé (1956) - (robert bresson)
robert bresson'ın başyapıtı olduğunu düşündüğüm bu filmde, mahkum olduğu nazi hapishanesinde kurşuna dizilme cezasına çarptırılmış olan ve idam edilmesine sadece birkaç gün kalan fransız teğmen fontaine'in muazzam bir detaycılıkla planladığı kaçış planı ve onu hayata nasıl geçirdiği anlatılır. öyle bir film ki, içinde belki de eşi benzerine az rastlanır bir detay barındırır ve başroldeki teğmen fontaine karakterine yardımcı oyuncu olarak hem ses hem de sessizlik eşlik eder. sesin ve sessizliğin bu denli ön planda olduğu, izleyicinin algılarını akıl almaz bir şekilde biçimlendirebildiği başka bir film, en azından şimdiye kadar, hiç izlemedim. bresson'ın filmi için seçtiği isim her ne kadar başlı başına bir spoiler olsa da bu durumun seyir zevkinizde hiçbir hasara yol açmayacağını rahatlıkla söyleyebilirim.
4) down by law (1986) - (jim jarmusch)
birbirinden farklı üç karakter olan zack, jack ve roberto bir hapsihane hücresinde biraraya gelirler. roberto'nun hiçbir şeyi kafasına takmayan sevimli halleri, ilk başlarda zack ve jack'in çok sinirine dokunsa da aynı hücrede kalmak zorunda olmalarından dolayı bu duruma katlanmak zorunda kalırlar. hapisten kaçmayı kafalarına koyan ikiliye, roberto yardım edebileceğini söyleyince üçü birden bir kaçma planı yapar.
3) the great escape (1963) - (john sturges)
ikinci dünya savaşı esnasında yüksek güvenlikli bir kampta esir tutulan bir grup savaş esiri, almanlar tarafından büyük bir titizlikle gözlenmektedir. alman askerleri bu kamptan çıkmalarının imkansız olduğunu defalarca belirtseler de ingiliz bir asker, bir hendek kazıcısı ve usta bir hırsızdan oluşan ekip sınırları zorlayarak imkansızı gerçekleştirmeye çalışır. ancak sorun sadece kamptan kaçabilmek değildir. çünkü dışarıdaki dünyada onları bekleyen çeşitli handikaplar vardır.
2) papillon (1973) - (franklin j. schaffner)
işlemediği bir suç yüzünden müebbet mahkumiyet cezası alan ve kötü ünüyle tanınmış şeytan adası’ndaki yüksek güvenlikli hapishaneye gönderilen kelebek'in her seferinde hüsranla sonuçlansa bile bir an olsun sarsılmayan bir inançla tekrar ve tekrar kaçış planları yapmaya devam ederek özgürlüğe kavuşma hayallerini hep diri tutmasının hikâyesi. henri charriére’nin gerçek hayat hikayesini anlatan aynı isimli kitaptan beyaz perdeye uyarlanan film tam anlamıyla bir optimist manifesto. ya da bir başka deyişle, hakiki bir vazgeçmeme destanı.
1) le trou (1960) - (jacques becker)
film, gaspard adlı mahkumun kendi hücresindeki tadilattan dolayı 4 kişinin yer aldığı başka bir hücreye nakledilmesiyle başlar ve yeni hücre arkadaşları onunla kendi aralarına mesafe koymasa bile güven duyup duymama konusunda birtakım tereddütler yaşar. bu tereddütler onun hırlı mı hırsız mı it mi kopuk mu sapık mı ya da bunlar gibi başka bir şey mi olup olmadığıyla alakalı değildir; bu adam onların uzun zamandır planladıkları ve tıkır tıkır işlemesini umdukları hapishaneden kaçış planlarını açık edecek mi etmeyecek mi? jacques becker'in vefat etmeden 2 hafta önce tamamlayıp dünyadaki tüm sinemaseverlere hediye ettiği gerçekten yaşanmış bir hikâyeye dayanan bu film, fikrimce hapishaneden kaçış temalı en iyi film olmakla beraber finaliyle de bizlere unutulmaz bir sinema deneyimi yaşatmaktadır.