SİNEMA 28 Mayıs 2019
48,7b OKUNMA     670 PAYLAŞIM

Değeri Gösterimdeyken Değil, Sonradan Keşfedilen Bir Bilim Kurgu Başyapıtı: Blade Runner

Yazar Philip K. Dick'in "Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?" isimli romanından uyarlanan Ridley Scott filmi Blade Runner, değeri zamanında bilinmemesine rağmen kült olmayı başarmış bir yapım.
Uyarı: Filme dair spoiler içerir.


blade runner her zaman stanley kubrick'in 2001 a space odyssey'i ile birlikte bilim kurgu başyapıtı olarak görülür

ridley scott'ın çok sahiplendiği bu sinema şaheseri, gösterildiği yıl olan 1982'de sinemalardan boynu bükük ayrılır. salonlarda 3-5 kişiye oynar... ama daha sonra onun kaderini paylaşan birçok film gibi videolar ile yeniden keşfedilir. kısa sürede bir başyapıta dönüşmeyi başarır. hiç kuşkusuz geç aldığı bu apoleti sonuna kadar hak etmektedir. filmin kusursuz olan senaryosu uzun süre bir muamma olarak kalır ve birçok badire atlatır. filmin senaryosunu ilk eline alan isim ve fikrin ana sahibi hampton fancher'dir. fancher bir bilim kurgu yazmak için yola çıkar ve daha sonra philip k. dick'in içinden çıkılması zor kısa romanı do androids dream of electric sheep?ine (android'ler elektrikli koyun düşler mi?) toslar. hampton fancher uzun uğraşlar sonrasında senaryoyu yapımcılara kabul ettirmeyi başarır. ama fancher, senaryo konusunda yönetmen ridley scott'ın isteklerini karşılamada zorlanır ve burada devreye david peoples girer. peoples, ilk taslağı oldukça karmaşık ve zor bulur. bu senaryonun adam olması zordur. daha sonra ilk taslaktan yola çıkarak senaryoya son halini verir. david peoples, senaryoya androidli bir bilim kurgu filminden çok daha farklı yaklaşır. filmin içerisine, bugün bile içerisinden çıkılamayan birçok felsefi öğeyi yerleştirir.

David Peoples

blade runner zamanında anlaşılmaz. filmin çekimleri bittikten sonra anlattıklarının anlaşılmamasından korkularak filme daha sonra bir dış ses eklenir. filmin çekildiği sıralarda bu dış ses fikri yoktur ama film bittikten sonra kurgu ile bir dış ses/anlatıcı filme dahil olur. böylece filmde bulunan zamanla ilgili bilgiler deckard'ın ağzından bize verilir.


filmin geçtiği 2019 yılının los angeles'ında kopyalama fikri ve yapay insan üretme fantezisi can bulur. yani insanlar kendilerine insan olmayan ama insanlığı çok başarılı taklit eden bir köle ırk yaratmışlardır. bu eksende filmin sorduğu soru; temel de "biz neyiz?" sorusudur. "bizleri insan yapan ya da ondan uzaklaştıran, insan dışı hareketler nelerdir" sorusunu sorar. ama film özellikle bize bu sorunun cevabını vermez. tam tersine kafamızı daha da karıştırır.

filmin üzerine yazılan birçok makalede içerisinden çıkılmayan bir durum da filmdeki polis ve ödül avcısı olan deckard'ın durumudur. belki de filmdeki soruları daha karmaşık hale getiren de bu karakterdir. bir insan, acaba kopya ile insanı ayırabilir mi? deckard dünya'da yaşayan 4 kopyanın peşine düşer. bu kopyalardan bir tanesi de kopyaların yaratıcısı olan dr. eldon tyrell'in yanında bulunan örnek kopya rachael'dir. deckard'ın asıl amacı kopyaların başı durumunda bulunan roy'a ulaşmaktır. burada aslında nerede ise antitip işleyiş vardır. deckard son derece katı, az cümle kuran, tek amacı öldürmek olan, inatçı bir kişiliktir. roy ise bir kopya olmasına rağmen yer defasında söylediği şiirler ile daha duygusal, tutkulu ve hayalperest bir kişidir. yani insanlık vasıflarına daha hakim olan, nexus 6 serisi bir kopya olan roy'dur. aslında deckard'ın da roy'un da bu dünyada ayakta kalmak için çeşitli amaçları vardır, aslında ikisi de dedektiftir. deckard nasıl kopyalara ulaşmak için klasik dedektif yollarını deniyorsa, roy da yaratıcısına ulaşmak için bu yolları kullanıyor.

peki deckard bir insan mı, yoksa kopya mı? filmde bunun cevabı seyirciye bırakılmış, seyircinin kendi insan olma kriterlerine bırakılmış. ama filmde ki birçok ince ayrıntı aslında onun da bir kopya olduğunu gösteriyor gibi... mesela ünlü final sahnesinde roy, deckard kurtarırken "şu aramızdaki kan bağı" diye bağırıyor. rachael'den ayrılan deckard'ın gözünden bir kırmızı ışık yayılıyor. keza bu ışık sadece kopyalara has bir şey... yine roy, deckard'ın adını biliyor ve roy ile deckard'ın arasında aslında belli ki bir geçmiş mevcut. tabi bunun karşı tezini süren birçok kişi de mevcut...


filmdeki ırk, ekolojik denge ve cinsel politika (filmdeki bütün kadın karakterler kopyalardan oluşuyor) dışında sorgulanan bir unsur da din. roy bir bakıma kendini yaratan kişi olan dr. eldon tyrell'dan hesap soruyor. neden ölüyoruz?... roy, kopyalara biçilen 4 yıllık hücrelerin hesabını tyrell'a sorarak, oğul ve babanın karşılaşması gerçekleşiyor. filmin unutulmaz final sahnesinde de bu din teması daha da motifleniyor. roy eline bir çivi patırıyor ve elinde bir güvercin tutarak, opera sahnesindeki finalleri andıran bir tiratla intihar ediyor.

kimilerine göre roy, batty filmdeki deckard'dan çok daha öncelikli bir karekter konumunda. roy, filmin final sahnesinde deckard'ı son bir can havli ile bileğinden kavrıyor ve onu kurtarıyor. açıkça insanlığı ve yaşamı kutsuyor. keza roy daha dışavurumcu bir hal sergiliyor. deckard'a oranla dertlerini anlatma konunsa da daha aktif bir durumda. her yönü ile insanlığı daha iyi temsil eden bir karakter olarak karşımıza dikiliyor. insanların ürettiği alt ırk olan kopyalar insanlardan daha insancıl olabiliyorlar. insanların sahip olduğu halde kullanmadığı erdemlere daha çok sahip çıkıyor.

Roy ve Deckard

filmin o eşsiz atmosferi ise syd mead tarafından tasarlanmış. los angeles kenti ileri bir geleceği bize aktarsa da, çöplük gibi bir yeri andırıyor. gelişmişlikle birlikte aslında bir geri dönüş yaşanmış gibi duruyor. insanlar bisikletlere biniyor, izbe evlerde oturuyorlar. zenginler ise daha zengin... tyrell, piramit şeklinde müthiş binasında dururken, fakir halk ise barakalarda yaşıyor. dekor olarak alınmış asıl şehir ise sanki hong-kong gibi duruyor. los angeles'da olmamıza rağmen bütün duvarları uzakdoğu alfabeleri ile yazılmış yazılar süslüyor. gelecek o kadar kötü ki, ekolojik denge yok olmuş durumda... güneş ışınları yok, dünya karanlık ile aydınlık arasında bir yerde duruyor ve sürekli olarak yağmur yağıyor.

filmin eşsiz müzikleri ise yunan sanatçı vangelis tarafından yapılmış. filmin müzikleri de ilk yapıldığı sıralarda pek rağbet görmemişti ama vangelis tarafından sonraları tekrar yayınlanınca en çok satan soundtrack albümlerinden biri oldu. vangelis, senaryoyu okumamış ama filmin görselliğinden çok etkilenmiş ve görselliğin verdiği ilham ile eşsiz müzikler ortaya çıkarmış.

Vangelis tarafından yapılan soundtrack'in 2017 remaster'ı


blade runner, insanlık üzerine, dünyamız üzerine, din üzerine çok şeyler söyleyen müthiş bir başyapıt olarak duruyor karşımızda. geç bulduğumuz ama kolay kayıp etmeyeceğimiz bir film...

Kadın Milli Futbol Takımımızın 10 Numarası Melike Pekel'in İlham Verici Hayat Hikayesi

Kadın Futbolunun Yasakları Aşarak Ses Getirir Hale Gelişinin Öyküsü